𝟕

331 52 15
                                    

Aralık ayının son günleri yaşıyor olmamıza rağmen yatağıma düşen güneş ışıkları ile uyanmak garipti. İçimde ne olduğunu bilmediğim ancak oldukça huzurlu bir his oluşmasını sağlıyorlardı. Sıcak ve rahat yatağım kulağıma akşam olana kadar yatmamı fısıldasa da yataktan zorlukla kalktım. Terliklerimi giyip, yatağımın karşısındaki duvarın en solunda kalan tuvalete ilerledim. Odadaki tüm ahşap mobilyalar gibi özel olarak ceviz ağacından yaptırılmış, koyu kahve kapıyı açıp içeri girdim.

Aynadaki yansımama bakmam ile yüzümü buruşturmam bir olmuştu. Parlak, koyu sarı ve omzumun üç - dört parmak altında biten, yataktan yeni kalktığım için dağılmış saçlarımı sertçe taramaya başlamıştım. Çok geçmeden saçlarım kabarmış, sinirle oflamama neden olmuştu.

Bir de göz altlarım vardı... Zaten her daim mor olan göz altlarım, yolculuk nedeniyle bozulan uyku düzenimden destek alarak daha da morarmış, hasta gibi gözükmeme neden olmuştu.

Normalde görüntüm gerçekten umrumda değildi. Zaten oldukça güzel bir yüze sahiptim ve her şekilde giderim vardı. Ancak 16 yaşımdan beri görmediğim anneannemin yanına gidecektim ve mükemmel derecede sağlıklı ve güzel gözüküp, onu mutlu etmek istiyordum.

O yüzden odamdaki komodine doğru neredeyse koşarak ilerlemiş, ikinci çekmecedeki çantayı elime almıştım. Annem vefat edince her şeyi bana kalmıştı ve şu an bana kalan makyaj malzemeleri ile güzel gözükmeye çalışıyordum. En azından bir zamanlar onun olan şeylerden birer parça taşımak bana iyi hissetterecekti.

Ardından saçıma fön çekip, valizimden çıkarttığım, sütlü kahverengi, bol, boğazlı kazağım ile yüksek bel, açık mavi kot pantolonumu üzerime geçirdim.

Oldukça acıkmıştım ve evden aç karına çıkmak istemiyordum. Bu yüzden mutfakta kendime kahve ve tost hazırlayıp onları yedim.

Anneanneme gitmeden önce burayı gezmek istiyordum. Muhtemelen Londra'ya bir kaç yıl daha gelmeyecektim ve gelmişken anılarımı tazelemek istiyordum.

Evden ve siteden çıktıktan sonra aklıma gelen ilk yere doğru yola koyuldum; lisedeyken okuldan kaçıp, gittiğimiz meydan. Burası ünlü bir yer değildi, halkın içinde bile burayı bilen çok insan bulunmazdı.

Klasik, kırmızı Londra tramvaylarından birine binip, yola koyuldum.

Uzun bir Londra turunun, Karin'in ısrarıyla çektiğim onlarca fotoğrafın ve geçen onca saatin ardından ağrıyan ayaklarım ile bir bankta babamı bekliyordum.

Birazdan anneanneme gidecektik ve bana söyleyeceği şeyleri deli gibi merak ediyordum. Oturduğum bankta daha da toplanıp, ceketime sarılarak soğuk esintiden korunmaya çalıştım. Ancak nafileydi. Soğuk rüzgar saçlarımı havalandırıyor, kıyafetlerimin açıkta bıraktığı yerlerin her bir santimetre karesini nefesiyle okşuyordu.

Kısa süre sonra önümde duran koyu yeşil Jaguar'a neredeyse ağzım açık bir şekilde baka kaldım. Bu tarz bir arabaya sahip olmak için Karun kadar zengin olmak gerekiyordu ve ben evden ayrılırken bu kadar da zengin değildik.

Aceleyle çantamı yanımdan aldım ve ön kapıyı açtım. Bej renkli koltuğa yerleşip, çakma Barbie burada olmadığı için içimden şükrettim. Radyoda adını bile bilmediğim, plak olarak satılıp, her cuma gecesi dinlenen tarzdan eski bir aşk şarkısı çalıyordu.

Karnımda, stresli olduğum zamanlarda oluşan garip kasılmayı hissedebiliyordum ve garip bir şekilde daha da streslenmeme neden oluyordu. Sonsuz bir döngüde gibiydim. Arabanın aynasından kendime baktım. İyi görünüyordum.

smoke • Watanabe HarutoWhere stories live. Discover now