1

2.4K 70 17
                                    

Her yazın gelmesiyle yaşadığımız geleneklerden biriydi bu. Yine evde bir karmaşa vardı.

Işıl içeriden bağırdı.

"Anne mayolarım nerde?"

"Dolabın sol çekmecesi bak Işıl!"

Babamsa koltuğa yayılmış, kuru kayısılar eşliğinde maç tekrarını izliyordu.

Son kez iki çantamı da kontrol ettim. Her şey tastamamdı. Birkaç kıyafetim, kremler, okuma kitaplarım, defter ve uçlu kalemim.

Evet, gerçekten hazır gibiydim.

Bir süre odamdaki pencereden dışarıyı izledim kulaklığımdan gelen şarkılar eşliğinde. Özleyecektim bu bina yığınını.

Oysa kimseye bir anlamı yoktu bu görüntünün. Benim için aynı şeyi söyleyemezdim. Bazen sandalyemi çeker saatlerce dışarıyı izlerdim. Apartmanların dairelerindeki insanlara da alışmıştım artık. Hepsini tanıyor gibiydim.

Tam dalıp gitmişken kapımın açılma sesiyle beraber hemen önüme döndüm.

Gelen babamdı.
"Kızım hadi ayakkabılarını giyin. Eşyaları taşıyacağız."

Tabii ya, yine eşyaları arabaya götürme işi bana kalmıştı. Babam ikimizin beraber yapacağını söylese de aslında hepsini bana yaptıracağını biliyordum.

Kulaklığımı çıkarıp cebime koydum ve içimden söylenerek kapıya doğru ilerledim.

Işıl içeride dolanıp duruyordu.

"Çekilir misin önümden Işıl?"

"Yoo, çekilmem."

"Aptalsın ki."

Annemse eşyaları toparlamaktan daha kahvaltıdan kalan bulaşıkları yıkayamamıştı. Onları halletmeye meşguldü.

"Anne, sadece bu kadar çanta var değil mi?"

"Evet, hepsini götürebilirsin."

Işıl'ı itekleyip ayakkabılarımı alıp ayağıma geçirdim. Tüm çantaları teker teker asansöre taşıdım. Hepsi birbirinden ağırdı.

Evin büyüğü olmak dünyanın en lanetli şeyiydi sanırım.

---

Arabadan dışarıyı izliyordum, otoban... Her zamanki gibi. Geniş ve ağaçlarla kaplı bir yol.

Sabah yola çıkmanın iyi yanlarından biri de trafiğin olmayışıydı. Onun dışında çok göz alıyordu. Güneşin ilk ışıkları.

Dağlar dağları takip etti. Sonra uzaktan yükselen rüzgar gülünü gördüm. Biliyorum, onlara rüzgar gülü denmiyordu ama hiçbir zaman adını öğrenemedim ki. Dönerek rüzgardan enerji üreten uzun şeyler işte... kırmızı kırmızı yanıp sönüyorlardı.

Bu rüzgar gülleri varışımızın işaretiydi. Nitekim, aynı beklediğim gibi bu rüzgar güllerinin ardından birkaç ev belirtmeye başlamıştı.

"Vardık hanımlar!"

Babam evin tek erkeği olduğu için genelde bize hanımlar derdi.

Işıl'a dönüp "Hadi giy şu ayakkabılarını artık." dedim. Prensesin ayakları ağrıyormuş diye bütün yolculuk boyunca ayak kokusunu çekmiştim zaten. Sinirlerim bozuktu bu yüzden.

"Yaa giyicem abla tamam!"

Bir de gevşek gevşek konuşuyor. Sen sabır...

Merkezden geçtikten bir kilometre sonra bizim ev belirmeye başlamıştı. Çantamın kollarını kavradım ve babamın park etmesiyle birlikte direkt kapıyı açtım.

"Ah, şu koku.. özlemişim!"

Biraz etrafımda dönüp mutlulukla içime deniz kokusunu çektim.

Annem de arabadan inip bagaja doğru yöneldi.

"Mustafa bak, yan komşular da gelmiş."

"Aman sen de Hülya..."

Yan komşuyla biraz husumet vardı aramızda. Bu ev alındığından beri. Aslında bizim evimizin eski sahibi onlardı ve satarken bir takım anlaşmazlıklar çıkınca pek iyi olmadı tabii... uzun hikaye.

Anneme yardım edip bagajdan eşyaları çıkardım. Bir de merdivenleri çıkması vardı...

En sevmediğim kısım da bu ya zaten...

geceler (gxg)Where stories live. Discover now