on yedinci bölüm

En başından başla
                                    

geçen yıllarda sevgilisiyle beraber okudukları kitabı elinde tuttuğunu görünce yüzünde buruk bir gülümsemeyle oturdu koltuğuna. aslında başta beraber okumuyorlardı ama jisung sevdiği her satırı sevgilisiyle paylaşmaya bayılırdı, bu kitapta da sevdiği pek çok yer olunca, beraber okumuş kadar olmuşlardı.

rastgele, işaretledikleri sayfalardan birini açtı ve okudu:

"onun nasıl bir dikkatle beni dinlediğini, gözlerini nasıl, söz haline getiremediğim taraflarımı da anlamak ister gibi yüzümde gezdirdiğini gördükçe büsbütün açılıyordum..."

bu yazıyı ilk okuduğu anı anımsadı, üzerinden çok zaman geçmişti ama hala aynı hissettiriyordu.

gününün çoğunu kitap okuyarak geçirdiğinde bu aktiviteyi ne kadar özlediğini yeniden hatırlamıştı. hayatını oluşturan bu iki şeyden nasıl bu denli uzaklaşabildiğini düşündü sonra. kitapların yerini müzik ve sevgilisinin yerini... hayır, onun yerini kimse alamazdı. aklına gelen bu düşünce bile midesinin bulanmasına sebep oluyordu.

jisung sadece okulu için kısa sürede çok fazla çabalamak zorunda kalmıştı ve şimdi elindeki para bitmek üzereyken bursunu kaybetmemek için kendini tamamen derslere odaklamıştı.

changbin ondan büyüktü ve jisung'un çok fazla yetenekli olduğunu düşünüp onunla ilgilenmeye başlamıştı, okul ve dersler için olan birliktelikleri dostluğa dönüşmüş ve hatta changbin ona çok özel şeyler bile anlatmıştı.

minho ile olanları ona anlattığında arkadaşının desteğiyle beraber bir süre tüm sorumluluklarından uzaklaştı. bu birkaç günde düşündüğü tek şey minho ile nasıl konuşacağıydı ve bu durum için de changbin ona yardım etmek istemişti. eğer minho changbin'e diğer arkadaşlarına olduğu gibi güvenmezse ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu, bu ihtimal günlerce hasta hissetmesine sebep olmuştu.

o akşam tüm o korkunç düşüncelerinden sıyrılarak yeniden cama geldi. minho'nun bu kez bıraktığı çaydaki ekşi ve tatlı tadı aldığında bunun dün gece kısık olan sesi için olduğunu anlamıştı. dün, sevgilisinin cama çıkmadan önceki saatlerini ağlayarak geçirmiş olduğunu anlamamış olduğunu dilemekten başka çaresi yoktu.

yeniden konuşmaya "teşekkür ederim, sevgilim." diyerek başladı.

"ben sana hiçbir şey getirmiyorum, elimden başını ağrıtmaktan başka bir şey gelmiyor. ama biliyorsun, hep çok fazla konuşuyorum."

minho gülümsedi. geçen birkaç günde kendini toparlamıştı, en azından küçük olandan daha iyi durumdaydı ki bunun sebebi öz kontrolünün daha iyi olmasıydı. jisung hala duygusal açıdan çok zayıf bir çocuktu.

"bugün sana kitap okumak istiyorum, bu kitabı hatırlayacaksın."

minho bu kez merakla sırtını dikleştirdi fakat jisung'un onu görme ihtimaliyle hemen yeniden aşşağı kaydı. bu kez onun da elinde bir bardak çay vardı. sessizce bir yudum aldıktan sonra konuşan sevgilisini dinlemeye başladı. jisung okumaya en sevdiği yerden başlamıştı.

"maria puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak, bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum. muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama bir çoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk."

jisung sayfalarca, çayı bitene ve boğazı kuruyana dek sevgilisine memnuniyetle kitabı okumuştu. minho sevgilisinin sesinden sevdiği kitapları dinlemeyi ne kadar çok özlediğini böylece hatırladı, aylardır bunu yapmıyorlardı. onun bu kitabı özellikle seçtiğini de biliyordu, bu yüzden yine aynı kitaptan aklında kalan satırları söyledi ve jisung'un günler sonra sesini duymasına izin verdi.

"ona kızgın değildim. ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. ama bir kere kırılmıştım. hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi."

dediğinde aynı satırlar hemen jisung'un gözünün önüne gelmişlerdi. minho'nun ona kitap okumasını çok severdi ama bu şekilde olanını hiç sevmemişti. belki de gece boyu okuduğu güzel satırlarla sevgilisine biraz iyi gelmeyi beklemişti ama minho'nun kırgın sesi kulaklarında çınlamaya başlamıştı bile.

jisung, minho gibi güçlü bir hafızaya veya iyi bir ezbere sahip olmadığından birkaç dakika sonra o satırları unutacak olsa da gece boyu göğsündeki ağırlıkla yatmaya devam edecekti. kollarını kendi göğsüne saracak ve oradaki boşluğun bu denli ağır olmasına lanet edecekti.

sabaha doğru birkaç saat uyumuştu fakat gözlerini açtığında yine de hiç uyumamış gibi hissetti. saate baktığında sevgilisinin çoktan işe gittiğini anlamıştı. bir müddet kollarını bacaklarına sardı, neye sarılsa göğsü boş kalıyordu.

dün geceki konuşmaları ve okuduğu kitabı aklından geçirirken düşündü. ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını düşündü. bu satırların dün okurken hissetirmediği bir coşku hissetti. belki de okuduğu sıralar sevgilisi kırgınlığını henüz öyle net bir dille ifade etmediğinden, okuyup geçmiş gibiydi ama tüm gece düşündüğü tek şey nasıl bir adım atacağıydı. sevgilisinin kırgınlığının sebebi olmak elleri bir duvara zincirlenmiş gibi hissettiriyordu ama bir noktada taş kesilmiş gibi kalamazdı artık.

...
kürk mantolu madonna'yı okumak için iki sene kadar gecikmiştim ama önemli değil sabahattin bey'in bundan haberi yok sonuçta.

09:45, minsung ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin