16. Bölüm - 2. Part

2.4K 240 20
                                    

***
Merhaba sevgili okurlarım,
Sis yeni bölümü ile geldi.
Yarın gelecek bölümden alıntı ile gelecek.
Her Cumartesi gece yarısı Sis'in olacak.
Kıymetli yorumlarınızı ve destek için oylarınızı bekliyorum.
Sevgiyle kucaklıyorum sizleri...
***

"Ben.. Toprak..."

Daha önce bir kadının karşısında dili dolaşmayan Toprak ilk kez kekeliyordu. Her zaman kendine güvenen ve kelimeleri ustaca kullanma konusunda yetenekli olan bir adamdı. Ancak o an bu halinden çok uzaktı. Sebebini sorsalar şaşkınlık diyebilirdi. Ancak hakikat öyle değildi. Karşısındaki peri kadar saf bir güzelliğe sahip kızdı bu hale koyan kendisini.

"Arkanı dön."

"Ne?"

"Arsız olduğun kadar sağır mısın yabancı?"

Çatık kaşlarının altında kısılan gözlerin çekik olduğunu fark etti o an Toprak. Hala kızı izlediğini kızın suyun altından çıkan elini gördüğünde fark etti.

"Dönsene arkanı. Giyineceğim."

Dediğini saniyeler içinde yapsa da yandan bir bakış atmayı ihmal etmedi. Kızın sudan çıktığını seslerden anlıyordu. Etrafına bakındı. Görünürde kimse yoktu.

Kızdan ses gelmediğini fark ettiğinde yavaşça arkasına döndü. Nehirden uzaklaştığını ve hızlı adımlarla ilerideki bir yere doğru yürüdüğünü gördüğünde "Hey!" Dedi. Ancak kız durmadı. Toprak'ın ise her zaman olduğu gibi pes etmeye niyeti yoktu. Bu kız ona yol gösterebilirdi. Belki de kervandan biriydi. Ailesinden biri... Bu ihtimalle neredeyse koşar adımlarla yetişti kıza.

"Sana sesleniyorum duymuyor musun?"

Yine anlamadığı bir dilde konuştu kız. Ardından ansızın durdu. Toprak da aniden durmak zorunda kaldı. Bu sendelemesine neden olmuştu. O anda kızı inceleme fırsatı buldu. Çıplak ayakları toprağa değiyordu. Sıcak ya da yerdeki çakıllar umurunda değil gibiydi. Üzerindeki yemyeşil elbisenin etekleri şeritler halinde yırtılmıştı. Özellikle yapılmıştı sanki. Bacaklarının etrafında yer yer boşluklar kalacak şekilde süzülüyordu. Kalın askılı üst kısmı göğüslerinin arasındaki boşlukta birleşiyordu. Islak saçları yüzünün iki yanında tenine değiyordu. Öylesine doğal ve öylesine kendisine özel bir tarzı vardı ki...

Aralarındaki boşluğu kapatırken tek odağı kızın gözleri oldu. Gözbebeğinden daha koyu hareler üzerinde küçük kahve lekeler vardı.

"Diyeceğini de git yoluna. Gün bitmek üzere... Daha fazla oyalama beni.."

Buralı olduğunu düşündüğü kıza buraya geliş nedenini söylemeye karar verdi.
"Panayırı arıyorum. Yerini biliyor musun?"

Kızın alaycı bir ifadeyle tebessüm ettiğini gördüğünde anlayamadı Toprak.

"Senin ne işin olur Rupa'da?"

Biliyordu. Doğru yerdeydi. Kızın havaya kalkan sol kaşı ve kısılan bal rengi gözlerini gördüğümde ufak da olsa bir açıklama yapmak zorunda olduğunu anladı.

"Bir dostumu göreceğim." Başını sol omzuna eğip, kızın yüzünde gezinen gözlerini gözlerine kenetlemesini sağladı.

'Bir dost'
Bu söz dönüp durdu kızın zihninde. Karşısındaki adamın bahsettiği bu özel kişinin Manolya olduğunu fısıldayan iç sesiyle çatıldı kaşları. Şehirdeki sevgililerinden biri olmalıydı bu adamda. Diğerlerinin aksine şık görünümlü ve ne kadar inkar etse de yakışıklı olan bu adam da ona tutulmuştu demek ki. Esmer teni ve yaktığı kınaların tesiriyle alev saçlarıyla her zaman dikkat çekerdi. Güzelliği sadece bedenindeydi. Ruhu merhametsizlik ve kıskançlıkla çevriliydi. Hasta anasını dahi umursamayacak kadar bencildi. Düşüncelerinden sıyrılıp, başını çevirdi. Kısa bir bocalamanın ardından, "Bu yoldan gideceğiz." dedi. "Tepenin ardında duruyor kervan."

Toprak, bu kez kıza yaklaşmadan yürüdü. Aralarında bıraktığı mesafe onu rahatsız etmemek içindi. Zira onu istediği o yere ulaştıracak oydu. 

Yürüdükleri yol eğimlendi. Dikleşmeye başladığında kızın atikliğine yetişmekte zorlansa da pes etmedi Toprak. Ceketini bir omzuna atmış, ter içinde göğsüne yapışan gömleğinin üst düğmelerini aralamıştı. Daha ne kadar yolları kaldığını soracakken kızın tepede duraksadığını fark etti. Hızlıca aralarındaki mesafeyi kapatıp, yanında durduğunda yükselen seslerle çevirdi başını. Bir daireyi anımsatacak halde dikilmiş çadırları gördüğünde titredi kalbi. Bulmuştu. Rupa'lılar hemen yamacın aşağısındaydı. Heyecanla etrafta gezdirdi ela gözlerini. Sağ tarafta, orman içinde duran atların hemen ötesinde oynayan çocuklar vardı. Çadırların diğer yanında yemek hazırlığında olan kadınlar şarkı söylüyorlardı. Koşuşturan erkekleri takip ettiğinde panayırı kurmak için telaşla çalıştıklarını gördü. 

"Dostunuzu daha fazla bekletmeyin isterseniz..." Tepeden inmeye başlamadan önce alaycı bir ifadeyle "Güzellik uykusundan kalkmış olmalı." dedi.

Toprak, kızın ne dediğini anlayamadı. Kimden bahsettiğini de... Sormasına dahi fırsat vermeden, epey aşağıya indiğini gördüğünde takip etti. Düzlüğe indiklerinde fark edilmeleri uzun sürmedi. Merakla kendilerine doğru gelen kadınlara ve çocuklara bakarken Toprak çaresiz hissetti. Onu nasıl bulacak, nasıl tanıyacaktı? Yaşlı kadınların suretlerinde gezindi bakışları. Hangisi oydu? Anasına can veren, kanını taşıdığı kadın karşısındaki kadınlardan biri miydi? Birlikte geldiği kıza sormak için aralanan dudakları,  duyduğu sözlerle şaşkınlıkla kıvrıldı.

"Manolya. Bak kim geldi?"

Seslendiği kişinin kendilerine doğru bir adım attığını gördüğünde ne diyeceğini bilemedi. Beğeni dolu bakışlarla kendisini süzdüğünü fark ettiğinde onu buraya getiren kıza döndü. Sözlerinin yanlış anlaşıldığını söylemek, yanlış anlaşılmayı düzeltmekti niyeti. Büyük annesini bulabilmek için yardım istemekti. Ancak o anda kızıl saçlarını savurarak kalabalığı yararcasına uzaklaştığını gördü. Anlamadığı dilde duyduğu sözler uğultu halinde yükselirken, kiz kayboldu gözden. Peşinden gitmek istedi. Onu izleyenlerin arasından sıyrılıp, yürüdü. Kızı bulma ümidiyle etraf bakındı. Yoktu. Çadırlarin arasında, arkasından gelen onlarca insanın önündeydi.

"Fırat!

Duyduğu isimle şaşkınlıkla ardına döndüğünde bastonuna dayanmış, tek gözü eski bir deriyle örtülmüş yaşlı kadını gördü.

"Döndün... Meryem'i mi buldun mu yoksa?"

Annesinin adını hiç tanımadığı ihtiyar bir kadından duymak sarsılmasına neden oldu. Titrek soluklarıyla sıkışan göğsüne yasladı elini. Yanlış bir adım atmamak için derin bir jefes aldı. Kendisini toparlamaya çalıştı. Tebessüm edebilmek için çabaladı.

"Toprak ben." Dedi kendini işaret ederken. Yaşlı kadının yüzünde gezinirkem bakışları ona doğru iki adım attı. "Sanırım birine benzettiniz."

Kadın elindeki bastonu yere attı. Neredeyse kambura dönen iki büklüm haliyle sendeleye sendeleye yaklaştığında hissettiği korku değil heyecandı Toprak'ın. Nasır tutmuş eller tenine, yüzüne dokunduğunda ise kalbine yayılan bir sızı oldu. O an şaşkınlıkla aralandı dudakları.

"Oğlum deyip büyüttüğüm, güvenip can parçamı, kızımı emanet ettiğim yüzü tanımaz mıyım hiç?"

Olabilir miydi? Karşısındaki bu kadın anasının bir yakını mıydı? Soramadan kadın başını eğip onun ardına baktı. Birilerini aradığı belliydi.

"De şimdi. Meryem'im nerede?"

Annesinin adını bir kez daha duyduğunda dudaklarını sıktı.

"Yoksa yine derenin oraya mı kaçıp getti?"

Annesine dair duyduğu sözlerle kalbi sıkışırken, gözleri yaşlı kendisine bakan, mutlulukla gülümseyen kadının yüzündeki ellerini tuttu.
"Siz... Yoksa Meryem'in..."

Sözleri kısa bir vakit önce yanından ayrılan kızın sözleriyle yok oldu.
"Nine çok korkuttun beni."

Kızıl saçları yüzüne çarptı. Yaşlı kadının kollarını tuttuğu anda kendisini fark etti.
"Sen... Yine mi çıktın karşıma?"

Annesine hayat verense yaşlı kadın bu kız ona neden 'Nine' diye hitap ediyordu? Kuzeni miydi bu genç kız? Annesinin bir kardeşi mi vardı? Ya benzetildiği Fırat kimdi? Annesiyle bağı neydi? Aklı karışmıştı Toprak'ın. Lakin bu soruların cevabını almadan bir yere gitmeye niyeti yoktu. Rupa'lılar ona bu cevapları borçluydu.

SİS (Yedi Aşiret Serisi - V)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin