Giriş

503 27 2
                                    

Ağaçların dallarından ileriye doğru uzanmış yapraklar birbirlerine kafa sallıyordu. Ne konuştukları anlaşılmıyordu ama uzaktan bakıldığında iyi anlaşıyor oldukları seçilebilirdi. Karşılıklı birbirini onaylayan ağaç yapraklarının altında ise dans eden çiçekler vardı. Esen rüzgarların verdiği teşvikle dans ediyordu çiçekler. Çiçeklerin etrafını saran çimenler yalnızca seyirci kalıyordu çiçeklerin gösterisine.

Yere düşmüş ve ezilmiş yapraklar ise birileri tarafından yardım bekliyordu. Sonsuza kadar onları yanlarında durmalarına izin verecek ağaçlar tarafından bırakılmışlar, yere, toprağa, çimenlerin arasına düşmüşlerdi.

Bir yardım bekliyordu dökülmüş tüm yapraklar.

Wanda Maximoff yalın, ojesiz ayaklarıyla üzerine bastı dökülmüş yaprakların. Duyduğu çatırdama sesini kulak arkası etti. Ucu ayak bileklerine kadar gelen kızıl elbisesinin etekleri, sağında ve solunda kalan ağaçların gövdelerine uzandı. Elbisenin bir yere takılmayacaktı, biliyordu. Tıpkı onun gibi elbise de ağaçlara dokunmak istiyordu yalnızca. Ağaçların da onu durdurup ona söyleyeceği herhangi bir şey yoktu. Eğer olursa, rüzgar taşıyacaktı kadına, ağaçların söylemek isteyeceği sözleri.

Şimdilik ortada yalnızca bir müzik vardı. Doğanın kendisi tarafından çalınan ve doğanın kendisi için çalınan bir müzik. O durumda, Wanda yalnızca konuk dinleyiciydi.

Ağaçların arasından geçip toprağa, çimene ya da yaprakların üzerine basarak ormanda ilerledi. Toprak fazla yumuşaktı. Attığı her adımda toprağın onu bir anda yutabileceğinden korkabilirdi, toprağın asla bunu yapmayacağını bilseydi. Hayatta olduğu müddetçe, başının üstünde yeri vardı toprak için. Ne zaman canı olmaz ise ve bir yaprak haliyle hayat ağacının dalından aşağıya düşerse, toprak o zaman onu kalbinde ağırlayacaktı.

Belki de midesinde, belli olmaz.

Bir pusulası yoktu ama nereye gittiğini biliyordu. Kuzeyi, güneyi, doğuyu ya da batıyı karıştırması gibi bir olasılık söz konusu değildi. Şehirde olsaydı, evet, karıştırabilirdi yönünü ama doğadayken öyle bir şey mümkün değildi. Bir orkestranın ortasında duruyordu ve hangi enstrümanın nereden çaldığını bildiği sürece kaybolmazdı.

Sol koluna geçirdiği hasır sepeti dikkatle taşıyordu. Sepetin içi boş olsa da elinden gelen özeni gösteriyor, herhangi bir yere çarptırmamaya ya da düşürmemeye dikkat ediyordu. Birkaç dakika öncesine kadar boştu sepet ama başlamıştı şimdi meyvelerini toplamaya. Almak için şehre kadar gitmesinin gerektirmediği meyveleri topluyordu ağaçlardan.

Yalnızca bir ay önce diktiği limon ağacı fidanının yanına geldi. Dizlerinin üzerine çöktü. Yaprakların arasına saklanmış sarı meyvelerden birine uzattı elini. Parmaklarıyla alttan yakaladığı meyveyi kendine yaklaştırdı, kokladı. Herhangi bir limon gibi kokuyordu. Bu, iyiye işaretti. Sepetini açtı ve limonların hepsini doldurdu. Sepetin ağırlaştığını hissedince durdu, sepeti yine sol koluna taktı ve ayağa kalktı.

Doğada yol bulmak için ve iz sürmek için çeşitli yöntemler vardı. Wanda Maximoff ise hiçbirini yapmıyordu. Onun yolu, uzun zamandır başka hiç kimsenin gelmediği, uğramadığı ve geçmediği bir yoldu.

Onun yolu, cadının yoluydu.

Hayvanların sesi vardı, meyvelerin kokusu vardı, rüzgarın bir yönü vardı; ama Wanda, doğada yolunu bulmak için üçüne de baş vurmuyordu. Kokulardan ve seslerden gerektiğince yardım alıyordu ama bazen görmezden dahi gelebiliyordu.

Cadının yolunu takip ederek yolunu buluyordu; doğanın enerjisini okuyarak yolunu buluyordu. Evi bellediği bölgeden gelen öyle büyük bir büyü enerjisi vardı ki ormanın ne kadar uzaktaki bir köşesine giderse gitsin evine geri dönebilirdi. Aynı şekilde, şehirden gelen büyü enerjisi o kadar azdı ki ormanın neresinde olursa olsun şehre giden yolu bulabilirdi.

Kızıla Çalan || Wanda MaximoffHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin