36.BÖLÜM

25.1K 857 823
                                    

'Sahip çıkmadığınız her değere bir gün başkası sahip çıktığında anlayacaksınız neleri kaybettiğinizi. Sırası var, acelesi yok.'

Ağrıyan kalbimin ağrısını vücudumun her zerresinde hissederken, elimdeki gözyaşlarımdan ıslanmış kâğıda defalarca kez baktım. Yağız'ın eve gelmemesi her şeyi açıklıyordu aslında. O ölmüş müydü? Peki, ben buna dayanabilir miydim?

Gözyaşlarımı hunharca silip ayağa kalktım. Elimdeki buruşmuş kağıdı avucumun içinde sıkarak gözlerimi kapıya odakladım. Bir an önce çıkmalıydım buradan. Kâğıtta yazılanların doğru olmadığını teyit etmek için aşağıya inip evin her köşesine bakacaktım. Ölmemeliydi, ölemezdi! Önce şifonyerin üstündeki telefonumu alıp dolu gözlerle Yağız'ı aradım.

"Aradığınız numaraya şu anda ulaş-"

Operatörün sinir bozucu sesiyle telefonu hızla kapadım. Telefonu neden kapalıydı bunun? Ev halkına şu an bu olaydan bahsetmek istemiyordum çünkü onları uyku haliyle endişelendirmek doğru olmazdı.

Her şeyin bir rüya olmasını diledim. Keşke rüya olsa ve ben bu rüyadan bir an önce uyansaydım. Ama ne yazık ki değildi. Kapıyı hızla açıp kendi kendimi zar zor odadan dışarıya attım. Koridorun ortasında yer alan bir kaç tane abajurdan başka, ortamı aydınlataca kaynak yoktu. Koridorun sonuna kadar hızla koştuğumda, Yağız'ın çalışma odası olduğunu umduğum odaya girdim.

Masanın üzerinde düzenlice koyulmuş dosyalar, bir kaç tane tükenmez kalem ve Yağız'ın olmadığı bomboş bir oda. Göz yaşlarım daha da artarken kapıyı kapattım. Belki burada çalışıyor diye düşünmüştüm ama yanılmışım.

Büyük merdivenlere kendimi attığımda gözümde biriken yaşlar yüzünden etrafımı doğru düzgün göremiyordum. Merdivenin şebekesinden destek aldığımda derin nefesler aldım. Tutunacağım bu şebeke olmasaydı çoktan yere yığılmıştım.

Merdivenleri hızla inerek nihayet salona inmiştim. Ev karanlık ve sessizdi. Yağız'ın burada olmaması evi daha da sessiz kılıyordu benim için. Salonun etrafındaki koltukların çevresinden dolanıp evin kapısına doğru hızlıca ilerledim.

Sakin olmalıydım, kapıya doğru yürümek istiyordum ama titreyen dizlerimden adım atacak halim yoktu. Bu gücü kendimde bulamıyordum. Sağ elimi yanımda bulunan duvara yasladım. Bir müddet bekleyip nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum.

Kalbimin ağrısı, durmadan akan gözyaşlarım, titreyen dizlerim ve düzensiz nefesim... Hepsi çok fazlaydı. Dayanma kabiliyetimi yitirmiş gibiydim. Ama hayır! Dayanmalıydım, Yağız için.

Kendimi zorlayarak kapıya bir adım attığımda kapı kilidinin açılma sesini duydum. Bu saatte kim gelmiş olabilirdi? Bakışlarım kapıdan kimin gireceğine odaklıyken içimden Yağız'ın olması için dualar ediyordum. Nefes alışverişlerim daha da hızlanırken kapıdan onun girmesiyle yere yığıldım. Karanlıktı fakat vücudunun silüetinden tanımıştım onu.

Işığı yaktığında kızarmış kahve gözlerini endişelice üzerimde gezdirdiğinde elimi kalbimin üstüne koydum. Şükürler olsun, yaşıyordu. O ölmemişti. Gözlerimden düşen yaş yanağıma doğru yol alırken Yağız hızlıca kapıyı kapatıp yanıma çöktü.

"Ne oldu sana Erva? Neden ağlıyorsun?"

Çok endişeli ve bir o kadar da sinirliydi. Kâğıdı okuduğumda yaşadığım tramvayı hâlâ atlatabilmiş değildim. Ama okuduklarımın gerçekleşmemesine de bir o kadar mutluydum.

"Söylesene lan! Niye ağlıyorsun?"

Güçlü bir şekilde kolumdan sarsılmamla dudaklarımı araladığımda, yerden destek alıp ayağa kalktım. O da benimle birlikte ayağa kalkmıştı.

İÇİMDEKİ TUTSAK (+18)Where stories live. Discover now