Anlaşma

821 43 4
                                    

Sonraki bir ay tuhaf biçimde neşeli, olaysız ve çabuk geçti. Prens, Eva’nın düğün hazırlıkları esnasında aklımdan çıkmış, tüm korkuma rağmen küçük bir ayrıntı halini almıştı beynimde. Önce teyzem John’un getirdiği kumaşlardan Eva’ya, sonra paramızın yettiği en güzel kumaşla bana ve kendine elbise dikmeye başladı.  Eva’nın kumaşı ipek gibi yumuşacıktı. Ben her ne kadar prensin verdiği elbise dahil elimde olanlarla yetinebileceğimi söylesem de teyzem kabul etmeyip benim de güzel görünmem gerektiğini, hak ettiğimi düşündüğünü söyleyip telaşının arasına benim elbisemi de kattı.

Maddi durumları çok daha iyi olduğu için düğün masraflarının büyük çoğunluğunu John ile ailesi üstlenmişti ve onların evinin bahçesindeki küçük diğer eve yerleşeceklerdi. Eva, teyzem ve ben, John’un iki küçük kız kardeşi ile birlikte evi temizledik, erkekler onarımlarını üstlendiler. Ev çok da büyük sayılmazdı, iki odası, bizimkinden daha geniş ve bakımlı bir mutfağı ve küçük bir salonu vardı.  Kasabanın marangozu yataklarını ve bir iki mobilyalarının kimisini hediye etti, kimisini normalden çok daha ucuza sattı ve ev son derece güzel bir yuvaya dönüştü. Tıpkı prensinki gibi dört köşesinde birer direk olan bir yatakları vardı ve kendi ellerimle etrafına geçirmeleri için tüller dikip uçlarını Eva’nın en sevdiği renk olan mavi ile işledim. Bebek odası olmasını umdukları oda şimdilik boştu; ancak Eva, ilerleyen zamanlarda duvarlarına bir şeyler çizebileceğini söylüyordu. Boya bulduğu zamanlarda Eva tam bir resim dahisine dönüşürdü. Onun küçük tombul bebeklerinin evde koşuşturacağı anları hayal edip sürekli gülümsüyorduk son zamanlarda. Evin geniş camlarına Eva ve kasabadaki birkaç kadınla güzel perdeler diktik, koltuklarının rengine uydurduk. Bahçesinde ağaçlar olsa da çiçek bakımından fakir bir alandı. Erkekler evin yolunu oluşturmak için toprağa buldukları düz taşları dizerlerken biz, Eva ile bahçesine güzel çiçekler ektik, meyve ağaçlarını suladık. Düğün günleri bir tane de ağaç dikmesi için çukur kazdık. Son derece mutlu görünüyordu. “John ile mutlu olacağız Audrey” dedi bana sarılırken. Gözleri bile gülüyordu.

En sonunda düğünleri olduğunda, prens’in mektubu bırakmasının üzerinden tam olarak bir ay geçmişti. Düğün yazın en başlarına denk gelmişti. Hava o gün güneşliydi. Düğün kasabanın küçük kilisesinde yapılacaktı. Kilise kasabadaki diğer tüm yapılar gibi ne çok küçük ne de çok büyüktü. Ticaret yollarında olup bir türlü kendini geliştirememiş önemli, küçük bir kasaba kilisesiydi işte. Taştan, evlerden çok daha yüksek duvarları, boyanmış geniş vitraylı camları ve kulesinde her zaman ışıldayan altın rengi çanıyla güzel bir kiliseydi. Duvarlarda İsa, Meryem ana tasvirleri yer alıyordu. İki sene kadar önce, en büyük resimlerden olan çarmıha gerilmiş İsa figürünü Eva, yeniden renklendirmişti. Şimdi ise o resmin önünde, her sırada ve etrafında dizili çiçeklerin arasında evlenecekti. Eva çiçekleri severdi. Her ayrıntıya olabildiğince çiçek eklemeye çalışmıştım. Kilisenin bu görüntüsünü beğeneceğinden emindim.

Eva’nın kırık beyaz elbisesini giydirip saçlarını ensesinde güzelce toplayıp yazın ilk çiçeklerinden ona bir buket hazırladım. Teyzem değişik bir kesim yapmış ve elbisenin kuyruğunu normalden uzun bırakmıştı. Elbisenin yine kumaş olması gereken kısmına ise düğün hediyesi olarak gelen tüllerden dikmiş, kollarına altın rengi işlemeler geçirip, ondan sonra bollaştırmıştı. Eva son derece güzel görünüyordu. Son olarak mavi küçük çiçekleri topuzuna iliştirip nasıl durduğuna baktık, kızarmış yüzü ve gülen gözlerinde açan mutluluk tomurcuklarıyla birleşip mükemmel bir görüntüye kavuşmuştu. Kuzenim kasabanın en güzel kadını olmuştu, artık küçük bir kız değildi.

   Onun  mutlu olmasından  fazlasıyla  payımı  alıyor  ve  sürekli gülümsüyordum ama  bir yandan  da  eskisi  gibi olamayacağımızı   düşünüp  içten içe  üzülüyordum. Bazen kızıyordum da  kendime   bencil olma  Audrey diye  kendimi tembihliyordum. John un  gözlerindeki aşk pırıltılarına şahit olmasaydım eğer  içimdeki duygu karmaşasına  bir de endişe eklenecekti. John Eva ya  değerli bir  mücevhermişçesine  gözleri kamaşarak bakıyor , dokunduğunda  yok olmasından korkarcasına  şefkatle  yaklaşıyordu. Şimdi kuzenimi en yakın arkadaşımı kardeşimi , John a  teslim edecektim. O kadar  güzel olmuştu ki… Su kadar  berrak  ve   bir  peri kadar  göz  kamaştırıcıydı. Evet tıpkı   bir peri kızı  gibi olmuştu.

AudreyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin