47- "Beklenmedik Arama"

4.7K 397 308
                                    

Bölüm normalde bunun iki, hatta üç katı uzunluktaydı ama formata bir kere kısa hikaye diyerek başladığımız için ve sizi de çok fazla beklettiğimi hissettiğim için bölümü atmak istedim.

Bir önceki bölümde 'herkes oy atmak zorunda değil, insanları zorlayamazsın' diye bir yorum aldım. Bunun hakkında da konuşmak istiyorum. Siz oy ve yorum atmayıp yeni bölüm talep edebiliyorsanız ben de oy ve yorum için sizi zorlama hakkına sahibim. Bunu yapmıyorum ama bunu yapmaya hakkım da var. Yakanıza yapışmıyorum oy ve yorum için sadece baktığınız bakış açısı gerçekten dilimi uçuklattı.

Son okumayı yapmadım, hatalarımı mazur görün lütfen. İlk defa bölümü makul bir saatte atıyorum, onun da bir heyecanı var dsköfopdksof

Sınır: 300 oy, 500 yorum (Herkes iki yorum atsa bitmiş olacak, atıp atmamak size kalmış)

Keyifli okumalar

Şekersiz- Az Satan Kitaplar
Cem Adrian, Ecem Erkek- Kendine İyi Bak

¤¤¤

"Eğer kötü olursan, bilirsin aynı yerim. Gözündeki yaşlara kıyamam ben silerim."

Her insan bir beklenti üzerine aralardı bu dünyaya gözlerini. Herkes bir beklenti üzerine büyütülür, beklentilerle bezeli olan hayatını kendi avuçları arasında kontrol etmeye başladığında ise kendi beklentilerini büyütürdü içinde. Beklentiler her ana yaraydı. Kimseye iyi bir şey katmazdı.

Zaten olan bir şeyin dahasını, her seferinde daha fazlasını isterdi insan. Annesinden, babasından öğrendiği beklenti dolu hayatı zindan ederdi kendine. Büyüdüm artık, güzel bir mesleğim olsun derdi. Sonrasında mesleğim de var, artık kendimi göstereceğim bir kariyer yaratmalıyım ve para kazanmalıyım yarışı başlardı. Bu da olduğu zaman evlilik telaşesi sarardı dört bir yanı. Evlilikten sonra çocuk, çocuktan sonra çocuğa karşı hissedilen sorumluluk ve onun yapacaklarını tasarlamak; el kadar bebek üzerinde beklentilerin oluşması...

En güzel zamanların çöp edilişiydi bu. Fazla hırs, fazla ihtiras, fazla öfke.... Bunların hepsi zararlıydı. Halbuki bir insanın her zamanı değerli, özel ve güzeldi. Beş yaşında oynanan saklambacın tadı, yedi yaşında okunan ilk kitabın verdiği mutluluk, on yaşında denizde ilk defa kendi başına açılmanın verdiği cesaret, on altı yaşında kalbinde ilk kez hissettiğin o çarpıntı... Hayatın her anı önemli ve güzeldi.

Hayatı insan zindan ederdi kendisine. Ya bile isteye yapardı bunu ya da sessiz kalır hayatına müdahale edilmesine izin verirdi. İkisinin de sonu aynıydı, ikisinin de sonu uçurumdu, ikisinin de sonu ölümdü. Ölüm bazen fiziksel olmuyordu, ölüm aslında hiçbir zaman fiziksel olmuyordu. Bedenin işlevsiz kalma durumu ölüm değildi, sadece bir vedaydı. Tek kişilik, ardında bıraktıklarına büyük bir acı bırakacağın bir vedaydı. Ama ölüm aynısı değildi. İnsan ölünce veda etmezdi. Biri ölünce, biri gerçekten ruhu söküle söküle yaşarken ölünce kimse tek bir damla gözyaşı bile akıtmazdı. Ölüm de insanlar da acımasızdı.

Veda ve ölüm ikilemi. En zoru da buydu. Belki de en zoru ölümün ardındaki veda etme isteğiydi. İnsan beklentilerini karşılayamadığını hissettiğinde, ona biçilen rolü layıkı ile yerine getiremediğini asla da getiremeyeceğini anladığında ölümünün ardına bir veda kondurmak isterdi. Çünkü vedalar rahatlatırdı. Şarkıda da diyordu, son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda diye. Akılda kalan tek şey o son an olurdu veda edildiğinde. Kimse yapılan kötülükleri, çekilen acıları, hissedilen o çaresizliği hatırlamazdı.

Sadece son geçirilen o zaman, son yenen o yemek, son gülünen o an hatırlanırdı. Biri eğer ki dünyaya veda edecekse, ilkleri ve sonları unutulmazdı. Hayat bir fotoğraf karesiydi ve insan kadraja tüm her şeyi sığdırabildiğinde deklanşör birden kendi kendine çekiyordu fotoğrafı. Fotoğraf çekilince de ışıklar sönüyordu. Basit ve ters orantı mantığı ile çalışan güzel bir sistemdi. İnsan yaşarken ölüyordu ve veda edince gömülüyordu.

Koçum Benim On viuen les histories. Descobreix ara