10. Sinsi Bir Dostluk

Start from the beginning
                                    

Oysa yurda dönüşüm gece yarısına yakındı. Şemsiyem olmadığı için yurda dönene kadar saçlarım tiftilmiş gibi kabardı. Yıldırım tehlikesi altında yurda kadar koştum. Vardığımda nefes nefeseydim zaten. Ama İstanbul'da olmanın iyi bir yanı da var. Sokaklar o kadar ışıklı ve gökyüzü o kadar kirli ki, yıldırımın parlaklığını anlamak zor oluyor.

Yıldızlarla kuşatılmış Artvin gecelerinde daha sarsıcı yıldırım aydınlıkları gördüm. İçime bambaşka felaketler doluyordu. Yine de İstanbul'da olmak seni daha mı az korkutuyor Bahar, derseniz; elbette hayır. Bir kere burada kucağına sığınacağım bir annem yok. Hatta korkumu izah edebileceğim biri de yok. Hava bu kadar kötü olmasaydı, Lale'nin odada olmayışıyla neşelenirdim. Kim bilir hangi cehennemdeydi. Eskiden, çok değil birkaç ay öncesinde olsak, akrabalarından birinde derdim ama onca giyim kuşamla gittiği partiden akrabalarının evine gidebileceğini sanmam. Herhalde yeni arkadaşlarından birinin evinde kalacaktı. Umurunda mı derseniz, ona da hayır derdim. Canı cehenneme! Bu sözü nereden duydum bilmiyorum ama buram buram Lale kokuyor benim için.

Ona olan kinim nereden geliyor derseniz, bütün kalbimle söylemem lazım ki çok benzer koşullarda doğmamıza karşın benim çırpınıp durduğum her şeyin onun önüne serilmesi sinirimi bozuyor. Bu kadar. Hak etmiyor ya da ben ondan çoğunu hak ediyorum ama olmuyor. Bir tek Lale mi böyle? Hayır ama bu benim sinirimin bozulmasının önüne geçmiyor. Kendimi teskin etmek gibi bir zorunluluğum mu var? Onu sevmek zorunda mıyım? Üstelik o da beni sevmiyor. Eskiden bildiğim bu gerçek İstanbul'da her gün yüzüme çarpıyor.

Bu yüzden onsuz bir oda benim için cennetti. Ama bir de şu gökyüzünün bana olan nefreti olmasaydı... Islak tavuk gibi odaya girdiğimde yapabileceğim en güzel şey sıcak bir duş alıp uyumaktı. Ama ya ben duştayken bir yıldırım düşerse? Gök gürlediğini bile bile duşa girebileceğimi sanmıyorsunuz değil mi? Eğer hâlâ ne var bunda diyorsanız ben boşa konuşuyorum demektir.

Odanın ışığını söndürmeden uyumayı denedim, denemedim değil. Böylece olası bir yıldırımı görmemiş ve hissetmemiş olacaktım. Uyanığım ya... Ama işte o sinsi dostluk öyle bir şey ki, gök gürlediği an ardından ne geleceğini bilmek yorgunluktan gebersem bile uyumama engel oldu. Kulaklık takmak size bir çözüm gibi gelebilir. Ancak olası bütün tehlikelere karşı bir duyu organımı devreden çıkarmak akıllıca olur muydu, hayır. Dolayısıyla yağan yağmur, gürleyen gök ve onun korkutucu dostu ile baş başaydım.

Yatakta dönüp durmak beni çıldırtınca kendimi onca azarlaya azarlaya yastığımı alıp koridora çıktım. Henüz odalara uyku çökmemişti. Zaten bir Cuma gecesinde kimin erken uyumasını beklersiniz ki? Saat bire geliyordu ben sekizinci kata çıkarken. Sekizinci kat "Ne yapıyorsun burada? Neden yastığını aldın? Ay gerçekten mi yıldırımdan korkuyorsun? Saçmalama kızım gir odana..." gibi tepkilerden uzaktı. Bunu da anlamıyorum. Siz bir merdivenin başında on saat telefonla konuşurken ben bir şey diyor muyum?

Neyse bu katta koridorun bir ucu çalışma salonu, bir ucu ise hobi odasıydı. Çatıya çıkan merdivenler hemen her zaman boş olurdu ve şansım yaver gitti. Yastığımı duvara verip bir yere kadar korkmayı ama sonra sızmayı bekledim.

Elbette rahatsız bir uykunun kollarına atılmayı beklerken zihnim boş durmadı. Bir sürü şey vardı aklımda. İlki Ozan'ın kapıya bıraktığım paketi bulup bulmadığıydı. Kendime biraz kızdım da. Ya Ozan'dan önce oradan geçen biri torbayı alıp giderse diye endişelendim. Olur muydu böyle bir şey? Bir yanım olur diyordu ve bu beni fazlasıyla korkuttu. Elim defalarca telefona gidip Ozan'a mesaj atmak istedi. Paketi bulup bulmadığını sormak istedim. Ama bir şey beni tuttu. Şüphesiz bu onu rahatsız etme endişesiyle harmanlanmış "cevap alamama" korkusuydu. Hoş zaten cevap alamamıştım ondan, açmamıştı telefonumu, dönmemişti de. Buna biraz canım sıkıldı. Müsait değildi belli ki, belki arkadaşlarıylaydı.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now