2. BÖLÜM-PART 1

2 0 0
                                    

Biliyorum, onca yıl hikayemi köşede kurgulayıp tekrar atmak için beklemişken bu yaptığım kendime haksızlık gibi... Kimsenin okumadığının da farkındayım ama artık kendime geç kalmaktan yoruldum. Kimse okumasa bile, yayınlayacağım. Eğer görüp de okuyorsanız lütfen beğenin, ne olursa olsun beni çok mutlu eden bir şey bu ve eğer yapabilirseniz yorum yapın lütfen. Della'yı anlıyor musunuz ve onun gibi hissettiğiniz hiç oldu mu? Benimle bunları paylaşırsanız çok sevinirim. Her bölüm olduğu gibi, yine bir şarkı bıraktım. Sesine taptığım adamın mükemmel bir dizi ostu, umarım okurken dinlersiniz :*


Karanlığın iliklerime kadar işlediği bir gecede 'Lütfen' diye yalvarıyordum. Beni kilitlediği o bodrum katında öz babamdan nefret etmek istiyordum. Benim en büyük kabusumdu karanlık. En büyük korkum ve tutsaklığım dı. Deliler gibi ağlıyordum. Gözlerimi kapatıp hayaller alemine gitmeyi o gün öğrenmiştim ben. O günden sonra kimseye yalvarmadım.

Karanlık bir odanın içindeydim. Birinin inleme sesini duydum fakat etraftaki hiçbir şey görünmüyordu. Ardından bu sesin sahibi yalvardı;

"Yardım et" dediğinde bacağıma dokunmuştu. Karanlık yüzünden tir tir titriyordum ve eli bacağıma dokunduğu anda donup kalmıştım. "Yardım..." dedi ve ardından derin bir nefes aldı. Sesinde tüm çaresizliğini yansıtan bir tını vardı. Ölmekten korkan bir adamın yakarışı, pişmanlıkları ve son nefesleri. Fakat beni etkileyen şey kesinlikle bunlar değildi. Anladığım anda istemsizce kendimi geri çekmeye çalıştım fakat ayağıma öyle sıkı tutunuyordu ki, yerimde saymakla yetindim. Bileğimi iyice sıktığında tüm gücümle kendimi geri çektim; inatçı bir ruhla doğan bana, korkaklığı öğreten adamdı bunun sebebi. Sonunda kendimi kurtardım. Ayağımı çekerken birkaç adım geriye gittim ve etraf karanlık olduğundan yerde duran bir şeye takılıp düştüm. Kalçam zonkluyordu. Gözlerim karanlığa alışırken bodrum katını tanımıştım. Burası Boston'daki evimizin bodrum katıydı yani yıllar önce öz babamın beni kilitlediği o yer.

"Lütfen" dedi bana yabancı gelen sesiyle. O olduğuna yerde uzanmış bir şekilde bana baktığını görünce emin oldum. Benden yardım isteyen Nate'di. Bana doğru sürünürken ne olduğunu anlayamamıştım. Oysa o gözleri asla unutamam. Kahve renginden çok siyah gibi gelen o karanlık gözlerini, öfkelendiğinde küçülen göz bebeklerini ve bana karşı daima çatık olan kaşlarını... Bakışlarım bedenini taradı. Gözlerimi kısıp gerçekten neler olduğunu görmeye çalıştığım sırada sırt üstü yere uzandı ve derin bir nefes alıp verdi. Nefesini verdiğinde bedenindeki hareket durmuştu. Kımıldamıyordu! Bakışlarım bedenine kaydığında inip kalkmayan göğüs kafesini fark ettim. Nefes almıyor mu? Ona doğru ilerledim. Elimi göğsüne kaydırdığımda kanı ellerime bulaşmıştı. Tam kalbinin üzerinde duran elimi hızla çektim. Nefes almıyordu. Kalbinin tam ortasından aldığı darbeydi onu öldüren, belki daha fazlası da olmuştu. Bileklerindeki kelepçeleri fark ettim. Biri onu bana yaptığı gibi bu bodrum katına kelepçelemişti. Başımı iki yana salladım, tahmin ettiğim şey olmasın diye dua ediyordum. Ölüm... Ölüm öyle kolayca ağızdan dökülen bir kelime olmasına rağmen neden bu kadar can yakıyor?

"Nate" dedim alt dudağımı ısırarak. Birden gözlerim yaşlarla dolmuştu. Ölmüştü. Ve ben ona baba demekten hala korkuyordum.

"Nefes al!" diye bağırdım. Nefes almaması düşüncesi bile beni deli ediyordu. Fakat korkak yanım elleriyle ağzını kapamıştı. Ona bağırmak, ölü bedenine bağırmak bile, her an kalkıp bana vuracakmış gibi hissettiriyordu. Fakat neden kalbim bu denli çok acıyor? Neden nefes alışlarım kesik kesik ve neden göğsümün üzerinde koca bir alev varmış gibi hissediyorum? Hala ona ihtiyacım var. Ona daima ihtiyacım vardı. O ölemez. Ben ona baba diyemeden ölemez!

THE DARK - ImpossibleTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon