BY -67-

1.4M 36.8K 13K
                                    

"Kanka bunu da alalım, bunu da alalım!"
"Anıl..." dedim sabırla. Bütün günümü iki birbirinden problemli insanla birçok problem yaşanabilecek yerlerde, birçok problemli konular içerisinde geçirdiğim için cebimden anahtarı çıkartıp 'Çekilin yoksa yemek ölür.' deyip Anıl'ın elindeki hamburgeri rehin almama az kalmıştı. Tamam Ayaz'a bu tehditim geçmeyecek olsa bile hiç değilse Anıl'dan kurtulmuş olurdum.
"...bu overlok makinesini bebek ne yapsın?"
"Kanka onu ben istiyorum. Şimdi Ayaz'a desem almaz, sen aldırsana be."
Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp şüpheci gözlerimle Anıl'a baktıktan sonra alt dudağımı serbest bırakıp "Sen ne yapacaksın ki?" diye sorduğumda sırıttı.
"Alev aşkıma don dikeceğim."
Sonra whatsapptan bana Alev'in ona mavi tik attığı mesajları ekran kaydı alıp attıktan sonra 'Beni sevmiyor. Cenazem olsa saçına sim döker gelir, benden nefret ediyor. Beni neden sevmiyor? Neyse yemek var mı?' diye mesajlar atıyordu. Sonra bende ona mavi tik bastığımdan benim konuşmalarımıda Ayaz'a atıyordu. Ayaz'da bana 'Aferin' diye mesaj atıyordu. Neymiş, onu dinliyormuşum. Ben sırf o yakalamasın diye tuvalette the vampire diaries izleyen kızdım. Onu mu dinleyecektim? Damon'lu sahneleri iki üç kez izlediğim için bir buçuk saat tuvalette kalıyordum. Beni galiba cırcır sanıyordu çünkü tuvaletten çıktığımda elime muz vermişti.
"Anıl." dedim histerik bir şekilde sırıtırken. "Eminim ki barda günü birlik çalışan namussuz Alev aşkın don gibi bir hediye yerine tangayı tercih edecektir."
"Elim beceriklidir, donu tangoya da çevirebilirim." Elim beceriklidir, derken ki sırıtışını zaten her zaman sırıtıyor olmasına yormak istiyordum.
"Bu Stefan'ı Damon'a çevirmek gibi bir şey ama ağzına beş katlı hamburgeri tıkıştırabildiğini gördükten sonra sana olan güvencimi hiçbir şey kıramaz."
"Ulan ben sana Masal'a yaklaşmayacaksın demedim mi?" dedi Ayaz kolunu omzuma atıp beni kendine çekerken. Memnun bir şekilde kollarımı beline doladım ve gülümseyerek yanağımı göğsüne yasladım. Overlok makinelerine aşkla bakan Anıl, diğer bir aşkının sesini duyduğunda bakışlarını hızla kaldırdı ve tekrar sırıttı.
"Masal bana yaklaşıyor, benim bir suçum yok."
Dudaklarım aralanırken gözlerim kısıldı. Tamam yaklaşmıştım ama Alev'le neler olduğunu öğrenmek istediğim içindi. O da hiç rahatsız olmamış hangi dakika da ne dediğini bile anlatmıştı. En son taze kan olarak; Alev şuan da Ediz Çağıran çıkan amcası göz altına alındığından yengesinin yanındaydı. Amcası denilene göre cinayet işlemişti de.
Ayaz'ın başı, kolları arasında kaybolmuş bana döndüğünde ve ters ters baktığında sırıttım. "Hadi gidelim bebeğe fenerbahçe forması alalım."
Hemen Anıl'ı unutmuş olan Ayaz sırıtıp "Hay ağzını öpeyim." deyip elimden tutup bir tarafa yöneldikten sonra durup vücudunu bana çevirdi. "Demişken öpeyim. Bilirsin ben sözlerimi tutan, şerefli bir insanım." dedikten sonra 'Bu nasıl şeref?' diyebileceğim bir öpücük bahşetti dudaklarıma. Kelebek etkisi yaratan öpüşünden sonra ben ve bize bakanlar erimişken Ayaz her zaman ki havalı tavırlarına dönüp beni tekrar çekiştirmeye başladı. Hamile olduğumu düşündüğü için adımlarımı yavaştı ama yine de çekiştirme hobisinden vazgeçemiyordu.
"Bende kendi paramı harcayarak kendime overlok makinesi alacağım. Sorarsanız diye söylüyorum; sizi mağazanın kapısında bekliyorum. Orada beleş wifi var."
Anıl'ın internete girme anlayışı Bu Tarz Benim avgalarını izlemek ve Alev'e ölümcül mesajlar atmaktı. Alev'de Anıl'ı kendisinden uzak tutmaya çalışmakta haklıydı çünkü Anıl yüzsüzün tekiydi. Kırılsa bile kendi kendini tamir ediyor tekrar kırılmak üzere Alev'e yapışıyordu. Ama mesajlaşmalarını yarım saat önce okuyan biri olarak artık Anıl'ı takmaya başladığını söyleyebilirdim. Hiç değilse mavi tik atmak yerine bir daha mesaj atarsa neler olabileceğiyle ilgili tehditler ediyordu. Anıl kendisini UNESCO'nun koruduğunu iddia ettiği ve Alev'e 'Bir şey yapamazsın' dediği bir konuşma da kahkahalara boğulmuştum. Alev'de Anıl'ın saçmalığına katılmış UNESCO'dan girmişler, Obama'nın müslüman olup olmamasından çıkmışlardı. Konuşma daha da devam edecekmiş gibiydi ama Anıl, Alev'in 'Astral Seyahat' lafını anlayamayıp 'Ne o okul mu götürüyor seyahate?' diye sorunca ipler kopmuş Alev Anıl'ı engellemişti. Anıl'da saf saf gelmiş 'Ne dedim ki şimdi ben?' diye sormuştu bana.
Alllah'ım. Bu mükemmel, iyi yürekli, eğlenceli, güzel, yetenekli kulunun mal kankasıyla biraz ilgilenebilir misin?
Dün aniden annemler çağırdığından alışverişimizi başlamadan bırakmış, eve dönmüştük. Annemin sinirleri Selin'in bar elbiselerini gördüğünden oldukça bozuktu ve Ayaz'ı bile korkutmayı başarmıştı. Şayet, dün en son Ayaz'ı annemin 'Defo!' diye bağırmasıyla kapıya doğru kaçarken görmüştüm. Anıl'ı ve Ayaz'ı evden kovmuş, Umut'uda kovmuş ama sonra asansörde yakalamış eve tekrar geri sokmuştu. Bende umutla beni de kovmasını beklemiştim ama o aksine odadan çıkmama bile izin vermemişti. Hiçbir suçum olmamasına rağmen Selin'in hemen yanında annemin karşısında oturmuştum. Selin anneme giydiklerine karışamayacağını anlatırken bende ona karışamayacaksa bana da karışamayacağını anlatıyordum. Sonuç olarak; terlik yemiştim. Selin'se benden baya bir akıllı olduğundan annemin sinirlerinin level atladığını anlayıp suyuna gitmişti. Ama o elbiselerden de vazgeçmeyeceğine emindim.
Eh. Hiç değilse kerhanede çalıştığını öğrenmemişti.
Yoksa terlik atmaz, terlik koleksiyonu yaptığı dolabı fırlatırdı. Çeşit çeşit terlikler, çeşit çeşit görevler için yerleştirilmişti. Biri yemeği mi beğenmedi? On beş numaralı terlik. Biri sözünü mü dinlemedi? Yedinci terlik. Biri boyattığı saçına kötü mü dedi? Bir numaralı terlik. En önemli terlik oydu.
Bugün de annem beni bakkala yollamış, Anıl'la kapımı bekleyen Ayaz fırsattan istifade beni kaçırmıştı. Artık sevgilimi tanıdığımdan bakkala pijamalarımla değil kot pantolonum, bluzum ve montumla inmiştim. Bakkala inerken saçımı taradığımı gören annem gerizekalı olduğuma yormuştu ve bunu yüzüme söylemişti.
Süper bir anne olduğu söylenilemezdi.
"Hüsno'ya hediye almayı düşünüyorum." dediğinde sırıtarak Ayaz'a baktım. Benden bir kafa boyu uzun olduğundan ve el ele tutuştuğumuz için yanyana olduğumuzdan ona bakarken başımı hafifçe kaldırmak zorunda kalıyordum. Hafifçe...
"Benzin falan mı?"
"Aslında köşk diye düşünmüştüm." dediğinde gözlerim Umut'un giysi dağı kadar açıldı. "Keşke sevgilin yerine araban olsaydım."
"Pek bir şey değişmiyor." diye çirkinleştiğinde eli arasında olan elimin tırnağıyla elinin üstünü çizdim. Pis pis sırıttı. Ve ben bu adamla bir gece daha geçirmek zorundaydım. Bu sapık, pis adamla. Birazda yakışıklı tabii.
"Ayaz hiç terbiyeli olmayı denedin mi? Değişiklik olsun falan diye."
"Denedim ama ten rengime yakışmadı."
Kahkaha attığımda o da sırıttı ama bakışları arkamda bir noktada sabitlenince sırıtışı yavaşça silindi. "Hadi lan." diye mırıldandığında kaşlarım yavaşça kalktı ve omzumun üzerinden arkama baktım. Dudaklarım aralanırken omuzlarım şaşkınlıkla çöktü.
"Ayaz bu kadının eşortman giymek için mahkemeden alınmış yasal hakkı var mı?" dedim anca göbeğine olacak giysileri üstüne geçirmiş bir halde alışveriş merkezinin spor aletleri satan kısmında deneme amaçlı koşu bandına binmiş olan Hayriye Teyze'ye bakarken.
"Baya cinayet işleniyor şuan." dedi Ayaz neredeyse yüzünü buruşturacakmış gibi bir ifadeyle Hayriye Teyze'ye bakarken. Yahu sen altmışlarında kadınsın anca o koşu bandında takma dişini koşturursun senin neyine o? Ben şahsen kırkı geçtiğim anda yirmi tane kedi alıp evime kapanmayı düşünüyorum. Ayaz tabii yetmişinde bile yakışıklı olacağından muhtemelen biz kırklarımızda boşanırdık. O çıtı pıtı kızlarla yaşarken, ben kedilerime 'kötü kız' şapkası örerdim.
Hayriye teyze koşu bandı yürüme hızından bile yavaş bir şekilde hareket etmesine rağmen nefes nefese koşar hareketler yaparken bizi gördüğünde elini hunharca sallamaya başladı. "Ayaz! Evladım!"
Pekala. Bizi gördüğü için değil, Ayaz'ı gördüğü için elini sallamıştı.
Ayaz tedirgin bir şekilde sırıtıp boşta olan elini hafifçe kaldırdığında Hayriye Teyze Ayaz'ın memnuniyetsizlik kokan bu hareketinden bile cesaret alıp "Gelsene yavrum yanıma!" diye bağırdığında Ayaz dudağını yalayıp bakışlarını bana çevirdi.
"Sende benimle geleceksin."
Elini bırakıp "Asla!" diye çıkıştığımda tekrar elimi tuttu. "Ulan biz seninle hastalıkta sağlıkta, yatakta, mutfakta karı koca olmayacak mıyız?"
"Hayriye Teyze banyo kısmına girdiği için ve biz sen öyle dediğin için yatakta mutfakta karı koca olacağımızdan seninle gelme zorunluluğum yok."
"O moruğu başıma sen savdın, benimle geliyorsun bitti." deyip elim elinin arasında beni Hayriye Teyze'nin olduğu yöne doğru çektiğinde yalandan acıyla inledim. Elimi hızla bırakıp bana döndü ve "Ne?" diye sordu korkuyla.
"Yok bir şey, iyi hissetmiyorum. Sen git Hayriye Teyze'nin yanına. Ben biraz dinleneyim."
Ayaz uzun bir süre gözlerime baktıktan sonra "Bas ebene git, yalana bak." deyip tekrar elimi tuttu. Oflayarak onunla Hayriye Teyze'nin yanına gitmeye başlamıştım. Verdiği tepkiyi gördüğümde sırıtır gibi olduğumdan ve yalan söylemeyi pek beceremediğimden anlamış ve beni bu işkenceye ortak etmişti. Hayır yani kadın zaten Ayaz'ı gördükten sonra benim kaç gözüm olduğunu bile hatırlamaz ben neden gidiyorsam?
"Hayriye teyzem." dedi sırıtarak Ayaz, biraz önce 'moruk' dediği kadının karşısına geçtiğinde. Hayriye teyze nefes nefese koşu bandından indikten sonra elinin tersiyle alnındaki teri silip ikimize de tek tek baktıktan sonra vücudunu Ayaz'a çevirdiğinde gözlerimi devirdim.
"Ayaz'ım, evladım. Boy mu attın ne yaptın, bir değişik geldin gözüme."
Bir zahmet artık boy atmamalıydı ama dediği gibi Ayaz'da değişiklikler vardı. Birkaç haftadır traşlamadığı yüzündeki kirli sakallar onu daha da yakışıklı göstermiş, aynı zamanda önleri uzayan saçlarını eliyle dağıttığında yakışıklılığına bir de tatlılık eklenmişti.
"Yok teyzem bugün çok yakışıklı değil çok çok yakışıklıyım belki o dikkatini çekmiştir." Hayriye Teyze Ayaz'ın yüzünü uzun süre sezdikten sonra ona hak verip yaşlı teyze şapırdatmalarından yapıp gülümsedi. "Ee Ayaz'ım, yok mu bir kıvılcımlar. Kendine yakışacak güzel bir kız bulamadın mı hala?"
"Valla bulamadım teyzem. Hala arama aşamasında..."
Kenetli olan ellerimizi kaldırıp Hayriye teyze'nin gözüne sokmak istercesine salladım. "Hayriye teyze hatırladın mı benden habersiz Esra Erol'a katılmak için başvuru yolladığın Masalım. Aynı apartmanda oturuyoruz, annemin dedikodusunu yapıyorsun hani."
"Bildim bildim." dedi Hayriye teyze 'dedikodu' lafını duyduğunda. "Ee ne olmuş sana?"
Sabırla elimizi gösterdiğimde Hayriye teyze'nin küçümser bakışları kenetli elimize döndü. Yüzüğümde parlıyordu hani.
"Evlendiniz mi kız siz?"
"Henüz değil." dedi Ayaz bütün mağazanın görebileceği şiddetle salladığım ellerimizi indirip bana yaramaz bir bakış atarken. Hayriye teyze burun kıvırıp elimize tekrar baktıktan sonra Ayaz'a döndü.
"Seni silah zoruyla mı tutuyorlar evladım? Bunun babasının tüfeği vardı."
Nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim olmadığı babamın lafı geçince rahatsızca kıpırdanıp bakışlarımı mağazanın kapısında beklediğini söylemiş olan Anıl'a çevirdim. Dediği gibi beleş wifiye bağlanmış telefonuyla ilgileniyordu. Sırıtıp durduğuna göre Alev'le uğraşıyordu yada birinin hesabını hacklemişti.
Ayaz'da rahatsızlığımı anladığında "Teyze bizim gitmemiz gerek. Görüşürüz düğünde." deyip Hayriye Teyze'ye son noktayı koyduktan sonra beni tekrar giysi reyonuna çekti.
"O koşu bandını alırsa apartmanın yangın merdivenini hep açık tutmanız gerekebilir."
Sırıtır gibi olduğumda derin bir nefes alıp durdu ve bana dönüp kolları arasına çekti. Davetini memnuniyetle kabul edip ona sarıldığımda başımın üstünü öptü. "Senin gibi bir kızım olsa doğduğun gün terk ederdim. Yani o gün terk etmediyse, şimdi de geri dönecektir."
"Ayaz bence sadece sus." diye homurdandığımda "Bencede." diye mırıldanıp bana daha sıkı sarıldı. Her ne kadar moral verme denilen şey onun bedeninde bulunmasa bile sırf konuşmaya ihtiyacım olduğu için tekrar dudaklarımı araladım. "Hem beni değil, annemi terk etti zaten."
"Ben sana geri dönerdim."
Başımı hafifçe geriye çekip gözlerine baktığımda gülümsedi. "Ne olursa olsun?"
"Ne olursa olsun." diye tekrarladı. Sessizce yutkunduktan sonra alt dudağımı dişlerimin arasına alıp gözlerine bakmaya devam ettim. Belki de söylemeliydim. Hamile kalabileceğim kesin olan bir ihtimal değildi. Bu yalan daha da uzamadan ona söylersem belki ikimizde yarasız kurtulurduk. Ne olursa olsun geri dönerdim, demişti. Geri dönmek gitmeyi gerektirirdi ve Ayaz'ın bir dakika gideceğini bile düşünmek canımı yakıyordu. Dönüşünü beklerdim ama dayanabilir miydim bilmiyordum.
Ayaz bana konuşma şansı vermeden sırıttı. "Hadi burada bebeklere fenerbahçe forması yok, kum torbası bakalım."
"Kum torbası?" diye sorduğumda malmışım gibi baktıktan sonra anayasadan bir madde okurmuş gibi konuşmaya başladı. "Böyle şeylere bebekken başlanır. Daha bir aylıkken bir yaşındaki olan bebeğin ağzını burnunu kırabilmesi gerek benim çocuğumun. Beşiğinin üstünden kum torbası sallandıracağız ki alıştırma yapsın."
Ciddi olduğunu fark ettiğimde gülmek için araladığım dudaklarımı birbirine bastırdım. "Oldu olacak çocuğa 'Memati' ismini ver."
"O konuda pek emin değilim." deyip dudağını büzdüğünde gözlerim irileşti. Kurtlar Vadisinde ki oyuncu ismini çocuğuna vermeyi düşünebiliyordu yani!
"Ayaz sen çocuğun birinci yaşını kerhanede kutlarsın bu gidişle!"
"Hayır." dediğinde hiç değilse bunu kurtardım, diye düşünürken devam etmeye başlayınca yüzümü buruşturdum. "Birinci yaşında götünü kaldırmayalım. Onu ikinci yaşında yaparız."
"Ciddi misin sen?" diye cırladığımda başını onayladı. "Hatta dün liste bile çıkardım. Silah alınacak. Bıçak alınacak. Kum torbası alınacak. Sütyen alınacak -tercihen turuncu-. Galatasaray forması alınacak. Kızsa 'Ben erkekleri sevmem.' yazılı tshirt alınacak, erkekse 'Ben kadınlara bayılırım.' yazılı tshirt alınacak. Hüsno'nun sülalesinden bebeğe uygun bir araba alınacak. Porno alınacak. Sonrada, erkekse Miranda Kerr posteri alınacak. Sonra ben bildiğim, ürettiğim bütün küfürleri ses kaydına alacağım, sabah akşam dinletilecek. Su böreğini sevsin diye sütün ardından ve öncesinden ağzına bir parça su böreği verilecek. Anıl'ı gösterip 'pezevenk' diyeceğim ve tekrarlayana kadar bu sürecek. Erkekse sokaktan geçen kızları rahat rahat görebilsin diye pencerenin önündeki ağaçları kesip sandalyeye oturtacağım. Kızsa benim ve Hüsno'nun dışındaki erkekleri yasaklayacağım. Sonra..."
"Tamam sıra bende." diye araya girdim yoksa susacakmış gibi gözükmüyordu. Dudaklarını isteksiz bir şekilde kapatıp beni dinlemek için sustuğunda derin bir nefes aldım.
"İsmi Masalfer, Masaliye, Masalsu, Masalcan, Masalnur yada Masal olacak.Erkek olursa sana benzemesin diye günde sadece on beş dakika görmene izin vereceğim, on dört dakikasında yanınızda olmam şartıyla. Kız olursa zaten ne yaparsam yapayım yanından ayrılmazsın. Kızı erkeklere düşman yapama diye hamilelik süresince biscolata reklamlarını izleyeceğim. Beş yaşına geldiğinde ona damonist olma kurallarını anlatacağım. O zamana kadar Damon ölmez inşallah. Sonra erkeğe 'Hayatımdaki tek kadın annem olacak' yazılı tulum alacağım. Kız olursa da giydiklerine karıştırtmayacağım. Sen kızsan bile çantasına şort koyacağım gitsin okulda giysin diye. Sevgilileri olursa yakalanmasın diye o buluşma içerisindeyken sana kur yapacağım. Sonra, kesinlikle kız olursa da erkek olursada tavşanlı tulum alınacak. Sonra..."
"Nefes al istersen."
"Dur şimdi değil. Sonra işte çocuğu havalı bebek yapacağım. Rampa saçı falan olacak. Deri ceketi olacak bebek olsa bile. Üç yaşında dövme yaptırtacağım. Erkek olursa ve bir kızı sevdiyse seçim hakkı onun ama kesinlikle ben istemezsem kızla görüşemez. Yolarım valla. Sonra..."
"Güzelim." dediğinde elimi karnıma yaslayıp sesli bir şekilde yutkunduktan sonra nefes nefese "Hı?" diye mırıldandım. "Öncelikle kız olursa oturur şehir kameralarından ne yapıp ettiğini izlerim. Bana kur yapmaya kalkışırsan da kızın peşine başkasını takar sonra memnuniyetle senin kurlarına karşılık veririm."
"Görürüz." diye mırıldansam da kız olduğu takdirde Ayaz'ın testere kesilip kızına bakanları bayılttıktan sonra Hüsno'nun garajına atıp uyandıklarında da 'I want to play fuck' diyeceğinden emindim. Yani testerenin oyun oynamak istemesi dışında Ayaz testereye dönerdi.
Nefesimi düzene sokmaya çalışırken mağazada gezdirdiğim bakışlarım pembe bir bebek elbisesinde durunca nefesimi umursamadan sevinçle bağırdım. "Müthiş!"
"Hayatım böyle ani iltifatlarına bayılıyorum." diye böbürlenen Ayaz'ı umursamadan gördüğüm bebek elbisesine doğru yöneldim. Askıları yarıp o elbiseyi elime aldıktan sonra kaldırıp sırıttıktan sonra Ayaz'a baktım.
Belini bir rafa yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdikten sonra uzun süre elbiseye bakıp burnunu kırıştırdı. "Nedenmiş?" dedim elbiseyi göğsüme yaslarken. Bel kısmında kurdele olan, uzun kollu altına kalın kilotlu çorap giydirildiğinde kışında giyebileceği cırtlak pembe renginde bir kız bebek elbisesiydi. Boyutlardan pek anlamazdım ama etiketinde dediğine göre yedi aylıkla bir yaş arasına giriyordu elbise. Belki benim bebeğim Ayaz'a çekecek hayvan gibi olacak bir aylıkken bu elbiseyi giyebilecekti? Kendimi kandırsam da bu elbiseyi almayı çok istiyordum. Bebeklerden, çocuklardan nefret ederdim ama elbiseleri her zaman bana tatlı gelmiştir. Hatta bazılarını alıp terziye gittikten sonra benim boyutuma yaptırmayı istemiyor değildim.
"Kurdelesi falan var kedicik ben kızı feminist yapmayı düşünüyorum senin şu seçtiğin elbiseye bak."
Uzun süre ona baktıktan sonra "Hayır bunu alıyoruz." deyip elbiseyi Ayaz'ın yüzüne attım. Yüzüne değmeden elbiseyi tuttuktan sonra evirip çevirip elbiseyi inceledi. Benimle iddialaşmak istememiş olsa gerek ses çıkartmadan elbiseyi omzuna asıp benim diğer elbiseleri inceleyişimi izlemeye başladı.
"Bunu da istiyorum." deyip bulduğum diğer bir giysiyi Ayaz'a gösterdiğimde elini 'Defol' dermiş gibi sallayıp bakışlarını kaçırdı. "Çek şunu gözümün önünden tansiyonum düşecek şimdi."
Fazla abarttığı için sinirle ayağımı yere vurdum. "Ya Ayaz bebeği bile kıskanıyor musun?"
İki üç yaşlarına uyacak bir elbiseydi ve biraz Selin Özay tarzıydı elbise. Kısa olması o yaş için önemli değildi.
"Kimse benim kızımın bezini göremez." dediğinde gülecek gibi olsam da sinirli tavrımı korumaya çalıştım. Alaylı bir tavırla söylemişti ama ciddilik payı da bir hayli yüksekti. Bir hareket etse bezi gözükecek bir elbiseydi ve Ayaz'da dalga geçiyordu.
Başka bir elbiseyi gösterdiğimde "O ne lan Bülent Ersoy'a kurban veriyormuş gibi." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp sabırla elbiseyi yerine koydum. Ayaz'ın omzundaki elbiseyi aldıktan sonra çenemin ucuyla elbiseleri gösterdim.
"Bir de seni görelim. Burada nurella gibi yorumlar yapıp duruyorsun giydiğin şey belli; dar paça, kazak yada tshirt, asker botu ve yaz kış demeden siyah deri ceket. Git bulabiliyorsan bul bakalım güzel elbise."
Ayaz dilini dişlerinin üstünde gezdirerek beni dinledikten sonra omuz silkip giysilere yaklaştı. Giysilerle birkaç dakika süren bakışma yaşadıktan sonra omzunun üzerinden bana baktı. "Bence hepsi güzel."
Gülerek "Hadi Ayaz." diye bastırdım. Tekrar giysilere baktıktan sonra bakışlarını giysilere bakan diğer müşterilere çevirdi. Birkaçı da Ayaz gibi baba rolüyle giysilere bakıyordu ve Ayaz'ın aksine oldukça ilgililerdi. Hatta birkaç baba baya havaya girmiş bebek elbisesini kendi üstüne tutup nasıl olduklarına bile bakıyorlardı.
Ayaz elbise bakan babalara burun kıvırdıktan sonra önündeki elbiselere dönüp bir tanesinin üzerine parmak ucuyla dokunduktan sonra bana döndü. "Bu mükemmel."
Kahkaha attım. Kahkaha atışımla bozulup gözlerini devirdi. "Ne var? Sanki her gün bebek elbisesi seçiyorum."
"Bende her gün bebek elbisesi seçmiyorum Ayaz. Ama senin gibi parmağımın ucuyla elbiseye dokunduktan sonra güzel olup olmadığına karar vermiyorum."
Moron bir yavaşlıkla arkasına dönüp biraz önce parmak attığı elbisenin üzerinde elini yavaşça gezdirdikten sonra tekrar bana döndü. "Oldu mu?"
"Ayaz elbiseye bak." dedim gülmemek için zorlanırken. Omuzları sıkıntıyla çökerken pembe bebek elbisesini eline alıp uzun kolları sayesinde kendinden baya bir uzun tutarak elbiseye baktı. "Ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda dudak büktü.
"Rengi pembe."
"Başka?" dedim gülmemek için yanağımı dişlerken.
"Kolları var."
"Ee?" dedim gülmemeye çalıştığım için sesim mahalle bakkalındaki Ahmet emmi gibi çıkarken.
"Sikimsonik." diye mırıldanıp elbiseyi rafa attıktan sonra bana döndü. "Beğenmedim."
Tatlılığı karşısında sırıtarak ona yaklaştım ve eline ilk beğendiğim ve almaya karar verdiğim elbiseyi verirken yanağını öptüm. "Sen para konusunda çalış. Ben seçerim."
"Aynen. Zaten ihaleyi de kazandığımız için şuan da İstanbul'un en zengin vatandaşlarından biriyle sevgilisin."
Yanağını öpmek için parmaklarımın ucuna kalktığım ayaklarımı yere yaslarken 'ihale' lafıyla yüzümdeki sırıtış silindi. Mert'in bahsettiği ihale olmalıydı. Barkın Holding'in kazanması dahilinde içimizden birinin öleceği ihale. Mert'in teorileri Ayaz'ı öldürmeye çalışacakları yönündeydi. Dediğine göre Ayaz'ı öldürmeye çalışacaklar ama silah bende patlayacaktı. Ortadan kaybolduğu süre zarfında fazla film izlemiş olmalıydı çünkü iyi kurgu kuruyordu. Sadece gözümü korkutmak istediğinden emindim.
Yine de "Kazandınız mı?" diye sorarken sesim pürüzlüydü. Aramızdan birinin öleceği düşüncesi beni korkutuyordu, yalan olduğunu bilsem bile.
Yüzümün aldığı hale karşı kaşları çatılırken "Evet de neden yılbaşına yakışıklı, seksi ve artık oldukça zengin bir kişinin sevgilisi olarak girme fikri suratını astı?" dediğinde sırıtmaya çalıştım.
"Yani... İhaleyi kazandıysanız şimdi işlere daha da fazla yükleneceksiniz diye düşündüm. Pek zaman geçiremeyeceğiz."
"Proje yaz zamanıyla ilgili. Yani kafadan dört beş ayımız var. Bu süre zarfında şu sikim üniversite sınavına gireriz, evleniriz, sevişiriz."
Üniversite sınavı çantamın sonunda unutup da eridiği için çantamı mahveden çikolata gibi bir etki yaratırken yüzümü buruşturdum. Yılbaşına bir hafta falan kalmıştı ve ben hala bir kitap açmamıştım. Kitabın kapağının neyden oluştuğunu bile unutmuş sayılırdım. Okulda sınavlar gelmiş geçmişti, hepsine de boş kafayla girmiştim. Sadece birinci dönemdeki ortalamam yüzünden bile beni sınava almamaya karar verebilirlerdi. Şuan da ders çalışan rakiplerimin Allah belalarını versin. Amin.
"Ayaz ben Suriye vatandaşı olmaya karar verdim." dedim korkuyla. Üniversite sınavında komşunun çocuğunu geçemezsem annem benim fazlalıklarımı keser, temizlik bezi niyetine kullanırdı. Suriye vatandaşları puansiz üniversiteye girebiliyordu nasıl olsa. "Nereden olunuyor biliyor musun?"
Sırıtıp ellerini yanaklarıma getirdi ve burnumu öptü. "Atılanların gittiği okuldan mezun olabildiğin için sana yetmiş, seksen puan verecek bizim müdür. İki yüz de sen yapmış olsan iki yüz seksenle kaldırım mühendisi olursun bence."
"Dalga geçme." dedim yumruğumu yavaşça karnına bastırırken. "Adam gibi bir üniversite kazanamazsam annem Müge Anlı'ya çıkar ağlayarak kaybolduğumu söyler ve o puanı yapanın ben olmadığımı iddia eder."
Sırıttı. "Zaten puanınla gitmeyeceksin güzelim. Sen bir üç yüz çek..." dedikten sonra sırıtarak "Yanlış anlaşılmasın." diye alt yazı geçti. Kıkırdadım. "Ben seni annene bursluymuşsun gibi gösterip ikimizi de koleje yazdıracağım."
Muhtemelen Anıl'da bizim gidecek olduğumuz koleje yazdırırdı kendini çünkü onunda üniversite sınavından bir beklentisi yoktu. En son ders çalışmaya kalktığımızda türkçe paragraf sorusunda X'i bulmaya çalışmıştı. Yani kolej dışında bir yere alınamayacağı bir kesindi. Anıl'larda zengindi hatta şirketleri vardı ama babası Anıl şirkette bir işe yaramadığı için ona gönül eğlendirsin diye para vermiyordu. Sadece okul, giysi, yemek ve ulaşım masraflarını karşılıyordu. Onun dışında gezmek tozmak için para istiyorsa gelip şirkette çalışmasını istiyordu. Anıl da kabul etmediği için Ayaz'dan para dileniyordu. Ayaz şirkette babasından, Atalay'dan daha fazla işe yaradığından babası şirketin bütün hislerini Ayaz'a devretmesine az kalmıştı. Doğru biliyorsam şuan da hisselerin yarısı Ayaz'a, yarısı babasına aitti. Çiftlik ve evlerin çoğu da Atalay'a aitti. Parası oradan geliyordu ve şirketten ne zaman istede para çekebiliyordu.
Ne diyeyim. Elhamdülillah zenginlerdi.
"Yahu iki saattir bekliyorum kapıda görevli beni dilenci sandı polis çağırıyordu zor yırttım. Neden gelmiyorsunuz yav?"
Sırıtarak Anıl'a döndüm. Kucağında overlok makinesinin kutusu bir Ayaz'a, bir bana bakıyordu. "O ne lan?" dedi Ayaz Anıl'ın kucağındaki kutuya bakarken.
"Parama kıydım, kendime overlok makinesi aldım. Ama ayağıma gelmedi. Bu mağazada teslimat yokmuş. Tabii bin liradan dört yüz elli liraya düşürdüğüm için de teslimat yapmamış olabilirler."
"Oha." dedim gülerken. Bir yere alışverişe giderken Anıl'la gitmem gerekiyordu aslında. Ayaz cebinden çıkan parayı umursamadığı için kaç para olursa olsun alıyordu. Oysa Anıl kendisini kovmalarına kadar fiyat düşürmeye çalışıyordu. Kovacakları zamanı hissettiğinde de son fiyattan alıyordu. Pazardaki bir liracıya götürsem on kuruşa alır, geçerdi herhalde.
"Regl oluyor musun diye merak etmiyor değilim." dedi Ayaz Anıl'a ters ters bakarken. Anıl gözlerini devirdi. "Valla Ayaz'cım her kız Masal gibi değil. Masal'a 'acayip hayvanlara benzemiyorsun' desen sevinir ama benim Alev'ime 'Acayip taşlara benziyorsun' desem bile burun kıvırıyor. O yüzden ilişkimiz süresince ona jest yapmam gerekiyor. Yani sonsuza kadar."
Ayaz kolunu belime dolayıp beni kendine çektikten sonra dudağını alnıma bastırdı. "Ulan kıza sadece iki kez çiçek aldım birinde ölüyordu hastanedeydi diye diğerinde de zaten marlboro kutusunun içine koydum. Ama gördüğün gibi karnında bebeğim, parmağında taktığım yüzük var. Yani illa jest yapmak gerekmiyormuş."
"Ama Alev öyle değil." dedi Anıl omzunu düşürürken. Yüzünde yorgun bir ifade vardı. Herkes yorulurdu. Alev ulaşılamaza yakın bir kızdı. Güzeldi, Anıl'la olan konuşmalarına baktığımdan yola çıkarak; eğlenceliydi, ayrıca vermeye yatkındı ve hayatına erkekleri almak istemeyen bir kızdı. Daha çok üstüne alıyor, ama hayatına almıyordu. Anıl nereden de bu kıza aşık olmuştu bilmiyordum ama başta dalga geçtiğim konu şimdi beni gülümsetiyordu. Çok güzel seviyordu be! Ayrıca aylardır peşinden koşmasının verdiği sonuçlar yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Alev ona ısınıyor muydu bilemiyordum ama ona alışıyordu. Böyle giderse birkaç aya Alev'de aşık olur diye düşünüyordum. Hey! Ben olgun kızlardan hoşlanan, süslü kızlardan nefret eden Atalay'ı abisinin ayakkabısına fasülye koyacak kadar çocuk, makyaj yapmayan, makyajla öpüşen Hande'ye aşık etmiştim. Alev'le Anıl'ı mı yapamayacaktım?
"Ulan nereden de çıkardın şu Alev'i. Ben sana eski yattıklarımdan birini ayarlardım hiçbiri zor kız değil ödemeli at, iki dakikada salondan odana geçtiğinde yatakta soyunmuş buluyorsun."
Kaşlarım kalkarken Ayaz'ın kollarından kurtulup ona döndüm. Tedirgince sırıttı. "Ne? Geçmişimde çok işe yarıyorlardı."
Aklıma Ayaz'ın sütyen koleksiyonu gelince gözlerimi kıstım. Hep o kızların sütyenleriydi işte. Gerçi o sütyen koleksiyonunu çekmeceyle beraber bahçeye boşaltmıştım ve Anıl başından aşşağı dökülen sütyenleri görünce baya bir sevinmişti.
Sinirli bakışlarımı ondan alıp kollarımı göğsümde birleştirdiğimde akıllılık edip birkaç dakika boyunca beni kendine çekmeye çalışmadı. Artık tanıyordu beni. "Ayaz'ım ben birlikte olacak kız değil, birlikte yaşayacak kız arıyorum. Yoksa bende de öyle çok telefon numarası var."
Anıl'ın milli olmasına inanamıyordum ama öyleydi. Yani... Yanımda ağzına jelibon boşaltıp sonrada üstüne krema sıktıktan sonra yetinmeyip üstüne dondurma sıkıştırdıktan sonra yutan çocuğun yatakta bir kızla bir şeyler yaşama ihtimali bana mantıksız geliyordu. Sanki Anıl sadece yemeklerle ilişkiye girebilirmiş gibi...
"Bak Ayaz'ım falan diyorsun halleniyorsun overlok makinesini istediğin gibi ayağına getireceğim şimdi."
Anıl uyarıyı aldıktan sonra kendine 'Ayaz'ım' dememek konusunda güvenmiyor olsa gerek onunla iletişimi kesip bana döndü. Ayaz'ın eski konuları açıldığından somurtkan yüzümü gördüğünde bir an beni de esgeçicekti ama sırıtmaya çalıştığımı görünce durdu.
"Yani aslında ben pek seviyor sayılmam sadece gülünce biraz..." dedikten sonra sustu ve omuz silkti. "Seviyormuşum lan."
Anıl'ın haline güldükten sonra "Kanka bence ona don dikmek yerine yeni bir gitar almalısın. Gitarı kendi zevkine göre..." dedikten sonra yüzümü buruşturdum. Anıl'ın zevki mi? "Hayır, benim zevkime göre renklendirdikten sonra kutusunun içine birde kendin yazdığın..." dedikten sonra tekrar yüzümü buruşturdum. "Hayır, hayır. Atalay'ın yazdığı bir şarkının kağıdını attıktan sonra hediye etmelisin. Kız müzikle alakadar ve Atalay'da romantik olduğundan şarkısı oldukça güzel olur."
Anıl düşüncelerini öğrenmek için Ayaz'a baktığında bana bakan Ayaz da Anıl'a döndü ve umursamazca "Bence de." dedikten sonra tekrar bana döndü.
"Ulan ben senin geçmişine laf ediyor muyum? Kaç dakikadır iki, üç bilemedin yüz kız için bana trip atıyorsun."
Anıl elindeki kutuyu hoplatarak gülmeye başladığında ona kötü kötü baktım. İki, üçten direk yüze geçiyordu adam geçmişinden bahsederken. Nasıl bozulmayayım?
"Benim geçmişimde telefon numaraları yok Ayaz." diye homurdandım. "Bir geçmişim yok."
Yoktu. Sevgililerim olmuştu ama gittiğimiz en ileri nokta birbirimize facebook şifremizi vermekti. Böyle masum ama tehlikeli ilişkilerim olmuştu yani Ayaz'dan önce. Aralarında en ciddisi Göktuğ'la olan ilişkimdi. O da beni benim eskiden en yakın arkadaşım olan aynı zamanda Ayaz'ında kuzeni olan Ada'yla beni aldatmasıyla son bulmuştu. İyi ki de son bulmuştu çünkü o gün ağlayarak partiden çıkmamış olsam Ayaz odunu da arabayla bana çarpmamış olacaktı ve tanışmayacaktık. Gerçi sonradan aynı okulda çıktığımıza bakılırsa yine tanışacaktık ama böyle bir ilişkimiz olacak mıydı bilemezdim.
"Ulan olamaz tabii, sikerim hepsini. Beni burda hasta etme."
"Laf etmiyorum, diyen adama bak." Gözlerini yavaşça benden aldıktan sonra Anıl'a döndü. "Bir geldin Mona Lisa olan ilişkimizi kuş sıçmığına dönüştürdün. Defol git buradan."
Anıl omuz silkti. "Banane önce yemek yiyelim, sonra giderim. Ayrıca benim overlok makinesinin kutusunu senin bagaja atmamız gerekiyor. Benim motorla götüremem. Aslında kutuyu oturtsam üstüne de ben otursam... Neyse, en iyisi bagaj."
"Gökçe teyze beni arayıp tehdit etti. Masal bakkaldan iki saatte dönmeyince kadın sonunda anlamış. Eve geç getirirsem beni kahvaltıya çağırmayacakmış. O yüzden direk eve geçiyoruz. Sende al overlok makineni otobüse bin."
Anıl hızla başını onaylamazca salladı. "Hayır, asla. Dejavu yaşamak istemiyorum."
"Tipini si..." Bakışları bana dönünce dudaklarını birbirine bastırdı. Dudağını sıkıntıyla büzdükten sonra tekrar Anıl'a döndü. "Ben ona teslimat yaptıracağım. Bırak kutuyu git motoruna."
Anıl 'şak' diye kutuyu birden bırakınca elimi alnıma yaslayıp yüzümü buruşturdum. "Kanka kırıldıysa da yenisiyle değiştirirsin. Sen her şeyi yaparsın. Sen sipaydirmensin. Hadi ben kaçtım. Yani cidden kaçtım çünkü Ayaz'ın bakışları hiç iyi değil. Yenge beni duyuyor musun?"
Ayaz 'Yenge' lafından nefret ettiği için sipaydirmenin üstüne bu da eklenince hareketlendi ama Anıl ondan önce davranıp koşmaya başladı. Ayaz birkaç adım attıktan sonra vazgeçip bana döndü. Elimi alnımdan çektim.
"Ben şu teslimatı halledip geliyorum. İstediğin bir şey varsa alıp kasaya gel." Başımla onayladığımda kutuyu yerden kaldırıp kasaya doğru gitmeye başladı. Dudağımı büzüp kalçamı raflara yasladıktan sonra tırnaklarımla oynamaya başladım. O bebek elbisesini çok beğenmiştim ama daha bebek yokken kendi kendime gelin güvey olmama gerek yoktu. Annemin bu şartları ardında bebek olması ihtimali de pek yoktu. Selin'e, Umut'a ve bana çok yükleniyordu. Öyle ki odamızın kapısını kapattığımızda bile olay yerine her zaman yakın oluyordu ve saniyesinde 'Ne oluyor orada?' diyerek odaya dalıyordu.
Ayaz'a 'Kaçır beni sipaydi' desem 'sipaydi' dediğim için birkaç dakikalık kavga etmemizin ardından kaçıracağından emindim. Annemden tırsıyor gibiydi ama yinede hareketlerine sınırlandırma getirecek kadar tırsamazdı kimseden. Manyağın tekiydi çocuk.
Oynadığım tırnaklarımın ardından siyah asker botu gördüğümde bakışlarımı yavaşça kaldırdım ve Ayaz'ın gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Birkaç dakika öncesinde onun geçmişi yüzünden bozuk olsamda o şimdi gülümseyince elimde olmadan bende gülümsedim.
"Bir şey istemiyor musun? O baktığın elbiseleri falan alabilirsin, beğenmemem önemli değil."
"Hayır, sonra bakarız." dediğimde başıyla onaylayıp kolunu omzuma attı ve beni mağazanın çıkışına çekti. Otomatik kapının ardından yağan yağmuru gördüğümüzde durup beni kendine çevirdi. "Araba otoparkta. Burada bekle, arabayı gördüğünde çıkarsın dışarı."
"Hayır, yağmuru severim. Geleceğim."
"Yağmurdan nefret edersin." dediğinde gözlerimi kısıp dudağımı büzdüm. "Beni ifşa etme. Ayrıca, sevgilimle yağmurda yürümek gözüme cazip geldi."
Ayaz sırıtarak "Koşacağım." dediğinde güldüm. O da yağmurdan nefret ederdi ve ayrıca arabasına kavuşmak için koşması da mantıklıydı.
"Bende koşarım ozaman."
"İyi de bebek..."
"Yavaş koşarım." diye üstelediğimde dilini ısırırken düşünürcesine gözlerime bakmaya başladı. Yağmurda dışarı çıkıp çıkmamama bile onun karar veriyor olması artık sinirimi bozmuyordu. Genellikle verdiği kararlar, benim vereceğim karardan kat be kat daha iyi oluyordu.
Diline işkence etmeyi bıraktıktan sonra ellerini montumun fermuarına getirdi ve boğazıma kadar çektikten sonra omuzlarımdan uzatıp şapkayı tuttu. Montun taktığımda beni eski mo gibi gösteren şapkasını da kafama geçirdikten sonra tüylerinden tutup yüzüme doğru eğdi. "Sıkı giyin, kimse almasın kokunu."

BENİMLE YAN (2.kitabı geliyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin