Lovecraft'a Doğru

1.1K 52 24
                                    

İyi okumalar...

"Tipe bak lan." Yanımda oturan Ada'yı dürtüp, burnumla kaldırımda yürüyen kapüşonlu çocuğu işaret ettim. "Bu kasabadaki her erkek böyle tipsizse yandık demedi deme."

Ada işaret ettiğim çocuğa kısa bir bakış atmasının ardından burnundan gülüp cevapladı.

"Buldun da bulanıyor musun?"

Ben onu azarlayacakken Sam arkadan uzanıp tek kolunu omzuna koyarak at gibi kişnedi.

"Naz yapma lan gel yatalım dese balıklama atlarsın."

Omzumdaki kolu itip dikiz aynasından sırıtan yüze sert sert baktım.

"Çocuk seni arabadan indirir, en yakın ormana sokar,... gerisini de sen düşün."

Dediğime hiç aldırmamış gibi uzanıp beni yanağımdan öptükten sonra koltuğuna geri gömüldü. Şerefsizin tekiydi. Adi mahlukat, ürün olsa ancak bimde satılacak kadar adiydi. Ama en yakın iki arkadaşımdan biriydi işte. Mecburen katlanıyordum sürtüğe.

"Bak senin için tüm planlarımı iptal ettim değerimi bil."

Gözlerimi abartılı abartılı devirdim. Adamın fakir götünü babaannemin lüks malikanesinde bir iki gece kalması için davet etmiştim hala nankörlük taslıyordu.

"Yeter ama bak cidden arabadan atıcam seni."

Kollarını göğsünün üzerinde bağlayıp yüzüne sahte bir somurtma yerleştirdi. Görünüşe bakılırsa atışmaya devam etmek niyetindeydi ama yanımda oturan Ada "bi susmadınız ya yeter" diye homurdanınca kendini tuttu.

.

Jeep'imi evlerin seyrelmeye başladığı yol boyunca sürerken gps'ime göz attım. Babaannemin evine nereden baksan on beş kilometre daha vardı. Telefonumu ses sistemine bağlayıp bir Whitney Houston şarkısı açtıktan sonra camı indirip kolumu dışarı sarkıtarak serin, ıslak toprak ve çürümeye yüz tutmuş yaprak kokusunun birbirine harmanlandığı tatlı kokusuyla son bahar rüzgarı yüzümü yalarken son hız sürmeye başladım.

İstikametimiz babaannemin baba tarafından kalma eski malikanesiydi. Babaannem normalde de gelmem için ısrar ederdi fakat son zamanlarda bu ısrarlar baya arttığından ben de hazır üniversitem tatile girmişken bunu biraz başımı dinlemek için bir fırsat bilip nihayetinde kabul etmiştim. Sonuçta kadını dedem öldüğünden beridir görmüyordum. En yakışıklı torununu özlediğinden dolayı onu suçlayamazdım tabi. Yanımdaki iki sürtüğü de ben orada kalırken bana eşlik etsinler diye peşimden sürüklemiştim. Maceracı tiplerdik. Mağara keşfi ve kamp yaparız vaatlerinde bulununca sazan gibi atlamışlardı hemen. İyiki de de atlamışlardı ama. Her ne kadar kafa dinlemek istesem de sosyal bir varlık olarak dağın başındaki koca evde kendi kendimi yiyip şeker komasına girebilirdim sonra!

.
.

Evi çevreleyen ormandan sıyrılıp, nihayet bahçe kapısının önüne varmamız tam yarım saatimizi almıştı.

"Vayyy amk tıpkı filmlerdeki gibi."

Arkama dönüp ağzı açık Sam'a göz kırptıktan sonra arabadan atlayıp kapıya doğru koştum. Kapılar kapalıydı ve bu iki fahişeden istesem kalkıp kendileri açmazlardı. O yüzden boş yere başımı ağrıtmaktansa kendi işimi kendim yapmaya karar vermiştim. Ne demişler, her koyun kendi bacağından asılır... Bu söz duruma pek uymadı ama neyse. Aklıma bir tek o geldi ne yapayım.

Burnuma dolan temiz havayı hunharca içime çekip, serin rüzgar yüzümü yalarken gözlerimi kapatıp etrafımdaki doğal yaşamın seslerini dinlemeye verdim kendimi. Birkaç günümü böyle huzur ve sükunet içinde geçirecek olmanın düşüncesi beni birden mutlu etmişti doğrusu.

"Kafayımı yedi lan bu?... Ada kornayı çal transa girdi hayvan."

Arkamdan bağıran adama koca bir orta parmak çekip, yer yer paslanmış, yaprakları dökülmüş sarmaşıklarla dolu kapıları geri ittikten sonra arabaya geri yürüdüm. Buraya gelmek iyi bir fikirdi ama ne yalan söyleyeyim, yanımda bu mendeburu getirmekten daha şimdiden pişmanlık duymaya başlamıştım.

Koltuğuma yerleşmemin ardından aracı açık kapılardan içeri doğru sürdüm. Lastikler yumuşak topraktan çıkıp çakıllı yola girdiklerinde gıcırtılı sesler çıkarmaya başlamışlardı. Ne yalan söyleyeyim bir anda kendimi 1800'lerdeymişim gibi hissetmeye başlamıştım. Atmosfer ve çakılların tekerlerin altında çı-

"Şimdi yanlış anlama ama babaannen ölürse bu ev sana mı kalacak?"

Düşüncelerimi bölen Ada'ya tip tip baktım. "Salak mısın Ada? Kadının üç çocuğu, onların da kendi çocukları var. Koca arazinin hepsi bana nasıl kalsın?"

"Ay sana da bir şey sorulmuyor be." deyip önüne dönünce ben de içimden 'o zaman adam gibi soru sor beyinsiz göt' diye homurdanıp, dikkatimi önümüzde yükselen yapıya verdim. Yapraksız dalları mızrak gibi göğe doğru uzanan ağaçların çevrelediği konak tıpkı hatırladığım gibiydi. Bakışlarımı sayısız camlarda dolaştırdım. Çocukken buraya geldiğimizde o camları nedense hep evin gözleri olarak hayal ederdim. Devasa ahşap giriş kapısı da ağız oluyordu tabi. Bakışlarımı evin çatısına çevirip bu sefer gargoyle'ları aradım. Evet, hala oradaydılar. Küçükken bu çirkin heykellerden köpek gibi korkardım. Ne bileyim canavar gibi görünürlerdi. Bunu babama söylediğimde bana hep şöyle derdi. "Korkuyorsan bakma o zaman oğlum bu kadar basit." Mantıklı adam.

Verandaya çıkan merdivenlere yanaştığımda aracı durdurdum. Sağımızda, arka bahçeye giden yolda birbirinden yirmi metre kadar uzaklıkta biri eski, biri yeni iki araç daha park edilmişti. Eski olanın evin bakımını yapan şahsiyete ait olduğunu tahmin edebiliyordum ama yeni olanın kime ait olduğuna dair bir fikrim yoktu.

"Hadi sürtükler ne bekliyorsunuz?"

Sorum üzerine evi hayranlıkla izleyen ikili homurtulu homurtulu bir şeyler mırıldanıp kapıları açarak araçtan indiler. Ben de onları takip ettim.

Dışarı adım attığımda biraz önce yüzümü yalayan rüzgar şimdi bildiğin ısırmaya başlamıştı. Havanın aniden kararmasına bakılacak olursa yağmur yağması yakındı. O da güzeldi. Yağmuru hep sevmiştim. Ceketimin fermuarını çeneme kadar çekip, ayaklarımın altındaki yaprakları çatırdatarak bagajdan bavulları çıkaran Sam'e doğru yürüdüm. Nihayet herkes kendi malını kapınca aracı kilitleyip merdivenlere doğru koştum. Zengin müşteri bulmuş bir bitch gibi heyecanlıydım. Kapıya vardığımda iki yana yerleştirilmiş aslan heykellerinden sağdakinin başına bir şaplak atıp, ardından kafam kadar olan bronz tokmağı kavrayarak üç defa kapıya indirdim. Zili de çalabilirdim tabi ama eski usulü tercih etmiştim. Buna bir açıklamam yoktu. Sadece keyfim öyle istemişti.

Bir dakikalık beklemenin ardından kapı açıldı ve... ay anam!
...

"Henry?"

En büyük halamın oğlu bana gülümseyip elini uzattı.

"Merhaba Bulut. Hoşgeldin."

İsmimi telafuz edemeyişini, aksanını yediğim... Lan bu çocuk ne ara bu kadar şey olmuştu? Şey'den kastım seksiyakışıklıuzunkaslı... of beni bir sıcaklık bastı.

Bavulumu yere bırakıp uzattığı elini görmezden gelerek boynuna atladım. Şaşırmıştı ama karşı gelmemişti. Bir süre öyle kalıp ardından kendimi geri çektim ve başımı kaldırıp yakışıklı yüzünü tekrar süzdüm. Hay şerefsiz! Bildiğin evrim geçirmişti. Millet larvadan kurbağaya dönüşürken bu bildiğin direkt prensliğe atlamıştı.

Henry o seksi sesiyle arkadaşlarıma da hoş geldiniz dedikten sonra bavulumu alıp içeri doğru ilerledi. Adam bir de centilmendi ya! Bunu yerdim ben.

Ada yanıma yanaştığında kulağıma eğilip sordu.

"Noluyor lan?"

Genç kıza dönüp sırıtarak fısıldadım.

"Kızım afet olmuş bu. Ben buna veririm!"

Burnunu kırıştırıp gözlerini devirdi.

"Orospusun oğlum sen."

Sırıtmamı daha da genişletip kolumu omzuna attım ve yanıtladım.

"Kıskanma bebeğim."

***

Lütfen oylayıp, yorum yapmayı unutmayalım.

THE FALL (BOYxBOY) -TAMAMLANDI- (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin