Oyun

790 39 4
                                    

 Evimize gelmiştik. Odama ilerleyip hastalığımın üzerinden hala yorgunluğunu atamamış bedenimi, prensin hediye ettiği elbiseyi üzerimden çıkarır çıkarmaz yer yatağına attım. O şaşalı konaktansa burada huzur vardı. Bu ev ailemdi. Bu ev annemin ölümünden sonra beni sarıp sarmalayandı. Tavanından damlayan sular, küçücük odaları yer yataklarına rağmen yıllarımı geçirdiğim sığınağımdı. Yuvam diyebildiğim.  O kötü bakışlardan saklanabildiğim, insanların sözlerine karşı kulaklarımı tıkayabildiğim, hatta intikamla dolan ruhumu barındırabilen tek yerdi. Kapının tıklatılmasıyla tüm düşüncelerimden uzaklaştım. Yüzümdeki hüznün yerini bir gülümsemeye bırakıp “ Eva ne zamandan beri kapı çalma âdetin oldu bakayım? Burası bizim odamız ve kapıyı çalması gereken en son kişi sensin. Varlığın bana rahatsızlık değil huzur veriyor bunu biliyorsun “ dedim hafif bir sitemle. Kapıyı aralayıp yavaşça içeri girdi. Dağ çiçeklerinin sarısından olan bir elbise vardı üzerinde fakat bu elbiseyi daha önce hiç görmediğimi fark ettim Ona sormak istediğimdeyse Üzgün olduğunu belirtircesine gözlerini gözlerime dikip elindeki yemek dolu tepsiyi tahta döşemeye yavaşça bıraktı. Bende sorumu ertelemeye hatta hiç sormamaya karar verdim. Yanıma oturup ellerimi ellerinin içine aldı. ”Endişeliyim Audrey. Düşünmeye ihtiyacın olduğunu bildiğimden kapıyı çalma gereği duydum. Seni tanıdı mı? Kim olduğunu biliyor mu? Ben… O evden hiç çıkamayacağını düşündüm…” gözleri dolmuştu. Onu kendime çekip sarıldım. Bana bu kadar değer veriyor olması beni üzüyordu, intikam planlarımdan haberdar olmamalıydı. Saçlarını okşadım.” Yalan söyledim” sözcükleri döküldü dudaklarımdan. Şaşırdı yüzüme bakmak için kendini geriye çekti. Onu rahatlatmak için en azından bunu yapmalıydım. Bana hiçbir şey olmayacağına onu inandırmalıydım. ”Annem ve babam hakkında yalan söyledim ve inan beni tanımadı. Beni hatta ailemi sizden başka tanıyan yok ki burada. Korkma Eva ne olursa olsun hayatta kalacağım anladın değil mi beni?” hala ikna olmuşa benzemiyordu. İçimdeki duygu karmaşasının aklımda dönüp dolaşan planların arasında sözcükleri bulup toparlamakta zorlanıyordum. Gözlerinden bir damla yaş akıp yolunu bulduğunda titreyen dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı. ”Anladım ama seni o mezarın yanında bulmuş. Onun orada ne işi vardı ki? Seni tanımadıysa neden sürekli karşına çıkıp seni kurtaran o. Audrey ondan uzak dur. Onlar aileni katletti. Seni kaybetmek istemiyorum anlıyorsun değil mi?” Ne demeliydim ki anlamış olabilir miydi? Fakat fark etmiş olsaydı o evden elimi kolumu sallayarak çıkamayacağım apaçık ortadaydı. Ailesi katledilen birinin intikam gütmesi gayet muhtemel karşılanabilirdi ve yalnızca şüphelenmeleri bile beni kanlı bir ölüme götürecekti. Şu an bunları düşünmemeliydim Eva’yı yatıştırmam ve bu ihtimalin aslında olasılıklar arasında bulunmuyormuş gibi hissettirmem gerekiyordu fakat acı bir gerçek vardı ki intikam hırsı erken kucak açılmış bir ölüm habercisiydi benim için. Kurumuş dudaklarımı yaladım. “Eva bir daha karşılaşmayacağız, o bir prens unuttun mu? Babası ölüm döşeğinde olan bir prensin tüm halka gönül eğlendiriyormuş gibi gözükmesi onun için hiç iyi olmaz. Hem beni tanımış olsaydı şuan zaten ölmüş olurdum. Belki de o mezarlığa gelmesi yalnızca bir tesadüftür. Hem buraya gelmişken gezmek istemiş olamaz mı? Leydim artık bunları düşünmeyi kesin ve gülün ağlamak size hiç yakışmıyor ama” dediğimde gülmeye başladı. Ayağa kalkıp etrafında döndü sonra eteğini kaldırarak selamladı ve “ Leydi Audrey yeni elbisem hoşunuza gitti mi? Fark etmediğini söyleme çünkü az önce gözlerin üstümde kıskançlıkla dolaşıyordu. “Deyip kıkırdadı. Eva’nın bu halini seviyordum işte. Her şeye rağmen çabucak mutlu olabilen ve alaycı halini seviyordum. Madem bir oyun oynuyorduk devamını getirmeliydim. ”Leydi Eva hangi terziye diktirdiniz elbisenizi?  inanın geldiğinizden beri oda sizin ışığınızla aydınlanıyor.” dedim gülmemek için dudaklarımı kemirirken. “Audrey bu kadar oyun yeter. Terziye gelecek olursak annem seni bekliyor içeride yemeğini sonra yersin. Hadi koca bebek.” dedi Eva kahkahalar eşliğinde. O günden sonra ilk defa mutlu olduğumu hissettim. İlk defa yüzümü yıkayan gözyaşlarının yerini gülümsediğimde oluşan çizgiler aldı. Eva odada koşar adımlarla çıktı “Hadi ama Audrey çok yavaşsın!” dedi. Düşünmeye son verip salonda beni bekleyen teyzemin yanında soluğu aldım. Teyzem Elizabeth’in yüzündeki solgun ifadeyi görünce duraksadık ve Eva’yla küçüklüğümüzden beri yaptığımız gibi hemen ona sarılıp başının iki yanından öperek “Neyin var?” dedik küçük iki çocuk gibi. Başının ağrıdığını söyleyerek geçiştirdi bizi, ikimiz de inanmamış olsak da bozuntuya vermedik. Teyzem istemediği zaman anlatmazdı, zorlarsanız hele asla öğrenemezdiniz. Bize hiç el kaldırmamış olsa da onu kızdırmamamız gerektiğini bilirdik. Sessizce yemeği hazırlamasına yardım etmeye başladık.  Ben yeşillikleri doğrarken Eva kazanın başında, dibi tutmasın diye kaşığı dalgın dalgın çeviriyordu. Yemeğin içine az sayıda malzemeyi attık, asla çok zengin olmamıştık zaten. Yaklaşık bir aydır et pişmiyordu evimizde. Eniştem henüz hasadı toplamamıştı, ürünlerin olgunlaşmasına henüz bir ay vardı, sonra da merkeze gidip pazarda satacaktı ürünlerini, ondan sonra mutfağımıza et girerdi belki. Bizler de ara sıra ona tarlada yardım etmeye giderdik; ancak şu mevsimde tarlada görülecek iş pek yoktu, o yüzden ev işlerine yoğunlaşıyorduk. Eniştem ise yağmurdan ıslanmış ya da güneşten kararmış teniyle eve akşamüzeri döndüğünde ona güzel bir yemekle teşekkür etmeye çalışıyorduk.

Yemeği hazırladığımızda eniştem sanki kokusunu almış gibi yorgun argın kapıdan girdi. Teyzemin yüzüne, renginin atma sebebini sorar gibi baksa da teyzem ona da başının ağrıdığı cevabını verdi. Sessizlikte yemeğimizi yedik. Eva yemeğin sonuna doğru şakalar yaparak bizleri güldürdü. Eniştem ona bakarak “Seninle evlenmek isteyen biri var kızım” dediğinde Eva öksürmeye başladı. Son lokması boğazında kalmıştı. Hafifçe sırtına vurarak güzel yüzünde gizlediği soruyu ben dillendirdim “Kimmiş enişte?” yemeye devam ederek “Şu demircilerin oğlu, düşüneceğimi söyledim” Kasabanın demircisi, en varlıklı ailelerdendi. Oğlu da son derece iyi kalpli bir gençti, küçükken o, Eva ve ben sık sık oyunlar oynamak için buluşurduk. Yaşımız ilerledikçe herkes kabuğuna çekilmek zorunda kalmıştı; ancak John gördüğümüzde selamlaştığımız çok güçlü ve sevecen bir delikanlı olarak kalmıştı. Eva başını önüne eğerek yeri izlemeye başladı, sonra benimle birlikte kalkarak masayı toplayıp mutfağa geldi ve gözleri parlayarak bana baktı, mutluydu. Onunla mutlu olacağına inanıyordu. Benden biraz daha büyüktü, evlilik yaşı gelmiş hatta geçiyordu. “Eniştem kabul edecek gibi Eva” dediğimde kocaman gülümsedi ve fısıltıyla “Umarım” dedi. Ona omuz atıp alayla “Demek leydimizin de onda gönlü varmış” dediğimde sadece omuz atarak beni susturdu. Eniştem gülerek bizi dinlediği köşeden sanki tesadüfen oradaymış gibi gülerek salona ilerledi. Bizim ailede öyle aile babasının katı tavırları ve dayak olmazdı, biz de bunlara sebep olacak hareketler yapmazdık. Farklı bir aileydi, tamamen sevgi doluyduk. Eva ise şimdi yeni bir aile kuracaktı besbelli. Ona sıkı sıkı sarıldım, o sırada teyzem gelip Eva’nın bunu isteyip istemediğini sordu, Eva utanarak istediğini söyledi. Sonra teyzem baş işaretleri ile beni odama çağırdı. Eva utandığı zamanki gibi kendini elindeki işe vermişti.

Teyzem odaya beni çekti, elinde bir kağıt vardı “Benim okuma yazmam yok kızım, biliyorsun ama armayı tanıyacak kadar da bilirim. Bu kraliyet arması ve nöbetçiler sana vermemi öğütlediler, ne yazıyor bir bakıver” dediğinde benim de yüzümün solduğunu hissettim. Kağıdı usulca ellerinden aldım, Titreyen sesimle sakince okudum;

 “Bir ay sonra kasabaya geldiğimde yine seninle görüşmek istiyorum.”

Geri kalanını içimden okudum, teyzemin bunu duyup paniklemesinden korkarak yüz ifademi olabildiğince gülümsemeye çevirip “Bak korkacak bir şey yok” dedim. Aslında vardı. Notun geri kalanında, prensin imzasının hemen üzerinde tek bir cümle daha vardı.

“Bir oyun oynayacağız”

AudreyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin