rudolf wirchow sokak süpürmekten başka şey bilmezdi

65 8 11
                                    

Süpürgesine takılan bir kitap daha.

Kütüphaneler sokağa mı kusuyordu, yoksa artık kimse kitap okumuyor muydu?

"Umarım kütüphaneler kusuyordur."dedi, kitabı tulumunun cebine atan Rudolf Wirchow,Atina sokaklarının çöpçüsü. Kendine böyle demeyi severdi,bütün şehrin çöpçüsü olmadığını bilse de.

Artemis aşkına,sadece Eksarhia'yı süpürmek ona yetiyor da artıyordu.*

Yıllar önce direnişçilerin sığınağı olmuş Bulgar Ortodoks kilisesine baktı. Yıkık dökük,tuğla iskeleti görünen bu kiliseden hep nefret ederdi. Rudolf yaşlı olan her şeyden nefret ederdi,hareketli,çevik ve dinç olmak varken neden yaşlanmak vardı ki?Mesela bakın o,otuz yedi yaşında olacaktı,henüz çok gençti!

Evet evet,otuz yedi yaşındaydı. Öyle miydi?Şüpheye düştü. Zihnini zorladı, yaşını kendisine hatırlatacak resmi bir evrak,herhangi bir şey düşündü. Yoktu, sisli bir perde vardı sanki anıları -var olup olmadıklarını bilmediği anıları- ile arasında. Ancak buna alışmıştı,geçmiş hayatınızı hatırlamadan da geleceğinizi yaşayabilirdiniz,hatta bizim Rudolf biraz da polyannacılık oynar,ara sıra şey derdi, "Belki eski hayatımda beni üzen olaylar olmuştur,unutmam çok daha iyi oldu."ve sonra kendi kendine devam ederdi bu tatlı laflara. Zaten hep kendi kendine konuşurdu otuz yedi yaşında olması gereken çöpçü,onu dinleyen biri pek yoktu,ara sıra turistler gelirdi buralara,yıkıntıları ve parkları, mağazaları filan görmek için. En çok da o sakallı,sert bakışlı Norveçlileri severdi Rudolf,tabii sakalları olmasa daha iyiydi, ama ne olacaktı canım,kendisi mi taşıyordu sanki o yarım kilo çeken kirli tüy yığınlarını?

Eski bir ispanyol şarkısı mırıldanarak güvercinlerin yavaş yavaş terk ettiği parkta dolanmaya başladı. Bugünlük işi bitmişti,birazcık oturabilirdi.

"Ben bir kale,hatta kuleyim
Durmadan seni koruyan güç benim."

Evet,bu parkın,bu mahallenin,buradaki anıların ve temizliğin koruyucusu değil miydi o?Kendini önemli biri olarak görmeyi severdi Rudolf,öyle boş biri de değildi zaten,bir kere çok güzel şarkı söylerdi,sesi yumuşacıktı. Kitap okumasını da bilirdi hem,bunu her çöpçü bilmezdi. Sokakta bulduğu her kitabı -ki bu da çevredeki bütün kiliselerin sahip olduğundan fazla bir sayıydı- güzelce çöplerin arasından sıyırıp alır,evine götürüp kitaplığına güzelce koyardı.

Ev demişken...En sevmediği yerdi orası, söylemesi bile insanın içini karartmaz mıydı,şunu bir dinleyin: Ev. Ev,ev,ev. Çok can sıkıcı bir kelimeydi,belki de Rudolf Wirchow'u evde güzel şeyler beklemediği için böyle geliyordu ona, ama yine de can sıkıcıydı. Açık havada, yaşadığını hissediyordu o,süpürgesi kaldırımların tozunu yok ederken kendini kahraman gibi hissediyordu. Oysa ev öyle miydi?Gidecekti,kendine can sıkıcı bir yemek hazırlayacaktı. Heh, bir de o dert vardı,her gün her gün bıkmıştı bu yemek derdinden. Bir sürü tuhaf malzemeyle yemek yapmak da bir sanat dalı olmalıydı ve kendisi bu sanatta berbattı. En sonunda hiçbir şey yapamadığını görünce yunan yoğurdunun üstüne bal ve ceviz dökerek yiyecekti. Sonra doktorun ona verdiği müzik setini açacak,Eleni Vitali ya da Lizeta Kalimeri dinleyecek,müziğin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu düşünerek uykuya dalacaktı. Evdeki yaşamı buydu işte,bir de üst komşunun eve polis çağırma isteği uyandıran sesleri gelirdi,zemin katta oturmanın dezavantajlarından biriydi bu. Rudolf'a göre,üst komşusunun evinde eşya kalmamış olmalıydı,emindi ki sevgili komşusu aile üyeleriyle eşyaları duvara vurarak iletişim kuruyordu,o gürültülerin başka açıklaması olamazdı çünkü.

Bu pek tatlı düşünceler arasında yürürken,apartmanının önünde bir karaltı olduğunu fark etti. Gözleri normalde iyi görürdü,ama uzun süre güneşe baktıktan sonra herkeste olduğu gibi onda da etraftaki her şey alüminyum folyoyla sarılmış gibi görünüyordu.

Karaltıya iyice yaklaştı.

bizim çöpçü piyano çalıyorWhere stories live. Discover now