8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"

Start from the beginning
                                    

Isırgan... Bu isimde bildiğim tek şey bir çeşit bitkiydi.

Perla anlamadığımı fark etmiş olacak ki, açıklama gereği duydu. "Küçük yeşil böceklerden bahsediyorum. İlk bakışta zararsız görünürler ama tenine temas ettiği an deli gibi kaşınmaya başlarsın. Ormanın içinde bir nehir var, o nehre girmeden kaşıntı dinmez ve inan bana mahvedicidir."

"Sana hiç dokundular mı?"

"Hayır, bana dokunmadılar ama... Efraim'in başına gelmişti bir süre önce." Ondan bahsederken dudaklarında hoş bir tebessüm yer etti, nedenini biliyordum. "Onun o çikolata teni bile nasıl kızarmıştı, bir görsen." Tebessümünü henüz fark ederek yüzünden sildi. "Ah, seni aç aç lafa tutuyorum. Beni takip et."

Çıkmak için kapıyı açtı ancak yerimden kıpırdamadığımı fark edince omzunun üzerinden bana baktı. "Merak etme, evde biz kızlardan başka kimse yok. Mirel hala uyuyor."

Sanırım açlık konusunda dayanma gücümün son raddesine gelmiştim. Perla'nın peşine takılıp girişe ilerledim. Dediği gibi Mirel koltuklardan birine hala uyuyordu ve karşı koridoru kapatan tahta kaldırılmıştı. O koridorun sonunda bulunan mutfağa ulaşmadan evvel Perla'ya yüzümü yıkamak istediğimi söyledim. Kapılardan bir tanesini açtım ve banyo olduğunu tahmin ettiğim yere girdim. Evin diğer kısımlarının aksine burada her detay bembeyazdı. Beyaz, parlak bir zemin, beyaz duvarlar ve geniş banyonun tam ortasına konumlandırılmış beyaz bir küvet... Oldukça konforlu görünüyordu. Açlık sinyalleri veren mideme kulak vererek oyalanmadım. Yuvarlak ve fazlasıyla büyük olan aynanın hemen altında bulunan lavaboya yaklaştım, yüzüme defalarca su çarptım. Islak ellerimi saçlarımdan geçirirken, aynadaki aksime mutsuzca baktım. Üzerimde hala Mirel'e ait olan siyah pantolon, kazak vardı ve yer yer kirliydiler. Küçüldüğünü gözlemlediğim gözlerimin altı çökük ve yorgun görünüyordu. Her zaman zayıf bir kız olmuştum ama yanaklarımın bu denli içe çöktüğü başka bir zamanı hatırlamıyordum. Her zaman kırmızı görmeye alışık olduğum ince dudaklarım bile solgunlaşmıştı. Omuzlarım düşük, duruşum eğri görünüyordu.

Kendime gelmeliydim!

Yüzüme biraz daha su çarptıktan sonra parmaklarımla saçlarımı taradım. Dik bir duruşla banyodan çıktıktan sonra mutfakta beni bekleyen Perla'nın yanına gittim.

Sağ duvardan sol duvara kadar aralıksız devam eden mat siyah mutfak dolaplarının birini açıp diğerini kapatıyordu. Hızlı bir şekilde ada tezgaha üzerine iki kişilik servis açtı. Bu mutfağa ilk girişimde yaşadıklarım bir sis bulutu gibi gözlerimin önünden geçerken, Perla tezgahın etrafından dolanıp, mutfak kapısının sol yanında kalan duvara yaklaştı. Kapının her iki yanındaki duvarda kulplar vardı ve o kulpları ilk gördüğümde de ne işe yaradıklarını merak etmiştim. Sanırım birkaç saniye içinde cevabı alacaktım. Perla kulpu kavradı, yavaşça kendine çekip bıraktı. Duvar beklenmedik bir şekilde titredi ve kocaman, dikdörtgen bir parçası yerinden uzaklaşarak havaya kalktı. Geride bıraktığı boşluktan soğuk buharlar taşarken, içerisinde üç taş rafın olduğunu gördüm. Perla raflardan aldığı yiyecekleri benim şaşkın bakışlarımın arasında önümdeki tezgaha bıraktı. Ardından hafifçe zıplayarak kulpa dokundu ve o garip boşluğun kapanmasına izin verdi.

"O... O ne?"

Perla cam çaydanlıktaki yeşil ve sıcak sıvıyı bardaklara doldururken, "Anlayamadım," dedi. "Merak ettiğin ne?"

Şu an da sıradan gibi duran gri duvarı gösterdim. "Az önce yaptığın şeyi soruyorum. O duvarın arkasında..."

Aynı şaşkınlık Perla'nın yüzüne yerleşti. "Soğutucu. Lenoran da yok mu?"

KIZIL GECE +18Where stories live. Discover now