22 D

692 141 26
                                    


Selam canolar. Geçen hafta fena hasta olduğum için bölüm gelemedi malesef. Normalde bu kadar olmazdı ama hamilelikte ilaç da kullanamadığım için bayağı ağır geçti. Şimdi iyiyim çok şükür. Geçen hafta Dağhan'ın bölümü bitmemişti bu hafta devam ettik. Haftaya Akel'den devam. Aklımda bayağı eğlenceli bir bölüm var. Bol bol güleceğiz nasipse.

Keyifli okumalar.

Bugüne kadar defaatle soruşturmayı yönetmiş, bazen bir terör örgütü bazen de bir illegal kartel çökermiştik. Her halükârda ne yaparsak yapalım vatandaşı madur etmemeyi, rahatsızlık vermemeyi esas alırdık. Ancak bazen öyle durumlar olurdu ki, ip uçları olmadık kişileri gösterir, olmadık yönlere götürür, madur suçlu, suçlu madur çıkabilirdi. Bu sebeple son ana kadar kimseyi suçlamamıştım hiç.

Bazen de yeri gelir başka soruşturmalar yolumuza ışık olur, bir tek adam ipin ucu olur, biz de o ucu tuttuk mu bırakamazdık. Akel'le tanışmamız da bu sayede olmuştu.

Benim gerizekalı kardeşim nasıl becerdi bilmiyorum ama ablasıyla karıştırmıştı. Fiziken hiç benzemiyorlardı. Üstelik Akel Eda Ece'yse ablası Çağla şikeldi. Yüzlerini ben pek benzetememiştim. Akel daha güzel, daha alımlı, daha sevimliydi. Yumuşak yüzlüydü; mimikler olarak değil aynı zamanda tombik.

O gün öyle çok konuşmuştu ki, kendimi çin işgencesinde gibi hissetmiştim. Tabi bu ondan etkilendiğim gerçeğini değiştirmiyordu.  Kaçırıldığı evde 'dizilerde böyle izlememiştim,' diyen sayılı insandan biridir galiba. Korktuğu için saçmaladığı aşikardı tabi. Onun aslında ablasını öğrendiğimde bir savcı olamayacağını zaten tahmin etmiştim. Keza o tatlı şapşallığı beni de yoldan çıkartmış, haddim olmayarak asılmıştım.

Sonrasında her şey garipleşiyordu. Ablasıyla iletişime geçmemizi Akel sağlamıştı. Ecrin'i ikna eden o olmuştu ve biz birlikte çalışırken de sık sık karşılaşmıştık. Tanıdıklığımız ordan geliyordu, tabi birbirimizden hoşlanmaya başladığımız günlerde o günlerdi. Ancak o zamanlar uygun vakit değildi. Evliydim mesela. Boşanmak üzere olsam da, bana ters bir durumdu.

Market sahibi Mehmet'in evinin önüne geldiğimizde düşüncelerim dağıldı. Aracı Onur sürüyordu. Market'e gitmiştik önce ama kapanmıştı. Sonra da evine gelmiştik. Önce ben, Rena ve Onur sırayla indik. Apartmanın ikinci katında oturuyorlardı ve bina onlara aitti. Birinci kat kiraya veriliyor, üçüncü katta da beraber market işlettikleri oğlu yaşıyordu. Bir de çatı katı vardı. Zili çaldım. Otomattan önce bir cızırtı geldi. Ardından 'kim o' diye sordu bir kadın.

"Jandarma," diyerek yanıtladım. Kapı açılmadan önce bir dakika geçmişti. Ankarada marketleri vardı, ki baya büyük bir arsa üzerinde kendilerine ait mülktü. Kendi yaptırdıkları bir apartmanları vardı ve görmediğim ama kayıtlarda çıkan lüks araçları vardı. Bu kadar kazancı dört çocukla ve hepsini de üniversite dahil okutarak yapmışlardı. Bir ev bile almanın lüks olduğu bir ülkede bu kadar şey başarmak, üstelik köyden indim şehire olması, her hangi bir miras ya da köyden sattıkları tarla vesayire olmaması da işgillendiriyordu.

İkinci kata çıktığımızda ellili yaşlarda kır saçlı, sakallı bir adam karşıladı bizi. Hemen üst kattan da uzun boylu, hafif toplu otuzlu yaşlarda bir genç indi. Merakla ve öfkeyle bakıyordu oğlan. Adam ise sükunetini koruyor gibiydi.

"Buyurun jandarma bey," diyerek baba içeri davet etti. Oğlan sessizce üçümüzünde girmesini bekledi. Bir görevli memur kapıda kaldı. Bir kişi de aşağıda kalmıştı.

"Merhaba rahatsız ediyorum.  Yüzbaşı Dağhan Mirtoprak. Mehmet Yıldırım değil mi?"

"Buyurun Dağhan Yüzbaşım. Hayırdır inşAllah. Şöyle salona geçin, oturun."

Ben Onu Çok Sevdim Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang