dokuzuncu bölüm

2.2K 373 123
                                    

saat 09:45; kırık bir kalp, ya da kırık bir cam mı?

doğum günü geçtiğinden beri yaptığı tek şey odasında oturmaktı belki de. yemiyor, içmiyor, uyuyamıyordu. eline aldığı her kitabı geri bırakıyor, şarkı dinlemek istiyor ama hiçbir şarkıyı dinlemek istemiyordu. bu saçma histen nasıl kurtulacağı hakkında bir fikri de yoktu.

bir şeyi hem istemek, hem de istememek. bu his etrafına öyle bir sarılmıştı ki, sırf bu yüzden yerinden kalkamıyordu bile. kafasını ne yöne çevirse hep bu ikilemle karşılaşıyordu. karnı açtı, ama yemek yemek istemiyordu; kendini pis hissediyordu ama banyo yapmak istemiyordu; minho'yu görmek istiyordu ama camı açtığında içeri doluşacak gün ışığını istemiyordu; artık bu yurttan çıkıp gitmek istiyordu ama yıllarını geçirdiği bu odadan ayrılmak istemiyordu; para harcamak, hayallerini gerçekleştirmek istiyordu ama eline daha önce hiç bu kadar yüklü para geçmemişti, 18 yaşına gireli üç gün olmuştu ve o para nasıl harcanır bunu bile bilmiyordu. hiç kendi başına yaşamamıştı, bu şehirde okulu ve yurdu dışında bir yerden haberi yoktu. nereye gitmeli, nerede yaşamalıydı?

annesi olacak kadın yıllarca ondan uzakta ne yapmıştı? neden varlığını belli etmek için ölmeyi beklemişti? jisung bu binadan çıkıp nereye gidecekti? nasıl yaşayacaktı?

bunca düşünceyle boğuşurken odasından hiç çıkmadı. kibarlıktan ziyade kırılacakmış gibi çalınan kapılara hiç cevap vermedi. üç gün, tam üç gün boyunca düşündü ama hiçbir sorusuna cevap bulamadı. konuşabileceği, fikir alabileceği kimse yoktu. bu düşüncesini minho duyuyor olsa belki de kırılabilirdi ama jisung her şeyi daha kendisine açıklayamamışken, çıkıp ona nasıl anlatacaktı ki?

kendini git gide çökmüş, zayıflamış ve hastalanmış hissederken bir an önce kalkıp toparlanması gerektiğini düşünüyordu ama bunu gerçekleştirecek gücü kaybetmiş gibiydi.

camından gelen tıkırtıyla aniden yerinden doğruldu, bu hızlı kalkış başını döndürdüğünde bir süre beklemek zorunda kalmıştı. yeniden aynı sesi duyduğunda penceresini açtı ve kafasını dışarı uzattı. o saniye aşağıdan gelen başka bir taş çenesine çarptığında acıyla inleyerek geri çekildi. korka korka aşşağı baktığında ona anlayamadığı bakışlar atan minho'yla karşılaştı. tüm yorgunluğunu unuttuğunda üstünde ne olduğunu bile umursamadan aşağı koşmuştu.

duvara yaslanmış onu bekleyen minho'yu gördüğünde koşarak attığı adımları sendeledi ve durmak zorunda kaldı. nefeslerini düzenledikten sonra utana sıkıla varmıştı yanına. üç gece öncesinde ne kadar mutlu olduklarını hatırladığında buruk bir gülümseme kapladı yüzünü. günlerdir düşündüğü bir diğer şey de bu yurttan ayrıldığında, minho'dan da ayrılmak zorunda kalıp kalmayacağıydı. onunla karşı komşu olmayı çok özleyecekti.

minho yanına gelen küçüğünü fark ettiği gibi doğrulmuş ve ona ilerlemiş, elini çenesine uzatıp hafifçe okşamıştı. başta jisung heyecanla nefesini tutsa da daha sonra oraya gelen taşı hatırlamış ve huysuzlanmaya başlamıştı bile.

"camı kıracaktın o yetmedi, kafamı da kırmaya yeltendin sanırım."

"bir gün daha seni göremeseydim gelip kapını da kırabilirdim jisung, en azından bir rezillik çıkarmadım?"

onaylanmak üzere kurduğu cümleyle jisung gülerken o da gülümsedi. onu sadece camdan izlediği, karanlıkların içerisinde yıldız gibi parlayan gözlerine bakmakla yetindiği günler geçeli çok olmamıştı. bu yüzden şimdi ona bu kadar yakınken kalbinin atışlarını sakinleştirmeyi bir türlü beceremedi.

"23 yaşında adama neler yaptırıyorsun, neredesin kaç gündür?"

almayı beklediği soruyla jisung gözlerini aşağı indirmiş ve bakışları yerde dolaşırken ne söyleyebileceğini düşünmeye başlamıştı. her şeyi anlatacak ondan başka kimsesi yoktu ama kelimeler çıkmamak için çok direniyorlardı. minho çenesini yeniden tuttuğunda ona engel olmadı ve istediği gibi bakışlarını büyüğüne çevirdi. minho'nun gözlerindeki bakışların yerini endişe ve merhamet almıştı. jisung ne kadar aciz göründüğünü düşündü. utandı ve bu kez alnını minho'nun omzuna yaslayarak bakışlarından tamamen kaçtı.

09:45, minsung ✔Where stories live. Discover now