Episode 4: Point Of No Return

50 6 2
                                    

St. Louis, Missouri, Birleşik Devletler

13 Aralık 2017 - 19.22

2038 North Geyer Road, Frontenac, 63131 Missouri, Saint Louis

Çoğu insan sesin içinde olmaktan hoşlanmaz. Kalabalık ortamlarda, çocukların arasında bulunmak istemez. Bu kişilere nedenini sorduğunuzda size vereceği cevap asla şaşmaz: çok ses var ve başımı ağrıtıyor. Ah, evet, bu herkesin başına gelir ve bazen seslere daha fazla katlanamadığımızı hissederiz. Ama düşündüğümüzde... Hangisine dayanmak daha zordur? Sese mi, sessizliğe mi? İnsan, aklına üşüşen düşünceleri ile başbaşa kalana dek sürekli sessizlik istediğini söyler. Sesten bıktığını ve kafa dinlemek istediğini...

Şu an Paynelerin evinde, salonda yemek masasında oturanlar da bu düşünceye sahipti. Ta ki son yaşadıkları olaya kadar... Şimdi herkes sessizdi. Kimse konuşmuyordu ve sonunda istedikleri o sessizliğe kavuşabilmişlerdi ancak daha mı iyi hissediyorlardı? Hayır. Aksine, bu his daha kötüydü. Çünkü asıl ses, sessizlik olduğu zaman başlardı. Tüm düşünceleriniz bir çığ gibi aklınıza düşer ve sizi altına alır, çıkmanıza müsaade etmezdi. Farkında olmadan bile o kadar çok konu hakkında düşünürsünüz ki, hepsinin sesi birbirine karışır ve kendinizi deliriyor gibi hissedersiniz. Hangisini dinlemeniz gerektiğini veya bundan kurtulmak için ne yapmanız gerektiğini bilemezsiniz. Ve işte o an asıl çaresizliğin ne olduğunu tatmış olursunuz. Köşeye sıkışmanın, çıkmaz bir sokağın sonuna gelmenin, karanlığın içinde kaybolmuş olmanın nasıl bir hisse benzediğini anlarsınız.

Etrafınızda ne kadar insan olursa olsun aslında tamamen yalnız olduğunuzu fark edersiniz çünkü attığınız onca çığlığı kimse duymaz. Birinden bir yardım eli beklerken ve dikkat çekmek için çırpınırken tek yaptığınız kendinizi boş yere yormak olur çünkü sonuç alamazsınız.

Liam'ın yapmaya çalıştığı şey tam olarak buydu. En yakınından, annesinden ona bir yardım eli uzatmasını ve onu bu kabustan çekip almasını her şeyden çok istiyordu ama kabustan uyansa bile hissettiklerinden kaçamayacağını biliyordu. Tek suçlunun kendisi olduğunu biliyordu. Her şey için pişmandı. Birini öldürmüştü; bunun ötesi yoktu. Arkadaşlarının bu işin içinde olmasına sebep olduğu için de kendisinden nefret ediyordu. Belki belli etmiyordu ancak içinde fırtınalar kopuyordu; yüreği parçalanıyor, çoğu zaman nefes alamadığını hissediyordu. Gözlerini her kapadığında karşısında o an bir video izler gibi başa sarıp oynuyordu, hem de her seferinde. Tanrı biliyor ya, ölmek istiyordu.

"Yeter artık." Anne, dakikalardır elinde tutup buruşturduğu peçeteyi önündeki boş tabağa attı. Bağırmamıştı ancak o derin sessizlikte konuşması, dikkati üzerine toplamasına neden olmuştu. "Bu, hayatınızın sonuna kadar bu şekilde devam edemez." Derin bir nefes alıp bakışlarını karşısında oturan gençlerde gezdirdi tek tek. "Kaderin önüne geçemezsiniz. Geoff'u duydunuz. Siz orada olmasanız bile o, aynı sonu yaşayacaktı." dedi ve yalvaran gözleri en son oğlunun buğulu, yeşil gözlerinde durdu. "Sizi böyle görmeye dayanamam."

"Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edemeyiz. Bu hafife alınacak bir durum değil." dedi, Niall.

Liam, başını iki yana sallayarak sandalyesini aniden geri itti ve ayaklandı. "Sizin hiçbir suçunuz yok." diyerek arkadaşlarını gösterdi. "Siz beni uyardınız ama ben... Ben bilmiyorum! Ne olduğunu bilmiyorum, o an sizi duymadım bile ve... Her şey çok hızlı oldu. Tüm suç benim ve sizin de hayatınızın mahvolmasına göz yumamam." Liam, dakikalardır tutmaya çalıştığı gözyaşlarını serbest bırakırken güç alabilmek için kalktığı sandalyeye tutundu. "Tanrı aşkına, hiçbir şey yapmadınız! Benim yüzümden hayatınızı karartamazsınız."

State Of GraceWhere stories live. Discover now