2. Dalda Umut Var

En başından başla
                                    

Her neyse. On sekizinci yaş günüm de bütün olağanlığıyla böylece biterken, en azından uyumadan önce farklı bir şeyler düşüneyim dedim. Hayatımın sıradanlığından uzak bir şeyler... Bunun için bugüne dek yaşadığım en sıra dışı olayları, kalbimi deliler gibi çarptıran anları ve nabzımın hızlandığı her şeyi, her şeyi düşündüm. Kötü geçen sınavlarımın ardından aldığım yüksek notlar da bu dediklerimi yaşamamı sağladığı için zihnimin içinde ayıklama yapmam biraz zor oldu. Neyse ki, kötü geçen sınav ve iyi not alma haricinde olanlar bir su bardağı pirincin içinde bana sırıtan üç çakıl taşı kadar seyrekti.

İlk heyecanım kesinlikle hayvanat bahçesi gezimdi. İlkokul beşinci sınıftaydık, Artvin merkeze gitmiştik, orada gördüğüm fil ve aslan kadar beni etkileyen başka bir varlık daha olmadı. Uzun bir süre ama epeyce uzun bir süre aklımda kalan manzaralar ve hayvan figürleriyle avunabildim. Geceleri yatmadan önce onları düşünüp ikinci bir hayvanat bahçesi gezisi yapabilmenin hayalini kuruyordum. Sonra sonra aynı hayallerden sıkıldım, bir daha hayvanat bahçesine de gitmedim zaten. Anneme kalsa beni götürürdü ama annemin tek başına Artvin'e gittiği görülmüş şey değildir. Babam da dedem "he" demeden ardına annemi takıp yola çıkamaz. Dedeme hayvanat bahçesine gitmek istiyorum desem bana ahırın yolunu gösterir. Tamam Nazlı da beni mutlu ediyor ama nihayetinde bir inek için heyecan duymam pek de olası değil. Nazlı doğururken heyecanlanıyorum. Buzağılar da sevimli hayvanlar ama bir fil kudretinde değiller. Merada koşturan keçileriyse sevmiyorum. Ebleh ebleh bakıyorlar, laftan sözden anlamıyorlar, biraz da ahmaklar. Kokularına hiç değinmeyeyim.

Sıra dışı listemin bir diğer meselesi yıldırımlar ve gök yüzüydü. Bu benim hatırlamaktan hoşnut olduğum bir anı değil ama unutmayı da başaramıyorum. Ne zamandan kalma bir anı derseniz onu da bilmiyorum ama babaannem o zamanlar sağ olduğuna göre, hayvanat bahçesinden önce olmalı. Yani on yaşımdan önce. Kış olduğunu da hatırlıyorum çünkü sırtımda kalın bir yelek vardı. Bir ışıkla gecenin gündüzden bile aydınlık olduğunu hatırlıyorum. Bu öyle bir ışıktı ki, gören gözü kör edecek kudrette, kör gözü ise hasret olduğu ışığa erdirecek mertebedeydi. Daha biz, ev ahalisi olarak ne olduğunu anlamadan kulaklarımız çarpılmıştı. Gök gürültüsü sesiydi bu ama İsrafil'in sûr'undan farklı bir ses de değildi. Gök yüzü kırılıp orta yerinden ayrılmış olsa gerekti. Akabinde gelen bütün o patırtılardan gökten düşen gök parçaları olmalıydı. Çocuk aklım böyle buyurmuştu. Ama işin aslı eve düşen yıldırımdı. Sahanlık birkaç saniye içinde alev aldı, sonrası turuncu alevlerle karışık sesler olarak kaldı hafızamda. Yangın büyüyüp kendini komşulara duyurmasa biz bir evin içindeki üç beş insan olarak onunla baş edemezdik. Her ne kadar ben sırtımdaki yelekle ağlaya ağlaya annemleri taklit etsem de, bir dirhem ateşi bile söndürmediğime eminim. Ciğerime dolan dumanları da unutmadım. O gün bugündür gök gürlerse uyuyamam. Gök gürültüsünü yıldırım takip ederse ağlarım. İkisi birden peş peşe gerçekleşiyorsa sakinleşmem zordur, yatağımda duramam, penceresiz herhangi bir yerde yere çöker ve fırtınanın geçmesini beklerim.

Bir gün zengin olursam, -evrene doğru mesajlar vermek adına düzeltiyorum- zengin olduğum zaman iyi bir psikolog bulup bu meseleden kurtulmayı düşünüyorum. Çünkü psikoloji dersimizde iyi bir hipnozun her şeye kadir olabileceğini öğrendik. Kolay bir şey değilmiş ama mümkünmüş. Kısacası paranın halledemeyeceği hiçbir şey yok. Bu anıyı bir gün unutacağım.

Hayatımın en sıra dışı olayı budur ama hatırlamak neye yarıyor ki? Hele ki bir doğum günü gecesinde bunu düşünmek ne saçma şey. Neyse ki bu heyecan listesine bir anda damga vuran bir mesele var. O da İstanbul. Üniversite. O kampüste, o, kantin denilen ama bence benim gördüğüm en büyük kafeterya olan yerde yaşanan her şey. Döndükten sonra günlerce uykumu kaçıran şeyler. Bize bütün okulu gezdiren küpeli çocuk gözümde öyle havalı biriydi ki gözümü ondan, kulağımı anlattıklarından ayıramamıştım. Ta ki kantine adım atana kadar. Orada olanlar, gördüklerim, duyduklarım öylesine bana uzak ve yabancıydı ki! Buna rağmen kalbimi nasıl bu kadar yerinden oynattı onu da anlamıyorum.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin