7: VİCDAN MAHKEMESİ

29 2 5
                                    

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmazsanız beni çok mutlu edersiniz. Keyifli okumalar...

Cihan Mürtezaoğlu - Bir Beyaz Orkide

Nil Karaibrahimgi - Yaş 18

Kalben - Şanssız Mücadeleci

*

"Bir yerlerde öldürülüp de davası kapalı kalmış her kadın, insanlığın vicdanında bir kara lekedir."

7: VİCDAN MAHKEMESİ

*

Sevdiğini kaybetmiş birine hiçbir şey diyemiyor insan. Konuşamadığı gibi, sustuğu da dert oluyor içine. Anlamını yitirmiş "nasılsın" lar, laf olsun diye ortaya atılmış acımasız bir "başın sağ olsun." dolaşıyor dillerde. Bir insanın başı sağ olsa ne fark eder ki, yıkılan dünyasının enkazı altında kaldıkça? Her kemiği bu enkaz parçaları arasında ezilmiş biri, kabul edebilir miydi başını dik tutmayı? Tutmayıp ne yapacaktı ki? Hayat zaten böyle bir şey değil miydi? Kalan, bir şekilde alışmayı öğrenemez miydi gidenin ardından?

Alışmak... Bana göre dünyanın en korkutucu kelimesiydi belki de. Bir sürü kitap okumuştum alışmak üzerine, bir sürü film izlemiştim ama ben asla alışamamıştım hiçbir şeye. Kapatmıştım belki kanayan yaralarımı bir yara bandıyla ama hangi bant tutar ki kirlenmiş bir derinin üstünde?

Ne alışabilmiş, ne de unutabilmiştim ben. Geçmişim, geleceğim, anılarım, yaşanmışlıklarım... Hepsini bir günah gibi taşıyordum kalbimde.

Çocukken Teoman'ın beni götürdüğü küçük bir kitapçı vardı. Nasıl yaptı bilmiyordum ama kitapçıdaki bizdwn yaşça büyük adam Teoman'ın sıkı bir dostuydu. Bize, düzenli kullanmamız halinde bir sürü kitap hediye ediyordu. Bir keresinde bana, dünya üzerindeki en keskin bıçağın anılar olduğunu söylemiş ve eklemişti: "Bir meyve bıçağının ya da bir kağıt kesiğinin yarası zamanla kabuk bağlayıp geçer. Peki ya anılar? Onların kabuk bağlayıp geçecek kadar insaflı olduğunu mu düşünüyorsun?"

Küçücük bir çocukken bu sözün hiçbir anlamı yoktu bende. Ne zaman ki anılar keskin bıçağını kalbime saplamıştı, işte o zaman bir anlam kazanmıştı gözümde.
Yaşadığım her gün anıydı zihnimde. Canımı yakan çok anım vardı, onlara sözüm yoktu ama nereden bilebilirdim ki güzel anılarımın da boğazıma ip dolayacağını? Nereden bilebilirdim elimde tuttuğum fotoğrafın, benim en büyük günahım olarak alnıma kazınacağını?

Ege, kollarını arkasında birleştirdi ve derin bir nefes aldı. "Kız bu," dedi. "Melisa Adalı."

Elimde eski bir fotoğraf tutuyordum. Melisa'nın fotoğrafıydı. Lisenin ilk günü çekilmişti. Acısını yutmuş, sözlerini susmuş gibi bir hali vardı. Gülümsüyordu ama bir çığlık gibiydi de bu gülümseme. Sarı, bukle bukle saçları omzuna dökülmüş, saçının kenarına küçük bir toka takmıştı. Bu toka benimdi. Çok beğenmişti benim saçımda, bende ona hediye etmiştim. Her zaman ağlamaya hazır gibi duran ıslak, kara gözleri fotoğraftaki gülümsemesinin tam aksine suçlayarak baktı bana. Nefret dolu bakışlardı bunlar, biraz da sitem...

Beni neden öldürdün, Deniz?

Zihnimde parlayan soruyla elimdeki fotoğrafı bir ateş gibi yere attım hızlı hızlı nefesler aldım. Boğazımda bir acı vardı. Kan tadı gibiydi, ayırt edemiyordum.

Ege durumu fark ettiğinde yanıma eğilerek, "İyi misin?" diye sordu. Başlıyoruz işte... Hayır iyi değilim. Kötüyüm. Kötü biriyim. Asla iyi olmadım ve asla iyi olmayacağım. Kötülüğü hayat mahkemesinde üstüme verilen bir hüküm gibi giyiyorum ve sen bunu göremezsin.

DENİZİN DİBİNDEKİ GÜNAHLAROnde histórias criam vida. Descubra agora