"Burnunun ucu kızarmış" dedi bana bakarken. Elim geri ihtiyari burnuma gitti. Sonra vücuduma dikkat kesildim. Donuyordum resmen.

"Açsana kapıyı, çok üşüdüm" dedim titreyerek. Yeni fark etmiştim vücudumdaki üşümeyi. 

Bıkkın bir nefes verip, kaşlarını çattı ve sonunda kapıyı açtığında hemen arabanın içine girdim. Hakan'da arabaya binip, hemen motoru çalıştırarak klimayı açtı. Ellerimi kollarıma sürterken üşüdüğümü belli eden sesler çıkarıyordum ağzımdan.

"Ne zamandır dışarıdasın" diye sordu tekrar. Ama bu sefer ki ses tonu imayla doluydu.

"Yirmi beş dakikadır" dedim. Vücudum gevşemeye başlamıştı ama çenem hala titriyordu.

"Üşüdüğünü fark edemeyecek kadar neyle doldurdun aklını yine?" diye sordu arabayı hareket ettirirken.

"Amcam" dedim hiç düşünmeden. "Babamın bana bıraktığı kutu amcamda. Ve onunla aram pek iyi değil" Hatta onunla aramda hiçbir bağ olmamasını dilerdim. 

Kısa bir an bakışlarını yoldan çekip üzerime diktiğinde göz göze geldik. Amcamla aramda olanları merak ediyor gibiydi ama kendine yedirip soramıyordu. Benimle ilgili hiçbir şey ilgisini çekmiyordu tabii.

"Senin için zor olacaksa ben alırım kutuyu" dediğinde tekrar tüm dikkatini yola vermişti. Çok hızlı sürüyordu arabayı. Gece olduğundan yollar da boştu.

"Hayır!" dedim birden. Sesim istemeden yüksek çıkmıştı. Onun amcamla konuşmasını hatta aynı ortamda olmasını bile istemiyordum. Eskiden amcamın arkadaşlarıma anlattıklarını dün gibi hatırlıyordum ve bunları Hakan'a da anlatacak olma ihtimali beni germişti. Hızlı giderken bir anda frene basmasıyla öne doğru savrulmuştum. Arabayı durdurmamıştı ama hızı baya bir düşürmüştü.

"Sen karışma lütfen. Ben alırım ondan." dedim tekrar düzene koyduğum ses tonumla. 

Burnundan verdiği nefesle bana sinirlendiğini anladım ama amcamın hayatıma bir daha müdahale etmesine izin veremezdim. Hakan nişanlıydı, başkasını seviyordu. Biliyordum, ama kendi içimde yaşattığım zararsız aşk kıvılcımlarının sönmesini de istemiyordum. Kalbimin en kıyısında yaşamaya çalışan küçük bir umut kırıntısı engelliyordu o kıvılcımların sönmesini.

Hiçbir zaman alevlenemeyecek olan, ama sönmesini de hiç ama hiç istemediğim küçük bir kıvılcım.

Tekrar arabayı hızlandırdı. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yol gittikten sonra önünde durduğumuz yüksek bir  binanın çatısına çıktık. Neden buraya geldiğimizi soracakken,  büyük bir gürültü ve rüzgarla çatıya inen helikoptere ağzım açık bakakaldım. Hakan elini belime yerleştirip hareket etmemi sağladı. Yoksa hala şaşkınlıkla bakabilirdim etrafa. Bazı insanlar gerçekten bu hayatı yaşıyordu. Tam manasıyla yaşıyorlardı.

Araba yolculuğunun yarısında ve tüm uçuşta ikimizin dudaklarından da bir çift kelime çıkmamıştı. Gerginlikle amcamla karşılaşmayı bekliyordum. Amcam, oğlu ve karısı. Sorunsuz bir şekilde işimi halletmek ve bir an önce Ankara'dan gitmek istiyordum.

Helikopter başka yüksek bir binanın çatısına iniş yaptığında, pervanelerinin sebep olduğu rüzgardan korunmak adına Hakan'a doğru sokuldum. O da beni kolunun arasına almış, binaya doğru büyük adımlarla yürümeye başlamıştık. Hâlâ geceydi.

Bina dediğim yerin bir otel olduğunu anlamam uzun sürmedi. Daha önce Hakan ile geldiğim otelin çatısına iniş yapmıştı helikopter.

"Bu otel sizin mi?" diye sordum odaya girerken. İçeri girdik, vestiyere montumu ve çantamı bıraktıktan sonra gayet rahat bir şekilde nostaljik havanın estiği salona ilerledim. Gözlerim o gece kriz geçirip dağıttığım içki dolu dolapta takılı kaldı. Hiçbir şey olmamış gibi yerli yerindeydi her şey. Ne güzel. O geceyi hatırlamakta yersizdi şimdi. Ben de hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ettim.

KARANLIK ŞEHİRTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon