2. BÖLÜM; PART 2

6 0 0
                                    

Beğenmeyi ve yorum bırakmayı unutmayın :D

Bir süre yerde oturduktan sonra ayaklandım. Öğrenmem gerekiyordu. O olmadan öğrenmem, onun bana anlatmasından daha önemliydi. Onu tanıyalı ne kadar oldu ki? Neden bana anlatacaklarının doğru olduğuna inanayım? Ben kimim? Söylediği gibi bir prenses mi, yoksa Nate'in anlattığı o ucube mi? Bu hayattaki gerçek yerim ne? Bir hikayenin baş karakteri olabilir miyim? Yoksa hep inandığım gibi, benim rolüm yalnızca kameranın önünden geçmek, etrafta milyonlarca insan varken ve orada olduğum belli bile olmuyorken.

Odadan çıkıp bir hafiye edasıyla ilerlemeye başladım. Gideceğim yerin neresi olduğunu çok iyi biliyordum. Dün şans eseri bulduğum ve birkaç kaburgamın kırılmasına neden olan o kütüphane... Fakat bir şey, beni kapısında koca harflerle o egoistin adı yazılı olan odaya yönlendirdi. Merak ettiğim şey kendi kimliğimden çok, onunki gibi görünüyor. Kapı kulpunu kavradığımda derin bir nefes aldım. Bu ev, bu adam, bu korku; bende olduğuna inanmadığım o duyguyu ortaya çıkarıyor, merak!

Etrafı kontrol ettikten hemen sonra kapıyı açtım ve içeri girdiğim gibi kapadım. Yüzüm kapıya dönüktü. Korkak cesaretimle, mecbur kaldıkça her şeye baş kaldırabilen ben ; ilk kez kendimi bir mecburiyete sürükledim. Başladığımda duramam, bunu biliyorum ama şimdi bu odada bunun için uğraşıyorum. Derin bir nefes aldım.

Tüm dünya hatta tüm evren şu kapının arkasında olsa bile, hepsi bana karşı dursa bile; yalnızım ve bundan korkmuyorum. Ben, içinde küçük bir kızı hapseden buzdan duvarların üzerindeki kadınım. Eğer öleceksem bile, ben istediğim için olacak. Kendime bunu borçluyum. İçimdeki küçük kıza ve kırıklarla dolu bu kadına. Zihnimden geçenleri bir elime ve korkularımı diğerine koydum. Hafif bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Her zamanki gibi samimiyetten yoksun alaycı tebessümüm ve tek başıma her şeye meydan okuyuşum; işte ben buyum. Della, Sky ya da bir Prenses... Hangisiyle seslenmek istersen o; dünyaya hapsolmuş bir ruh.

Arkama döndüğümde onun odada olmasını beklemedim değil. Fakat gördüğüm şey bana dejavunun farklı bir boyutunu yaşattı. Dışarıdan oldukça maddeci görünen bu adam; güzel giyinen ve pahalı eşyaları olan o şarkıcı herif, gezegeni için bir şeyler yapmaya çalışan milliyetçi bir prens, neden yaşadığı yerde ona dair bir çöp bile yok? Koskoca ev onun resimleri ve sevdiği şeylerle doluyken bu odanın boşluğu beynimden vurulmuşa dönmeme neden oldu. Tıpkı benim odam gibiydi. Yatağı yerde, siyah çarşaflarla örtülüydü. Yerde ne bir halı ne de ona benzer bir şey vardı. Oda dağ manzarasına bakıyordu; benim odam gibi sık ormanı görmese de, bu da oldukça korkunç bir görüntüydü. Esas korkunç olan, tüm hayatı gözler önünde olan bu adamın odasında perde yoktu. Kendimi şöyle düşünmekten alıkoyamadım

'Ya kendine saygısı yok, ya korkusu yok ya da kendini böyle gizliyor.' Sonuncusu ne kadar mantıksız gelirse gelsin, içimden bir ses böyle olduğunu söylüyordu. Ben, ucube olduğum anlaşılmasın diye insanlardan kaçarken, Jacop Made tüm dünyanın tanıdığı bir adama dönüşüyor ve uzaylı olduğu gerçeğini kimse biliyor. Odasında perdeleri olmayan bu adamın, spot ışıkları altında bile onu açığa çıkarmayacak kadar sağlam maskeleri varsa eğer; ona güvenmek aptallık etmek olur.

Bakışlarım yatağın karşısındaki giysi odasına kaydı, odanın içinde bir de banyoya açılan bir kapı vardı. Bazı giysileri yerdeydi ve odada bir tane bile kitap yoktu. Aslında, odada başka hiçbir şey yoktu. Duvarların siyahlığından tedirgin olmuştum. Ben... Siyahıma yıldızlar katardım. Böylece evrende bir yerlerde olduğumu hissederdim. Benim dünyam dışa kapalıydı. Evrenimde benden başka canlı olmazdı. Bazı insanların düşleri -kitaplarım- ve bazılarının sesleri -müzikler- bana eşlik ederdi sadece. Fakat Jacop Made bu karanlık odada her şeyini gözler önüne seriyor ama aslında hiçbir şeyini göstermiyor gibiydi. Parlak imajına karşın karanlık odası hislerimi alt üst etmişti. Kapıya yaslanıp odaya bakmaya devam ettim. Düşündükçe içimde bir şey hareket ediyordu. Tam kalbimin altında, gözlerimin dolmasını sağlayan bir şey oluyordu. Kalp ritmim değişiyordu. Onu ilk gördüğüm an gözümün önünden geçiyordu, ardından gözlerimin içine bakarak beni öldürmeye çalışan o adam beliriyordu fakat nefes bile almadan ona bakmaya devam ediyordum. Küçük bir çocuk olup etrafta koşuşturuyordu ve hemen ardından koca bir adam olup odaya sığmıyor, camı kırıp her şeyi yerle bir ediyordu. Tam önümde beliriyor, eli yanağıma gidiyor, bana bal rengi gözleriyle bakarak bir şeyler fısıldıyordu... Çocukluğumdan beri bildiğim o şarkıyı, kimdi bu adam? Kalbim onun hakkında düşünürken neden bıçaklar batar gibi acı çekiyor ve hiçbir şey olmamış, hatta hayatında ilk kez mutlu olmuş gibi delicesine çarpıyordu. Bir serinlik hemencecik sert bir rüzgara dönüşüyordu. Bu bir büyü mü? Başımı iki yana salladım. Birden yükselen ateşimi kontrol etmek için ellerim yanaklarıma gitti. Yanağıma hafifçe vurdum 'Kendine gel!' dedim başımı sallarken ve o odadan kaçarcasına çıktım.

THE DARK - ImpossibleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin