KURTULUŞ

1.3K 103 0
                                    

20 mart 1998

"Her şey hazır ?" dedim tedirgin bir ses ile. Telefondaki adam derin bir nefes aldı.
"Evet Melissa hanım, bir saate kadar araba kapınızın önünde olacak," dedi.
"Pekala, çok dikkatli olmanız gerekiyor. Tek bir hata istemiyorum." Tedirgin ses tonumu otoriter ses tonu ile değiştirdim.
"Merak etmeyin. Her şey yolunda gidecek,"
"Tamam," dedim ve ahizeyi yerine yerleştirdim. Salondan ayrılım bodrum kata inen merdivenlere yöneldim. Aşağı doğru yavaşça indim ve labaratuvara girdim. Orada sandalyede bağlı bir şekilde oturuyordu. Bernard Gorby, yani kocam. Beni görünce boğuk sesler çıkarmaya başladı. Yanına gidip ağzındaki bandı çıkarttım. İlk önce derin derin nefes aldıntan sonra konuşmaya başladı.
"Melissa, yalvarırım yapma! Bunun sonu hiç iyi olmayacak."
Ona herhangi bir şey söylemedim. Konuşmasına devam etti.
"Lütfen, bundan bir şey kazanmayacaksın. Hem kızımız, kızımız ne olacak? O daha bebek!"
Kızımız... Kızım... Ellerimi birbirine kenetledim.
"Yanılıyorsun Bernard. Ben bundan çok şey kazanacağım. Ve kızımız güvenli bir yerde olacak. Onu kuzenimin yanına, Türkiye'ye gönderiyorum."
Bernard rahatlamış bir şekilde gözlerini kapattı ve
"En azından senin yanında olmayacak," dedi. En azından ? Bernard'ın yakasından tuttum.
"Ne demek istiyorsun? Ne demek en azından benim yanımda olmayacak?"
Bernard yüzüne sert bir ifade takındı
"Maria'yı tanırım ve ona güvenirim. Ama yaptıklarından sonra sana asla güvenemem. Ben bir kadın ile değil, bir canavar ile evlenmişim."
Kendimi kaybedip yüzüne sert bir tokat geçirdim.
"Bu söylediklerin yanına kalmayacak!" dedim ve labaratuvar'dan çıktım. Üst kata kızımın odasına çıktım. Beşiğinde yatıyor ve meraklı gözler ile tavanı izliyordu. Onu yavaşça kucağıma aldım.
"Küçük Jessy, nasılsın bakalım? Anneyi özledin mi?" Masmavi gözlerini bana çevirdi. Yeni yeni çıkmaya başlayan kızıl saçları ile aynı bana benziyordu. Derin derin kokusunu içime çektim. Onu bir daha ne zaman görecektim kim bilir? Gözümden bir damla yaş Jessy'nin eldiveninin üzerine damladı. Gözümdeki yaşı silip burnumu çektim. Tanıdığım, güvendiğim birinin yanında olacaktı en azından. Benim yanımda güvende olmazdı. Yapacağım güvenli değildi zaten. Ona zarar vermeyecek bir şekilde sıkıca sarıldım. Daha on günlüktü.
"Anneni unutma küçük Jessy, çünkü ben seni bir saniye olsun aklımdan çıkarmayacağım..." Aşağıdan korna sesi geldi. Gelmişlerdi. Kalbimin üzerine derin bir ağırlık oturdu. Eğilip yavaşça Jessy'nin valizini aldım ve aşağıya indik. Kapının önünde bir süre bekledim. Çıkmak istemiyordum. Kızımdan ayrılmak istemiyordum. Kokusunu bir kez daha içime çektim. Titreyen ellerim ile kapıyı açtım. Yavaş adımlar ile dışarıda bekleyen minibüse yaklaştım. Minibüsün kapısı açıldığında beni kuzenim Maria karşıladı.
"Merhaba Melissa," dedi gülümseyerek.
"Merhaba Maria," dedim ve tekrar bebeğime baktım.
"Ona iyi bakabilirsin değil mi?" Maria koluma elini koydu.
"Merak etme, benim bir kızım daha var. Tecrübeli sayılırım," dedi.
Gözlerimden bir kaç damla yaş daha süzüldü.
"Ah Jessy, seni bırakmak istemiyorum. Beni affet lütfen..." Daha sonra Maria'ya baktım.
"Orada ona ne isim koyacaksınız?"
Maria tekrar içten bir şekilde gülümsedi
"Rüya."
Rüya... Jessy ile alakasız bir isimdi ama çok güzeldi.
"Çok güzel," dedim ve Jessy'i ona uzattım. Valizini de içeriye koydum.
"Her ay bana bir fotoğrafını gönder lütfen. O kaç yaşında olursa olsun her ay bir fotoğrafını istiyorum,"
"Merak etme, her ay sana onun fotoğrafını göndereceğim. Siz tekrar buluşuncaya dek,"
Dudağımı ısırdım.
"Ona benden bahsetme, bırak gerçek annesini sen sansın. Ve lütfen, ona gözün gibi bak. Saçının tek bir teline bile zarar gelmesin..."
"O bana emanet, ona iyi bakacağımdan emin olabilirsin. Görüşürüz Melissa,"
"Görüşürüz Maria, görüşürüz küçük Jessy'im..."
Minibüsün kapısı kapandı ve evimin bahçesinden ayrıldı. Minibüsün arkasından yaşlı gözler ile bakarken dayanamayıp yere çöktüm. Bütün vücüdüm titreyerek hıçkırıklar içinde ağlıyordum. Kızım, küçük Jessy'im benden kilometrelerce uzağa gidecekti. Ve kim bilir onu tekrar ne zaman görecektim.
Jessy'im, lütfen anneni affet...


---



Keskin bir sırt ağrısı ile uyandım. Toprak ve taşların üzerinde uyumak yakında belimde fıtık oluşmasına neden olacaktı. Yerimde hafifçe esneyip ayağa kalktım. Sabah soğuğu daha bir sert çarptı suratıma. Kollarımı göğsümde bağladım ve etrafı seyrettim. Neyse ki Umut uyuyabilmişti. Bütün gece uyumamıştı çünkü. Sonra Daniel'a baktım. O da iki gündür uyumuyordu. Yarın gece nöbeti ben devralacaktım. Yavaçşa yanına gittim.
"Yarın nöbet bende," dedim. Kafasını yerden kaldırıp bana baktı.
"Yarın nöbet yok." dedi. Kaşlarımı çattım.
"Neden?"
"Ormandan çıkmak üzereyiz de o yüzden,"
Gözlerimi kocaman açtım.
"Gerçekten mi? Kurtuluyor muyuz sonunda?"
"Bir bakıma evet ama..." Sesi tedirgin çıkmıştı.
"Ama?" dedim.
"Melissa tüm Amerika'ya haber salmıştır, resimlerimizi dağıtmıştır. Mutlaka her yerde adamı vardır onun. Biri görüp tanırsa bizi, o zaman yandık demektir."
İç çektim.
"Belliydi zaten, o kadının bu kadar gücü varsa bir çok adamı da vardır." dedim.
"Umut nasıl?" diye sordu. Geri dönüp Umut'a baktım.
"İyi gibi, bugün zor olacak onun için."
"Yavaş yavaş gideriz," dedi Daniel.
Daniel yanımdan kalkıp diğerlerinin yanına gitti. Onları uyandırdı. Umut'un çantasını sırtına aldı ve ona kalkması için yardım etti. Umut'un kolunu omuzuna aldı.
"Tüm ağırlığını bana verebilirsin Umut, sorun değil." dedi.
Gidip kendi çantamı aldım. Uzanıp Daniel'ın çantasını alacaktım ama Daniel benden önce davrandı.
"Çantanı ver Daniel," dedim.
"Olmaz, çok ağır." dedi.
Gözlerim ile Umut'u işaret ettim ve güldüm
"O daha ağır," dedim ve çantayı elinden aldım. Daha ağır olanı sırtıma taktım ve diğerini de elime aldım. Yavaşça ilerlemeye başladık.
"Aşağı doğru," dedi Daniel. Dediği yöne doğru yürümeye başladık. Daniel ve Umut en arkada, Deniz de onların yanındaydı. Gökçe ile ben de yan yana yürüyorduk.
"Eskisi gibi olduk mu artık?" diye sordu Gökçe. Ona kısa bir bakış attım ve gülümsedim."Unutmaya çalışıyorum. O yüzden tabi ki eskisi gibiyiz. Sadece..." cümlelerin devamını getirmekte zorlanıyordum. Gözümün önüne geldi tekrar o görüntüler. Nefesim daraldı. Derin bir nefes aldım.
"Ne desen haklısın," dedi Gökçe ve devam etti. "O kadar pişmanım ki pişmanlığımı dile getirecek bir kelime bulamıyorum. Keşke, o aptalı dinlemeyip senin yanında olsaydım. Ama şimdi ne olursa olsun yanındayım."
Gülümsedim "Biliyorum." dedim.
"Yol göründü," dedi Daniel. İleriye baktığımda asfalt yol görünüyordu. Şükürler olsun! Günler süren yürüşümüz sonuç vermişti artık.
"Otostop mu çekeceğiz?" diye sordu Gökçe.
"Bu halde kimse bizi arabasına almaz. Mecbur bir tabela görene kadar yürüyeceğiz," diye cevapladı Daniel. Ayaklarım feci şekilde ağrısa da yürümek zorundaydım. Çok az kalmıştı. Belki de bir kaç hafta sonra tamamen evimde olacaktım. İleride bir tabela gördüm.
"Boston'dayız. Benim yaşadığım şehir," dedi Daniel. Şaşkındı, hem de fazlasıyla.
"Bunca yıldır yaşadığım şehirden çıkmamışım bile." Ses tonundaki şaşkınlığı tarif etmek imkansızdı.

Onu evinden ayırmamışlardı bile ama o yıllardır o hapishanedeydi.

YERALTI HAPİSHANESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin