1.Bölüm - Yggdrasil

1.2K 64 37
                                    


GİRİŞ

Not: Giriş daha önce yayınlanan hikayeyle aynı, aşağıda yeni yazılmış ilk bölümü bulabilirsiniz. ♥ Multimedia'da Lara var. ♥

Gözlerimi kapattım ve sert esen rüzgârda savrulan yaprakların hışırtısına kulak kesildim. Boştaki elim istemsizce boynumdaki kolyeye tutunmuştu, iç içe geçmiş üç üçgenden oluşan kolye ucunu sıkı sıkıya kavradım. Şimdi, uzun süre sonra bir başına ve çaresiz hissederken bana güç veren yegâne şey buydu. Bana geçmişimi hatırlatan tek şey... Bulunduğum yerden uzaklaşmak ve burada yalnız olmadığımı kendime hatırlatmak istercesine anılarıma gömüldüm.

"Lara," diye fısıldadı tanıdık erkek sesi. Ardından büyükbabamın hayatımı değiştiren sorusu kulaklarımda çınlamaya başladı.

"Sen özel bir çocuksun, biliyorsun değil mi?" Bu soru ile cevabını düşünmek içimdeki huzursuzluğu artırdığından yeniden gözlerimi açtım. Büyükbabamı çok seviyordum, gittiği yer her neresiyse orada huzurla uyuyor olduğunu varsaymak ruhumdaki acıları bir nebze de olsa dindirmeye yardımcı oluyordu. Fakat onunla ilgili aklıma gelen bu anı beni hiç memnun etmemişti doğrusu.

Nefesimin sesinin duyulmasını istemediğim için, kolyeyi tutmakla meşgul olmayan diğer elim ağzımı ve burnumu kapamaktaydı. Gizlendiğim mağaranın girişi, iki geniş gövdeli ağacın yerlere değin uzanan dallarının arasında kaybolmuştu. Yaratığın burada olduğumu fark etmesi an meselesiydi, kendimi şimdiden ölü saymalı mıydım? Sakinleşebilmek için derin nefesler almaya ihtiyacım vardı ama bu kadar gürültü çıkarmayı göze alamazdım. Bunun yerine yeniden kendimi anılarıma yönlendirdim.

Güneş tepemizde parıldıyordu, gökyüzünün mavisi gözleri kamaştıracak kadar parlaktı. Burnuma dolan havanın ağırlığını o günkü kadar gerçekçi hissediyordum şimdi. Sıcak bir yaz günüydü, ya da büyükbabamın deyimiyle Heyannir günüydü. Meraklı bir çocuktum, birçok soru sorardım ve büyükbabamın daima bunları yanıtlayacak bir cevabı bulunurdu. Onunla olan sohbetlerimi ne denli özlüyor olduğumu düşünmek içimi sızlattı.

Yerin sarsıntısıyla bir anlığına anılarımdan ayrılmak durumunda kalmıştım. Bu, yaratığın harekete geçtiği anlamına geliyordu. Kalbim göğüs kafesimi terk etmek istiyormuş gibi ritmini hızlandırırken kuruyan ağzımı bir nebze nemlendirebilmek için yutkundum. Yaratığın her yeri titreten adım seslerinin hemen ardından kulakları acıtan bir çığlık duyuldu. İrkilişime engel olamadan çığlığın barındırdığı çaresizliğe odaklandım, son ve karşılık bulmayacak bir yardım çağrısıydı bu. Yaratığın kükreyişini duyduğumda kulaklarımı dışarıdaki seslere kapatmayı tercih ettim. En azından öleceksem, huzur içinde ölmeyi yeğliyordum.

"Ağaçları neden bu kadar çok seviyorsun büyükbaba?" diye sordum, yedi yaşında bir çocuk için ne çok hızlı ne de çok yavaş sayılabilecek bir tempoyla ağaca tırmanırken. Ben her konuda ortalama bir çocuk olmuştum, büyükbabamın doğduğumdan beri benim neden özel olduğumu söylediğini o zamanlar anlayamıyordum.

"Biz onlardan var olduk, insanların kökleri ağaçlara dayanır." Büyükbabam cümlesini tamamladığında ikimiz için inşa ettiği ağaç evde, yanındaki yerimi almıştım. Merdivenleri kullanmaktansa dallara tırmanmayı tercih etmemi hep komik bulmuştu o. Pencereyi, benim oradan gireceğimi bildiği için, buraya her geldiğimizde ardına kadar açardı.

"Ask ve Embla'nın hikâyesini dinlemek ister misin?" diye sorduğunda kollarımı yukarı kaldırdım sevinçle. Büyükbabam yüzüme düşen açık kahverengi kâküllerimi geriye ittikten sonra gülümseyerek hikâyesini anlatmaya başladı.

SAKLI DİYARWhere stories live. Discover now