¡9

7K 1K 614
                                    

BAK BAK NAPIYOM SIMDI

#

minho küfürbaz biri değildi.

"niye masanın altına sakız yapıştırırsın ki amına koyayım? okula beynini evde bırakıp mı geliyorsun amcık herif? doğru düzgün dersini dinle, seni de sakızını da sikeceğim ya, ben uğraşmak zorunda değilim senin sakızınla."

yani, arada sinirlenince kim küfretmez ki?

"minho sinirlenme şöyle. zaten benim yüzümden cezadasın, suçlu hissediyorum."

minho inanamıyor gibi güldü. "yoo, istesem siktiri de çekerdim. yanında kalmak istedim sadece," bugün fazla açık sözlüydü, sinirlenince hep böyle olurdu.

jisung kafasını ona çevirdiğinde minho devam etti. "hem, kötü mü oldu? bir sürü iltifat aldım dün gece." dedi ve kendi dediğine güldü.

jisung dün gece sarhoşluğun etkisiyle bir sürü iltifat etmişti minho'ya. en azından minho böyle sanıyordu.

fakat jisung, kendi dediklerini de aldığı cevapları da kelimesi kelimesine hatırlıyordu. "ne?"

bilmiyormuş, en azından hatırlamıyormuş gibi yapmak gece üç düşünceleri için daha sağlıklıydı.

"hiç..." minho omuz silkip işine geri dönerken, iki saniye önceki ne? sorusuyla bütün enerjisini kaybetmişti. "...dün geceyi hatırlamıyor musun?"

böyle bir soruyu normalde ikisi de bel altı bir şaka olarak alırdı. normalde.

"uyurken yerdeydim, uyandığımda yatakta. bir tek bunu hatırlıyorum, bir de bizimkilerle konuşmamızı. aptal aptal konuştuysam özür dilerim, ne dediğimi bilmiy-"

"sorun yok."

minho'nun onu kestirip attığını görünce saniyelik bir pişmanlık ele geçirmişti jisung'u. keşke o soruyu sormasaydım, gibisinden.

"minho," ne diyecekti? aslında hatırlıyorum ama hatırlamıyormuş gibi yapmak daha işime geldi, bu yüzden bir iki dakika önce sana yalan söyledim, kusura bakma mı?

minho efendim anlamına gelen mırıltılar çıkardığında jisung'un ona yalan söylemiş olduğu gerçeği onu yiyip bitiriyordu. "...bir de bizimkilerle konuşmamızı hatırlıyorum." daha demin bu cümleyi kurmuştu. arkadaşlarıyla konuşma olayı ona güzel demesinden önceydi. yatağa girdiği zamanı da hatırlıyordu, ki o zaman aralığı da bundan sonraydı.

bu nedenle ona iltifat ettiği zamanı da hatırlaması gerekliydi. ne? derken olan o sahte telaşı da yakalayabilmişti.

jisung'dan ses gelmeyince "jisung," dedi sorar gibi. "sence yalan gerekli bir şey mi, hayatta?"

jisung bu âni soruyla ne diyeceğini bilmezken, sadece cevap arıyordu.

"yalan söylemeyi sevmem, yalan söylemeden de çözülebilir olaylar..."

ama kısmını bekliyordu minho. "ama?"

"...ama bazen öyle bir durumda olursun ki, ânında çıkar ağzından ve geri alamazsın. yalanın da odur."

minho kafa salladı ve jisung'a bütün bedeniyle döndü. yakın sayılmazlardı ama pek de uzak değillerdi.

"peki... daha önce yalan söyledin mi?"

jisung hafifçe sıraya verdi kendini ve kafasını salladı. "tabii ki, kim söylememiştir ki? sana bile söyledim, o gece ağlamadım diye."

minho da kafasını salladı aynı, onaylar bir şekilde. "sâhi, elbet öğrenecektim zaten. niye söyledin o yalanı?"

jisung derin bir nefes verdi. "bilmiyorum, daha anlamını bile bilmediğim o kadar çok yalan söyledim ki..."

doğru olmayan her şeyden arınmak istiyordu. doğru gelmeyen, toplumca doğru olmayan.

bir erkeğin diğer bir erkeğe güzel demesi de toplumca doğru kabul edilmiyordu, ama bundan arınmak istemiyordu. arınmak isteyeceği son şey bile değildi. nedenini asla anlayamamıştı.

"arın o zaman. yalanlarını teker teker sil ve doğrularını yaz yerlerine. kim, ne diyebilir?" bunları derken jisung'a azıcık olsa bile yaklaşmıştı, güven vermek içindi bu.

"tamam... başlayayım o zaman." minho, başını sağa yatırıp tek kaşını kaldırarak izledi jisung'un ne yapacağını.

"güzelsin."

"bana çirkin olduğumu söylememiştin zaten, yalan sayılmaz ki bu?" dedi anlam veremeyerek karşısındakine. bunu demesini beklemiyordu.

"sana dün gece dediklerimi hatırlamadığımı söyleyerek doğrulardan kaçmak istedim. toplumun dediklerinden ve diyeceklerinden, toplumun doğrularından ve yanlışlarından. ama güzelsin işte,"

o da anlam veremeyerek karşısındakine baktı. sanat gibiydi. artık şüpheli değil şaşkındı minho'da gördüğü ifade ve her şeyiyle güzeldi. nasıl böyleydi? tek bir kusru bile yoktu, üstüne düşündükçe düşünesi geliyordu insanın. anlam veremiyordu böyle bir güzelliğe.

"...çok güzelsin hatta. ve bazen öyle ki..."

minho yaklaşmayı dakikalar önce bırakmıştı ama jisung her zamanki gibi hissetmiyordu. garip bir histi bu. ona sarılmak istiyor, belki de onu öpmek istiyordu.

başkasına sapıkça gelebilirdi bu düşünce. ama saf bir sevginin nesi sapıkçaydı ki? sadece mühürlemek istiyordu sevgisini, çok muydu?

"nasıl ki?" dedi minho oldukça kısık bir sesle. böyle bir konuşmayı asla beklemiyordu, böyle bir devamı da. sevmediği söylenemezdi. aksine fazlasıyla şaşırtmıştı ve güzel hissettirmişti.

minho biraz daha ileri gitti. bu mesafe onu öpmeye çalışmak için değildi. klasik hikayelerde olan gibi öpüp, çekip gitmeyecekti -hoş gidebilirdi de, şu an pek bir şey düşünemiyordu- sadece ona yakın hissetmek istiyordu.

"öyle ki..." işte şimdi yakınlardı. normal bir konuşma ortasında birbirinizin nefeslerini hissetmezdiniz, öyle değil mi?

"...o güzelliğin alınacak diye çok korkuyorum. burada, yüzünde, bende kalsın istiyorum."

minho'nun azıcık daha ilerlemesi jisung'un tekrardan masaya yaslanmasına sebep oldu. evet, dediğim gibi, mesafeyi öpmek için kapamıyordu. ama bu demek değildi ki öpmeyecekti.

hoş, jisung ondan önce davranmıştı ya.

"sende kalsın o zaman." dedi minho fısıldayarak. aralarındaki mesafenin kapanması tek bir harekete bakıyordu ve minho'nun bu sözleri fısıldaması jisung'a bu mesafeyi kapaması için bir işaret gibi gelmişti.

jisung, masadan destek alan ellerini minho'nun boynunun oraya koyarken, minho da pek beklememişti.

sıradan bir filmde izlediğiniz veya sıradan bir kitapta okuduğunuz öpücüklerden değildi bu. bir anda gelişmiş ve bir anda bitecek bir şeydi. ikisinden birine niye öptün, diye sorulduğunda verecekleri tek cevap çok güzeldi olurdu. başka bir sebepleri yoktu çünkü. çıkıp da âşığım diyemezlerdi, zaman denilen kavram bu kadar hızlı akıp gitmiyordu.

minho bu sefer masaya ellerini koyan kişi olmuştu. bir nevi jisung'u masayla kendisinin arasına sıkıştırmış, aralarındaki bu anlaşılamayan çekimi anlaşılır kılmak istiyordu...

bu kadar çok üç nokta fazlaydı bu iki genç için. sonuçta elbet bir gün,

o üç noktalar, güç noktalarımız olmaz mıydı?

#

niye oy vermiypnuz o kadar 1000 kelimede opusturuyom bunlari☹️☹️ HEM DE ONUNCU (dokuz veya bilmiyorum) BOLUMDE BE HANGI YAZAR YAPAR BUNU

silent cry Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin