35- son aptallık girişimi

En başından başla
                                    

Nie Huaisang omuz silkti, yüzünün yarısı bir kez daha yelpazesinin arkasında saklanmıştı. "Wei-xiong ile iletişime geçebilecek biri varsa o ya sen ya da ablandır. Ve böyle bir zamanda onun yanından başka nereye gidersin bilmiyorum."

Jiang Cheng gözlerini kıstı. "Tamam, diyelim ki bu doğru. Yine de neden benimle gelmek istiyorsun?"

Nie Huaisang, "Wei-xiong benim arkadaşım," diye yanıtladı. "Ona pek yardımcı olamayacağımı biliyorum ama en azından denemek isterim."

Jiang Cheng aniden bileğini yakalayıp yelpazeyi kibar ancak kararlı bir şekilde yüzünün önünden çektiğinde, Nie Huaisang kendi konuşmasını ciyaklayarak kesmişti. Artık kâğıt bariyer tarafından korunmadığından, Jiang Cheng, Nie Huaisang'ın yüzünü inceledi. Sıcak, kahverengi gözleri ürkmüş görünse de o gözlerde düzenbazlığa dair hiçbir işaret yoktu ve Jiang Cheng, o ve Wei Wuxian'ın yüzyıllardır yakın arkadaş olduklarını biliyordu. Bu yüzden Nie Huaisang'ın yardım etmek istemesinde sorgulanacak bir şey yoktu. Jiang Cheng her zaman Nie Huaisang'ın gizli bir derinliği olduğuna inanmıştı ancak bu adamın arkadaşlarına olan sadakatinden hiçbir zaman şüphe etmemişti.

"İyi," dedi en sonunda. Nie Huaisang'ı da serbest bırakmıştı. "Ancak acele etmeliyiz. Ve bundan hiç kimseye söz edemezsin."

Nie Huaisang kafasını sallarken dudaklarında sevimli ve yaramaz bir gülümseme vardı.

Dağdan aşağı yol aldıktan sonra, sonunda Jiang Cheng'in aradığı geniş nehre ulaştılar. Sandu'ya bindikten sonra, beklentiyle Nie Huaisang'a baktı.

"Ah," diğer tanrı aşağı doğru kendi kılıcına bakıyordu. "Uçmakta pek iyi değilim."

Bunu zaten bilen Jiang Cheng, Nie Huaisang'ın yanaklarının kızarmasını büyülenmiş bir şekilde izleyerek, ona yalnızca elini uzattı. Nie Huaisang elini tutmuş ve kılıcın Jiang Cheng'in arkasındaki boşluk kısmına adım atmıştı. Hafif bir tereddütten sonra, iki ince kol Jiang Cheng'in beline dolanmış ve Jiang Cheng Sandu'yla nehre doğru inerken tutuşu sıkılaşmıştı.

"Jiang-xiong, yavaşla." Nie Huaisang, Jiang Cheng'in omzunun üzerinden feryat etti.

Jiang Cheng gözlerini devirse de, nazik bir şekilde hızını düşürdü. Tılsımı kol yenlerinden bulup çıkardıktan sonra küçük bir ruhsal enerjiyi açığa çıkararak tılsımı etkinleştirdiğinde, önlerinde içinden geçerek diğer tarafa doğru süzülmelerini sağlayan gölgeli bir portal belirmişti. Nie Huaisang, ölüler nehrinin üzerinden uçarlarken merak içinde etrafına bakmak için yüzünü Jiang Cheng'in sırtından ayırmıştı. Jiang Cheng ise, Wei Wuxian'ı çok kez ziyaret ettiğinden çevresine fazla ilgi göstermedi.

Yani, ta ki, Mezar Tepeleri'nin dibine ulaşana kadar.

"Bu ne böyle lan?" Jiang Cheng şok içinde dağa bakıyordu.

"Sorun ne?" diye sordu Nie Huaisang. Sağlam bir zeminin üzerine döndüğünden rahatlamış görünüyordu.

Jiang Cheng önlerindeki manzarayı işaret etti. "Burası... burası... yeşil."

"Öyle olmaması mı gerekiyor?"

Jiang Cheng tek kelime etmeden yalnızca başını sallayıp yola devam etmiş, Nie Huaisang ise yakın bir şekilde onu arkasından takip etmişti. Dağın eteklerindeki her şey, her zaman oldukları gibiydi; çorak ve cansız. Ancak onlar yukarı doğru yürüdükçe bitkiler daha sıklaşıp daha da hayat dolu hale geliyordu. Öyle ki, çok geçmeden sanki yüzeydeki herhangi bir dağdalarmış gibi hissetmeye başlamışlardı. Hayır, ondan bile daha canlıydı. Ağaçlar meyve doluydu ve toprak çiçeklerle dolup taşıyordu. Hakikaten de Nilüfer Rıhtım ya da Bulut Kovuğu ile aynı seviyede olan ilahi bir mesken gibi görünüyordu.

Flowers Blooming in the Dark | wangxianHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin