Kabus

1.2K 56 2
                                    

Gözlerimi açtığımda kendimi giyinik ve yatağımda buldum.Yaşadıklarımın kabus olma ihtimali aklımda dönüp duruyordu . Üzerime eğilen teyzemin tombul, solgun yüzü birden uyanmamın verdiği etkiyle rahatladı. “Uyandı” dediğinde elleriyle yüzünü silme, gözyaşlarını gizleme çabasındaydı. Yaşlı gözler bana kabus görmediğim gerçeğini suratıma, kalbime, bedenime fütursuzca çarptı .Doğrulamadım. Etrafıma bakınmadım. Sadece tavana bakmayı sürdürdüm.

Ölmeyi bu kadar arzularken neden sadece bayılmıştım. Rüyam uçsuz bucaksız karanlıktı. O iğrenç adamın gözleri kadar dipsiz, koyu, katrana batırılmışım gibi ölümcül bir karanlık… Halbuki beyaz bir ışık kucaklamıştı beni.Davetkarca yanına almış, takip ettiğim kuş cıvıltıları yol göstermişti bana. Sonra bir anda etrafımı zifiri bir karanlık sarmış ,kuş cıvıltıları kasvetli bir sessizliğe yerini bırakmıştı..Keşke o aydınlığın beni terk ettiği karanlıkta ölüp kalsaydım.

Teyzem beni sarsıyor ve “Geçti canım, bana bak haydi. Şükürler olsun!” diyordu o ortak, kaba ve inatçı aksanıyla. Gözlerimi yeniden yumdum.Acıma dolu suçluluk duyan bakışlara gözlerimi yumdum.Kalbime yeni bir set daha oturttum.Bir damla hafifçe yanağımdan yastığıma doğru süzüldü. Geçtiği yerleri yakıyor, gıdıklıyordu ama yine de onu silmek için kolumu kaldırmak istemiyordum. O adamın dokunup yaktığı her yerimden iğreniyordum. Kendimden, beni adamın ellerine düşüren o lanet kalabalıktan kaçışlarımdan nefret ediyordum. O adam şimdi ölüydü ve beni kurtaran adamın kimliğine dair bir bilgim yoktu. Sadece olanları ben biliyor olmalıydım. Ama teyzemin tesellisinin “Geçti artık” yönünde olması bunu yalanlıyordu. Tecavüze uğramak, tecavüz etmekten daha büyük suçtur buralarda. Artık yüzümü kaldıramazdım yerden. Teyzemlerin adını da lekelemiştim. Eğer yanından hiç ayrılmasaydım… Yanaklarımdan birkaç damla daha sabırsızca acımı kanıtlamak büyüklüğünü belirtmek istercesine süzüldü. Ölmek istiyordum. Sadece burada, ciğerlerime nüfus eden her hapis tuttuğum çığlığımda, durduramadığım, hıçkırıklarla karışan gözyaşlarımın denizinde boğulmak istiyordum. Hiç hatırlamadığım annemin kucağını istiyordum. Kimsesiz olan ben kimsesiz mezarlığında annemin yanında yerimi almak için can atıyordum.

Teyzem beni hiç Eva’dan ayırmamıştı, kızı gibi davranmıştı ama Eva benim aksime uysal ve dilini tutabilen her ailenin isteyeceği kızlardandı. Ben daha çok bir erkek çocuğu gibi davranırdım ve onun aksine kendimi insanlardan soyutlardım.İnsanların bakışları beni ürküten yegane şeydi.Bakışlar karşısında şeffaf ve tehlikede hissederdim hep kendimi. Haklıymışım da… İnsanlar önce bakışlarıyla okşamıştı tenimi dün, biriyse bedeniyle… Eva, ailesine bu kara lekeyi getirmeyecek kadar temkinliydi işte.

Canıma kıysam, hepsi kurtulurdu ama teyzem kabahati kendinde bulur, kendini suçlardı bunun için. Şu an konuşmam için üzerime eğilen teyzem, elimi tutup bana su içmem için yalvaran Eva, ölümümü kaldıramazlardı, biliyordum…

Arkadan gelen çığlık ürpermeme neden oldu.Kimin sesiydi bu? Hem tanıdık, hem yabancıydı.Acı dolu bir haykırıştı bu , hayata karşı bir isyandı , acıyla dolu bir hezeyandı.Teyzem beni göğsüne bastırdığında ses kısıldı ve boğuklaştı. Benim çığlığımdı bu! Kendimi susturmaya çalışsam da başaramadım. Boğazım yırtılıyor, acıyordu. Gözlerimdeki batma hissi ise o adamın o yarı çıplak görüntüsü kadar yakmıyordu canımı. İnsanların çığlığımı duyduğunu, dedikodumu yapmak için eve doluşmaya çalıştıklarını duyabiliyordum. Yardım çığlığımı duymayacak kadar sağır değiller miydi? Kabahati bana ve gürültüye atacak o güruh evimize doluşacaklar diye sadece bir şekilde yuttum içimde hala çıkmak için debelenen çığlığı.

“Fazla cilveli.” diyeceklerdi belki “Kalabalıktan uzaklaşmış!” “O elbiseyi gördünüz mü? Kim bilir nasıl almış?” Aslında cilveli falan değildim. Elbiseyi bir erkeğin altına girerek de almamıştım. Adamı da ayıplayacaklardı elbette ama asıl suçlu bendim. Tahrik edici öğe bendim. Hangi kiliseye gidersem gideyim arınmayacağımı düşünüyor olmalıydılar. Her zaman mimli kalacaktım. Ölene dek… Sessizleşip sadece ağlamamı fırsat bilen Eva, beni teyzemin göğsünden ayırıp bir bardak suyu zorla içirdi bana. Boğazımı yumuşatmıştı. Terle ıslanmış, kalın kumaştan elbiseyi, ipekten sonra reddeden bedenim suyu kabul etmedi. Adam düşüncelerimde hala soyuyordu beni. Hala göğüslerimdeydi dişleri… Dili, bu dudaklarda gezinmişti. Bu bacaklarda, bu kollarda gezinmişti iğrenç nasırlı elleri. Midem çalkalandı ve oracıkta, teyzemin muhtemelen ateşler içinde yanan bedenimi rahatlatmak için doldurduğu su ve bir bezi barındıran eski tasa kustum. Teyzem saçlarımı tutarken Eva ağlıyordu. İşim bitince gerisin geri yattım yatağıma. Gözlerimi görüntüsünden arınmak için sımsıkı yumdum. Çarşafı sımsıkı sıktım ve ağlamamı kesmeye çalıştım. Onların yanında ağlayıp daha fazla kıramazdım onları. Eva annesine çıkmasını söyledi, teyzem yaşlı gözleri ve telaşlı bakışları eşliğinde Eva nın dediğini yaptı. Eva beni doğrulttu, hep güven veren omzuna yasladı. O an öyle bir ağladım ki, o da artık usulca akıttığı göz yaşlarını benim gibi sessiz çığlıklara dönüştürdü.”Şşht sakin ol.Geçecek anladın mı? Geçecek.” Diye fısıldıyordu kulağıma tekrar ve tekrar.Ama bunun olmayacağını oda biliyordu.Birbirimizin omzunda ağladık. “Ne yapacağım ben?” diye inledim, daha sıkı sarıldı.

Sahi ölmek dışında ne yapacaktım ben.Bakire ,masum ve bir o kadar da kirli ben ne yapacaktım? Vücudumu arındırabilir miydi yağmur, sonbaharın döktüğü yaprakları yine canlandırabilir miydi ilk bahar , acıların sardığı paramparça kalbim daha fazla parçaya ayrılabilir miydi? En önemlisi bir daha eski ben olabilir miydim?

Ne yapacaktım ben?

AudreyWhere stories live. Discover now