SAVAŞ İLANI

1K 78 16
                                    

"Niçin sen artık dünkü sen değilsin? Niçin biz bugün ikimiz de kıymetli bir şey kaybetmiş gibiyiz?"

~ Fatih Harbiye/ Peyami Safa

Öylece bankta oturdum ve içimdeki acının yok olmasını bekledim. Bekledim bekledim bekledim... Ama ne acı yok oldu ne de ben ayağa kalkabildim. Ölmüştüm. Ruhum ölmüştü. Benim katilim sevdiğim kadındı. Onun bana inanması beni öldürmüştü. Onun beni bırakması beni öldürmüştü. Onun benim için çabalamaması beni öldürmüştü. Benim ruhumu öldürmüşlerdi ve ben katillerimi tanıyordum.

Benim katilim babamdı. Benim katilim annemdi. Benim katilim, beni hiç istemediğim bir hayata mecbur bırakan ailemdi. Beni karanlığa mahkum etmişlerdi. Yıllardır oradaydım ve kimse beni kurtarmaya tenezzül etmemişti. Hiç kimse. Ben, ailenin görmezden gelinen çocuğuydum. Kimsenin umrunda olmayan ama başına bir şey gelirse herkesin ölmesin diye uğraştığı çocuk. Beni karanlığa bırakmışlardı ama ölmeme izin vermemişlerdi. Ben ölmeyi bu kadar çok isterken...

"Sen benim en büyük pişmanlığımsın Akın!"

Babamın sözleri aklımdan çıkmıyordu. Kulağımdan silinmiyordu. Ben buydum işte. Birinin en büyük pişmanlığı, hayallerinin önündeki en büyük engeli ve zorla tahammül ettiği ailesiyle olan bağı. Ben pişmanlıktım, karanlıktım ve haindim. Evet aileme ihanet etmiştim. Çukur'u felakete sürüklemiştim. Hiç kimseyi umursamadan sadece kendimi düşünmüştüm... Beni bu hale onlar getirmişti. Karanlıkta büyüyen birine aydınlığı bul demişlerdi ve ben de en iyi bildiğim şeyi yapmıştım: Yok etmek. Aydınlığı yok etmiştim.

Şimdi beni suçluyorlardı. Umrumda değildi. Terk ediyorlardı. Zaten ne zaman yanımda olmuşlardı ki? Sırtımı soğuk duvara yaslayıp, karnımdaki bıçağa bakarken yanımda yoklardı. Gece yatarken beni yastıkla boğmaya çalıştıklarında da beni kurtarmamışlardı. Hiçbir zaman yanımda olup benim için çabalamamışlardı. Hepsini ben yapmıştım! Hayatta kalmanın yolunu aramıştım ve bulmuştum. Yaptıklarımdan pişman değildim. Ölmeme izin vermeyip, hayatta kaldım diye beni yargılayamazlardı.

Serin deniz havasını içime çektim ve kafamdaki sesleri susturmaya çalıştım. Yine her şey birbirine girmişti ve ben boğuluyordum. Ne yapacaksın? Diye soruyordu biri. Diğeriyse arkana bakmadan kaç git diyordu. Kesin olan tek şeyse bilmiyor oluşumdu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Yolumu kaybetmiştim ve bulamıyordum. Babam gerçeği öğrenince beni Çukur'dan sürmüştü. Şimdilik babam ve Hilal hariç kimse sırrımı bilmiyordu. Bir de o vardı tabi...

Pars Barlas. Farkında olmadan en büyük düşmanını kazanmıştı. Benim her şeyimi kaybetmeme sebep olmuştu. Yapayalnız kalmıştım ve ben bunu unutmazdım. Bedelini ödeyecekti. Ne olursa olsun! Sonunda en büyük korkum başıma gelmişti. Beni terk etmişlerdi... Herkes sırtını dönüp gitmişti ve ben yapayalnız kalmıştım. Aslında korkmam gerekirdi hatta ağlamam ama olmuyordu. Hiçbir şey hissetmiyordum. Dedim ya beni öldürmüşlerdi.

Korkularımı yaşamak beni korkusuz biri yapmıştı. Artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Sadece canım kalmıştı, o da artık umrumda değildi. Ölüm benim için kurtuluş olurdu. Kurtuluş deyince aklıma Azer geldi. Onu uyarmıştım ve Karaca'yı alıp Adana'ya gitmesini söylemiştim. Aklını kullanıp beni dinlemişti. Anlaşılan Karaca'yı kaybetmek, işini kaybetmekten daha korkutucuydu. Onlar adına mutluydum çünkü kardeşim sevilmeyi hak ediyordu.

Arkamdan gelen araba sesini duyunca hiç kıpırdamadan bekledim. Çağırdığım kişi cesaret edip gelmişti. Geleceğinden de emindim. Beni en dipte görme fırsatını kaçırmayacağını biliyordum. Sadece bu an için bile ömrünü feda edebilirdi. Yanıma oturduğu zaman bakışlarımı denizden çekmedim ve izlemeye devam ettim. Onun bakışları önce üzerimde dolaştı sonra denize doğru döndü.

MetrukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin