i'm running low on serotonin

142 41 11
                                    

"jeongguk!"

kütüphanenin kapısına ayı gibi girişmediğin kalmıştı taehyung. jeongguk neredesin, jeongguk yanımdan ayrılma, jeongguk, jeongguk..

"ne var be!"

"sonunda.." taehyung elini kalbine götürünce güldüm. "her yere baktım mavi kafa, seni bulamayınca korktum!"

başka bir kitap daha aldım raftan. "her yere baktın mı?"

"nasıl?" kaşlarını çatışını izledim. sonra da gülüşünü. "insanlar yok diye, dünyanın öbür ucunda olacağını düşünmedim." tekrar çattı kaşlarını. "biraz düşündüm aslında."

güldüm. gülüşüm onun tekrar gülmesini sağlamıştı. "sadece bir şeyler arıyorum." dedim ve bir sandalye bulup oturdum. odaklanmaya çalışıyordum.

altı ay geçmişti. saatlerce çaresizce ağladığımız günden bu yana altı ay geçmişti. taehyungla şehirdeki, hayır, bulunduğumuz kıtadaki bütün ülkeleri dolaşmıştık. gittiğimiz yerlerde oyalanmamış, her bölgenin olay başladığında gördüğümüz yer gibi olduğunu görmüştük. insanlar yok, bir hayli sessiz. cevap bulamamıştık. bazı yerlerde elektrikler oluşan arızalara kimse bakamadığı için hepten gitmişti ve ısınmak zordu. hatta bir megafon alıp gittiğimiz yerlerde olmayan insanların sesimizi duyması için bağırmıştık.

hayallerimdeki ülkeleri dolaşmıştım. ama hiçbir zevk alamadan. yalnız olmayı severim dediğim zaman kastettiğim şey bu değildi.

insanlara verilebilecek en büyük cezalardan biri de onları yalnız bırakmaktır. gerçekten her şeyi sorgulayan biri ya her bireyin kendisine has bir özelliğinin olduğunu ve bunu ortaya çıkarmak gerektiğini ya da herkesin iki yüzlü olduğunu düşünüp uğraşa bile değmeyeceğine inanır. ikinci olan ilk zamanlarda nihayet dinlenebileceğim diye sevinir. tek başına uğraşlar bulur. sonrasında bundan sıkılır ama yine de mutludur çünkü sonuçta o çok tiksindiği insanlardan uzaklaşmıştır. hatta bir hayvan bile sahiplenir. artık onların dengesiz tavırlarına kafa yormaktan kurtulmuştur. ya da böyle avutur kendisini. fakat sonrasında delilik dediğimiz duruma gelir. kendi zihninde kurduğu senaryolarla eğlenir, ilk zamanların aksine bu sefer yalnız değildir. dünya artık daha güzel bir yer olmuştur.

sanırım ben ikisinin ortasındaydım. özel insanlar muhakkak vardı, evet, ama bunları dünya hayatımda görebileceğimi düşünmüyordum. daha çok resimlere, fırçalara ve boyalara, manzaralara kapılırdım ve bu da yaşamı katlanılabilir kılardı. bir de ailem vardı ki, onlara göre işe yaramaz sıfatındaydım. ama şu an benim hakkımda ne düşündükleri umurumda değildi. onlardan geriye kalan hatıralar dolusu evde sessizce delirmek değil de, sadece onlara son kez de olsa sarılmak istiyordum. eskiden onları görme isteğimi ertelediğim için şimdi büyük bir pişmanlık duyuyor, her seferinde alenen belirtmekten bıkmıyordum.

tabii taehyung katlanıyordu bana.

ama o günden sonra fark etmesek de bağlanmıştık birbirimize ve de söz vermiştik. birbirimizden ayrılmayacak ve koca dünyada delirmemeye çalışacaktık.

aslında iyi yönleri de vardı. bankalara elini kolunu sallayıp girebiliyordun, marketlere artık parayla girmiyordun, çocuk parklarını istediğin gibi kullanıp, eskiden üne sahip insanların sahip olduklarını alabiliyordun. kilisede bağırarak şarkı söyleyebiliyor, hastanelere girip umursamazca dolaşabiliyordun. hatta şu an istesem yapamayacağım şey yoktu.

ama istemiyordum.

en azından hayvanların yok olmadığı düşüncesi bizi biraz sevindirmişti. ama o sevinç, altı ay boyunca bir kuş sesi bile duyamayışımız yüzünden kursağımızda kalmıştı. hayvanlar da yoktu.

"bak ne diyeceğim."

"jeongguk!"

taehyung'a cevap vermeyerek onu sinirlendirmekten bu altı ayda oldukça zevk almıştım. tanıştığımız gün evlenme yaşına gelmiş takım elbiseli adam o değil gibiydi. daha da çocuklaşmıştı. baya değişmişti sanki?

"efendim?" dediğimde şuursuzca beni süzdü. "kitaplarla ne alıp veremediğin var?"

"cevap arıyorum."

"din kitapları?"

neden olduğunu biliyordu. sorgulamak hoşuna gidiyordu herifin.

gülümsedim. "evet."

"tanrı'ndan umudu kesmelisin." deyip umursamaz bir şekilde arkasındaki duvara yaslandı. "ben keseli birkaç hafta oldu."

"hayatta olmaz. muhakkak din kitapları bize doğru yolu gösterecektir. güven bana. belki de bizim sınavımız budur taehyung."

"ne saçmalıyorsun jeongguk. unutulduk." gözlerini kıstı. "senin tanrı kavramını henüz çözebilmiş değilim fakat eskiden durmadan ismini andığım tanrı, bizim gibi iki vasıfsız insanı bir teste tabi tutmayacak kadar yüce ve merhametliydi."

ellerini salladı havada boş ver dercesine. "yahut o mükemmel tanrı'n arkasına yaslanıp keyifle sürünüşümüzü izliyordur." dedi şakayla karışık. bu söylediğinin üzerinde pek durmadım.

sessizce ona bakmaktan başka bir şey yapmıyordum. yanıma yaklaştı. ellerini masaya koyup üzerime doğru eğildi. "tanrı'n bizi test etmek değil, unutmak istedi."

kahkaha attım. asıl o saçmalıyordu. "kendinle çelişiyorsun. eğer öyle olsaydı bizi unutmaya bile layık görmezdi. belki de biz seçilmiş kişileriz?"

dudaklarına şeytani bir gülüş kondurdu. kafasını sağa sola salladı.

"tanrı tarafından unutulmak çok mu korkunç jeon?"

kaşlarımı çattım, ciddiyetimi korumaya çalıştım. "kıyametin koptuğunu mu söylüyorsun? benim kitabıma göre öyle bir şey olsaydı eğer, kıçını devirerek oturacağın bir yer, ciğerlerine dolduracak hava bile bulamazdın. var olan her şey yok olurdu." kaşlarımı kaldırdım ve kitabı taehyung'un ellerinin üstüne koydum. "tanrı bizi unutmadı ve kıyamet de kopmadı."

"bana göre de şu an seni öpersem kıyamet kopacakmış gibi geliyor." deyip dudaklarını öne doğru büzdü. masadan kitabı alıp yüzüne vurdum. iyice sapıtmıştı. ben burada ciddi bir konu üzerinde çalışıyordum o ise beni ciddiye almıyordu.

"ne için gelmiştin?"

yavaş vurduğum için yüzü acımamış olmalıydı çünkü gülüyordu. "saçımı boyayalım. sen her zaman boyuyorsun. ben de istiyorum."

"ilgimi şimdi çektin."

"tüh, keşke baştan söyleseydim." deyip rolüne devam etti.

hiçbir şekilde onu üzmemeye çalışıyordum. içinde dağlar devrilip volkanlar patlıyordu doğal olarak ama benim gibi her defasında belirtmiyordu bunu. sevgilisini, ailesini, arkadaşlarını henüz unutamamıştı. ara ara geçmişte yaşadığı güzel anıları anlatırdı sadece.

"hangi renk?"

"gri!"

"güzel seçim." dediğimde sevinçle, "maviyle çok uyumlu olur." dedi.

beni mutlu etmişti. "hadi o zaman, bütün marketler ve kuaförler bizim zaten!"

*

pourquoi la mort te fait peur : taeggukTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang