üçüncü bölüm

3.6K 533 156
                                    

saat 09:45; yetiştirme yurdu, minho...

aralarında en fazla üç yaş olduğunu düşündüğü küçüğü ona kitabı gösterdiğinde ve bu kitap franz kafka'nın bir kitabı olduğunda, minho'nun başına dank etmişti. nasıl olurdu da en sevdiği yazarın kitabını tanımazdı? yayınevlerinin farklı olduğu gerekçesiyle kendini geçiştirdi ve içten içe en sevdiği yazardan af dilerken odasına koştu.

jisung minho'nun içeri koşuşuyla bir süre şaşkınlıkla boşalan balkona baksa da onun utanıp gittiğini düşünüp gülmüş, bunu sevimli bulmuştu. uzun bir hikayeyi bitirdiği bu gecede çok kez kendini uyumak üzere hissetmiş ama her seferinde bu son sayfa diyerek tam da kitabın son sayfasına kadar gelmişti. gözlerini geç, artık bedenini bile ayakta tutmakta çok zorlanıyordu. bu yüzden daha fazla beklemeden camını kapattı, perdelerini çekti ve yatağına kendini bıraktı.

az önce yaşananların etkisiyle hala gülümsüyordu. her ne kadar karşı binadaki komşusuyla elle tutulur bir yakınlaşması olmasa da, bu yaşına kadar romanlarda yaşamış jisung için heyecanlanmaya değer hayaller doluşuyordu zihnine.

o tam perdesini çektiği sırada elinde kendi kitabıyla minho çıkmıştı balkona. başta onu beklemediği için kırılacak gibi olsa da komşusunun saatlerdir kitap okuduğunu ve şimdiye kadar uyumamasının bile oldukça ilginç olduğunu kabul etti. kızmak yerine, ki o kızsa ne olurdu kızmasa ne, ona iyi geceler diledi ve kendisi de uyumak üzere odasına çekildi.

çekilmişti ama nafile, o gece hiç uyuyamadı. bilmiyordu ki o gece jisung kitaplarına dönüp özür dilemiş, onları değil de karşı komşusunu düşünmüştü ilk defa. kitaplarını, yalnızlığını kırmaktan korkmuştu. bilmiyordu minho. küçük bir çocuğun düşlerinde, sanki başka bir boyutta onca güzel şeyi yaşarken gözüne uyku girmedi o gece.

yine de sabah mutluydu, jisung'un okul saati geldiğinde o da balkonunda kahvesini içiyor, kahvaltısını geçiştiriyordu. o gün, gecenin soğuğunun aksine güneş yüzünü yakıyordu. bu sıcağın aldatıcı olduğunu, çocuğun yurdun bahçesinden çıkıp gölgede kalan kaldırımda yürürken uçuşan hırkasından anlamıştı. ilk kez onu sabahın böyle erken bir saatinde dışarıda görüyor olmak tuhaf hissettirmişti.

gözleri kesiştiğinde ona hırkasının fermuarını çekmesi için hareketler yaparken her sabah bu saatte uyanabileceğini geçiriyordu aklından. ne hissettiğini bilmiyordu ama hoşuna gitmişti. güneşin aldatıcı sıcağının aksine, karşısındaki çocuğun gülüşü tamamen gerçek bir sıcaklık yaymıştı içine.

uyuyamadığı onca saat boyunca aklına gelenleri gerçekleştirmek için iyi bir fırsat geçmişti şimdi eline. küçüğünün yurtta olmadığına emindi. yani oraya gidebilir ve kütüphanede şöyle bir dolanıp, amacını gerçekleştirebilirdi.

patronuna mesaj attıktan sonra cevap beklemeden hazırlanmaya gitmiş ve sanki iyi görünümlü biri olması gerekiyormuş gibi, karşı binaya geçmek için süslenmişti. özellikle kitap bağışı yapmak istediğini söylediğinde müdüre hanımın yüzündeki düşüşü görmüş gibiydi. minho kütüphaneye girdiğinde ve orayı küçüklü büyüklü pek çok çocuğun doldurduğunu gördüğünde mutlu oldu.

birkaç küçük çocukla konuşup orada geçirdiği vakti değerlendirdikten sonra bir süreliğine izin aldığı işine döndü. o gün onun diğer günlerden çok daha şık olduğunu fark eden iş arkadaşlarının dilinden de uzun bir süre düşmeyecek gibiydi.

hiçbir soruya gerçek cevabı veremedi. ne karşımdaki yurt binasında her gece sessiz sessiz kitap okuyan o çocuğa vuruldum diyebildi ne de ona hediye etmek istediğim onlarca kitabın bahanesiyle o yurdu ziyaret ettim diyebildi.

akşam herkesin ondan beklediği gibi erken çıkmıştı işten. mutfak şefinin kızgın yağ gibi yakıcı bakışlarına aldırmadı, gereğinden fazla mutluydu o gün. kitaplarla haşırneşir olmayı her gece saatlerce izlediği çocuktan öğrenmişti. bu yüzden internetten sipariş vermek yerine kitapçıya gidip, arayıp bulmak istedi her birini.

başta en sevdikleri olmak üzere onlarca kitabı almış, bir aylık maaşını kitaplara yatırmaktan pişman olmamıştı. tek sorun bunları taşıyacak bir arabasının olmamasıydı. aldığı sürüyle kitaba şöyle bir bakıp elini telefonuna attı ve işten çoktan çıktığını umduğu arkadaşı seungmin'i aradı. onun arabasıyla kitapları yurda götürdüklerinde minho bahçede onu izleyen bir adet jisung beklemiyordu. jisung da tez zamanda kütüphaneye bağış yapılacağının haberini aldığında, onu bu kadar sevindiren kişinin karşı komşusu olmasını beklemiyordu.

jisung her ne kadar saatlerce kitap okusa da, o adam karşısında sigarasıyla oturmuş onu izliyordu sadece. elinde hiçbir kitap görmemişti. tabii onu izlemek dururken minho'nun elindeki kitaba odaklanamayacağını da bilmiyordu. elindeki sigarayı bile unutuyor, parmaklarındaki acı veren yanma hissiyle hatırlayıp atıyordu bitmiş sigarasını çoğu kez.

minho onun yanına gitmeden önce sabah kütüphanede tanıştığı çocukların saçlarını okşamış, onlarla gülüşmüş ve jisungu mahçup edecek herhangi bir yakınlıktan kaçınıp elindeki kitabı ona uzatmıştı sadece. aniden ortaya çıkıp ilk defa geldiği bu yetiştirme yurduna yardımda bulunmak isteyen bu adamın, bir çocukla yakınlaşması göze batabilirdi tabii.

jisung yüzünden silemediği gülümsemesiyle kitabı alırken teşekkür etmiş ve ilk defa bu kadar yakından gördüğü yüze bakmaktan oldukça çekinmişti. bu gözler karşı binanın balkonunda, karanlığa gömülüyken de bu kadar ilgiyle mi bakıyorlardı diye düşündü ve düşüncesi yüzünü kızarttı. minho'nun sesini duymasıyla kafasını eğdiği yerden kaldırabilmişti.

"adın," kısık çıkan sesinden rahatsız olup kuruyan boğazını temizledi minho, ayrıca henüz kendini bile tanıtmadığını fark etti bu sırada. "benim adım minho, senin adın ne?"

"jisung."

"kaç yaşındasın minik?"

"17" diyebildi jisung karşısındakinin hitabıyla kafası iyice karışırken. çok da büyük görünmüyordu halbuki. sonra jisung aklından geçirdi, küçük gözüken kendisiydi.

o akşam saat 09:45'te, odasının perdesini açmaya yeltendiğinde ellerinin titrediğini fark etti. perdeyi avucunun arasından bırakıp aynanın önüne koştuğunda yüzünün de beklediği gibi kızardığını görmüştü. aylardır, o çocuk burdayken de değilken de o perde her akşam aynı saatte açılırdı. ıhlamurların çiçek açtığı o ilk günler bile böylesine heyecanlı değildi, şimdi bu da neydi?

sonunda o kadar uzaktan bir şeyin anlaşılmayacağı konusunda kendini ikna etmiş ve beş dakika geç de olsa açmıştı perdelerini. kendisinden beklenmeyecek bir yavaşlıkta camını da açarken elini yüzüne yaslamış onun penceresini izleyen genç adamı gördü. minho aynı somurtkan ifadesini hiç bozmadan elini kaldırmış ve bileğindeki saati işaret edip geç kaldığını ima etmişti. jisung istemsizce gülerken ellerini iki yanına açıp omuzlarını silkmiş, bunu yaparken dudaklarını büzerek birkaç metre ilerideki gencin kalbine işkenceler etmeyi ihmal etmemişti.

sonunda minho somurtmayı bırakıp bu kez sigarası yerine elindeki bir kupa kahveyi havaya kaldırmış ve kadeh çarpışır gibi yapmıştı. jisung onun gibi içinde yeşilçay bulunan kupasını kaldırdıktan sonra o kitap okumaya, minho da onu izlemeye koyuldu. ikisi de o gece geç kalınmış beş dakikanın telafi edilmesi gerektiğini biliyorlardı.

havanın fazla rüzgarlı olmamasının bahanesiyle jisung o gece de camını hiç kapatmamış, komşusunun ona hediye ettiği ilk kitabını sehpasının üzerine bıraktıktan sonra gözlerinde yoğunluğu uykulu halinden bile belli olan sevgisiyle izlemeye başlamıştı onu. ilk defa gördüğü bu bakış minho'nun kalbini sıkıştırsa da bozuntuya vermedi ve jisung gecenin bir yarısı üşüyerek uyanıp camını kapayıncaya dek onu bekledi.

...
kurgu ilerledikçe batıracakmış gibi hissetmek 🤝

09:45, minsung ✔Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang