Şaşkın ve heyecandan delirmiş vaziyette, ayaklanmış alfaya bakarken bize yönelmiş gözlerin de farkındaydım. Jeongguk'un okul içinde nasıl tanındığı, insanlarla nasıl ilişkileri olduğu hakkında bir fikrim yoktu fakat oldukça popüler olması kuvvetli bir ihtimaldi. Ceketini giyip telefonunu cebinden çıkartırken bakışları tekrar beni buldu.

"Öğle yemeği yemedim, senin de aç olduğunu varsayarak yemeğe çıkmayı öneriyorum."

Kahvaltı dahi etmediğimi göz önüne alırsak gerçekten açtım. Onunla yemeğe çıkma fikri iyi olabilirdi, birbirimizi tanımaya ihtiyacımız vardı. Baş başa olduğumuz birkaç saatte üzerine konuşabileceğimiz ortak noktalar bulmayı umuyordum. Etrafa saçılmış kağıtları toplarken gülümseyerek cevap verdim.

"Olur, gerçekten de kurt gibi açım." Ağzımdan kontrolsüzce dökülen cümleyi tamamlarken yüzümü buruşturdum. Kendi kendime yaptığım saçma esprileri gelecekte eşim olacak kişiye de aktarmak tam benlik bir hareketti. Göz ucuyla tepkisini kontrol ederken yatmadan önce aklıma gelip utançtan kafamı yastığa gömerek kendimi boğma denemelerine girişeceğim yeni bir anıya sahip olduğumun da farkındaydım.

Gülmemek için kendisini kasarak çevreyi süzerken bu tepkisinin söylediklerimden çok sonrasındaki hareketlerime olduğunu biliyordum. Boş vermeye çalışıp elimdekileri şeffaf bir dosyaya yerleştirdikten sonra çantamı da alarak ayağa kalktım.

Sırtıma taktığım çantaya bir bakış attıktan sonra kolunu omzuma atarak beni kendine çekti. Kirpiklerimin altından onu süzerken yanında minicik kalan bedenimi kendine yaslayarak yürümeye başladı. Alışmalıydım; varlığına, dokunuşlarına, öpüşlerine alışmalıydım. Yoksa her seferinde atışlarını dizginleyemediğim kalbim ya da konrolsüzce yayılan feromonlarım yüzünden hissettiğim tüm heyecanı ve isteği alenen ortaya serecektim.

Dikkat çekmekten, üzerimde gezinen gözlerden, hakkımda konuşulmasından nefret ediyordum fakat insanlara malzeme vermek konusunda üstüme yoktu. Yalnızca yürüyorduk, bu kadar merak edecek ve inceleyecek ne vardı? İnsanları anlamak cidden zordu.

Kafamı yere eğerek birçok göz tarafından izlenmenin verdiği stresle boğuştuğum birkaç dakika sonrasında önünde durduğumuz siyah arabaya baktım. Markası ve modeli hakkında bir fikrim yoktu ama havalı görünüyordu.

"Özellikle gitmek istediğin bir yer yoksa herhangi bir mekâna süreceğim." Arabaya bindiğimizde bana dönerek konuştu. Kibardı, bu huyunu seviyordum. Hoşuna gitmeyen olumsuz bir durumdan bahsediyor dahi olsa beni incitmemeye çalışıyordu.

"Yemek yiyebileceğim bir yer olması yeterli."
Kaşını kaldırarak vücudumu süzdü. Açlıktan ölmek üzere olduğumdan bu cümleyi nasıl bir ifadeyle kurduğumun farkında değildim ama çenemin altında birleştirdiğim ellerimle dudağımı yalayarak gözümün önünden geçen yemeklerin hayaliyle hevesle söylediğime emindim.

"Fiziğine bakan biri her öğün salata yediğini düşünür fakat anlıyorum ki yemeklerle aran iyi." Refleksle eğilip düz karnıma baktım, hızlı çalışan bir metabolizmam olduğunu varsayıyordum çünkü gerçekten doymam biraz uzun sürüyordu.

"Salatadan pek hoşlanmam, onlarla doymam da imkânsız. Şey, ben biraz sağlam yerim."

Son cümlemi biraz utanarak söylediğimde kafasını iki yana sallayarak gülümsedi. Trafiğe çıktığımızda arabayı dikkatle kullanan alfayı çeneme dayadığım elimle izlemeye başladım. Düz siyah bir tişörtü bile bu kadar güzel taşıması biçimli vücudunu göz önüne aldığınızda şaşırtıcı değildi. Sağ bileğine dizilmiş birkaç bilekliğe baktım, uzanarak bir tanesine dokunduğumda bakışlarını bana çevirdi.

to begin again | taekookWhere stories live. Discover now