35- son aptallık girişimi

621 127 33
                                    

Jiang Cheng binadan ayrılıp göze çarpmamak için elinden geleni yaparak, dar bir dağ yolundan aşağı doğru yürüdü. Konsey karargâhı; teknik olarak hiçbir tanrının bölgesinde yer almadığı için, gözlerden uzak bir dağın zirvesinde yer alıyordu. Ayrıca bu bölgede yaşayan kimse de olmadığından, saray topraklarından çıktığı vakit Jiang Cheng'in fark edilme konusunda çok da endişelenmesine gerek yoktu.

Ya da o, hafif bir hışırtı takip edildiğini söyleyene kadar böyle düşünüyordu.

Takipçisine, onu fark ettiğine dair görünen herhangi bir işaret vermemeye dikkat eden Jiang Cheng patika dışına çıkarak, sık ağaçlı ormana girdi. Ağaçların arasından ve dalların altından geçerken rastgele bir yol çiziyordu.

Bu da ondan kurtulmasını sağlamadığında, Jiang Cheng büyük bir kayanın arkasında eğildi. Onu takip eden hafif ayak sesleri durmuş, sonra temkinli bir şekilde yaklaşmaya başlamıştı. Jiang Cheng beklerken iki büklüm ve gergindi ve o kişi nihayet köşeyi döndüğünde, saklandığı yerden fırlayarak adamın bileğini kavramış ve onu kayaya sabitlemişti.

"Ah!" Tanıdık bir ses, yere düşen yelpazenin takırtısıyla birlikte bağırdı.

Jiang Cheng gözlerini kırpıştırıyordu. "Nie Huaisang?"

Nie Huaisang pembe dudaklarını bükerek ona baktı. "Jiang-xiong, ne yapıyorsun?"

Jiang Cheng'in içinde oldukları pozisyonu fark ettiği an, bu andı. Diğer tanrının narin bileklerini hâlâ başının üstünde tutuyordu ve yüzleri arasında santimler vardı. Sıcaklık Jiang Cheng'in yanaklarına üşüşürken, geriye doğru sıçradı.

"Bu benim repliğim olmalıydı." Kaşlarını çatma girişiminde bulunarak utancını gizlemeye çalıştı. "Neden beni takip ediyorsun?"

Nie Huaisang sinir olmuş gibi sesli bir şekilde nefes vererek, yelpazesini almak için yere eğildi. Üzerindeki pisliği temizledikten sonra ise sallamak için yelpazesini yüzünün önünde açmıştı.

"Saraydan ayrıldığını görüp endişelendim. Üzgün görünüyordun."

Jiang Cheng'in küçük bir kısmı Nie Huaisang'ın onun için endişelendiği düşüncesiyle neşelense de, diğer bir kısmı kuşkuculuğunu korumuştu.

"Hâlâ konsey salonunda olduğunu düşünüyordum," dedi. "Yokluğumu kapatacağını söylememiş miydin?"

Nie Huaisang, "Sen gittikten kısa bir süre sonra konsey ara verdi," deyip omuz silkti. "Jiang-guniang geri geldi ama sen yoktun. Bu yüzden ben de seni aramaya çıktım."

"Oh," Jiang Cheng zayıf bir şekilde yanıtladı. Koşullar gereği şu an daha şüpheci olması gerektiğini biliyordu ama Nie Huaisang'ın yelpazesinin üzerinden bakan gözleri çok büyük ve masumdu. "Eh, bir dahaki sefere beni garip bir ucube gibi takip etmek yerine bir şeyler söyle."

Nie Huaisang'a hakaret ettiği için anında kendini yumruklamak istemişti ama diğer tanrı yalnızca çınlayan bir kahkaha attı.

"Gereğince not alındı," dedi Nie Huaisang.

Birbirlerine gülümsedikten sonra Jiang Cheng baş parmağını omzunun biraz üzerine kadar kaldırıp arkayı gösterdi.

"Pekâlâ, şey, benim gitmem gerekiyor," dedi. "Ah, sonra görüşürüz." Lanet olsun. Neden bu kadar garipti ki?

O birkaç adımdan fazlasını atamadan önce, Nie Huaisang, "Bekle!" dedi. "Wei-xiong ile konuşmaya mı gidiyorsun? Seninle gelmeme izin ver."

Jiang Cheng gerilmiş bir hâlde diğer tanrıya baktı. "Sana bunu düşündüren nedir?"

Flowers Blooming in the Dark | wangxianHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin