KAÇIŞ

1.5K 105 7
                                    

Dört ay sonra, 10 mart 2016

Küt, küt, küt... Şuan uyanık birileri olsaydı kalbimin sesini duyabilirlerdi. Öyle sesli ve hızlı atıyordu ki... Korkudan veya heyecandan. Umurumda değil, sadece çok hızlı atıyordu kalbim. Çantaya yeterince ekmek dilimi koymuş muydum? Ah! Büyük ihtimalle açlıktan ölecektik. Kalkıp kontrol etmek istiyordum ama ses çıkartamazdım.

Daha vakit gelmedi mi? Bir an önce vaktin gelmesini ve bunu bitirmeyi istiyordum. Ellerim titriyordu. Evet, korkuyorum. Başaramazsak öleceğiz çünkü. Hepimiz öleceğiz...

"Rüya, haydi!" bana fısıltı ile seslenen Umut'a baktım. Üzerimdeki örtüyü kaldırdım ve sessizce ayakkabılarımı giydim. Doğru mu yapıyorduk? Bu yaptığımız güvenli miydi? Ölecek miydik? Tonlarca soru vardı kafamda. Onların hepsini bir kenara atmaya çalıştım ve dönüp sırt çantamı sırtıma aldım. Ellerim buz kesmişti ve tir tir titriyordu. Kimseyi uyandırmamamız gerekiyordu.
"Silahını aldın mı?" diye fısıldadı Gökçe.
"Kullanamayacağım ama evet." Deniz binbir zorluklarla silah çalmıştı. Her silah çalışında hapishanede kırmızı alarm verilse de, saklamayı iyi biliyordu. Şimdiye kadar hiç bir şekilde yakalanmamıştık ama bu onlara benzemiyordu. Hem de hiç...
"Umut nerede?" diye sordum Gökçe'ye.
"Deniz'le birlikte önden gittiler, ileriyi kontrol etmek için," kafamı salladım. Sessiz ve hızlı adımlar ile yatakhaneden çıktık. Daniel yanımıza geldi.
"Bir şey unutmadınız değil mi? Sıkı giyindiniz değil mi?" diye sordu.
"Evet, her şeyi hallettik," dedim.
Arka tarafdaki merdivenler daha tenha olduğu için orayı kullanacaktık. Daniel önde, ben onun arkasında, Gökçe de yanımda dikkatli adımlar ile merdivenleri çıkmaya başladık. Ufak bir tıkırtı geldi. Daniel hemen silahını çıkarttı ve bizi geriye itti. Biz çok gerekmedikçe silahlarımızı kullanmayacaktık ama Daniel ve Deniz kullanmayı bildikleri için onların sürekli elinde olacaktı. Bir tek susturucu onlarda vardı zaten. Tıkırtılar geçince Daniel eliyle devam işareti yaptı ve devam ettik. Elim arada belimdeki silaha gidiyordu. Daniel, nasıl tutmam ve ateşlemem gerektiğini göstermişti ama bu konuda kendime fazla güvenim yoktu. Dövüş konusunda kendimi biraz olsun geliştirmiştim. Merdivenler bitip üçüncü kata çıktığımızda Deniz ve Umut bizi pencerenin yanında bekliyordu. Daniel ve Umut zorlayarak açtılar pencereyi. Önce çantaları çıkarttık sonra biz çıktık. Pencere biraz küçük olduğundan zorlanmıştık. Pencere zemine sıfır olduğundan dolayı direk çimenlik bir alana çıktık. Gözetmenler olacağından sürünerek duvar dibinden gitmeye başladık. Hava gerçekten çok soğuktu.
"Çıkış kapısı nerede?" diye sordum.
"Yan tarafta olması gerekiyor. Ama oradan çıkmayacağız, tam tersi taraftan duvara tırmanacağız," dedi Daniel. Hepimizden daha uzun süredir buradaydı. Haliyle daha iyi tanıyordu burayı. Arka taraftaki duvara geldiğimizde yavaş ve dikkatli bir şekilde ayağa kalktık. Deniz, Umut ve Gökçe önden tırmandılar duvara. Onlar çıktıktan sonra Daniel ellerini birleştirdi.
"Haydi bin, seni yukarıya iteyim," Daniel'a tedirgin gözler ile baktım. Bana hafifçe gülümsedi
"Korkma, ben seni koruyacağım. Haydi bin."
Beraber hücrede kaldığımızdan beri çok değişmişti Daniel. Bana eskisi gibi sert davranmıyordu, aksine bana karşı çok iyiydi. Fazla iyi. Erkeklere olan güvensizliğim o ve Umut'un sayesinde kırılmıştı. Gülümsemesine karşılık verip ayağımı eline yerleştirdim. Duvarın üst kısmına tutunup kendimi yukarıya çektim. Daniel'a elimi uzattım. O sırada büyük bir gürültü koptu. Sirenler çalmaya başladı. İleriden bağırışma sesleri geliyordu. Yakalanmıştık! Kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı.
"Daniel! Çabuk ol, elimi tut!" Daniel elimi tutmak yerine arkasına baktı.
"Çabuk ol Daniel!"
"Rüya! Aşağı atla, git! Çabuk ol, yakalanmadan git!" Kafamı hayır anlamında salladım.
"Olmaz! Sen ne olacaksın?"
"Beni boşver, sen kendini kurtar!" Bedenim korku ile titredi. Biz buradan onun sayesinde kaçıyorduk ama o bizim için kendini feda ediyordu.
"Rüya atla çabuk!" diye bağırdı Deniz. Olmaz. Yapamazdım. Biz özgürlüğümüze kavuşacakken onun tekrar o deliğe girmesi haksızlıktı. Aşağıya, Daniel'ın yanına atladım.
"Ne yaptın sen? Çabuk bin!" Ellerini tekrar birleştirdi.
"Hayır, sen olmadan gitmem."
"Delirdin mi sen? Çabuk ol!" Boynundaki damarlar gerilmişti.
"Hayır dedim!"
"Rüya!"
"Daniel!"
Daniel dudakları ile bir şeyler mırıldandı. Muhtemelen küfür etmişti.
"Bunu yaptığına pişman olacaksın," omuz silktim.
"Asıl yapmasaydım pişman olacaktım. Sen beni bırakır mıydın?"
"Soruyor musun birde? Silahını çıkar," dedi. Belimden silahımı çıkarttım.
"Sana öğrettiklerimi hatılıyorsun değil mi?" İç çektim ve kafamı salladım.
"Hatılıyorum ama uygulayabilir miyim onu bilmiyorum," Gülümsedi
"Sana güveniyorum, haydi!" dedi ve ileriye doğru nişan aldı. Karşımızda beş tane asker durdu. Bir şeyler bağırıyorlardı ama gürültüden anlamıyordum.
"Ne diyorlar?" diye sordum.
"Teslim olun, silahlarınızı atın diyorlar," omuz silktim. Bu saatten sonra teslim olacak halimiz yoktu ya. Var mıydı yoksa? Kafamı çevidiğimde bana doğru koşan heybetli bir asker gördüm. Kolumu sıkararak silahın kabzesini suratına geçirdim ve kasıklarına sert bir tekme attım. Acı içinde inleyerek yere kapandı.
"Gayet iyiydi." dedi Daniel ve önüne gelen askere geçirdi yumruğu.
"Devam et!" diye bağıdı. Silahımı belime koydum ve en yakın askere doğru koştum. Askerin koluna sert bir tekme atarak silahını düşürdüm. Kolunu tutarak çevirdim ve sırtına dirseğim ile vurdum. Aşağı bükülürken karnına dizimi geçirdim. Daniel'a baktığım zaman aynı durumdaydı. Diğer tarafa döndüğümde yüzüme sert bir yumruk yedim ve yere kapaklandım. Bana yumruk atan asker üzerime çıkıp ellerimi sırtıma bastırdı.
"Daniel!" diye bağırdım. Daniel koşarak yanıma geldi. Üzerimdeki askerin yüzüne ayağı ile bir tekme attı ve beni yerden kaldırdı. Dudağımın kanıyordu. Kanı elimle sildim.
"Devamı gelmeden gidelim, çabuk!" geriye dönüp gelen askerlerin bacaklarına ateş etti. Çok soğuk kanlıydı. Ellerini birleşti, eline bastıktan sonra yukarıya çıktım. Elimi uzattım ve Daniel'ı yukarıya çektim.
"Rüya!" tanıdık bir ses bana seslendi. Karşıya baktığımda Melissa bana bana bakıyordu.
"Rüya! Gidemeyeceksin Rüya! En sonunda yine burada olacaksın!" Ne demek istiyordu?
Ona son bir kez bakıp aşağıya atladım. Yere attığım çantamı sırtıma taktım.
"Ne yaptınız? Yakalanacaktınız!" diye bağırdı Umut.
"Ama yakanmadık," dedim.
"Çabuk koşun! Çabuk!" Hep birlikte koşmaya başladık. Deniz geriye dönüp arkadakilere birer kurşun sıktı. Bu kız çok cesurdu. Engebeli bir ormanda nereye gittiğimizi bilmeden koşuyorduk. Arada düşecek gibi olduğum zaman Daniel beni tutuyordu. Umut bana kızgın gibi bakıyordu. İkisini de izlemeyi bırakıp koşmaya devam ettim.


---



Yarım saat aralıksız koştuktan sonra bir yerde durduk. Nefesim o kadar daralmıştı ki bir an öleceğim sanmıştım. Neyseki durmuş bir mağaranın içinde oturuyorduk.
"Sadece yirmi dakika dinleneceğiz, sonra devam," dedi Daniel.
Daniel'a baktım.
"Daniel, neredeyiz? Biliyor musun?"
"Bilmiyorum, hiç görmedim böyle bir yeri," dedi. Burada yaşadığı halde onun bile bilmediği bir yerde isek gerçekten kötü durumdaydık. Çantadan su çıkartıp bir yudum içtim. Her şey idareli kullanmamız gerekiyordu.
"Hava çok soğuk," dedi Deniz kollarını okşarken.
"Aynen," dedi Gökçe.
"Çoktan büyük bir ekip bizi arıyordur, çok zor olacak bu ormandan çıkmamız," dedi Umut ve iç çekti. Zor olacaktı hem de baya. Hava karanlık olduğu için karşımıza herhangi bir hayvan çıkabilirdi. Molamız bittiğinde dışarıya çıkıp oldukça hızlı adımlar ile ilerlemeye devam ettik. Ormandan çıkıp şehir merkezine ulaşırsak kalabalıkta izimizi kaybettirebilirdik. Sonra bir şekilde Türkiye'ye giderdik. Umut'a baktım. Aşağıdaki tüpleri onlara açıkladığımızdan beri bana soğuk davranıyordu. Ona yalan söylediğimiz için kızmış olabilirdi ama üzerinden dört ay geçmişti. Nasıl bir kızgınlıktı ki bu hala geçmiyordu?
Umut'un yanına gittim.
"Hala kızgın mısın bana?" Umut yüzüme bakmadan cevap verdi.
"Hayır," sesinde öyle bir soğuluk vardı ki...
"Peki neden bana böyle davranıyorsun?" Umut yüzüme sert bir ifade ile baktı.
"Rüya, bunları konuşmanın ne yeri, ne de sırası." dedikten sonra devam etti. Gökçe elini omuzuma attı.
"Zaman ver biraz ona," dedi. Kafamı sallayıp devam ettim yola.

Ara ara on - onbeş dakikalık molalar verip ilerliyorduk. Hepimiz yorulmuştuk ama duramazdık. Yakalanma ihtimalimiz çok fazlaydı.
"Öleceğim uykusuzluktan be!" Deniz yorgunluğuna isyan ediyordu.
"Al benden de o kadar," dedi Gökçe de.
Daniel'ın yanına gittim. O da yorgun görünüyordu.
"Bir iki saat bir yerde uyusak olmaz mı? Hepimiz uykusuzuz. Böyle devam edersek daha kötü oluruz," dedim. Kafasını salladı.
"Haklısın, mağara gibi bir yer bulalım," biraz daha ilerledik, önümüze ufak bir mağara çıktı. Girmeden önce Umut içeride hayvan olmasına karşı içeriye bir kaç tane taş attı. Bir hareketlilik olmayınca hepimiz içediye girdik. Girer girmez herkes yere yığıldı. Ben de bir köşeye gidip sırt çantamı başımın altına koydum. Derince iç çektim.Çok, çok heyecanlı bir gündü bugün. Umarım, bu işi başarabiliriz. Umarım bizi yakalayamazlar.

Hem biz, özgürlükten başka ne istiyorduk ki?

YERALTI HAPİSHANESİWhere stories live. Discover now