Andrew erkeksi bir kahkaha attı. Edward'ın bu anı ruh hali değişimleri çok keyif veriyordu.

"Öyle deme kardeşim, her topalın bir kör alıcısı olur."

Edward, ağabeyine kısık gözleri ile baktı "Yazıklar olsun sana ağabey."dedi ve dilini şaklatıp ayıplamaya devam etti. "Bak Fransa'da bir kız vardı hatırlıyor musun?"

Andrew, Edward'ın hangi kızsan bahsettiğini bilmediği için kafasını iki yana salladı.

Edward jestleriyle konuşabilmek için oturduğu yerde dikleşti. Eliyle uzun saçları varmış gibi önüne düşen tutamı arkaya atar gibi yaptı. "Sürekli şöyle yapıp Lordcuğum diyen aptal kız. Ablası da sana yanıktı."

Andrew gülerek dinlemeye devam etti. "Ne oldu onlara?"

"O kızın bir hizmetçisi vardı. Siyah saçlı böyle, müthiş yüz hatlarına sahipti. İşte o kız bir Leydi olsaydı hiç iki kere düşünmeden evlenirdim o kızla."

Andrew, kardeşine bakmayı sürdürüp kaşlarını yukarı kaldırdı. Edward'ın anlattığını mantıklı bulmamıştı. "Sonra benim gibi terk edilmiş aptal bir dük olarak kal. Üstelik karın çocuğunu bile istemesin."

Edward göz devirdi. "Ağabey o Jennifer'ın sürtüklüğü şimdi, kusura bakma da..."

"Annem ve babam istemese, zorlamasa asla evlenmezdim ama yedim bir bok. Sen de beni izle ders al. Ya gerçekten seversen evlen ya da masum, saf bir kız bulursan. Sonra gelme karım aşığı ile kaçtı filan. Onca dert arasında senin derdinle uğraşamam."

Edward sıkıntıyla iç geçirdi ve kollarını göğsünde kavuşturdu. "Haklı olmana sinir oldum."

Andrew gülümsedi. "İstersen balonu bu evde verebiliriz. Balo salonu en son düğünümde kullanılmıştı ama hala temiz ve büyük."

Edward ağabeyinin teklifiyle sevinçle ayağa fırladı. "Sen ciddi misin?"

Andrew, kardeşinin aşırı tepkisine kaşlarını çattı.

"Evet de neden bu kadar çok sevindin? Gören senin evini benimkinden küçük sanar." Edward yapay bir kahkaha attı.

"Bu demek oluyor ki yük sadece benim omuzlarım altında olmayacak," hızla ağabeyinin yanına gidip işaret parmağı ile sürekli bir kendisini bir ağabeyini gösterdi.

"İkimizin olacak!"

**
Bayan Olivia ve Bilge, bahçenin derinliklerinde bir bankta oturmuş kısa bir çay molası vermişlerdi. Bilge bu üç günde gördüğü, tanıdığı herkesi Olivia'ya sorarken yaşlı kadın çok eğleniyordu. Kızın soruları asla bitmiyordu.

"Ah, güzel kızım." Kısa bir kahkaha attı. "Ne kadar da merak dolusun böyle!"

Bilge yanlış yaptığını düşündü.

Mahçup olmuştu. Gergince hala sargılı olan elini kaldırıp açıkta kalmış işaret parmağı ile kulağının arkasını kaşıdı.

"Başını mı şişirdim?"

Olivia elini iki yana salladı. "Hayır güzel kızım,"dedi yumuşak sesiyle. "Aksine sayende bu koca malikanede günlerim çok keyifli geçiyor. Hatta biliyor musun bana geceleri ne ile aydınlatma sağlıyorsunuz diye sorduğun soru benim favori sorun!"

Gülmeye devam etti. "Bir de şey, at binmeyi biliyor musun sorusu."

Bilge gerildi. Kesinlikle pot kırmak istemiyordu ve bunun için en güvendiği kadına her şeyi ama her şeyi sormuştu. 

Öğrendikleri ile ileride atacağı adımları düşünmüş, şekillendirmişti. O artık 19. Yüzyıl kızıydı.

Ama Olivia'nın hiçbir sorusunu unutmamasına gerildi. "Bizim oralarda işler daha farklıydı çünkü."dedi.

Taş yürekحيث تعيش القصص. اكتشف الآن