150 12 9
                                    

ufacık bir not olacak bu sanırım.
şöyle ki, geçmiş zamanı anlatarak ilerleyecek bir kitap olduğu için bundan sonraki bölümler jeongguk'un ağzından olacak.
umarım az da olsa olayları netleştirebilirim.

medyadaki şarkı: alec benjamin - o i n v

⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯

envy / /ˈen.vi/

[noun.]

the feeling that you wish you had something that someone else has

⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯

nedendir bilinmez ama, küçüklüğümden beri çiçeklere hayran biri olarak büyümüştüm. belki de annemin arka bahçemizde büyüttüğü çiçeklerdendi, bilmiyordum hiç ama nedenini merak da etmiyordum. 

tıpkı neden kim taehyung'u sevdiğimi merak etmediğim için.

çünkü, tanrı aşkına, o kim taehyung'du. içinizi sıcacık edecek gülümsemesi olan, kendince yıldızlarla dolu kehribar rengi gözleriyle ruhunuza bakan kim taehyung'a kim aşık olmazdı ki? onu sebepsiz bir şekilde seviyordum ve bu bazen tek başıma olduğum bu yolda beni zorluyordu.

yedi yaşındaydım onunla tanıştığımda. bir türlü bana sıra gelmeyen salıncağı beklerken görmüş, başka bir parka getirmişti beni ve kuşlardan başka kimsenin olmadığı parkta akşam olana kadar sallanmıştık. sonra ben ona sevdiğim çiçekleri göstermiş, kendi çapımda onu arkadaşım olarak kabul etmiştim.

tabii ki zamanla bir çok şey değişmişti ancak en büyük değişim sevdiğim çiçeklerle benim aramda gerçekleşmişti.

ben, jeon jeongguk, çok sevdiğim çiçekleri kanımla kaplı bir şekilde kusuyordum.

ne kadar olmuştu bilmiyorum ancak tahmin ettiğim gibi erkenden ölmemiş, bu acının benimle uzun bir süre kalmasının doktorlara bir mucize gibi gelmesini sağlamıştım. 

ilk kez dudaklarımın arasından kanlı bir çiçek yaprağı çıktığında ağaçlar yeni yeni döküyordu yapraklarını. kim taehyung dallarında birkaç solmuş yaprak kalan şeftali ağacının altındaki bankta ağlayarak bana sevdiği kişiyi anlatmıştı. o anlattıkça nefesim tıkanıyor gibi oluyordu ancak sonuna kadar sessiz bir şekilde dinlemiş, kollarımın arasına girdiğinde ise artık tutamadığım gözyaşlarımı bırakmıştım kıvırcık saçların üstüne. 

o hava kararmak üzereyken gittiğinde bir süre daha ağlamıştım şeftali ağacının altında. göğüs kafesim sıkışıyor, bedenim hiç tatmadığım bir acıyı tadıyordu sanki. sokak lambaları yanmaya başladığında ise eve gidebilecek kadar güçlü hissetmediğimden seokjin hyungu aramıştım. sonrası ise çorap söküğü gibi gelmişti zaten; seokjin hyung beni bulmuş, titremeye başlayan bedenim yüzünden ateşimi kontrol etmiş ve sonrasında ateşimin olduğunu söyleyerek beni hastaneye getirmişti. acil müşahede odalarının birinde takılan serumun ateşimi düşürmemesi yetmezmiş gibi ilk çiçeğimi kusmuştum oracıkta.

sonrası ise birkaç aydır kaldığım bu odaya getirilmemle devam ediyordu. kustuğum kanlı çiçekler, gördüğüm sanrılar ve ağrılarım yüzünden attığım çığlıklarla dolu odaya. bazı geceler nefes almam zorlaştığından bir cihazım vardı bir de, sanırım bu odadan nefret ettiğim kadar o cihazdan da nefret ediyordum.

zorlaşan nefeslerim yüzünden yine takılan cihazla bu odada belki de sevdiğim tek şey olan kanepeme gidemiyor oluşum canımı yakıyordu. gözlerim tavanda dolanırken ağzımdaki boru yüzünden biraz olsun nefes alabiliyordum. odamın kapısı açıldığında bakışlarım girişe dönmüş, üstü ıslak olan bedene gözlerim parıldayarak bakmıştım.

"jeongguk-ah, ben geldim." demişti yüzündeki gülümsemeyle ancak gözleri öyle bakıyordu ki içim parçalanmıştı. konuşamayacağımı biliyordu, ağzımdaki lanet boru yüzünden ona onu özlediğimi söyleyemeyeceğimi biliyordu ama yine de gülümsüyordu kötü hissetmemem için.

on altı yıldır tanıyordum onu, bir bakışından anlayabilirdim ne demek istediğini.

elinde ufak bir hediye paketi vardı, gözlerimin hediye paketine kaydığını fark edince kapıyı kapatıp yanıma gelmişti hemen. yatağımın yanındaki ufak sandalyeye oturup kutuyu kucağına bıraktıktan sonra elimi dikkatlice ellerinin arasına almış, parmaklarımı sevmişti. gülümsemek istemiştim sadece o an ancak bunu bile yapmaktan aciz olduğum için sadece izlemiştim. parmaklarımı sevdikten sonra kucağındaki ufak paketi açmış, siyah kutunun kapağını kaldırıp ince bir bilekliğin görüş açıma girmesini sağlamıştı. sadece ince, kırmızı bir ipti ancak o kadar güzel duruyordu ki.

"sana aldım çiçeğim, beğendin mi?" gözlerimi ağır ağır kırparak onaylamıştım onu. yüzündeki paha biçilemez gülümsemeyi tekrar görmek içimi ısıtmıştı her zamanki gibi. bilekliği dikkatlice taktıktan sonra kendi bileğindeki kırmızı ipi gösterip gülümsemişti. "mutlu noeller, jeongguk-ah. şimdi gitmek zorundayım, kar yağdığından yolların kapanma ihtimali varmış. büyükanneme yanına gideceğime dair söz verdim."

saçlarımı okşadı yavaşça, daha sonra ise şakaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. kalbim bir aptal gibi hızlanırken ciğerlerim acıyla sızladı. 

"seninle eskisi gibi parka gitmek için can atıyorum, keşke bizim sevgimiz seni iyileştirebilseydi."

son söylediği şeyle birlikte gözlerim dolarken kim taehyung kendini suçlayacağı için asla kustuğum çiçeklerin sebebi olduğunu öğrenmedi.

affection, taeggukWhere stories live. Discover now