Bölüm Elli Yedi - Büyük Oklar Derin Yaralar

Start from the beginning
                                    

Canımın acısını önemsememeyi denedim, koşmalıydım.

Yetişmem gereken bir yer vardı.

Soğuktan birbirine çarpan dişlerime aldırış etmeden ayağa kalktım. Ayakkabım yoktu. Parmaklarım su toplamış, şişmiş, kızarmıştı. Soğuktan uyuşmuşlardı.

Ama koşmam gerekiyordu.

Yutkundum.

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi sıkıca yumup açtıktan sonra tekrar bitap bacaklarımı hareket ettirerek yeniden koşmaya başladım. İri ağaçların arasından yürüdüm, köprüsüz, soğuk derelerde yürüdüm, sağa döndüm, sola döndüm. Düştüm, kalktım, düştüm, düştüm ve kalktım.

Nihayetinde karşıma çıkan şey bir tepe oldu. Tepenin ardından birtakım uğultular duyuluyordu, ulaşmam gereken yerin orada olduğunu anladım ve hiç beklemeden çıplak ayaklarım, buz tutmuş ellerimle tepeye tırmanmaya başladım. Rahat bir nefes, sıcak kıyafetler için deliriyordum ve tüm bu ihtiyaçlarım tepeye tırmanınca karşılanacakmış gibi hissediyordum. Ellerimle tuttuğum her taşı bir öncekinden daha güç kavrıyordum. Zirveye ulaşmaya yaklaştığımda uğultular daha net bir hâl aldı.

Zirveye çıktığımda önce Varilok Sarayını ardından sarayın avlusunda bekleyen kalabalığı gördüm. Daha fazla gücüm olmadığından oturdum, soluklandım. Biraz o şekilde kalabalığı izleyedurdum. Halk, ellerini kaldırıp indirerek sloganlar atıyordu. Dizlerimi kendime çektim ve kollarımı dizlerimin üzerine koyarak gözlerimi kıstım, daha dikkatli dinlemeyi denedim. Ne istediklerini çözmeye çalışıyordum.

Biraz sonra sesleri daha net işittim.

"İnfaz!"

"İnfaz!"

İnfaz!"

Kaşlarımı çattım. Kimin infazını istediklerini anlamaya çalıştım. Sarayın kapısına odaklandı gözlerim bu defa herkes gibi. İki muhafızın koluna girip adeta sürükleyerek dışarı çıkardıkları pantolonu giyinik ancak gövdesi çıplak olan adamı seçtim. 

Adamı seçtim ve nihayet onu bulduğumda kalbimin kasılmasını hissettim.

Muhafızların sürüklediği kişi Alaz'dan başkası değildi. Halkın infazını istediği kişinin de Alaz olduğunu anlamam gecikmedi. Öfkeli kalabalık sevdiğim adamı yuhalayıp ellerindeki taşları bedenine fırlatırlarken "Hayır!" diye bağırdım. "Durun!" Neredeyse çığlık attım. "Alaz!"

-Birkaç Gün Önce-

Liva'yla, kana susamış iki aslan misali birbirimize bakıyorduk.

Hayır, kavga etmek amaçlı değil.

Eğitimde kılıç gibi kullandığımız sopa evresine geçmiştim nihayet ve bu aşamada Alaz herkesten kapacağım başka bir şey olabilir düşüncesiyle ara ara eğitmenlerimi değiştiriyordu. Bugün sıra Liva'daydı ve itiraf etmeliydim ki onunla dövüşürken dikkatimi bu işe daha çok verebiliyordum.

Çünkü Alaz...

Alaz'dı işte.

Dengemle oynuyor, iyi yapacağım bir şey varsa bile tek soluğu kafamı allak bullak ettiğinden bazı zamanlar yapmam gereken şeyi unutuyordum. Ve bu kötü bir şekilde olmadık zamanda yere kapaklanmama neden oluyordu. Elbette sadece bende olmuyordu, birkaç gün önce Alaz'ı gevşetme hamlemle birlikte dağ gibi adamı yere devirmem henüz dillerden düşmüş değildi. Hizmetlilerin bu konu hakkında konuşmaya devam ettiklerini işitiyordum, ayrıca Kuray da ima yapmaktan henüz vazgeçmemişti.

KARANLIĞIN ŞEHRİWhere stories live. Discover now