0.5

49 7 0
                                    

"Haechan, gitme vaktimiz geldi."

"Yol çok uzun sürecek mi? Hem ayrıca nereye gideceğiz? Orada başk-"

Yaşlı olan gencin daha fazla konuşacağını anlayınca araya girdi. 

"Göz açıp kapayıncaya kadar biter yolumuz. Gidince neresi olduğunu görürsün." 

"Tamam o zaman, hadi gidelim!" 

"Pekâlâ, önce gözlerini kapatmalısın."

Şaşırdı genç oğlan. Gözlerini kapatırsa yolu nasıl görecekti? Takılıp düşerdi hemen.

"Nasıl yani?"

"Sana demedim mi yolumuz göz açıp kapayıncaya kadar biter diye. Kapat ki gidelim."

Daha fazla kafası karışan çocuk sorgulamayı bırakıp kapattı gözlerini. Adını duyduğunda açtı.

Gördükleri gerçek miydi? Kulübenin bulunduğu yerden alakası yoktu bir kere. Saraya benzeyen yapı vardı ortada. Çok kocaman! Bahçesi, kulübenin yanında bulunan tarlanın kaç katıydı kim bilir.

Ağzı ve gözleri büyükçe açılmış genç, yaşlı adamı güldürdü. 

"Ülkeme hoş geldin."

"Ama... nasıl?" Hâlâ şaşkınlığını atamayınca büyük olan konuşmaya başladı.

"Biraz yürüyelim, sen de bir şeyler öğrenmiş olursun." Nefes alıp verdi.

"Pat diye söylenir mi bilmiyorum ama ben büyücüyüm. Yüzüme öyle bakma, evet büyücü diye bir şey var."

Zihnimi de mi okuyabiliyor? diye düşündü. Bu onu korkutmuştu. 

"Şu an zihnini okuduğumu düşünüyorsun değil mi? Merak etme o kadar da değil. Bakışların seni ele veriyor. Okunması kolay bir kitap gibisin."

Rahatlıyor genç olan. Aklında kötü bir şey yok evet yine de... Hadi ama kim bundan hoşlanır ki.

"Merak ettiğim, oradaki kulübe ve burası..."

"Bir dünya iki yaşayış biçimi mi diyeyim? Açıkçası bunu hiç düşünmemiştim. Hmm... İnsanlar ve büyücüler. Aslında birlikte yaşıyoruz ama yönetimler farklı. Düzen bozulmasın diye sınırımız var. Ama iki taraf da istediği yerde ysşayabilir. Biz büyücüler insanların yanında güçlerimizi kullanmayız, eşitlik için. Bu yüzden kulübede her şeyi kendimiz yaptık." 

Anladığını belirtmek için kafasını salladı Haechan. Çevreye bakarken gözleri bir kadın ve çocuğunda durdu. 

Birlikte gülüp oyun oynuyorlardı. Tıpkı noonayla oynadığımız gibi dedi içinden. Noonası onun ikinci annesiydi. Asıl annesini bilmiyordu. Küçükken duyduğu kadarıyla vefat etmişti. Şimdi yanında olsa birlikte gülerler miydi böyle? Sarılır mıydı ona, her şey geçecek ben yanındayım der miydi?

...

"Hyesun, yine oldu. Okuduğum kitap küle döndü!" 

Panik içinde ellerinin arasına bakıyor, parmaklarının aralık kısımlarından küçük kül parçaları dökülüyor. 

Yanına alelacele gelen arkadaşı olduğu yere eğiliyor. Omzunu tutuyor.

"Artık dayanamıyorum. Her şey küle dönüyor, çürüyor. Ben yaşamaya devam ettikçe verdiğim hasarlar da artacak."

"Kraliçem hayır, lütfen öyle demeyin. Hem siz olmadan biz ne yaparız? Donghyuck'u düşünün bir de."

Zavallı kadın çaresizce ikna etmeye çalışıyor arkadaşını. Hayatında onlar hariç kimse kalmamışken onları da kaybetmek istemiyor. 

"Kraliçem lütfen biraz düşünün. Şu an şok etkisindesiniz. Size değer veren insanları bırakmayın."

"Pekâlâ, düşüneceğim. Tamam..."

O gece Hyesun, arkadaşını ikna ettiği için rahat rahat uyurken kraliçe önünde kağıtla dışarıda oturuyor. 

Kraliçe sözünü tutuyor. Düşünüyor, şu anda. Elindeki kalemi tutup yazmaya başlıyor. 

"Sevgili Hyesun,

Bunu yazmayı istemezdim inan bana. Ama artık gerçekten dayanamıyorum.

Donghyuck sana emanet. Üzerine çok fazla sorumluluk yükledim, beni affet.

Biliyorsun ki senden ve bebeğimden başka kimsem kalmadı. Evimi, eşimi, her şeyimi kaybettim. Sadece siz kaldınız. Sizleri de kaybetmeyi kaldırmam. Lütfen Donghyuck'u sakla. O benim gibi olmasın.

Sevgiler, arkadaşın He Ran"

Purple Haired Queen•MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin