Kafes

585 29 17
                                    

Öncelikle artık hikayenin yazarına ithaf etmek yerine, en çok yorum yapan ya da bizlere destek olan kişilere ithaf etme kararı aldığımızı söylemek istedik. Bu bölümü olabildiğince uzun yapmaya çalıştık umarım içeriği de başarılı olmuştur. 

Bu bölüm @gkedurmu'ya umarız yorumlarını beğendiğimiz kadar sen de bölümü beğenirsin. 

Her gürül gürül akan nehrin bir hikâyesi vardır. Şeffaf sularını delip geçen ellerin sırları ve anılarını, üzerinde dans eden güneşin sıcaklığını ve göğün gözyaşlarını alıp, başka topraklara taşır, can verir ya da can alır nehirler. Başlar ve son bulurlar. Güçlü olanları engel tanımazken, güçsüz olanları önüne bir çalı çıksa duruluverir. Öfkelidir nehirler, anaç oldukları kadar da kindar. Durulmuş olanları ise korkaktır, takılıp düştüğü yerden kalkamayan, zayıf olanların yüz karasıdırlar. Her gece yatmadan önce, getirildiğim malikânede camdan, güçle ve huzur verici bir gürültüyle akan o nehri izlerken benim zihnimdeki akıntımın ne kadar zayıf ya da güçlü olduğunu düşünmekten alamıyordum kendimi. Ne kadar deliydim? Ne kadar cani ya da? Ellerim, uzun ince parmaklarla taçlandırılan, hafifçe sertleşmiş, kesinlikle bir leydiye ait olmayan ellerim, bir hançeri tutarak onun eti delip geçerken ıslıklar çalmasına müsaade edecek kadar uzman mıydılar? Daha eve nadiren giren eti pişmeye hazırlarken tereddüt eden on yedi yaşında bir kız, binlerce muhafızı açıp, yılanı yuvasında öldürebilir miydi? Ya nehirlerin önüne bir set çekilip kurutmanın yolunu bilenlerden kaçabilir miydi bir su damlası? Ben hikâyesinde, nehir olmaya çalışan bir su damlasıydım. Genç, minicik ve toprağa çarptığında canını yakmayı umacak kadar aptal; ancak bunu başarmak için tüm göğü yere serecek kadar cesur. Bir gün nehir olup, hırçın bir katil gibi can verdiği gibi, can almak isteyen, sonra da daha önce hiç görmediği denize karışıp gemilere, kıyılara hafifçe, huzurla vurmayı umut eden minicik bir su damlası… O gün ise su damlasının, nefes alamadığını, toprağa parçalandığında dağılacağından endişelendiği ilk gündü. O gün, intikamın damla damla kanıma karışıp dudaklarımdan zehir gibi dökülmeye başladığı, kaderimi ören tanrıçaların, ipleri bir yumağa dönüştürüp, karıştırdığı gündü. O gün, herkesin kaderini değiştirecek fermanın tanrı tarafından yazıldığı gündü, kısacası o gün, her şeyin başlangıç günüydü.

 Birçok eğitimden geçsem de alışıp bir türlü sevemediğim üç şey vardı; topuklu ayakkabılar, korseler ve sahte ailem. Her şey kusursuzca planlanmıştı. Prens o gün yemekte bana her şeyi tane tane anlatmış ve beni en azından kraliçenin gözünü boyayacak kadar düzgün bir leydiye dönüştürmeye çalışacaklarını belirtmişti ve ilk adım, bana sahte bir aile bulmaktı. Benim kasabamdan çok da uzakta olmayan, bir şehir olan, Londra’ya hem uzak hem de yakın sayılan Bristol’un kenarında daha büyük ve canlı bir kasabada, çocuksuz, orta yaşlı bir çiftle para karşılığında anlaşılmıştı. Bu çift, o kasabanın en zengin ailelerinden olup, ben yaşlarında kızlarını geçen sene, salgınlar sırasında kaybetmişlerdi ve bundan sonra bu kasabaya taşınıp hemen orada tutunmayı başarmışlardı. İkisi de gösteriş ve para düşkünü insanlardı ve kadın, bana bakıp “Bu mu benim kızım yerine geçecekmiş? Bu köylü, öyle mi?” demekten çekinmiyordu, ancak prens yokken bana bu tavırları söküyordu elbet. Kadın  kilolu bedenini korseye tıkıştırmıştı; ancak fazla kilosu sınır tanımadan kendini belli etmeye çalışıyordu. Üzerinde sürekli parlak kumaşlardan yapılma bir şapka, onu tamamlayan gösterişli elbise ve mücevherler, ona yeni doğan kuzuların sarsak ve komik yürüyüşünü veren topukluları oluyordu. Adı Margeret’tı. Eşi Adam ise kocaman göbeği, terli kocaman pembe bir yüzü, yuvalarına kaçmış ufak gözleri ile domuza benzeyen bir adamdı. O da eşi kadar hoşnuttu benden ama her aldıkları altın kesesini cebe indirirken gözleri parlıyordu. Bir keresinde aralarında konuşurken “Bu köylü güzeli, altın yumurtlamasa hayatta bununla uğraşmazdım” demişti kadın. “Beş çayımı yudumlarken, daha çok tat alırdım ve karşımda oturan her türlü daha güzel olurdu” Sonra da zarif sandığı kahkahasını dökmüştü ince dudaklarından.

AudreyWhere stories live. Discover now