♧8♧

241 37 10
                                    

700 Kelime. İyi okumalar...

Başımı arkaya çevirip koridorun diğer ucunda alt kata inen merdivenlere bir bakış attım. Asansör çalışmadığına göre telefonu inip kendim almalıydım!

Koridor boyunca yürürken nedense içimde tuhaf bir his baş göstermeye başlamıştı. Huzursuz hissediyordum. Evde tek olmadığımı bilsem bile bu yoğun sessizlik bilinç altımı aksine ikna ediyordu. Bu oldukça tuhaf bir şeydi. Anlatması zordu. Üzerinde durmayıp dikkatimi önümdeki yola verdim.

Merdivenlere vardığımda karanlığa doğru temkinli bir bakış attım. Bu sırada oturma odasındaki büyük sarkaçlı saatin tıkırtıları kulağıma geliyordu. Yerimde rahatsızca kıpırdanmamın ardından merdivenleri teker teker inmeye başladım. Bu evin akşamları bu kadar ürkütücü olduğunu bilmiyordum doğrusu.

Son basamağa indiğimde üst kattan gelen ışığın zar zor aydınlattığı bir noktadaydım. Önüm göz alabildiğine karanlıktı. Bu basamakta biraz daha bekledim. İçimdeki huzursuzluk hissi katlanarak artıyordu. Bir ara yukarı çıkıp Ada'yı çağırmayı düşündüm. Ama hayır. Bana 'karanlıktan mı korkuyorsun yoksa bebek' der, ölene kadar bunu her fırsatta kafama kakardı. Sam'e hiç gitmezdim zaten haşa!

Kendi kendime omuz silkip karanlığın içine dalarak elimle duvarda anahtarı araya araya ilerlemeye başladım. İçimde saçma bir his baş göstermişti. Bu his anahtarı bulamadığım her saniye kalbimin daha da hızlanmasına sebep oluyordu. Açıklaması nasıl olur bilmiyorum ama biraz önce üst katta yalnız hissederken şimdi burada karanlıkla çevriliyken bu duygunun tam aksini yaşıyordum. Evet çok saçma olduğunu biliyorum ama... sanki az ileride biri varmış ta her an üzerime atlayacakmış gibi hissediyordum. Sertçe yutkunup elimi duvarda sürümeye devam ettim. Lanet anahtarın buralarda bir yerde olması gerekmiyor muydu?

Ayaklarımı yerde sürüye sürüye ilerlerken mutfağın olduğu taraftan gelen küçük bir tıkırtıyla yerimde dondum. Sesi duyar duymaz sırtımdan aşağı soğuk bir titreme inerken nefesimi tuttum. Beynim her ne kadar evin eskiliğinden dolayı bu tür sesler çıkarmasının doğal olduğunu haykırıyor olsa da kendimi duvara iyice yapıştırıp bekledim.

Tuttuğum nefesimi yirmi saniye sonra yavaşça geri verdim. Sesler kesilmişti. Rahatlamış kafamla biraz önceki halime gülmeye başladım içimden. Tam o sırada elim plastik anahtarın üzerine düşünce ufak bir klik sesiyle tavandaki avizenin ışığını yaktım. Birden hücum eden ışıkla gözlerim ilkin biraz kamaşsa da, göz bebeklerim nihayet ışığa adapte olduklarında kendimi duvardan ayırıp mutfağa yürüdüm.

Mutfak yine tıpkı dün olduğu gibi evin diğer bölümlerinden çok daha soğuktu. Kollarımı vücuduma sarıp hızlı bir şekilde asansöre yürüdüm. Bir an önce telefonumu alıp odama koşmak istiyordum. Esinti olmamasına karşın biri dondurucunun kapağını açık unutmuş gibi buz kesen hava çıplak uzuvlarıma değip titrememe sebep olmaya başlamıştı.

Servis asansörüne yaklaşıp içine göz attım.

Hayır!

Yumruğumu üst üste sertçe çağırma düğmesine indirdim. Asansör beklediğim gibi kıpırdamamıştı bile. Hayır, telefonum burada değildi. Arkama dönüp bakışlarımı bodruma inen ahşap kapıya çevirdim. Telefonum aşağıdaydı.

Soğuktan titreyen bacaklarımı oynatıp kapıya doğru ağır ağır adımlamaya başladım. İçimde yeniden baş gösteren huzursuzluk duygusunu görmezden gelip yürümemi sürdürdüm. Basit bir bodrum katına inmekten korkacak yaşı geçeli çok olmuştu. Yirmi dört yaşında bir birey olarak kendimden utanmalıydım. Doğrusu buydu değil mi? Evet!

Soğuğa rağmen terlemeye başlayan elimi kapının kulpuna götürüp parmaklarımı pirinç kaplamanın etrafına doladım. Şimdi kapıyı açıp, aşağı inip telefonumu alacaktım. Bu kadar basitti. Endişemin tek sebebi evin sessizliği ve yalnız olmamdı. Evet. Ortada boş yere endişelenecek hiç bir şey yoktu.

Kendi kendimi telkin ede ede parmaklarımı doladığım kulpu usul usul sağa doğru döndürdüm. Tam o sırada derinden gelen bir uğultu sesiyle yerimden sıçradım. Endişe ve korku hissiyle başımdan başlayan bir karıncalanma omurgam boyunca ilerlerlerken arkamı dönüp telaşlı gözlerle çevreyi inceledim. Sesin kaynağını fark ettiğimde bu endişe ve korkum anında iç rahatlığına dönmüştü. Uğultu şu anda karşımda duran servis asansöründen geliyordu. Telefonumun siyah kasasını gördüğümde gülerek oraya koşup, kapağı açarak soğuk cihazı elime aldım. Asansör büyük ihtimalle takılmıştı. Ben buraya gelip basınca da... Her neyse mühendis falan değildim ve telefonumu aldığıma göre artık odama dönebilirdim. İçimde bunun mutluluğuyla ışığı kapatıp mutfaktan çıktım ve merdivenlere doğru yarı koşarak ilerlemeye başladım.

Salonun ışığını da söndürüp daha ilk basamağa adımımı atmıştım ki üst kattan gelen ayak sesleriyle kendimi durdurup kulak kesildim. Çok geçmeden Ada yukarımda belirmişti.

"Bulut orospu çocuğu musun sen?"

Bana alev saçan gözlerle bakan kızın söylediklerini duyduğumda ağzım şaşkınlıkla açılmıştı.

"Ne oluyor ne yaptım ki ben?"

Bana tip tip bakıp yumruğunu merdiven korkuluğuna indirdi.

"Salak mısın oğlum sen? Bu saatte arayıp arayıp bir de ne yaptım diye soruyor tövbe ya."

Dediklerinden bir şey anlamamış bir vaziyette ona bakmayı sürdürdüğümü gördüğünde kafasını iki yana sallayıp görüş açımdan çıktı. Ayak seslerinin de kaybolmasının ardından gözlerimi elimdeki cihaza çevirdim. Aceleyle ekran kilidini açıp arananlar menüsüne girdim... Ada haklıydı... Telefonumun ekranına göre onun numarası beş dakika önce tam üç defa aranmıştı.

THE FALL (BOYxBOY) -TAMAMLANDI- (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin