dinner invitation

281 51 132
                                    

Cumartesi günlerini çok sevmezdim. Sanırım haftaiçleri bana daha çok hitap ederdi. Çalışma zorunluluğum olmadığı için haftaiçlerini daha çok seviyor olabilirim. Her neyse. Bugün, şu sosyetik kadınlarla buluşup piknik yapacaktık. Zengin pikniğinden bahsediyorum.

Sam evdeydi ve gitmemi rica etmişti. Aslında rica gibi de değildi. Emir kipi kullanmıştı. Onun için bir şeyler yapabilmek adına kabul etmiştim. Keşke etmeseydim. Şimdiden zor geliyordu hazırlanıp da gitmek. Dolabımın karşısına geçerken ne giyeceğimi zerre düşünmememin pişmanlığını yaşıyordum.

Vücudumu saran, günlük beyaz bir elbisede karar kıldım. Altına spor ayakkabılarımı geçirip toplu olan saçlarımı saldım. Makyaj yapmak istemedim. Sadece dudaklarıma parlatıcı sürdüm o kadar. Çantama ihtiyacım olabilecek şeyleri de attıktan sonra hazırdım.

Odadan çıktım ve merdivenlerden indim. Sara bugün evde yoktu ve Sam tek olacaktı. Tabii şu ciddi arkadaşlarıyla iş konuşmaları yapmaya gitmezse.

Salona geçtiğimde direkt bana döndü. Beni baştan aşağı süzdüğünde gülümsedi. "Her gün kendime, seninle evlendiğim için kendimle gurur duyduğumu söylüyorum. Çok güzelsin." Ayağa kalkıp yanıma geldi ve açık omuzlarıma birer öpücük bıraktı.

"Teşekkür ederim sevgilim." dedim gülümsemeye çalışırken. Açlıkla dudaklarıma baktı. "Hiç vaktimiz yok değil mi?" İma ettiği şeyi anladığımda başımı olumsuz anlamda salladım. "Seni ben bırakacağım." dedi elimi tutup kapıya doğru ilerlerken.

"Kendim gidebilirim aslında."

"Biliyorum." Şoför arabayı kapının önüne çekmişti. Yerleşince kırk beş dakika uzaklıkta olan yere sürdü. Yol boyunca bir şeyler konuştuk.

"Cassandra da orada olacak. Birbirinize arkadaşlık edersiniz." Tanrım! Kendimi okulun ilk gününe giden çocuklar gibi hissediyordum. Ayrıca zaten bir arkadaşım orada olacaktı. Stella. Yani o güzel, kendine çok güvenen, harika Cassandra'ya ihtiyacım yoktu.

Tabii Sam'e böyle demedim. "Harika olur."

"O gerçekten bu ortaklıkla ilgili çok çalışıyor. Harry çok şanslı." Kaşlarımı çattım. Ne yani karısı şirketle ilgileniyor diye çok mu şanslı oluyordu?

"Umarım bir gün sen de aynı şanstan elde edersin." dedim oldukça soğuk bir ses tonuyla.

"Şöyle yapma." dedi Sam bana dönüp. Onun da kaşları çatılmıştı. Pekala, bu konuda özgüvensizliğe sahip olmak benim suçum değildi.

"Bir şey yapmıyorum Sam."

"Senden bu boktan işlerle ilgilenmeni asla beklemedim Dorothea. Seninle evlenirken de biliyordum bunu. Neden kendine dert edinip duruyorsun?" Öyle mi? O zaman neden böyle cümleler kuruyor? Neden beni övmek yerine başkasının karısını övüyor? Neden beni başarılı görmüyor?

"Boşversene." Önüme döndüm ve yolu izledim.

"Bazen çocuk gibi oluyorsun." Takmadım söylediği şeyi. Kırk beş dakikalık yolu bitirince de yüzüne bakmadan direkt arabadan indim. Tabii peşimden gelip kolumu tutacağı aklıma gelmemişti.

"Bir daha yüzüme bakmadan arabadan inersen-" Cümlesini böldüm. "Ne yaparsın Sam? Boşanıp daha başarılı biriyle mi evlenirsin?" Kırılmış olmama rağmen sert tavrından ödün vermedi. "İnan bana yararına şeyler olmaz." Öylece yüzüne baktım. Ta ki Stella bana seslenene kadar.

Yanımıza geldiğinde Sam hemen kolumu bırakıp mutlu bir adam rolüne büründü. Ben ise yapamadım. "Stella, lavaboların nerede olduğunu biliyor musun?" dedim hala Sam'in yüzüne bakarken.

false art | styles Where stories live. Discover now