MESEL

By Dilopervinova_

18K 1.2K 85

İbret alınacak bir söz ya da hikaye. "Seninle değil, senin için mücadele ediyorum," isyan dolu sesi dişleri... More

1.BÖLÜM: YIL DÖNÜMÜ
2.BÖLÜM: DUVAK
3.BÖLÜM: İLK TANIŞMA
4.BÖLÜM: HEDİYE
6.BÖLÜM: FARKINDALIKLAR
7.BÖLÜM: DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA
8.BÖLÜM: BAŞKA YOL YOK
9.BÖLÜM: ZAMAN
10. BÖLÜM: GÖLGESİ ALTINDA
11.BÖLÜM: KARŞILIKLI İTİRAFLAR
12.BÖLÜM: ACI YÜZLEŞME
13.BÖLÜM: BEDELİ VAR
14.BÖLÜM: LOTUS ÇİÇEĞİ
15.BÖLÜM: SENİN BEN OLDUĞUNU BİLİRİM
16.BÖLÜM: FARKLI PENCERELER
17. BÖLÜM: AMA DİLEYEBİLİRİM
18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN
19.BÖLÜM: BENİM SEVEMEYECEĞİM BİRİ
20.BÖLÜM: İKİ BEDEN TEK RUH
21. BÖLÜM: DOĞRU VE YANLIŞ
22.BÖLÜM: GİTMEK Mİ KALMAK MI
23.BÖLÜM: CEVAPSIZ SORULAR
24.BÖLÜM: YENİ HAYATLAR
25.BÖLÜM: KÖTÜNÜN BULAŞTIĞI İYİ
26.BÖLÜM: KARŞILIKLI SUSKUNLUKLAR
27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR
28.BÖLÜM: BAZI ŞEYLER DİLE GELMEZ
29.BÖLÜM: SON PİŞMANLIKLAR
30.BÖLÜM: ARTIK VARDI
YENİ KURGUM: ISTAKOZ

5.BÖLÜM: DOĞRU KİŞİ

841 71 1
By Dilopervinova_

Hepinize iyi okumalar canlarım. ✨

*
Kıstığım gözlerimle beyaz bulutlarım hakimi olduğu gökyüzünü izliyordum. Oldukça güzel ve sıcak bir gün olduğu için kahvaltımı dışarıda, evin bahçesinde etmeye karar vermiştim. Gerçeği önüme konulan yiyeceklerden pek yiyememiş olsam da günün güzelliği doymama yetmişti.

Sabah uyandığımda, dün üstümü değiştirmeden ve yorganın altına bile girmeden öylece uykuya daldığımı fark edince kısa bir şaşkınlık yaşamıştım ama geceyi nasıl geçirdiğimi hatırlamam uzun sürmemişti. Hala ağrıyan bir baş ağrısıyla ve üşümekten olsa gerek içim titreyerek uyandığım bu kötü günde, aksine havanın bu güzelliği bir nebze olsun bana teselli olmuştu. Derin bir nefes aldıktan sonra sıcak çayımdan bir yudum içtim, tam bu sırada Nejat'ın bu tarafa doğru geldiğini gördüm. Hemen arkasında elinde tepsiyle gelen Zehra'yı görünce burada olduğumu bile bile geldiğini anladım ve bir anda sinirlerim gerildi. Bakışlarımı ondan alarak önüme döndüm ve kahvaltımı etmeye başladım.

Nejat, saniyeler sonra tam karşımdaki sandalyeye bir şey demeden oturdu, Zehra ona servis açtıktan sonra bizi yalnız bıraktı.

"Günaydın," dedi Nejat oldukça olağan bir tavırda. Elimdeki çatalı sıktım ve gereksiz yere kendimi germeme kararı aldım.

"Günaydın," dedim tıpkı onun gibi bir umursamazlıkla. Madem o hiçbir şey yaşanmamış gibi yapabiliyordu, ben neden yaşadıklarımıza takılıp canımı sıkacaktım ki?

"Bugün bir planın var mı?" diye sordu bu sefer de, ona bakmadan başımı salladım ama bir cevap vermeyince görmediğini anladım.

"Yok,"

"İyi. Akşam annenlere gidelim, dünkü iş yemeğini anlatırım babama."

"İş yerinde neden anlatmıyorsun?" diye sorduğumda ona bakıyordum.

"Babam burada değil," dedi Nejat, çayından yudumlarken bakışları masadaydı. "Bu akşam dönecek,"

"İyi," dedim ve yeniden önüme döndüm. Babamın şehir dışında olduğunu Nejat'tan öğrenmeye içerlensem de başka ne türlü öğrenebileceğimi de bilemiyordum.

"Ben kahvaltıdan sonra giderim o zaman anneme," dedim çünkü hazır babam evde yokken annemle iyi zaman geçirebilirdik.

"Sen bilirsin," dedi ve ağzını peçeteyle silerek ayağa kalktı. "Afiyet olsun,"

Benden bir yanıt beklemeden arkasını döndüğünü gibi uzaklaştı. Nejat'ın evden tamamen çıktığını görene kadar orada durdum, o arabasıyla gittikten sonra ben de ayaklandım. Kısa sürede kapıya vardığımda Zehra'ya seslendim ve ondan çantamla montumu getirmesini rica ettim. Zehra, beni çok bekletmeyerek geri geldi, teşekkür ederek elindekileri aldım. Geri dönüp garajdaki arabama binerek çalıştırdım ve hızla evden ayrıldım. Hava güzel olduğu için düğmeye basıp arabamın üstünü açtım ve yüzüme çarpan rüzgar, tenime vuran güneşle birlikte ilerlemeye devam ettim. Neredeyse bir saat sonunda evin önünde park ettim ve arabadan çıkarak saniyeler sonra zile bastım.

"Kızım?" dedi kapıyı açan annem büyük bir şaşkınlıkla. "Bu ne sürpriz böyle, hoş geldin,"

"Hoş buldum,"

"Geç şöyle," dedi annem, içeriye girdikten sonra kapıyı kapattı ve birlikte salona girdik.

"Nasılsın bakalım?"

"İyiyim," dedim, sesim pek de beni destekler şekilde çıkmamıştı. Yanımda oturan annem de bunu sezmiş olacak ki o ince kaşları havalandı.

"Yorgun duruyorsun, hasta mısın?"

"Hayır," dedim hemen ve gülümsemeye çalıştım. "Sen neler yapıyorsun?"

"Dün bütün gün dernek toplantısındaydım," dedi annem, kuruluşunda payı olan derneği onun için çok değerliydi. Emekli bir öğretmen olan annem, uzun zamandır kendisini bu tarz gönüllü işlere adamıştı.

"Bugün dinlenirim diye düşündün ama ben rahat vermedim,"

"Saçmalama canım," dedi ve elini dizime koydu. "Ama itiraf edeyim gelmene şaşırdım."

"Babam evde değilmiş,"

"Evet," dedi, ima ettiğim şeyi anladığı buruk gülümsemesinden belli oluyordu. "İşi için şehir dışında iki gündür."

"Nejat neden onunla gitmedi?"

"Bilmiyorum," dedi annem dudağını bükerek. "Sen bilmiyor musun?"

"Hayır, babamın gittiğini bile bilmiyordum."

"Nejat'la küs müsünüz?" annemin gözlerinde bir endişe belirmişti. "O yüzden mi böyle görünüyorsun?"

"Nasıl görünüyorum?"

"Çok yorgun duruyorsun kızım," annem elimi tuttuğunda bana doğru biraz yaklaşmıştı. "Gözlerin şişmiş, ağlandın mı yoksa?"

Anneme verecek bir cevap bulamadım. Ağladığım doğruydu ama bunun nedenini sorduğunda ona ne anlatacaktım? Tam bir açıklaması bile olmayan saçma sapan bir tartışma yaşamıştık Nejat'la, bunun anlatılabilecek hiçbir yanı yoktu. Yine de annemle konuşmak isteyen bir yanım vardı ama kendi sorunlarımla onu üzmek istemiyordum. Her zaman yaptığım gibi yapıp hiçbir sorun olmadığını söylemek istedim, dilim her zamanki gibi rahatlıkla düşüncelerimi dile getiremedi.

"Bir şey varsa söyle Arya?"

"Önemli bir şey yok," diyebildim sadece. Annemin elimi tutmasından mıdır bilmem, garip bir hüzün içine girmiştim.

"Ama sonuçta bir şey var, değil mi?"

"Anne," dedim ama devamı gelmedi. Merak ve endişeyle gözlerime bakan anneme sıkıntıyla baktım ve en sonunda üstün körü de olsa anlatmanın bana biraz iyi gelebileceğini düşündüm. "Evet, dün tartıştık."

"Ne hakkında peki?"

"Bir nedeni yok," dedim, bu kulağa saçma gelen cevabım aslında bir nevi doğruydu. Düşündüğümde Nejat'ın dün tam olarak neye sinirlediğini ben bile anlayamamıştım ki bunu anneme anlatabileyim.

"Nedensizce yani?" annem cevabımdan tatmin olmamıştı.

"Nejat'ın bir nedeni vardı elbette," dedim mırıldanır gibi. "Her zamanki hali,"

Son cümlem annemin yüzündeki ifadeyi sarstı, çok kısa bir an gözlerinde üzgün bir ifade belirdi ama kendisini hemen toparlayabilmişti.

"Olaylara nasıl tepkiler verdiğini tahmin etmekte zorlanmıyorum, " duraksadı, aklından geçen düşüncelerden kurtulmak istercesine başını salladı. "Üzüm üzüme baka baka kararıyor,"

Annemin kast ettiği şeyi anlamıştım. Nejat hakkında bu kadar emin bir varsayımda bulunmakta haklıydı çünkü gerçekten de üzüm üzüme baka baka kararmıştı, hatta komple o üzümün kendisi bile olmuştu. Kaderin bu cilvesine inanamayarak gülümseyebildim sadece. Yıllarımı ondan kurtulma hayaliyle geçirdiğim babama birebir benzeyen biriyle evlenmiştim. Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmıştım ama bunun sorumlusu bile babamdı. Tanıdık bir kızgınlık içinde dudaklarımı yaladım ve rahatsızlık içinde arkama yaslandım. 

"Boş ver bunları anne,"

"Boş veremiyorum, hiçbir zaman da veremedim."

"Anne," dedim şaşkınlık içinde ama elini çekip havaya kaldırarak beni durdurdu. Zaten solgun duran teni, yüzünde beliren kırgınlığıyla daha da solmuştu.

"Seni böyle görmek canımı sıkıyor,"

"Canını sıkacak kadar önemli bir şey yok," dediğimde annem çoktan gözlerini benden kaçırmıştı. Onun gibi hassas olan birinden böyle bir tepki gelmesine şaşırmamam gerekiyordu belki de ama kendime engel olamıyordum. Bir an ne yapacağımı bilemeyerek sessizlik içinde ona baktım, ardından kararlı bir şekilde derin bir nefes alıp verdim.

"Buraya biraz iyi vakit geçirmeye geldim anne, lütfen kapatalım bu konuları,"

"Affedersin," deyip oturduğu yerde kıpırdandı ve yeniden bana döndü. Her ne kadar rahat gözükmeye çalışsa da onun bu konuyu aklında uzun bir süre kurcalayacağına emindim. En başından bu konuyu ona açmamalıydım, pişmanlık içinde anneme bakmakla kaldım. "Kahvaltı yapmadıysan hazırlatayım?"

"Hayır," dedim ve konuyu değiştirmek için ekledim: "Bir kahve içelim birlikte,"

"Olur," dedi ve hala duygularını gizlemeye çalışırken ayağa kalktı. "Gel haydi, mutfağa gidelim."

Mutfağa gittik ve orada olan Selma teyzeyle kısaca sarıldıktan sonra masaya oturduk. Selma teyze kısa boylu, biraz yapılı bir kadındı ama dünyanın en tatlı insanıydı. Kendimi bildim bileli bu evdeydi ve annemin adeta sol koluydu. Ona teyze derken gerçekten de teyzemmiş gibi hissediyordum, tek çocuk olan annemin de onu bir kız kardeş olarak gördüğüne emindim. Selma teyze kahvelerimizi masaya koydu ve yanımıza oturarak bize eşlik etti. Birlikte saatleri devirdiğimizde zamanın gerçekten de nasıl geçtiğini fark etmemiştim.

"Akşam yemeğe kalmak ister misin?" diye sordu annem biraz çekingen bir tavırda, o da babamla yüz yüze gelmek istemediğini biliyordu. Aklıma Nejat'ın kahvaltıda söylediği gelince mecburen kafamı salladım.

"Olur,"

"Tamam," annem Selma teyzeye döndü. "Akşam yemeğini sen ayarlarsın,"

"Tabi tabi," dedi ve ayağa kalkarak hemen hazırlıklara başladı.

Onları mutfakta bırakıp çıktım ve tam salona gidecekken aklıma yukarı kattaki odam geldi. Odama girmeyeli çok uzun zaman olmuştu, o yüzden merdivenlere yönelirken garip bir çekingenlik hissiyle dolmuştum. Kısa bir an merdivenin başından duraksasam da ardından çekinecek hiçbir şeyimin olmadığını kendime hatırlattım ve tuttuğum ahşap tırabzan eşliğinde merdiveni ağır ağır çıktım, üst katın uzun koridorunun en sonunda bulunan odama doğru yürümeye başladım.

Sanki parkenin üstüne basmıyordum da attığım her adımda bir hatırayı uyandırıyordum. Ansızın aklımda canlanan anılarımla birlikte koridoru geçtim ve odamın kapısının önünde durdum. Buraya en son ne zaman geldiğimi hatırlamak istedim ama kendimi ne kadar zorlasam da tam bir tarih bulamadı. Kapının gümüş rengindeki kulpunu tuttum ve yutkunduktan sonra indirerek odamın kapısını açtım.

Eski bir kitabın sayfasını değiştirmişim gibi yüzüme bir toz bulutunun çarptığını hissederken, hiçbir değişikliğe uğramamış odamdan içeriye girip kapıyı hızla arkamdan kapattım. Sanki bir yakınımı uzun süreden sonra görüyormuşum gibi özlemle bakışlarımı odamda gezdirmeye başladım; Beyaz duvarlarında, penceremin yanında duran dolabımda, hemen yatağımın karşısında duran çalışma masamda, yerdeki parkede, tavandaki avizede... Buruk bir tat damağımda oluştuğunda ilerleyip yatağımın üstüne oturmak istedim ama bir türlü adım atamadım. Sanki bir kafesin dışındaydım ve sadece olduğum yerde etrafıma bakınmak zorundaydım. Olduğum yerde kalmaya devam ettim ve arkamdaki kapıma yaslandım. Çoktandır aklıma doluşmuş olan anılarım oradan oraya cirit atmaya başlamışken, bunların çoğunun olumsuzluklarla dolu olduğunu biliyordum.

Bir anı vardı ki beyaz bir kağıdın üstüne damlamış kara bir leke gibi kendini hepsinin içinde açıkça belli ediyordu. Tüm detaylarıyla anımsadığım ama aslında her detayını unutmak istediğim bu anı, bir el gibi boğazıma yapışıp nefesimi keserken bir anda gözlerimi yumdum ve kara bir delik gibi o anın içine çekildim:

"Benim onunla konuşacak hiçbir şeyim yok," dedim arkamda duran anneme, çalışma masamın üstündeki zaten düzenli duran eşyaları kurcalarken, hiç olmadığı kadar gergin hissediyordum kendimi.

"Kızım," dedi annem, sesine işlemiş çaresizlik dişlerimi sıkmama neden olmuştu. "Baban seni bekliyor aşağıda, yapma böyle,"

"Konuşmak istemiyorum anne!"

"Sen aşağıya gelmezsen o yukarıya gelir, biliyorsun,"

"İstediği yere gelsin," hışımla anneme döndüm. "Ben ona son sözümü çoktan söyledim."

Ne yapacağını bilemeyerek bana bakan annem, bir anda gözüme o kadar yorgun gelmişti ki onu bu hale getiren her şeye karşı öfke duydum.

"Arya," annem bana doğru bir adım atınca elimde olmadan ben de bir adım geriledim. Bu hamlem annemde şaşkınlık yaratsa da kendisini hemen toparladı. "Lütfen, hatırım için aşağıya gel, baban ne söyleyecekse söylesin sonra yine odana çıkarsın,"

Kızgınlık içinde yansam da annemin bu yakarışları karşısında daha fazla direnemedim. Belki de annem, babamın ne diyeceğini biliyordu, o yüzden aşağıya inmem için ısrar ediyordu? Belki babam fikrini değiştirmişti? İçimden bir ses bu son soruma karşı adeta kahkahalar atarken onu duymazdan gelmeye çalıştım. Aşağıya inip babamın karşısına geçmem için küçük de olsa bir ihtimale ihtiyacım vardı, o yüzden o alaycı sesi umursamayarak annemi onayladım. Rahat bir nefes veren annemle birlikte odamdan çıktık ve merdivenleri de inerek salona, bizi bekleyen babamın yanına gittik.

Her zamanki yerinde oturmuş olan takım elbise içindeki babam, bacak bacak üstüne atmıştı ve bakışlarını sanki bir şeyleri kurcalarmış gibi yerde dikmişti. Öyle ki geldiğimizi bile annemin öksürmesiyle fark etmişti.

Başını kaldıran babamla anında göz göze geldik, o dalgın bakışlarından hızlıca kurtuldu ve kaşlarını çatarak oturduğu yerde dikleşti. Elini belime koyan annemle solonun ortasına doğru ilerledik, annem beni bıraktı ve arkamdaki koltuğa oturduğunu duydum. Bakışlarımı bir an olsun babamdan çekemezken aynı şey onun için de geçerliydi. Sanki görünmez bir ip bizi  birbirine bağlamış gibi ne ben bir adım atabildim ne de babam olduğu yerde kıpırdadı. Bana bir asırmış gibi gelen bu sessizliğin çok büyük bir gürültüyle sonuçlanacağını içten içe hissetmeye başladığımda mideme bir kramp girdi, kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Babamın bu halini biliyordum, söyleyeceği her neyse onun için uygun bir anı bekliyordu.

"Kararımı verdim," dedi hiç beklemediğim bir anda, iki metre kadar uzağında durmuş öylece ona bakıyordum. "Nejat ile evleneceksiniz."

"Ne?" arkamdan şaşkın sesi yükselen annem oturduğu yerden kalktığı gibi yanıma geldi. "Ne diyorsun sen Haluk, hani kapanmıştı bu konu?"

"Kapanmıştı," dedi babam, o kadar rahat görünüyordu ki bu hali canımı yakmıştı. "Ama sonra bir daha kapanmamak üzere geri açıldı. Bu evlilik, olacak."

"Haluk-"

"Araya girme!" diye bağıran babam annemin irkilmesine sebep olmuştu. Yanımda duran ellerimi yumruk şekline soktuğumda patlamaya hazır bir volkan gibiydim.

"Sakın benim adıma karar vermeye kalkma," dedim dişlerimin arasından. "Sakın böyle bir şey yapma."

"İstediğim kararı veririm," babam teklemeden konuşuyordu. "Hatta verdim bile."

"Ben, Nejat'la asla evlenmem!"

"Öyle mi?" can yakan bir alaycılıkta gülen babam, sonunda hareket ederek bana doğru eğildi. "Kiminle evlenmek istersiniz Küçük Hanım?"

"Benim kızım daha yirmi yaşında, ne evlenmesi Haluk?"

"Kaç yaşında olursa olsun, eninde sonunda Nejat'la evlenecek!" annemde olan bakışları adeta ateş saçan babam, kontrolünü kaybetme eşiğine gelmişti. "Ha bugün ha yarın!"

"Sana inanamıyorum, konuştuğumuz şeyleri bu kadar çabuk unutmuş olmana inanamıyorum!" sitem dolu sözlerini babama savuran annem elini yüzüne doğru götürerek arkasını döndü ve salondan çıkarak bizi yalnız bıraktı. Savaş esnasında komutansız kalmış bir asker gibi tüm gardım bir anda yerle bir olurken, babam annemin gitmesini bekliyormuş gibi ayağa kalktı ve tam karşımda dikildi.

"Sakın annenden yüz bulayım deme," çenesini yukarıya kaldırmış olan babam bana bakmaya tenezzül bile etmiyormuş gibi bakışlarını yanımdaki boşluğa odaklamıştı. "Sakın sen de saçma sapan hayallere kapılma. Ne yaparsan yap Küçük Hanım, bu evliliğin gerçekleşmesine engel olamayacaksın."

"Hayatıma bu kadar müdahale etmeye kendinde nasıl hak buluyorsun?" diye sorduğumda umduğumdan daha düşük çıkan sesim bana bile aciz gelmişti.

"Senin hayatın beni de ilgilendirir, başına buyruk davranmana bir kere izin verdim bir daha asla izin vermem."

"Sırf senin istediğin bölümü okumuyorum diye mi tüm bu öfken?" acı veren bir şaşkınlıkla gülerken, çıkardığım ses babamın bana bakmasına neden olmuştu.

"İstediğin bölümü okuyorsun da ne oluyor?!" dedi, gözlerim kızgınlıkla bana doğru salladığı eline düşmüştü. "Başımıza ressam mı kesileceksin?!"

"Canım ne isterse o kesilirim!"

"Kes sesini!" öfke dolu sesi tüm salonda yankılanmıştı. "Benimle doğru konuş!"

"Asıl sen doğru konuş," dedim, babamın gözü dönmüş bakışlarını aldırmadan devam ettim: "Bırak artık peşimi baba, bıktım senin isteklerinden, düş yakamdan artık!"

"Laflarına dikkat et diyorum!"

"Etmiyorum!" diye bağırdım, sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki babamın gözlerinde bile bir şaşkınlık kırıntısı belirmişti. Aldığım nefesim göğsüme sığmıyormuş gibi hissederken, artık patlamış bir volkandım. "Kendimi bildim bileli senin isteklerini yerine getirmeye çalışıyorum! Sen ne yapıyorsun peki? Hala yetmezmiş gibi emirler yağdırmaya devam ediyorsun! Ya bir kere bile olsun dönüp de takdir ettin mi beni yaptıklarım için, bir kere olsun aferin dedin mi?"

"Zaten yapmak zorunda olduğun şeyler için sırtını sıvazlamamı bekleme benden."

Bir ok gibi göğsüme batan bu cümlesi o kadar canımı yakmıştı ki başımı hızla önüme eğdiğimde gözlerim dolmuştu. Aşağıya doğru bükülen dudaklarıma engel olmaya çalışarak nefesler alıp vermeye başladım. Hiçbir zaman onun karşısında ağlamamıştım hiçbir zaman da ağlamayacaktım.

"Ben, senin iplerini elinde tuttuğun kuklan değilim. Komutlarına harfiyen uyacak evcil hayvanın da değilim." Başımı yeniden kaldırdığımda babamın çenesi gerilmişti. "İstediklerini yapıyordum çünkü zannediyordum ki senin beni sevme şeklin bu, " titreyen sesim birkaç saniye duraksamama neden olsa çok geçmeden yutkunarak devam ettim: "Ama görüyorum ki senin dünyanda bana karşı her duyguya yer var, sevgiye yer yok."

Bu cümlelerim babam için ne ifade etmişti bilmiyordum çünkü yüzünde tek bir değişiklik olmamıştı. Uzun zamandır farkında olduğum bu gerçeği babamın yüzüne karşı ilk defa söylüyordum ve belli ki babam için de gerçek bundan ibaretti. Onun resmen onayladığı bu gerçek kalbimi paramparça etti, öyle ki kalbim artık atamaz gibi oldu. Daha az önce delice çarpan kalbim sanki şimdi durmuş gibi ses seda çıkarmazken aynı şey az önce seslerimizle yankılanan salon için de geçerliydi.

Bu sessizlik uzadı, uzadı, uzadı ta ki bir karabasan gibi üstüme çökene kadar. Olduğum yerde ne kıpırdayabildim ne de babamın attığı buz gibi bakışlarından gözlerimi alabildim. Kendimi olduğum yerden geriye doğru düşüyormuş gibi hissederken dünyam aniden karardı ve bir çınlama kulağımda yankılandı.

Kötü bir kabustan uyanıyormuş gibi hızla gözlerimi açtım ve elimi çarpan kalbime götürerek nerede olduğumu fark etmek için etrafıma bakındım. Saniyeler sonunda odamda olduğumu hatırlayınca derin derin nefesler aldım ve daha fazla burada durmak istemediğim için hızla arakamı dönüp kapıyı açarak odamdan çıktım.

Saatler sonra artık tamamen akşam olduğunda annemle birlikte sofradaki eksikleri tamamlıyorduk.

"Nejat nerede kaldı?" diye sordu annem elindeki çatalı tabağın yanına koyarken. "Geç kalmadı mı?"

"Bilmem," desem de aslında Nejat'ın geç kaldığının ben de farkındaydım.

"Ara bir istersen?"

"Gerek yok," dedim, Nejat'la konuşacak halde değildim. "Bir şey olsa o beni arardı,"

Annem pek ikna olmasa da başıyla onayladı ve işine geri döndü. Masaya son kez baktığımda tabakların yamuk durduğunu fark ettim. Bu rahatsızlık veren görüntüden kurtulmak için tabakları düzeltmeye başladım, tam bu sırada kapı çaldı. Annem, elindekileri bırakarak kapıya yöneldi ama kapı çoktan Selma teyze tarafından açılmıştı.

"Haluk?" dedi annem şaşkınlıkla, tabağı bırakarak hızla koridora baktım ve Nejat'la babamın aynı anda gelmiş olduklarını gördüm. "Siz nasıl birlikte geldiniz?"

"Havalimanına babamı almaya gittim," diyen Nejat paltosunu çıkarıyordu ve yüzü adeta güller saçıyordu.

"İyi yapmışsın, hoş geldiniz,"

Babam annemin yanağına hızlı bir öpücük kondurduktan sonra elinden valizi almaya yeltenen Selma teyzeyi durdurdu ve merdivenlere doğru yöneldi. O giderken annem de peşinden gitti ve koridordaki Nejat da salona yöneldi. Kapıdan girmeden beni gördü, o yüzündeki gülümseme anında sekteye uğramıştı.

"Hoş geldin," dedim gözlerimin içine baktığı için. Nejat başını sallamakla yetindi ve koltuğa oturdu.

"Ne yaptın bugün?" diye sordu, arkası bana dönüktü. Sanki konuşmak istemiyor ama susmak daha ağır geldiği için gelişi güzel bir muhabbet açmaya çalışıyordu. Her ne düşünce içerisindeyse onunla mücadele etmeden sadece ayak uydurmak niyetindeydim, o yüzden ben de koltuğun diğer ucuna oturdum.

"Annemle birlikteydim," dedim oldukça düz bir sesle, Nejat bana baksa da ben ona bakmadım.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu, kaşlarımı çatarak ona doğru döndüm. "Hasta gibi görünüyorsun,"

"İyiyim," dedim kısaca, Nejat da çok uzatmak istemediği için bu dediğime sorgusuz inandı ve yeniden önüne döndü. Aramıza giren sessizlik bir diken gibi batmaya başladığı sırada neyse ki annem geldi, hemen ardından da babam girince bakışlarımı önüme döndürdüm.

"Haydi bakalım, geçelim sofraya,"

Nejat'la aynı anda ayağa kalktık ve sofradaki yerlerimizi aldık. Bardağındaki sudan içen babama göz ucuyla bakarken babam bardağını bıraktı ve benim olduğum tarafa dönünce sanki yanlışlıkla göz göze geldik.

"Hoş geldin," dedim kendimi buna zorunlu hissettiğim için. Babam bir şey demeyerek sadece başını salladı ve Nejat'a döndü.

"Arabada yarım kaldı, devam et şu iş yemeğini anlatmaya,"

"Çoğunu anlattım aslında," dediği sırada kasesini Selma teyzeye uzatmıştı. "Verimli bir yemekti, sözleşmeyi imzalamayı kabul edecekler,

"İmzalasınlar bir zahmet, o kadar imtiyaz tanıdık," diye homurdandı babam. "Neyse, güzel bir iş bağladın oğlum, tebrikler,"

O gururlu bakışlarının hedefinde olan Nejat'ın hiçbir suçu olmamasına rağmen ona kızgınlıkla doldum. Gerginlik içinde önüme döndüm ve çorbamdan içmek için kaşığımı elime aldım.

"Ne demek baba, işim bu,"

"İşini bu kadar önemsemen tebriki hak ediyor zaten,"

"Teşekkür ederim," mahcup bir sesle konuşan Nejat az kalsın gülmeme neden olacaktı. Benim karşımda adeta kaplan kesilirken babamın karşısında nasıl da uysal bir kediye dönüşüyordu.

"Nereye gidersem gideyim, gözümün arkada kalmayacağını biliyorum," dedi babam, elim harekesiz kalırken sesindeki imayı sezmiştim. "Elindekilerin değerini bilmeye devam et oğlum,"

Elimdeki kaşığı bırakarak arkama yaslandım çünkü babamın cümleleri mideme oturduğu için doymuştum. Bilerek mi bu şekilde konuşuyordu? Benim burada olduğumu ya da herhangi bir şeyler hissedebileceğimi hiç düşünmüyor muydu? Görünmezdim de benim mi haberim yoktu, bilmiyordum ama babamın Nejat'ı överken alttan altta aslında bana lafı dokundurmaya çalıştığını anlayacak kadar onu iyi tanıyordum. Bunu sadece ben değil annem de anlamıştı, o yüzündeki gerginliğin altında bir uyarı yatıyordu ama bu elbette ki babamın umurunda olmamıştı.

"Yemeğimizi soğutmayalım," diyen annemin bakışları ok gibi babama saplanmıştı. "İşi sonra da konuşusunuz,"

Kimseden ses çıkmasa da herkes annemi onayladı ve sonunda aramıza giren sessizlikle yemeğe döndük. Önüme gelen yemek oldukça güzel görünse de ağzıma lokma sokacak halim yoktu, sadece annemin dikkatini çekmemek için ufak tefek lokmalar almakla kalmıştım. Sonunda yemek fasla bitip masadan kalktığımıza memnundum, koltukta aynı yere otururken Nejat bu sefer bana yakın bir şekilde oturmuştu.

"Yarın işe gelme istersen baba, dinlen biraz,"

"Dinlenecek ne var?" babam vakur bir şekilde güldü. "Erken gelmem ama haberin olsun,"

"Tabi," dedi Nejat ve kolunu koltuğun arkasına attı, bu hareketi bir anda bizi birbirimize daha yakınlaştırmıştı.

Kendimi tutmayarak ona dönsem de Nejat beni görmezlikten geldi. Bu yakınlığı canımı sıktı, yine de yerimden kıpırdayarak dikkatleri üstüme çekmek istemedim ki zaten Nejat'ın da benim böyle düşüneceğimi bildiği için bu kadar rahat davrandığını biliyordum. Sırf aramızda hiçbir sorun yokmuş gibi bir imaj çizmeye çalıştığı için böyle davranıyordu ve görünen oydu ki başarılı da oluyordu.

"Bizim Kemal'i hatırlıyorsun, değil mi?" diye soran babam bir anneme bir Nejat'a bakıyordu, onlardan olumlu yanıt alınca devam etti: "Kızı geçenlerde doğum yapmış,"

"Nasıl, daha iki haftası var diye biliyordum?" diyen annem endişelenmişti. Kemal amca bir aile dostumuzdu ve ben de kızının doğumuna daha zaman olduğunu biliyordum, babamın bu haberi beni de şaşırtmıştı.

"Erken doğum olmuş, Kemal arayıp haberi verdi,"

"Durumu nasıl peki?"

"İkisi de iyi," dedi babam ve tam bu sırada elinde tepsiyle içeriye Selma teyze girdi. Babam kendisine uzatılan tepsinden kahve bardağını alarak teşekkür etti. " Bir hayırlı olsun demeye gitmemiz lazım,"

"Gideriz tabi," dedi annem ve bana döndü. "Sen de gel istersen kızım, Melis seni de görmek ister,"

"Gelecek tabi," diye araya girdi babam. "Ayıp olur,"

"Gelir misin?" diye soran annem uzatılan tepsiden fincanını alırken hala benden bir cevap bekliyordu. Bu tutumu babamın kaşlarını çatmasına neden olsa da bu sefer araya girmedi.

"Gelirim," dedim, yanımda oturan Nejat'ın kıpırdandığını fark edince lafımı düzelttim: "Geliriz,"

"Güzel, haftaya bir gün gideriz o zaman,"

Ben de kahvemi aldım ve teşekkür ettim, Nejat da son bardağı alınca Selma teyze salondan çıktı. Koltuğun yanında duran sehpanın üstüne fincanımı bıraktığımda bu ziyaret fikrine pek sıcak bakmadığımı itiraf etmeliydim. Melis'i çocukluğumdan beri tanıyordum ama aramızda hiçbir zaman samimiyet kurulmamıştı, o yüzden bu ziyaretin bir önemi yoktu benim gözümde ama annemi kırmak istemediğim için gidecektim.

"Bize ne zaman sıra gelecek?" diye soran babamın sesi düşüncelerimin arasına girdi, ona baktığımda yüzünde anlamını çözemediğim bir ifade hakimdi. "Bize ne zaman hayırlı olsun ziyaretine gelecek insanlar?"

İlk başta ne dediğini anlamayarak ona baksam da ardından o ifadesinin altında yatan anlamı çözdüm. Eğer kahvemden yudumlamış olsaydım şaşkınlıkla püskürtebilirdim. Babamın bir torun sahibi olmayı ima etmesi bana o kadar inanılmaz gelmişti ki sanki karşımda olağanüstü bir doğa olayı gerçekleşiyormuş gibi aralanan dudaklarımla babama bakakalmıştım.

"Torundan mı bahsediyorsunuz?" diyen Nejat'ı göremesem de en az benim kadar şaşkın olduğunu anlamıştım. Tüm bedenim kaskatı kesilmiş bir halde babama bakarken o sıradan bir tavırda güldü ve kahvesinden yudumladı.

"Elbette ondan bahsediyorum, kaç yıldır evlisiniz, daha neyi bekliyorsunuz?"

"Çocuk sahibi olmakla kaç yıllık evli olmanın ne alakası var Haluk?" diye sordu annem, görünen oydu ki babam haricinde herkes bu soru karşısında rahatsız olmuştu. "Anne baba olmaya ne zaman hazır hissederlerse o zaman olurlar,"

"Ben de onu soruyorum," dedi babam, artık gülmüyordu. "Kaç yıl daha beklememiz gerekecek? Üç mü, beş mi, on mu?"

Üç, beş, on yıl... Nejat'la birlikte on yıl daha geçirmek... Mideme bir yumruk yemişim gibi hissederken, kollarımı kendime doladım ve kimseyi umursamayarak Nejat'tan uzaklaşmak için sola doğru kaydım. Bir maratondan çıkmış gibi çarpan kalbim ve tüm şaşkınlığımla birlikte hala babama bakıyordum ama onun bakışları annemdeydi. Bir şeyler konuşuyorlardı ama sanki kulaklarım tıkanmış gibi onları duyamıyordum.

Babamın Nejat'la hayatımın sonuna kadar evli kalacağımı düşünüyor olmasına şaşırmamam gerekiyordu belki ama sorusunu o kadar saf bir inançla dile getirmişti ki sanki aksi gerçekleşmesi imkansız bir olaydı. Asla babamla aynı fikirde olmadığım için onun bu söylediklerini duymazdan gelmeye çalıştım aksi takdirde geçen ki iş yemeğinde yaşadığım o kriz anının aynısını şimdi de yaşayacaktım.

Yutkundum, göğüs kafesim belirgin bir şekilde kalkıp inmeye başladığı için nefes almakta zorlandığımı fark ettim ve hemen başka bir şeye odaklanmaya çalıştım. Başımı kaldırdığımda gözüme ilk çarpan şey kapının girişinde, sağ tarafta duran televizyon olmuştu. Bir anda televizyonun bir konsolun üstünde durması değil de duvara asılmasının daha güzel olacağını düşündüm. Ama sonrasında annemin konsola koyduğu süs eşyalarının salona güzellik kattığını fark edince bu düşüncem bana saçma geldi. Oturduğum yerde kıpırdandım ve kollarımı kendime daha sıkı sararak derin nefesler almaya devam ettim. Ben etrafıma bakmaya devam ederken yanımda oturan Nejat'ın hareket ettiğini fark ettim, ona bakmamla konuştuğunu anlamam ve sesinin adeta delercesine kulaklarıma dolması aynı anda olmuştu.

"Haklısınız," dedi Nejat, gerginliğini gülümsemesiyle örtbas etmeye çalışıyordu ama başaramıyordu. "Torun sahibi olmayı istemenizi anlıyorum ama daha erken,"

Bu cevabı içimdeki yangına su serpse de düşüncelerinin ne zaman değişeceği belli olmayan Nejat'ın, sırf babamın gözüne girmek için bile iki gün sonra çocuk istediğini söyleme ihtimali olduğunu biliyordum. Yine de ne olursa olsun bu cevabına karşılık rahatladığımı inkar edemezdim.

"Bırak canım sende," diye söylendi babam. "Herkes sorup duruyor sizi, insanlar bile beklenti içinde,"

"İnsanların beklentilerine göre mi hareket edeceğiz?" diye sordum damdan düşercesine bir hızda. Babam o lakayt ifadesinden sonunda kurtuldu, ondan görmeye alışık olduğum ciddi ve mesafeli ifadesine kavuştu.

"Neye göre hareket etmek isterseniz Küçük Hanım?" soruma soruyla karşılık vermesinden ziyade bana küçük hanım diye hitap etmesi kanı beynime sıçratmıştı. Kendime doladığım kollarımı çözerken bakışlarımı bir an olsun babamdan ayırmamıştım. Aynı şeyi o da yaparken sanki birbirimize meydan okuyor gibiydik.

"İnanmayacaksın belki ama kendi isteklerime göre," dedim, bu cevabım babamı kızdırmıştı. Elindeki fincanı gürültüyle yanındaki sehpaya bıraktığında herkes gerilmişti.

"Tabi ki kendi isteğinize göre hareket edeceksiniz," diye araya girdi annem ama babam onu duymamıştı bile. "Kapatalım bu konuyu,"

"Senin isteklerine göre hareket etmeyi beklersek işimiz yaş desene," babamın yüzünde can yakan bir alay belirmişti. Bu ifadenin aynısını geçen gece Nejat'la tartışmamızda onun yüzünde de gördüğüme yemin edebilirdim.

"Benim bir acelem yok," dedim, hissettiklerime rağmen sesim gayet sakindi. "Senin bir acelenin olması da beni ilgilendirmez,"

"Bencilliğinin bedelini hepimize ödeteceksin yani, öyle mi?"

"Bencillik mi?" dedim kulaklarıma inanamayarak. "Bencillik yapmakla beni mi suçluyorsun?"

"Kendinden başka kimseyi düşünmediğini sen söyledin,"

"Haluk," diye uyararak araya girdi annem ama bu sefer ben de onu duymazdan gelmiştim. İçimdeki ateşi gözlerimden de çıktığını umarak babama bakarken o benim aksime daha kontrollü duruyordu ki bu kızgınlığıma kızgınlık katıyordu.

"Kendinden başka kimseyi düşünmeyen biri varsa o da sensin," durup parmağımla onu gösterdim. "Ama sen hem iğneyi hem de çuvaldızı başkasına batırmayı bilirsin sadece!"

O beklediğim şaşkınlık ifadesi babamın yüzünde belirince garip bir rahatlama hissiyle arkama yaslandım. Yanımda oturan Nejat'ın adımı fısıldadığını duyuyordum ama şu anda onun yüzünü görmek istediğim en son şeydi.

"Senin de benden farkın yok, merak etme," babam koltuğun ucuna doğru kaymıştı ve delici bakışlar atıyordu. "Kaldı ki benim yaptıklarımı sorgulamak senin haddine değil!"

"Neden?" diye sordum, babam bunu beklemiyordu. "Neden benim haddime değil?"

"Ben senin babamın, sen hangi hakla beni sorguluyorsun?"

"Demek kızın olduğumu hatırlıyorsun?" diye sorduğumda engel olamadığım bir burukluk vardı sesimde. "İşine geldiği zaman nasıl da kızın olduğumu söylüyorsun ama!"

"Saygılı konuş benimle!"

"Doğruları duymaya katlanamıyor musun?"

"Kızım, lütfen sakin olur musun?" şaşkınlık ve korku içindeki annem ne yapacağını bilemiyor gibiydi. "Rica ederim bırakın şu tartışmayı,"

"Senin doğrularından ne olur, aptal?" dedi babam, sanki annemi duymuyordu. "Kim olduğunu zannediyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?"

"Az önce kızın olduğumu söylüyordun?" sesimi yükselttim için Nejat uyarır gibi elini bacağıma koydu ama bu beni durdurmadı. "İşine gelince kızınım, işine gelmeyince kimim! Busun işte sen, sadece kendi çıkarların olduğu zaman insanları görüyorsun!"

"Kızım, dur lütfen!"

"Benimle saygılı konuş dedim sana Küçük Hanım!"

"Bana Küçük Hanım deme!" Öfkeyle ayağa kalktığımda Nejat'ın bacağımdaki eli adeta havada savrulmuştu. Bir kor alev içimde yanıyormuş gibi hissederken babama tepeden bakıyordum ama nasıl oluyordu bilmiyorum, sanki o bana tepeden bakıyormuş gibi hissediyordum.

"Çekil gözümün önünden," dedi babam, bir anda korkunç bir sakinliğe bürünmüştü. "Defol evimden,"

Bu beklemediğim cevabı karşısında öylece kalakaldım. Babam, bu andan sonra tek kelime dahi etmeden sadece bana baktı, uzun zamandan sonra ilk defa sessizliği bu kadar canımı yakmıştı. Hem bu yüzden hem de babamın hala üzerimde bir etki bırakmasından dolayı inanılmaz bir öfkeye kapıldım ama bu öfke peşinde büyük bir hüznü getirdiği için aniden dolan gözlerimle babama son bir bakış attım ve arkamı döndüm. Bana seslenen annemi duysam da aldırmadan, çantamı ve montumu alarak Nejat'ı beklemeden evden çıktım.

Arabama bindikten sonra eve gelene kadar kendimle savaşmıştım. Döktüğüm gözyaşlarımın hesabını soran kendime bile cevap vermeye korkuyordum. Ağlamamın nedeni babam olamazdı, onun üstümde iyi ya da kötü etki bırakmaması gerektiğini çok uzun zaman önce öğrenmiştim. Gözünde değerimin olmadığı birinin sözleri yüzünden ağlayamazdım hatta onun için üzülemezdim bile... Direksiyonu hırsla sola kırdım ve açılan kapıdan girdikten sonra durup arabadan indim.

Merdivenlerden çıktığım an demir kapının yeniden açıldığını duydum ve Nejat'ın da geldiğini anladım. Sanki ayağıma bir taş bağlanmış, ardından da kendimi denize atmışım gibi dibe doğru çekildiğimi ve boğulduğumu hissederken hızlı adımlarla yukarı çıkıp odaya girdim. Hemen dolabımı açtım, geceliğimi aldığım gibi odadan çıkıp gitmekti amacım ama içeriye giren Nejat bütün planımı bozdu.

"Neyin var senin?" diye sorduğunda nefesini tıkandığını fark ettim, sırf beni odada yakalamak için arkamdan koştuğunu anlamıştım. "Ne yaptığını sanıyorsun sen Arya?"

"Konuşmak istemiyorum," deyip kapıya doğru bir adım attım ama Nejat önüme geçerek bana engel oldu. Aramızda iki üç adımlık bir mesafe vardı ve lambayı açmadığı için içerisi karanlıktı. Sadece pencereden giren ay ışığı Nejat'ın yüzünü görmeme neden oluyordu ve gördüğüm yüzde kızgınlık dolu bir ifade olduğunu fark etmem ona karşı da öfkeyle dolmama neden olmuştu.

"Ne demek konuşmak istemiyorum?" diye sordu, ellerini beline koyarken benden hesap sormaya niyetlendiğini fark emiştim. "Neydi o yaptıkların Arya, derdin ne senin?"

"Konuşmak istemiyorum," dedim kelimeleri vurgulayarak, o kadar sinirlenmiştim ki beynime bir ağrı attığını hissettim. "Çekil lütfen,"

"Kaçamazsın, buna izin vermem,"

"Senden izin isteyen kim?" ansızın bağırmam Nejat'ı bir adım geriletmişti. "Ne istiyorsun Nejat, ne duymayı bekliyorsun?"

"Açıklama istiyorum," dedi, o hesap soran tavrında kırılma meydana gelmişti.

"Neyin açıklamasını istiyorsun?" ona doğru bir adım attım. "Babamın benden nasıl nefret ettiğinin açıklamasını mı? Bana dair hiçbir şeye tahammül edemediğinin açıklamasını mı? Hangisini duymak istiyorsun?"

"Saçmalıyorsun," dedi, ellerini indirdiğinde kaşları belirsizlikle çatılmıştı. "Baban hakkında böyle konuşma,"

"Sen de biliyorsun, sakın inkar etme," bir anda güldüm. "Hiç yüzüne karşı beni sevmediğini açıkça dile getirmedi mi, doğru söyle?"

"Ne diyorsun sen?"

"Ama söylemese de olur," diyerek kollarımı salladım ve içim kan ağlasa da engel olamadığım bir şekilde gülmeye devam ettim. "Bunu bilmeyen var mı? Babamın beni sevmediğini bilmeyen var mı?"

"Arya," Nejat'ın sesi adını koyamadığım bir hisle bezenmişti. "Olayları çarpıtarak yaptıklarından sıyrılmaya çalışma,"

"Yaptıklarım seni ilgilendirmez," gülmeyi kestim ve Nejat'a bir adım daha yaklaşarak o küçük gözlerinin içine iyice baktım. "Sakın babamla arama girme,"

"Az önce senden nefret ettiğini söylediğin babanla mı?" dediğinde dudaklarında beliren o alaycı kıvrılma o kadar zoruma gitti ki kelimeleri sanki bir taşa dönüşüp boğazıma dizildi. Yutkunamayarak ona bakakalırken, Nejat bu halimden nem alırmış gibi bir anda rahatladı ve ellerini ceplerine koyarak başını dikleştirdi.

"Ne istediğini sen de bilmiyorsun," dedi başını iki yana sallayarak. "Babanın seni sevmediğini söylüyorsun ama onun seni sevmesi için ne yapıyorsun?"

Bu sorusu karşısında afalladım. Babamın beni sevmesi için bir şeyler yapmam gerektiğini gerçekten düşünüyor muydu yoksa amacı sadece canımı sıkmak mıydı? Baktığım gözlerindeki o cevap bekleyen ifadesi Nejat'ın gerçekten de beni suçladığını anlamama yetmişti.

"Baba sevgisi sonradan kazanılmaz," dediğimde kelimelerim ağzımdan güçlükle çıkmıştı.

Babamın sevgisini kazanmak için bir şeyler yapmayı düşünmek bile rahatsız ediciydi. İnsan nasıl olurdu da kendi ailesinin sevgisini kazanmak zorunda bırakılırdı? Bu sevgi, kendiliğinden ortaya çıkmadığı müddetçe zorla oluşturulsa bile ne anlamı kalırdı?

"Neden böyle hissettiğini hiç düşündün mü? " Nejat yüzünü bana doğru yaklaştırırken, o gözleri meydan okurcasına parlıyordu. "Babanın sevgisini hak edip etmediğini hiç sorguladın mı Arya?"

"Onun sevgisine layık olmak istemiyorum," sesimin titremesine engel olamasam da yüzümdeki kararlılık ifadesini sarsmamıştım. "Ben, ondan hiçbir şey istemiyorum."

"O yüzden mi baban hakkında konuşuyoruz?"

"Konuyu açan sensin, onun hakkında hesap sormaya çalışan da. Ben sadece ortadaki gerçekleri söylüyorum, onun neden beni sevip sevmediğinin hesabını sormuyorum."

"Bu, kimsenin sevgisine ihtiyacım yok havalarında kalarak sadece kendine zarar veriyorsun,"

"Kimsenin sevgisine ihtiyacım yok havasında değilim," yüzümü tam görebilmesi için bu sefer de ben ona doğru yaklaştırdım. "Babamın sevgisine ihtiyacım yok," durdum ama Nejat çoktan söyleyeceğim şeyi anlamıştı: "Tıpkı senin sevgine ihtiyacım olmadığı gibi,"

Onu sevmediğimi yüzüne karşı ilk söyleyişim değildi ama bunu benden defalarca duymuş olmasına rağmen Nejat'ın gözlerinde beliren ifadesi bir ilkti. Onda şaşkınlığı, kızgınlığı hatta ifadesizliği bile görmüştüm ama ilk defa bir hayal kırıklığı belirmişti gözlerinde. Ne bekliyordu? Bu cümleme karşı hayal kırıklığı yaşamaya hakkı bile yoktu. Onun bu hali içimde hiçbir duyguyu uyandırmadığı için ifadesizce bakmaya devam ettim. Nejat'ın bu kırgınlığı elbette kısa sürdü, o sarılmaz ifadesine geri büründü ve geriye doğru bir adım atarak arkasını döndü. Bir an geri dönecek gibi olsa da dönmedi ve odadan hızlıca çıktı.

Onun gitmesiyle derin bir nefes aldım. Elimdeki geceliği yatağa atarak ben de odadan çıktım çünkü burada daha fazla duramazdım. Merdivenlerden tekrardan indim ve sağ tarafta olan diğer salona girdim, kapımı arkamdan kapattıktan sonra L şeklindeki koltuğa uzandım. Çekili perdeler yüzünden odaya hiç ışık girmiyordu, bundan rahatsızlık duymadım aksine hoşuma gitmişti.

Allak bullak olan beynimde hala savaş devam ederken gözlerimi yumdum ve bir an önce uyumayı diledim, tam bu sırada telefonumun sesi karanlık odada yankılandı. Hızla gözlerimi açtığımda şaşkınlık içinde doğruldum ve çantamdaki telefonumu çıkardım, ekranda gördüğüm isim uzandığım yerden hızla kalkamama neden olmuştu. Nedenini bilmediğim bir şekilde hızlanan kalbimin aksine bir anda beynimdeki tüm sesler kesilmişti ve sanki her bir hücrem ekrandaki isme odaklanmıştı. Telefonum ısrarla çalmaya devam ederken cevap vermem gerektiğini fark ettim, ekranı kaydırdıktan sonra yutkunarak kulağıma yaklaştırdım.

"Arya?" dedi Çağan, o tanıdık sesini duyar duymaz bir rahatlama çöktü üzerime. "Tam kapatıyordum bende,"

"Telefon uzağımdaydı," diye geveledim ve kayarak sırtımı koltuğa yasladım. "Hemen açamadım kusura bakma,"

"Önemli değil, rahatsız etmiyorum değil mi?"

"Hayır," kısa kısa nefesler alıp verdiğimde kalbim hala deli gibi atıyordu. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır," dedi ama bu cevabından memnun olmadığını sezmiştim. "Ben, dün gece için aradım."

"Dün gece mi?" diye sordum ama sorar sormaz aklımda bir sahne canlanmıştı. Çağan'a güzel güldüğünü söylediğimi hatırlayınca utanç içinde elimle yüzümü kapattım.

"Evet," benim aksime Çağan'ın sesi sıkıntı içindeydi. " Dün gece, bizim masamıza geldiğini görünce birden çok şaşırdım, ne tepki vereceğimi bilemedim." Kısa bir duraksamanın ardından devam etti: "Garip davrandığımı biliyorum ama seninle alakalı değildi Arya, yanlış anlamanı istemiyorum,"

"Şaşırmanı anlayabiliyorum," dedim onu onaylayarak. "Ben de seni görünce şaşırmıştım, yani ben de tam olarak doğal davranamadım sanırım?"

"Sabahki halimizden sonra akşam karşılaştığımızdaki halimiz farklıydı, evet," diyerek güldü, ben de gülümsedim. "Yanlış anlaşılmak istemediğim için aramak istedim,"

"Yanlış anlamadım, aramızdaki samimiyeti biliyorum," dedim, bu cümlem kısa bir duraksama yaşamama neden oldu. "İkimiz de şaşkındık sadece,"

"Şaşkındık ve sen ayrı olarak bir de çakır keyiftin," dedi, sonunda o tanıdık esprili üslubuna büründüğüne sevinsem de hatırlattığı an için aynı şeyi söyleyemezdim.

"Öyle mi?" diye sordum ama bunun saçma bir soru olduğunu anlamam uzun sürmemişti. "Yani, sadece birkaç kadeh içtim ama çarpmıştı sanırım,"

"Çarpmıştı," dedi, o sesindeki imadan cümlenin devamını anlamıştım. "Ama neyse ki içince sapıtanlardan değilmişsin, dilinden bal damlıyordu senin,"

"Çağan..." dedim ama o kadar utanmıştım ki bir anda lafımın devamı gelmemişti. Ne diye ona o cümleyi söylemiştim ki?

"Efendim?" dedi gülerek, kendimi tutamadım ve o güldüğü için ben de güldüm.

"Sapıtmadığım için memnunum," dedim başka ne diyeceğimi bilemeyerek. Neyse ki Çağan daha fazla uzatmadı ama hala güldüğünü duyabiliyordum.

"Bir şey daha söyleyeceğim,"

"Evet?"

"Hediye aldığımız arkadaşımı hatırlıyorsun, değil mi?"

"Hatırlıyorum, verdin mi yoksa?"

"Hayır," duraksadığında merakla yerimden kıpırdanmıştım. "Hani hediyeyi beğenip beğenmediğini haber etmemi istemiştin, ben de bizzat şahit olman için seni doğum gününe davet etmek istiyorum,"

"Sevil'in partisine mi?"

"Evet,"

"Ben," desem de cümlemin devamı hemen gelmedi. Beni partiye davet etmesine heyecanlandığımı itiraf edebilirdim ama bir yanım huzursuzluk içindeydi. "Bilemiyorum, arkadaşın tanımadığı birini partisinde görmek istemeyebilir,"

"Sen onu hiç merak etme, Sevil bayılır insanlarla tanışmaya," dedi, sesindeki kararlılık heyecanıma heyecan katıyordu. "Sen gelmek istiyor musun, onu söyle?"

"İsterim," sesimdeki belirsizliğe rağmen gitmek istediğimi çok iyi biliyordum. Çağan'ın arkadaşıyla tanışma, onun girdiği ortama girecek olma düşüncesinin bile güzel gelen bir tarafı vardı.

"Güzel," dedi memnuniyet dolu bir sesle. "Yarın akşam saat sekizde, sana konumu atarım,"

"Tamam," içimde hissettiğim kıpırdanmayla birlikte engel olamadığım bir gülümseme belirdi dudaklarımda. "Yarın görüşürüz o zaman,"

"Görüşürüz," göremesem de onun da gülümsediğine emindim. "İyi geceler,"

Telefonu kapattıktan sonra karnımın üstüne koydum ve göremediğim halde tavana bakınmaya başladım. Çağan'ın beni bir yerlere davet etmesinin bu kadar heyecan verici olması normal miydi? Belki de normaldi diye düşündüm, belki de heyecanımın nedeni tanımadığım insanların arasına gireceğimden dolayıydı?

Birden onun çevresi içinde nasıl davranacağımı düşünmeye başladım. Nasıl insanlardı? Eğer Çağan gibi sıcakkanlı insanlarsa anlaşmam kolay olabilirdi. Ellerimi tatlı bir ağrı giren karnıma bastırdım. Kendi halime gülerken birden gençlik anılarıma dönmüştüm. En son böyle çocuksu bir heyecanı liseye gittiğim zaman yaşadığımı hatırlıyordum, bir de üniversitede. Aslında sahip olması böylesine kolay olan hislere benim uzun zamandır bu kadar uzak kalmış olmam içten içe buruk hissetmeme neden olmuştu. Baktığım da sadece bir partiye davet edilmiştim ama bu benim için çok büyük bir olaydı, kendimi aldığı cezası bitmiş ve hızla dışarıya fırlamış çocuklar gibi sevinç içinde hissediyordum.

Gözlerimi kapattım, bir an önce yeni güne uyanmayı diledim.

*

Dakikalardır baktığım dolabımın karşısında hala kararsızlık yaşadığıma inanamıyordum. Alt tarafı bir üst giyinmem gerekiyordu ama bir türlü seçim yapamıyordum. Ne giyeceğimi beş dakikadan fazla düşünmezdim ama şimdi kilitlenmiş gibiydim. Sıkıntı dolu bir nefes aldım ve son kez dolabımı karıştırdım. En arkaya attığım kıyafetlerimi öne doğru çıkardım ve kısa bir göz gezdirmenin sonunda ne giyeceğime karar verdim.

Önce üstümdeki bornozu çıkardım ardından bebek mavisi, oldukça yumuşak dokusu olan kazağımı başımdan geçirdim. Sonrasında elime saten kumaşı olan ve diz altına kadar uzanan gri renk eteğimi giydim. Sağ dizimin üstüne kadar gelen yırtmacını beğendim ve arkamı dönerek tuvalet masama oturdum.

Aynadan baktığım yüzüm biraz yorgun dursa da bunu makyajla kapatabileceğimi düşündüm. Pek yoğun olmayan kısa bir makyaj sonunda bir nebze olsun daha canlı göründüğüme karar verdim ve ayağa kalktım. Saçlarımı banyodan çıkmadan önce düzleştirdiğim için o kısmı geçtim, kısa botlarımı giyip paltomu ve çantamı alarak kendime son bir bakış attım, gördüğüm görüntü hoşuma gittiği için gülümseyerek odadan çıktım.

Saat daha beşti ve ben doğum gününün sekizde başladığını bilmeme rağmen evden şimdi çıkıyordum. Nejat'ın birazdan evde olacağını biliyordum, amacım o gelmeden evden çıkmaktı. Sabah aşağıdaki salonda geç bir saatte uyandığım için Nejat çoktan işe gitmişti. Onu görmek niyetinde olmadığım için ve hazır hiç karşılaşmamışken evden erkenden çıkmak en iyisi olacaktı.

"Ben çıkıyorum, akşam yemekte olmayacağım," dedim aşağı katta gördüğüm Zehra'ya, beni onaylayarak hemen kapıya doğru gitti ve geçmem için açtı. "Teşekkür ederim,"

Merdivenleri hızlıca inerek arabama bindim, halimde bir acelecilik olduğunun farkındaydım ama elimde değildi, bir an önce gitmek istiyordum. Demir kapıdan çıkıp yolda ilerlemeye başlayınca derin bir nefes bıraktım. Nereye gideceğimi bilmeyerek arabamı sürsem de halimden memnundum, hatta biraz daha memnun olmak için telefonumu çantamdan çıkararak arabama bağlandım ve listemden sevdiğim bir şarkıyı açıp dinlemeye başladım.

Garip bir huzur içindeydim, sanki bütün olumsuzluklardan kurtulmuştum, sanki güzel bir haber almıştım ve onun sevinci içerisindeydim. Böylesine tasasız hissettiğim anların nadir olduğunun farkında olduğum için bu anı uzatabildiğim kadar uzatmaya çalıştım. Şarkının sesinin biraz daha yükselttim hatta daha da ileriye giderek şarkıya eşlik etmeye başladım. Bir suyun üstünde gidiyormuşçasına ilerlerken bir anda aklıma Çağan'la yaptığımız hız sürüşü geldi. Bu güzel anı tebessüm etmeme neden olurken o gün hissettiğim o heyecanı yeniden hissetmeyi istedim. Bir düşünce aklımda doğduğunda bedenimi bir hareketlilik ele geçirmişti. Yutkundum ve düşündüğüm şeyin bir mantığı olup olmadığını sorgulamaya çalıştım.

Evet, o gün hız sürüşü yapmak gerçekten çok iyi hissettirmişti bana, peki bir ikincisine gerek var mıydı?

Bu sorunun cevabı aynı anda içimde yankılandı: Hem evetti hem de hayırdı.

Büyük bir kararsızlık yakama yapışmış beni adeta sarsarken kendime hakim olamayarak belirsiz olan rotama bir hedef belirledim. Çağan, istediğim zaman tekrardan gelebileceğimi söylemişti, ben de şu anda o heyecanı yeniden hissetmek istiyordum. Az da olsa sarsılan kararsızlığım ve içimde şimdiden doğan bir heyecanla birlikte galeriye doğru sürmeye başladım.

Bir türlü bitmeyecekmiş gibi gelen yolun sonunda galeri görüş alanıma girince yavaşladım ve biraz sonra tamamen durdum. Baktığım iş yerinde dışarıda birkaç araba vardı, gözlerimi kısarak dikkatli baktığımda Çağan'ın arabasının da orada olduğunu gördüm. Tuttuğum direksiyonu destek almak ister gibi sıktım. Buraya kadar gelmiştim ama şimdi ne yapacaktım? Birden içeriye girip ben pistte sürüş yapmak istiyorum mu diyecektim? Düşüncesi bile saçma gelirken yüzüm memnuniyetsizlikle buruştu. Sıktığım direksiyonu rahat bıraktım ve arkama yaslandıktan sonra arabamı yeniden çalıştırdım ama hiçbir yere gitmedim, sadece şarkı dinlemeye devam ettim.

Kararsızlığım bir türlü yakamı bırakmazken bir de yetmezmiş gibi bir pişmanlık kırıntısı belirdi içimde. Ne yapıyordum ben burada? Ne diye gelmiştim? Gerçekten hız sürüşü yapmak istiyor muydum?

Bitmek bilmeyen sorularım canımı sıkmaya devam edince onlardan kurtulmak için sevdiğim şarkı bitip başkası çalmaya başlamış olsa da aldırmadan sesi iyice yükselttim. Gözlerimi kapattım ve adeta beynimde çalmaya başlayan müziğe odaklanmaya çalıştım ama buna rağmen bile hala beynimdeki sesleri duyabiliyordum.

Ben ne yapıyordum?

Kendime sorduğum bu soru beraberinde hiç beklemediğim bir soruyu daha getirdi. Dün akşam, sen de ne istediğini bilmiyorsun diyen Nejat'ın sesi beynimdeki diğer bütün sesleri susturmuştu. Rahatsızlık hissiyle dişlerimi sıktığımda onun bana bunu derken ki hali gözlerimin önüne gelince hızla gözlerimi açtım. İçine düştüğüm kararsızlık beni saçmalama boyutuna getirmişti aksi halde Nejat'ın bu cümlesinin şu anda aklıma gelmesini bir açıklaması olamazdı. Derinlerimden bir yerde yükselemeye çalışan ama benim duymayı reddettiğim bir ses var olması canımı sıkmıştı.

Bir anda nasıl oldu da tüm o tasasız halimden sıyrılıp yine eski halime gelmiştim, inanamıyordum. Bu kendi kendime yarattığım karmaşıklık yine kendime kızmama neden oldu. Her ne istiyorsam sadece onu yapmalıydım, düşünerek sadece canımı sıkıyordum ve hiçbir sonuç elde edemeden öylece duruyordum. Yeniden direksiyonu tuttum ve yapmak istediğim şeyi yapacağımı kendime söyleyerek önce yavaşça ardından da hızlanarak galerinin önünden geçtim ve çok uzağında olmayan piste girdim.

Dikiz aynasından gördüğüm yüzümde kaşlarım çatılıydı ve oldukça sinirli görünüyordum. Bu can sıkıcı halime karşılık gaza bastım. Yutkunurken hızlandığım için aynı doğrultuda nabzım da hızlanmıştı. Durmadım, korkmam için bir neden yoktu. Kuruyan dudaklarımı yalandım ve bir sonsuzluğa uzanıyormuş gibi gelen boş asfalt yolda biraz daha hızlandım. Kalbim, kendini iyice belli ederek atmaya başlasa da buna takılmadım ve kısa bir dokunuşla penceremi açarak havanın yüzüme vurmasına izin verdim. Soğuk hava tenime, oradan da saçlarıma çarpıyorken hala açık olan şarkı yüksek bir seste çalmaya devam ediyordu.

Gülümsedim, içine kapıldığım bu heyecanın gazıyla bir anda sola doğru dönüş yaptım, her ne kadar yüreğim ağzıma gelse de sorunsuz bir şekilde dönmüştüm. Yüzüme doğru savrulan saçlarımı geriye attığım sırada çok kısa bir şekilde gülmüştüm. Hiç olmadığım kadar kendimi iyi hissettiğime şaşırarak gaza basmaya yeltendim ama yolun ucunda, başladığım yerde bir siluet görmem durmama neden oldu. Kendime engel olamayarak öne doğru eğildim ve dikkatli bir şekilde bakınca bu kişinin Çağan'dan başkası olmadığını anladım.

Hiç ummadığım bir anda Çağan'ı görmek yine hiç ummadığım bazı düşünceleri ortaya çıkarıvermişti. Müziği tamamen kapattım ve ona doğru olağan bir hızda giderken sanki aramızdaki onca mesafeye rağmen göz göze gibiydik. Ne zamandır oradaydı? Beni burada gördüğü için ne hissediyordu? Şaşkın olduğunu ona doğru yaklaştığım için anlayabilmiştim ama gülümsemesinin sebebi neydi? Çözülemez bir ifadeyle ellerini cebine koyarak bana doğru yürümeye başladı, ona doğru her yaklaştığım saniyede nefes alış verişlerim sıklaşıyordu.

Çağan yürümeye devam etti, ben de sürmeye devam ettim ve en sonunda tamamen birbirimize yaklaşınca aynı anda durduk.

Arabamın ucunda duran Çağan'ı şimdi çok daha belirgin bir şekilde görebiliyordum. Bende olan gözlerinde artık şaşkınlık hakim değildi ama bu bakışlarının altında yatan anlamı da çözemiyordum. Dudaklarımı yalayarak emniyet kemerimi çözdüm ve bakışlarımı ondan bir an olsun almadan arabamdan aşağıya indim.

"Seni burada görmek ne güzel," dedi Çağan kaşlarının kaldırarak, tam karşısına geldiğimde durdum. "Hangi rüzgar attı?"

"İstediğim zaman gelebileceğimi söylemiştin," dedim ve yutkundum. Esen rüzgar üşümeme sebep olduğu için ben de ellerimi paltomun cebine koydum.

"Hatırlıyorum," artık bakışları tüm yüzümde geziyordu. "Ama gelmeden haber edersin sanıyordum,"

"Rahatsızlık verdiysem kusura bakma," dediğimde gerçekten de haber vermeyerek kabalık ettiğimin farkına varmıştım.

"Sen rahatsızlık veremezsin," dedi, o gülümsemesindeki imayı bir türlü çözemiyordum. "Ayrıca ben senin yeniden buraya geleceğini zaten biliyordum,"

"Nasıl?"

"Bir kere hız yaptı mı hep yapmak ister insan," havanın soğukluğundan dolayı Çağan kendisini korumak istercesine omuzlarını yukarıya kaldırmıştı. Üstünde sadece beyaz gömleği olduğunu yeni fark ediyordum. "O yüzden geleceğinden emindim,"

"Tahminlerinde hep haklı mı çıkıyorsun?" diye sordum, bakışlarım hala omuzlarındaydı.

"Çoğunlukla," dedi Çağan kendinden emin bir sesle, yeniden ona baktığımda aynı ifadenin yüzünde de olduğunu gördüm.

"Belki de ben çok öngörülebilen bir insanım?"

"Sen mi?" dedi saf bir şaşkınlıkla, başını iki yana sallıyordu. "İnan bana, hiç öyle görünmüyorsun,"

Bu duyduğuna inanmak isteyen yanım memnuniyet içerisindeydi ama diğer yanım düşüncelere dalmıştı bile.

"Aynı şey senin için de geçerli," dedim, Çağan bunu beklemiyor gibi görünüyordu. "Üşüdün, gidelim mi?"

"Nereye gideceksin?" diye sordu, bugün cevap veremeyeceğim tek soru bu olduğu için sadece omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Sana bir yemek sözüm vardı, uygunsan seni yemeğe götürmek isterim."

"Yardım ettiğim için kendini borçlu hissetme Çağan,"

"Uygun musun?" diye sorusunu yineleyerek beni duymazda geldi. Bu haline güldüm ve onu başımla onayladım.

"Benim arabamla gidelim,"

"Olur," dedi Çağan ve galeriye doğru baktı. "Sen kapının önüne git, ben de hemen geleceğim."

"Tamam," dedim, ben arama bindikten sonra Çağan da galeriye yöneldi. Dediği gibi kapının önünde onu beklerken kapattığım şarkımı yeniden açtım ama bu sefer sesi oldukça kısmıştım. Kısa bir süre sonra galeriden çıkan Çağan üstüne koyu kahverengi bir palto giymişti. Büyük adımlarla geldi ve kapıyı açarak içeriye girdi.

"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda yola çıkmıştım.

"360'a, sevdiğin bir yerdir umarım?"

"Mekanı duymuştum ama daha önce hiç gitmemiştim,"

"Çok bilindik bir yer aslında, gitmişsindir diye düşünmüştüm,"

"Hiç denk gelmedim," dedim ona bakarak, sık sık restoran gezen biri değildim zaten en sık gittiğim mekan geçenlerde iş yemeği için Nejat'ın beni çağırdı mekandı.

"Daha önce gitmediğin bir yere gitmemiz iyi oldu,"

"Neden?" dedim gülerek, Çağan bu soruma karşı dudaklarını büktüğünde gözlerini kaçırmıştı.

"Güzel bir yer keşfetmene vesile olacağım için," dedi ama sanki konuyu geçiştirmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. "Ben mi yolu tarif edeyim yoksa navigasyon mu?"

"Sen söyle lütfen," dedim ve yol boyunca ufak tefek muhabbetler ve daha çok Çağan'ın yol tarifiyle gitmeye devam ettik. Neredeyse bir saati aşkın bir süre sonunda mekana varabildiğimizde Çağan'dan bir daha yol tarifi almamayı aklımın bir kenarına not etmiştim.

"Çok trafik vardı," dedi birdenbire. "Yoksa daha erken gelirdik,"

"Tek sorun trafik miydi?" diye sordum, Çağan bana yandan bir bakış attı.

"Neydi başka?"

"Bilmem," dedim ve güldüğümü görmesin diye önüme dönerek valenin açtığı kapıdan indim. Çalışana arabamın anahtarını verdikten sonra Çağan'ın yanına gittim.

"Bak, bir ara yolu karıştırdığımı kastediyorsan eğer, o daldığım için öyle oldu," dedi Çağan birlikte tarihi apartmana giriş yaparken, bana kendisini ispatlamaya çalışması oldukça komik geldiği için kendimi tutmayarak güldüm.

"Sorun sadece trafikti," dedim ama Çağan çoktan ona güldüğümü anlamıştı, o asılan yüzünde beliren çocuksu ifadesi içimi sıcacık etmişti. Birlikte asansöre bindiğimizde onu böyle görmek istemediğim için kolumla koluma vurarak dikkatini çektim.

"Dalgındım," diye tekrarladı, yandan attığı bakışlarına çattığı kaşları eşlik etmişti.

"Biliyorum," diyerek onaylayınca tamamen bana doğru döndü. "Olur böyle şeyler,"

Çağan, bir şey demeyerek sadece bana bakmaya devam etti. İfadesiz yüzünde ne düşündüğü belli olmuyordu ve ben onun düşüncelerini delice bir istekle öğrenmek istiyordum. Asansör durana kadar birbirimize bakmıştık, inip yerimize gidene kadar da sessizlik içinde kalmıştık. Masamıza oturduktan sonra hemen bir garson geldi menüyü önümüze bıraktı.

"Hoş geldiniz efendim, siparişinizden önce bir arzunuz var mı?"

"Hayır," dedi Çağan, ben de aynı cevabı verince yanımızdan ayrılarak bizi yalnız bıraktı. Menüden önce oturduğum yerde etrafıma bakındım. Tamamen cam duvarlarla çevrili olan bu asimetrik mekanın, dışında bulunan terası sanki ana mekandan daha büyük gibi gelmişti gözüme. Yüksek ve ahşap tavandan sarkan birden fazla küçük avize sarı renk ışık saçıyordu bu da mekana oldukça sıcak bir havanın hakim olmasına sebep olmuştu.

"Güzel bir yermiş," dediğimde Çağan'ın paltosunu çıkardığını fark ettim, ben de paltoma yöneldim. "Samimi bir mekan,"

"Manzarası çok daha güzel," Çağan camdan dışarıya bakıyordu. Oturduğum yerden sadece kararmış havayı ve bazı uzun binaların ucunu görebiliyordum. "Yemekten sonra terasa çıkarız istersen,"

"Olur," dedim, Çağan'ın yol tarifi konusunu unutmaya başladığını fark etmiştim. "Ne yiyeceğiz?"

"Kırmızı et sever misin?" diye sordu elindeki menüye bakarken. "Güzel spesiyalleri var,"

"Tamam, sana bırakıyorum o zaman," Çağan bıyık altından gülümseyerek beni onayladı. Kısaca menüye baktıktan sonra garsona seslendi ve gelen garsona ikimiz adına sipariş verdi.

"Umarım hızlıdırlar," dediğimde çantamdan çıkardığım telefonumdaki saate bakıyordum. "Doğum gününe geç kalmayalım,"

"Kalmayız, kalsak da bir şey olmaz,"

"Olur mu hiç öyle şey?"

"Olur olur," dedi gayet rahat bir tavırda. "Sen bakma saat sekiz dediğime, onlar ancak başlarlar,"

Partinin geç başlaması onlar için bir sorun olmayabilirdi ama benim için sorundu. Birden unuttuğum her şey aklıma üşüştü ve bir tedirginlik hissiyle doldum. Oturduğum yerde kıpırdanırken yeniden etrafa bakınmaya başladım, bir tanıdık yüz görmek en son isteyeceğim şeydi ama her masası dolu olduğu için herkesi kontrol etmem imkansızdı. Gerginlikle önüme döndüm ve döner dönmez Çağan'la göz göze geldim.

"Bir şey mi oldu?"

"Etrafa bakınıyorum öyle," dedim ve bir anda aklımda bir düşünce belirdi. "Çağan, ben doğum gününe geliyorum ama hiçbir şey almadım,"

"Gerek yok,"

"Eli boş mu geleceğim?" diye sorduğumda nasıl olur da bunu daha önce akıl edemediğime inanamıyordum. "Uygun olmaz,"

"Hiçbir şey olmaz Arya," o kadar rahattı ki insan karşısında diretemiyordu. "Çok rahatsız hissediyorsan hediyeyi ikimizin aldığını söylerim."

"Olmaz, o senin hediyen,"

"Üstünde senin de emeğin var," dedi gülerek. "Çok ciddiyim, ikimizin hediyesi olarak verebiliriz,"

"Sevil beni tanıyor mu?" diye sordum çünkü Çağan sanki arkadaşıyla önceden taşıyormuşum gibi bir rahatlık içindeydi. "Yani, hem partisine gelip hem de seninle ortak bir hediye vermeme şaşırmaz mı?"

"Senin geleceğini söylemiştim," diye açıkladı, ciddileşmişti. "Bir arkadaşımla birlikte geleceğimi söyledim daha doğrusu, o da karşı çıkmadan kabul etti. Daha önce de dediğim gibi, Sevil takmaz böyle şeylere,"

Birilerine benden bahsetmesine şaşırmış olduğum kadar bana kendimi iyi de hissettirmişti. Sadece içimde bir merak vardı ki bir türlü susturamıyordum.

Çağan neden beni davet etmişti?

Telefonda söylediği gibi sadece hediye almasına yardım ettiğim için olmadığına inanan bir yanım vardı ve o yanım çok başka bir neden duymak istiyordu. Ne olabilirdi o neden? Çağan'ın beni davet etmesinde başka ne gibi bir neden olabilirdi? Belirsizlik içinde ona baktığım sırada siparişlerimiz geldi, garson önce benim tabağımı ardından da Çağan'ınkini bıraktı ve kadehimizi doldurmak için şarap şişesini eline aldı. Önüme konuş olan tabağı düzelttikten sonra uzatılan kadehi elime aldım. Çağan da bardağını alınca garson yanımızdan ayrıldı ve biz yeniden yalnız kaldık.

"Afiyet olsun," diyerek şarabından yudumladı, o bakışlarını benden almadığı için ben de içkimi yudumlarken ona bakıyordum. Sanırım ben Çağan'ın ne düşündüğünü merak ederken o da benim ne düşündüğümü merak ediyordu. O yüzümde dolaşan gözlerine sorgulayıcı bir ifade bürünmüştü ve sanki bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Aklımdan geçenleri duyması elbette imkansızdı ama ihtimali bile gerilmeme yetmişti. Olur olmadık her şeyi barındıran aklımdan geçenleri duyabilseydi emiminim Çağan'ı bu son görüşüm olurdu.

"Bazen öyle bir dalıyorsun ki ne düşündüğünü çok merak ediyorum," dedi Çağan, bu beklemediğim itirafı karşısında yudumladığım içki boğazıma takılır gibi oldu. Elimdeki kadehi bırakırken kısaca öksürmüştüm.

"Bir şey düşünmüyorum," dedim ama bu cevabım bana bile inandırıcı gelmemişti.

"Neye dalıyorsun peki?" tek kaşı havalanan Çağan elindeki bardağı bıraktıktan sonra masanın üstünden bana doğru eğildi. " Öyle boşluğa dersen bu biraz korkutucu olur,"

"Hayır," kendimi tutamayarak gülünce parmaklarımı dudaklarımın önüne götürdüm. "Yani ne düşündüğümü ben de bilmiyorum,"

"Bence biliyorsun," dedi, arkasına yaslanırken bedenim gerilmişti. "Bir şey düşünüyorsun ve bunu bana söylemek istemiyorsun,"

"Belki söyleyemeyeceğim bir şeydir?" deyip kuruduğunu hissettiğim dudaklarımı yaladım. Çağan'ın bakışları dudaklarıma düşse de bu çok kısa sürmüştü, yeniden gözlerime baktığında o ifadesinde çözemediğim bir duygu hakimdi.

"Benden sakladığına göre beni ilgilendiren bir şey olmalı?"

"Seninle alakalı bir şey olmasa bile saklamak isteyemez miyim?"

"Neden isteyesin?" yamuk bir şekilde güldü. "Eğer karşındaki insanla alakalı bir durum değilse arkadaşınla her şeyi konuşabilirsin,"

"Arkadaşım olarak seninle elbette konuşabilirim," dedim ve ben de arkama yaslandım. Arkadaşım dediğim anda Çağan'ın gözleri kısılmıştı. "Ama sen de biliyorsun ki daha çok yeni bir arkadaşlığımız var, bu da demek oluyor ki her şeyi kolayca paylaşamayız,"

"Ben paylaşırım," dedi elini sallayarak, rahatlığı gerçekten de bunu yapabileceğini gösteriyordu.

"Paylaş o zaman," diye üsteledim, Çağan bunu beklemiyordu. "Arkadaşına hiç unutamadığın, senin için önemli bir anını anlat mesela?"

"Anlatırım ama şu anda duymak istediğin türden bir anı olduğunu sanmıyorum,"

"Bence bahane uyduruyorsun," dedim omuzlarımı silkerek. " Ya da sen de arkadaşlığımız hakkında söylediklerimle hemfikirsin?"

Çağan'ın ifadesi yavaş yavaş donuklaşmaya başlayınca kaşlarım merakla çatıldı. "Gerçekten bilmek istiyorsan söylerim," dedi, gözlerine saniyeler içinde bir perde gibi çöken burukluğu beni o kadar şaşırtmıştı ki cevap bile veremeden sadece ona bakakaldım. Çağan bu sessizliğimden istediğimi sanmış olacak ki yutkunarak konuşmaya başladı.

"Sekiz yaşımdayken, ailemle birlikte kendi arabamızla şehir dışında tatile gitmek için yola çıkmıştık. Her şey öyle güzel, öyle heyecanlı başlamıştı ki o an dünyanın en mutlu çocuğu ben olabilirdim," ilk defa buruk bir gülümseme gördüm yüzünde, bu görüntüsü kalbimi kırmıştı. Çağan'ın dalgın bakışları masadayken devam etti:

"Bu hissiyatla birlikte kaç saat gittik bilmiyorum ama annemin biraz sonra mola vereceğimizi söylediğini hatırlıyorum. Yol boyu giderken, benim gözüm herkesteydi; ablam müzik dinliyor, annemle babam ise yola bakıyorlardı. Sırf onlar yola bakıyor diye ben de bakmaya başladım, baktığım anda da gözüme ilk çarpan şey hayatımda ilk defa gördüğüm o koca kamyon olmuştu." Çağan sert bir şekilde yutkunduğunda gözlerimi bile kırpamadan onu dinliyordum. "Ben, çocukluk aklıyla o kamyonu gördüğüm için sadece gülmüştüm ve ablamın da görmesi için onu çekiştirmeye başlamıştım. Ablam, beni umursamamıştı, o yüzden tekrar önüme döndüğümde artık çok daha yakınımızda olduğunu görmüştüm. O zaman kamyonun bizim gittiğimiz şeritte, arabamıza doğru gelmesinin bir yanlışlık olduğunun farkına varamamıştım tabi, o yüzden kamyon bize yaklaştıkça ben daha da gülüyordum ama sarsılan arabada babam ve annem korku dolu sesler çıkarmaya başlamıştı. Aldırmadım, bize hiçbir zaman hiçbir şey olmayacağı gerçeğine o kadar inandırılmıştım ki artık burun buruna olduğumuz kamyonun bir şekilde yanımızdan geçip gideceğine adım gibi emindim. Ama geçmedi,"

Kelimeleri bir bıçakla kesilmiş gibi aniden durduğunda çenesi kaskatı kesilmişti. Yutkunarak bardağına uzandı ve içkisinden büyük bir yudum aldı. Benim haricimde her yere bakıyordu ama ben bundan memnundum çünkü Çağan'la göz göze gelmeye cesaretim yoktu.

"En son hatırladığım," dedi Çağan, artık zorlandığı belliydi ama sanki hikayeyi bitirmeye yemin etmiş gibi inatla devam ediyordu. "Annemin önde oturmasına rağmen emniyet kemerini çözerek üstümüze doğru atılması. O son kez gördüğüm yüzündeki ifadeyi ve ondan duyduğum korku dolu çığlığı hayatım boyunca hiçbir zaman unutamadım, unutmayacağım da."

Çağan, sonunda durduğunda yüzündeki tüm duygular paramparça oldu ve geriye öylesine saf bir ifade kaldı ki sanki o sekiz yaşındaki Çağan şu anda karşımda oturuyordu. Yaşadığı bu acıyı kalbimin en derinlerinde hissederken boğazım düğümlenmişti. Bu kadar büyük bir anıya sahip olmasına mı yoksa bunu benimle paylaşmasına mı şaşırmıştım karar veremiyordum ama ne yapacağımı bilemez bir halde ona bakarken aramıza giren sessizlikte bile bir şaşkınlık vardı.

"Çağan," diyebildim dakikalar sonunda, hala bakışları boşlukta olan Çağan kaskatı bir haldeydi. "Ben çok üzgünüm, başın sağ olsun,"

Sadece başını sallayarak taziyemi kabul etti. Oturduğum yere sığamadığımı hissederken bir şeyler yapmak, bir şeyler söylemek istiyordum ama böyle durumlarda adeta basiretim bağlanıyordu. Çağan içkisinden bir yudum daha aldıktan sonra bardağı masaya koydu ama elini çekmedi, konuşmaktan ziyade temasın daha işe yarayacağını bildiğim için uzandım ve elini tutarak ben masaya indirdim.

"Çok özür dilerim," dedim elim onun elinin üstündeyken, Çağan sonunda bana bakıyordu. "Anlatman için ısrar etmemeliydim,"

"Israr ettiğin için değil," dedi oldukça kesin bir dille, bir nebze de olsa kendini toparlamış gibi görünüyordu. "Sadece seninle paylaşmak istediğim için anlattım."

"Böyle bir hikayen olduğunu tahmin edemezdim," elini destek olmak istercesine sıktığımda Çağan'ın ifadesiz bakışları ellerimize kaydı.

"Dışarıdan bakıldığında gamsız gibi durduğumu biliyorum," dedi ve yeniden bana baktı. " Bunu sevdiğimi inkar edemem ama geçmiş, insanın yakasını bir türlü bırakmadığı için olur olmadık her anda ağına düşebiliyorsun,"

"Sonra istesen de ondan kurtulamıyorsun," dedim sanki onun cümlesinin devamını getiriyormuşum gibi bir dalgınlıkla. "Nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyorum,"

"Bana böyle bir hikayem olduğunu tahmin edemeyeceğini söyledin," dedi, parmaklarını bükerek parmaklarımı kararsız bir şekilde tuttu. "Ama şimdi hakkımda bir gerçeği biliyorsun. Peki, sen bana hiç unutamadığın bir anını verebilir misin?"

Teninin sıcaklığını garip bir heyecan içinde tenimde hissederken hiçbir şey söyleyemedim. Çağan'ın bana kendisi için çok önemli bir anını anlattığını biliyordum ama ben ona ne anlatacaktım? Zihnimin perdesinde bir değil birden fazla unutamadığım anı belirmişti ama hiçbiri dile dökülecek şeyler değildi. İçten içe onunla bir şeyler paylaşmak istediğimi biliyordum, hakkımda bir şeyler öğrenmesini de... Ama anlatmayı bırak hatırlamak isteyeceğim o kadar çok anım vardı ki bunları dile getirip onunla paylaşmaya bile değmezdi. Kaldı ki şu anda hakkında konuşmak istediğim en son iki insan babam ve Nejat'tı.

Nejat adı beynimde büyük puntolu harflerle yanıp sönmeye başladı. Birden kendimi Nejat hakkında sorgularken buldum. Beş yıldır evli olarak hayatımı paylaştığım bu adam hakkında gerçekten ona dair ne biliyordum? Nejat'ın benimle paylaştığı şeyleri sorgulamak istedim ama bu sorgu daha başlamadan bitmişti çünkü böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştı. Ne o bana ne de ben ona birbirimiz hakkında hiçbir zaman hiçbir şey sormamıştık.

Biz, hakkımızda bildiklerimizi üçüncü şahıslar eşliğinde öğrenmiştik, bundandır ki Nejat'ın da annesi yıllar önce vefat etmiş olmasına rağmen olay hakkında sadece üstün körü bir bilgiye sahiptim. Oysa daha birkaç haftadır tanıdığım Çağan hakkında bile daha çok şey öğrenmiştim... Bu iki durum karşısında içimde çok büyük bir dalgalanma başladı. Nejat hakkında hiçbir şey bilme arzusu duymazken Çağan hakkında her şeyi bilme arzusu duyduğumu fark ediyordum.

Sonunda açıkça düşünmeye cesaret edebildiğim bu gerçek büyük bit dalgaya dönüşerek zihnimin kıyılarına çarptı ve oradaki diğer düşünceleri darmadağın etti. Uğuldadığını hissettiğim kulaklarım sanki o dalgaların çarpma sesini duyuyormuş gibi olurken Çağan'ın elimi tutuşunun sıkılaştığını fark ettim, düşüncelerimden hızla koptum.

"Unutamadığım birkaç anı var elbette," dediğimde sesim sanki bana çok uzaklardan geliyordu. "Ama keşke bunların biri bile sana anlatabileceğim kadar değerli olsaydı,"

Bu sefer Çağan sustu ve bana bakmaya devam etti. İfadesizliğine nazaran bakışlarında fırtınalar kopuyordu. Artık ne düşündüğünü delicesine bir şekilde merak ediyordum ama bende ona bunu soracak cesaret yoktu. Kendimi tahmin etmekten öteye gidemeyeceğime inandırmaya çalıştığım sırada kulaklarıma bir gürültü oldu, saniyeler sonra bunun telefonumun sesi olduğunu anlamıştım.

"Affedersin," deyip elimi ondan çektim ve kendime gelmeye çalışarak çantamdan telefonumu çıkardım. Ekranda gördüğüm isim adeta bir tokat etkisi yarattı bende, hızla ayağa kalktım.

"Geliyorum," deyip masadan hızla uzaklaştım ve ilerideki kapıdan geçerek terasa çıktım. Anında bedenimi saran soğuğa aldırmayarak telefonu açtım.

"Arya?" dedi Nejat açar açmaz, sesi mesafeliydi. "Neredesin?"

"Dışarıdayım," dediğim sırada aklımda çoktan bir bahane aramaya başlamıştım çünkü biliyordum ki doğruyu söyleyemeyecek bir durumdaydım.

"Neden?"

"Ben," dedim ve aklıma bir şimşek gibi düşen yalanımı başka seçeneğim olmadığı için hemen söylemeye karar verdim. "Öğrencilerimden birinin doğum günündeyim."

"Çıkmadan söyleyebilirdin," dedi kısa bir sessizlikten sonra. "Neyse, geç kalma."

Benden bir cevap beklemeden telefonu yüzüme kapattı. Kollarımı kendime sardım ve başımı arkaya atarak gökyüzüne baktım. İçimi kemirmeye başlamış olan bu duygu neydi? Yalan söylemekten zevk almıyordum elbette ama bu çok daha yabancı bir duyguydu. Kollarımı çözdüm, ileriye doğru yürüdüm ve bu sefer kollarımı cam korluğun üstüne koyarak bu göz alıcı manzarayı izlemeye koyuldum. Böylesine bir güzelliğe bakarken böylesine karışık duygular içinde olmanın tezatlığı içinde halime güldüm. Ne yapıyordum? Neden burada, böylesine bir durumdaydım?

Esen rüzgâr saçlarımı uçururken bu soruların cevabı yoktu, varsa bile hemen ortaya çıkmaya cesaretleri yoktu. Şu anda, burada olduğum için pişman olmadığımı biliyordum hatta memnun olduğumu bile söyleyebilirdim. O halde beni rahatsız eden şey Nejat mıydı, yoksa ona söylemek zorunda kaldığım yalan mıydı? Belki de başlı başına sorun benim yalan söylemek zorunda kalıyor olmamdı. Ne için böyle bir şey yapıyordum, kim için doğruları saklamaya çalışıyordum?

"Arya?" diyen sesin sahibine irkilerek döndüm. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır, hava almak istedim,"

Çağan pek ikna olmamış bir bakışla yanıma geldi ve benim gibi kollarını korkuluğa koydu. O sessizlik içinde manzarayı, ben de onu izlerken az önceki tüm sorularım sanki birer cevabını bulmuş gibi köşelerine çekilmişti.

"Sen telefonda konuşurken yemeği yemediğimi gören garson bir sorun mu var diye sormaya geldi," Çağan bunda komik bir durum varmış gibi yamuk bir şekilde gülerken dalgın bakışları hala manzarada geziyordu.

"Öyle mi?" masadaki yemeği tamamen unuttuğum için ancak Çağan deyince anımsamıştım. " Çok ayıp oldu gerçekten,"

"Ben istemiyorum ama senin için yeniletebiliriz?"

"Boş ver," dedim, Çağan sonunda bana döndüğünde hala tam anlamıyla kendine gelememiş olduğunu fark ettim. "Hem gidelim artık, saat sekize gelmek üzere,"

"Tamam," dedi, aramızda anlamını çözemediğim kısa bir bakışma geçtikten sonra önce o doğruldu sonra da ben. İçeriye girdiğimiz gibi Çağan garsonu yanına çağırdı, mekanla ilgili hiçbir sorun olmadığını ama bizim gitmemiz gerektiğini söyledi ve hesabı istedi. Garson anlayışlı bir şekilde başını sallayıp sadece içki için ödeme yapmamızın yeterli olacağını söylese Çağan bunu kabul etmedi. Sonunda gelen hesabı ödedikten sonra bu güzel mekandan hiçbir şey yiyemeyerek ayrıldık.

Yine uzun süren trafik yüzünden Sevil'in doğum gününü kutlayacağı mekana gelene kadar saat neredeyse dokuza gelmişti. Hızla bir park yeri bulduktan sonra park ettim ve arabadan indik.

"Çok geç kaldık," dedim adeta koştururken fakat Çağan benim aksime çok rahattı. "Haydi Çağan,"

"Tamam," diye söylendi ama hala aynı yavaşlıkta olduğunu görünce yanına gidip kolunu tuttum ve çekiştirdim. Sonunda mekanın kapısına vardığımızda daha içeriye girmeden bile insan topluluğuna rastlamıştık.

"Bizimkiler herkesi çağırmış," Çağan, gördüğü insanlarla uzaktan selamlaşıyordu.

"Bu kadar kişiyi tanıyorlar mı gerçekten?" diye sordum şaşkınlıkla çünkü artık içeriye girmiş olduğumuz mekan adeta insan kaynıyordu. Rengarenk ışıkların yanıp söndüğü, beyaz renk bar masalarının etrafa dizildiği, küçük barında bile oldukça fazla insan barındıran bu yüksek sesli müziğin yankılandığı mekan daha ilk saniyesinden başımı döndürmeye yetmişti.

"Tanımaz olurlar mı?" dedi, müziği bastırmak için yüksek sesle konuşuyordu. "Gel, ceketleri şuraya bırakalım,"

Elimdeki paltoyu barın hemen yanındaki büyük ve ceket dolu portmantoya astım. Çağan'la birlikte kalabalığın arasından geçerken yeni fark ettiğim, salonun en sonuna konulmuş ve fosforlu bir pembeyle aydınlanmış olan sahnenin yanına doğru ilerlemeye başladık.

"Bizimkiler şurada," Çağan'ın gösterdiği yere baktım ve masanın etrafında durmuş üç erkeği gördüm.

"Bu ne biçim müzik böyle oğlum?" diye söylendi Çağan masaya gelir gelmez. "Sen bana çok abartılı olmayacak dememiş miydin?"

"Kardeşim," diyen genç çocuk, Çağan'ın gelir gelmez söylendiği kişiydi. "Meraktan yapmadık herhalde, şartlar bunu gerektirdi."

"Aynen," dedi hemen yanımda duran esmer, uzun boylu çocuk, elini Çağan'ın omzuna atmıştı. "Sevil şartı bunu gerektirdi."

Çağan, alayla sırıttıktan sonra bana döndü. O bana bakınca arkadaşları da baktı, gerginlikle gülümsedim ama başarılı olduğumdan emin değildim.

"Arya," dedi eliyle göstererek. "Bunlar da bizim çocuklar: Yağız, Sevil'in erkek arkadaşı, Caner erkek kardeşi, İbo da ortak arkadaşımız,"

Tek tek hepsiyle el sıkıştım ve tanıştığıma memnun olduğumu söyledim.

"Bu arada Sevil nerede?"

"Valla ben de en son yarım saat önce gördüm," dedi Yağız, yüzünde bıkkın bir ifade vardı. "Yetişemiyorum kardeşim, her yerden bir tanıdığı çıkıyor kızın,"

"Senin gibi üç beş tanıdığı yok diye kıskanıyor musun?" dedi İbrahim açık açık dalga geçerek, arkadaşına bakıyordu.

"Neyi kıskanacağım?" Yağız gülmeye çalışsa da arkadaşının doğru bir noktaya parmak bastığı belli oluyordu. "Ayrıca benim üç beş tane tanıdığım yok kardeşim,"

"Doğru," diye araya girdi Caner. "Ablam ve ben haricinde geriye Çağan'la İbo kaldığı için iki tanıdığın oluyor sadece,"

Caner'in dediğine olması gerekenden daha fazla güldüklerini görünce tek amaçlarının Yağız'a takılmak olduğunu anlamıştım. Onların bu hali beni de güldürürken Çağan'ın keyfinin yerine gelmiş olmasına seviniyordum.

"İnsanların içinde tartışmayalım," dedi Yağız arkadaşlarını başından savurur gibi. "Ne içeceksiniz, onu söyleyin?"

"Getir bize bir şeyler," dedi İbrahim ve bana döndü. "Sen ne istersin?"

"Siz ne içiyorsanız o uyar bana," dedim, beni onayladı ve Yağız'a döndü." Dur ben de senle geleyim," İkisi birlikte masadan ayrılınca masaya biraz daha yaklaştım.

"İyisin, değil mi?" diye sordu Çağan, başımı sallayarak iyi olduğumu belirttim. " Sana dedim bunlar kutlamaya geç başlar diye,"

"Zaten yeterince geç kalmadık mı?" dedim ve birden beynimde bir ışık yandı. "Çağan, senin hediyen nerede?"

"Yağız'a aldırdım," dedi ve bana eğilerek ekledi: "Hediyemizi." Güldüm ve itiraz etmeden durumu kabullendim.

"Ablan nerede oğlum?" diye sordu Çağan bu sefer de Caner'e ama Caner'in cevabı dudaklarını bükmek oldu.

"Dur bir bakınayım," diyerek masadan gittiği sırada Yağız ve İbrahim elimde içkilerle geri gelmişti.

"Sana votka vişne aldım ama?" dedi Yağız kararsız bir sesle.

"İçerim, teşekkürler," elindeki bardağı aldım.

"Size de bunu getirdim Hazretleri," Yağız bu sefer de Çağan'a bir bardak uzatmıştı. "Seversiniz umarım?"

"Sevmek ne kelime, bayılırım," Çağan gülerek bardağı alırken, aynı anda Yağız'ı iteklemişti. Sırıttığını gördüğüm İbrahim'in bu durumdan hoşnutluk duyduğu anlaşılıyordu.

"Görüyorsun değil mi?" Yağız yapay bir üzüntüyle bana döndüğünde oldukça komik görünüyordu. "Hem içki getiriyorum hem de şiddet görüyorum,"

"Git başımdan," Çağan kaşlarını çatsa da gülmemek için kendisini tutuyordu. "Kesin şu pastayı haydi, sabaha kadar burada duracak değiliz,"

"Hayırdır, bilmediğimiz bir işin var?" diye sordu İbrahim, ona dikkatli baktığımda oldukça kaslı bir bedene sahip olduğunu fark ettim, sanırım sporla ilgileniyordu.

"Yok ama olanlar vardır illa," dedi Çağan, içkisinden yudumlasa da bu lafın muhatabı ben olduğumu biliyordum.

"Selam!" aniden araya giren bu yüksek kadın sesi irkilerek arkama dönmeme sebep oldu. "Kimleri görüyorum böyle?"

"Neredesin sen?" diye soran Çağan bardağını bırakarak arkadaşına kısaca sarıldı. Sevil olduğunu kafasına taktığı tacın üstünde İngilizce olarak yazan doğum günü kızı yazısından anlamıştım.

"Tanıdıkların yanındaydım," dedi ve bana döndü, öyle samimi bir ifade vardı ki yüzünde sanki beni yıllardır tanıyor gibiydi. "Hoş geldin Arya,"

"Hoş buldum," adımı bilmesine şaşırıp şaşırmama arasında kaldığım için bir an bocalamıştım. "Son anda dahil oldum, kusura bakma,"

"Ne kusuru?" gözlerini inanamıyormuş gibi büyütmüştü. "Çağan'ın arkadaşı benim de arkadaşımdır."

"Teşekkür ederim," mahcup bir şekilde gülümsedim. Sevil arkasını dönerek karşımda duran Yağız'ın yanına geçti ve yanağına bir öpücük kondurdu.

Yapılı ve uzun boylu bir kızdı; mavi renge çalan gözleri, açık kahverengi saçları, beyaz teni ve uzun yüzüyle güzel bir görünüme sahipti. Üstüne giydiği kısa model, pudra pembe rengindeki payetli elbisesi de ten rengine yakışmıştı ve oldukça şık görünüyordu. Yanında durduğu Yağız'la ikisini yan yana görünce gerçekten yakıştıklarına karar vermiştim. Aynı boydaydılar, Yağız'ın da açık kahverenginde ve kıvırcık saçları vardı, ten rengi beyaza yakın kumrallıktaydı. Gözlerinin içine baktıklarında yüzlerinde oluşan ifade bile sanki sözleşmişler gibi aynı duyguları barındırıyordu. Bu halleri içimi ısıtmıştı.

"Caner nereye gitti?" diye soran İbrahim'e döndüm. "Biri geliyor biri gidiyor kardeşim,"

"O da Sevil'e bakmaya gitmişti aslında," dedim dudaklarımı bükerek.

"Pazara diye çıkıp çarşıya gider o," Yağız gülüyordu. "Yolunu bulur birazdan,"

"Siz neden geç kaldınız?" diye sordu Sevil, bakışları ben ve Çağan arasında gidip geliyordu.

"Neden olacak," yeniden konuşan Yağız bilmiş bir eda takınmıştı. "Çağan yolu tarif ettiği içindir,"

Çağan hariç hepsi aynı anda gülünce kendimi tutamayarak ben de güldüm. Demek ki kötü yol tarif ettiği arkadaşları arasında dalga konusu olacak kadar biliniyordu.

"Ben zaten biliyordum burayı," diye ara girdim çünkü Çağan, Yağız'a ters bakışlar atmaktan başka bir şey yapmamıştı. "Trafik vardı,"

"Olsun, bu yine de Çağan'ın kötü yol tarif ettiği gerçeğini değiştirmez,"

"Sanki sen çok biliyorsun," Çağan içkisinden yudumlarken bakışları arkadaşındaydı.

"Navigasyon gibi insanım ben kardeşim," diyerek gururlandı Yağız. "Aksini iddia eden olursa terk ederim bu mekanı,"

"Tamam," araya giren Sevil gülüyordu. "Şimdi ben sizi kovalayacağım."

Hala kaşları çatılı olan Çağan'a baktığımda bu halindeki çocuksu tavır gülümsememe neden oldu. Kendimi tutamayarak omzumla koluna vurdum, o bana bakınca kaşlarımı kaldırarak güldüm. Birkaç saniye boyunca bana aynı şekilde baksa da ardından dayamayarak onun da dudakları yukarıya kıvrıldı.

"Hanımlar Beyler," diye bir ses yankılandı saniyeler sonra, müziğin artık eskisi kadar yüksek çalmadığını fark ettim. Sesin geldiği yöne bakınca sahneye çıkmış olan Caner'i gördüm. "Öncelikle hepiniz partimize hoş geldiniz!" Kalabalık onu alkışlarken masadaki herkes Caner'in ne yaptığını sorgular gibi bakıyordu. "Müsaadenizle ablamı buraya davet etmek istiyorum,"

Sevil, ilk başta ne yapacağını bilemese de ardından masadan ayrıldı ve saniyeler sonra sahneye çıktı. Peşinden giden Yağız da sahneye çıkınca Caner, "Sen niye geldin kardeşim?" dedi ama sesinin umduğundan daha yüksek çıktığını fark edince gülümsemeye çalışarak sahneden indi.

"Çok teşekkür ederim hepinize," dedi Sevil, oldukça mutlu görünüyordu. "Partinin tek amacı sevdiğim insanları aynı anda görebilmekti,"

"Kesin öyledir," alayla mırıldanan Çağan'ın koluna vurarak onu uyardım.

"Bir yaş daha aldığım için üzgünüm ama bir yaşı daha böyle güzel bir şekilde geride bıraktığım için çok mutluyum. İyi ki varsınız, hepinize tekrardan teşekkür ederim!"

Yeniden alkışlamaya başladığımız sırada Sevil'in pastası gelmişti. Sahnenin önüne garsonlar tarafından getiren pastanın başına geçtiklerinde Çağan elini belime koyarak bizi oraya doğru yönlendirdi. Hep birlikte Sevil'in yanına, sahne tarafına gelince Sevil bir dilek diledi ve pastasına konulmuş mumları tek nefeste söndürdü. Yeniden alkışlarken Yağız ellerini yukarıya kaldırarak durmamızı istediğini belli eden bir el hareketi yaptı, herkes durmuş olmasına rağmen hareketine devam etmesine gülmüştüm.

"Sustuk lan işte, " İbrahim'in terslenmesi Yağız'ı durdurmuştu.

"Ben de iki çift laf etmek istiyorum," Yağız boğazını temizledikten sonra ciddi bir ifadeye bürünmeye çalışarak Sevil'e doğru döndü. "Seninle ilk kez yine doğum günü partinde tanışmıştık, o yüzden bugünün bizim için anlamı çok daha fazla," ellerini tuttuğu Sevil'in duygulandığı belli oluyordu. Yağız devam etti: "İyi ki o gün gelmişim ve iyi ki hayatıma girmişsin. Seni çok seviyorum Sevgilim, iyi ki doğmuşsun."

Onları alkışlarken garip bir şekilde duygulandığımı hissetmiştim. Sevil, Yağız'ı öpmeye başlayınca tezahürata benzeyen sesler yükseldi, ardından birbirlerine sarıldılar.

"Güzel konuştu piç," dedi İbrahim, birden ne dediğini yeni fark ediyormuş gibi irkilerek bana mahcup bir bakış attı. "Yani, iyi konuştu."

"Ağzı güzel laf yapıyor," Çağan, İbrahim'e bakıyordu. "Sen olsan iki kelam edemezdin,"

"Bünye alışık değil," diyerek gülünce Çağan da ona eşlik etti. "Neyse ki doğum gününü kutlayacağımız bir sevgilimiz yok,"

Çağan, bu yoruma başını salladı ve karşılıklı kadeh tokuşturdular. Neden bilmiyordum, İbrahim'in sevgilisi olmaması beni biraz şaşırtmıştı. Ön yargılarımın esiri olmak istemiyordum ama biraz çapkın gibi birine benziyordu. Bakıldığında gerçekten çok yakışıklı bir çocuktu; o karakteristik yüz hatları ve yapılı vücuduyla kusursuz bir izlenim yaratıyordu insanda. Onun da kendisinin farkında olduğuna emindim ve sanki bu avantajını kullanıyormuş gibi bir izlenim yaratmıştı bende. Dış görünüşe göre insan yargılamanın doğru olmadığının bilincinde olduğum için onun hakkında yorum yapmayı zamana bırakmayı tercih ettim.

Mekanda yeniden müzik sesi yükseldi ama bu sefer daha yavaş bir melodide bir şarkı çalıyordu. Saniyeler sonra insanların eşlerini alarak dans pozisyonuna girdiklerini gördüm, Sevil ve Yağız da onlardan biriydi. Masalarının yanında dans eden insanlara bakarken içkimden yudumluyordu.

"Bizim kızlardan biriyle dans edeyim bari," dedi İbrahim, başka bir seçeneği yokmuşçasına güldü.

"Git kardeşim," diye destekledi Çağan ve İbrahim gidince bana döndü. "İstersen biz de kalkalım?"

"Olur," dedim çünkü fark etmiştim ki herkes birileriyle dans ediyordu, bir biz Çağan'la bu haldeydik.

"Hadi bakalım," deyip içkisinden büyük bir yudum daha alarak bardağını masaya bıraktı. Aynı şeyi ben de yaptıktan sonra birlikte masadan birkaç adım uzaklaştık ve yüz yüze geldik. Çok kısa bir an ikimiz de ne yapacağımızı bilemiyor gibi dursak da çok geçmeden Çağan elini belime yerleştirdi, ben de omzuna koydum ve havada ellerimiz birleşti.

Bedenlerimiz birbirine temas etmiyordu ama çok uzak da değildik. Gözlerimi ondan alamazken heyecanlandığımı hissediyordum. Adımlarım adımlarına eşlik ettiğinde Çağan'ın düşünceler içinde olduğunu anlayabiliyordum. Acaba o ne hissediyordu? Benim gibi bir heyecan baş göstermiş miydi içinde yoksa sıradan durum muydu onun için? Özel kılmasını gerektirecek ne var diye sordum kendime ama bir cevap bulamadım. Özel değilse de bir farklılık olmalıydı çünkü ben öyle hissediyordum, o yüzden Çağan'ın da böyle hissetmesi gerekiyordu.

"Çocuklar seni sevdi," diyen Çağan düşüncelerimin arasına girdi.

"Hepsi sıcakkanlıymış," yutkundum ve ekledim: "Senin gibi,"

"Ben öyle miyim?" diye sorduğunda kaşları hafifçe çatılmıştı.

"Öylesin tabi, yoksa nasıl bu kadar kolayca samimiyet kurabilirdik?"

"Senin de payın büyük," anlamını çözmediğim bir imayla gülümsedi. "Sıcakkanlılık sergilemişsem sende de aynısını gördüğüm içindir,"

"Aslında kolay kolay arkadaşlık kuramam,"

"Bana pek öyle gelmedi," dedi ve bizi yavaş bir şekilde etrafımızda döndürdü. "Belki doğru insanlarla hiç karşılaşmadın?"

"Birinin doğru insan olup olmadığı nasıl anlaşılır ki?" diye sordum, Çağan bu sorum karşısında hemen cevap veremedi.

Aramıza giren sessizlikte bazı kelimeler gizliydi ve ben onları doğru bir sıraya koyamıyordum. Kendimi tanıyordum, insanlarla kolayca iletişime geçemezdim. Peki, kısa sürede aramın bu kadar iyi olduğu Çağan'ın özelliği neydi? Ne olmuştu da ben, uzun zamandan sonra bir insana kendimi böylesine yakın hisseder olmuştum? Bu his Çağan yüzünden miydi yoksa tamamen benim ortaya çıkardığım bir şey miydi? Art arda gelen sorularımı durduran şey Çağan'ın tuttuğu elimi daha sıkı kavraması olmuştu.

"O kişi hakkında böyle bir soru sorma gereği duymadığını fark ettiğinde sanırım," dedi, gözlerindeki derinlik beni adeta içine doğru çekmeye başlamıştı. "Çünkü öyle doğrudur ki o kişi senin için, sorgulamak aklının ucundan bile geçmez."

"Galiba böyle bir şeyi ilk kez üniversitede yaşamıştım," ansızın aklıma düşen bir isim özlemle gülümsememe sebep oldu. Cevabım karşısında merakla gözleri kısılan Çağan bir yorumda bulunmadan bana bakmakla kaldı. Onda merak duygusu uyandırmanın hoşuma giden bir yanı vardı.

"En son ne zaman hissettin peki?" duraksadı, kendinden emin görünüyordu. "Ya da bir daha hiç hissettin mi?"

"Bence bunun cevabını biliyorsun," dedim, kendimden beklemediğim bu yanıtı Çağan'ın da beklemediği açıktı. Şaşkınlığı kısa sürmüştü ama ben görmüştüm.

"Senden duymayı isterim," dedi, işte şimdi şaşırma sırası tamamen bendeydi. " Çünkü bilmek ve duymak aynı şey değil."

Benim aksime Çağan'ın isteklerini bu kadar kolay dile getirebilmesini kıskanmıştım. O, bana istediğini sorabiliyordu, hakkımda tespitlerde bulunabiliyordu ama ben onun hakkında konuşamıyordum. Beynimde dönüp duran cümlelerim dilimin ucuna gelemiyordu çünkü bir yanım söylediğim şeylerin Çağan'ın tatmin etmeyeceğini hatta bana gülebileceğine bile inanıyordu. Çağan'ın nasıl biri olduğunu elbette biliyordum ama içimde var olan ikilemden bir türlü kurtulamıyordum, bu da beni sadece sessizliğe mahkum kılıyordu.

Oysa ona hissettiklerimi söylesem ne güzel olurdu, onun da kendisini iyi hissetmesine sebep olmak ne kadar mutluluk verirdi bana... Ama nasıl ki bilmek ve duymak aynı şey değilse bildiğin şeyi sesli bir şekilde dile getirmek de aynı şey değildi.

"Yine bir şeyler düşünüyorsun," dedi, kendimden kurtulmaya çalışarak ona odaklandım. "Ve yine sustuğuna göre söyleyemediğin şeyler benimle alakalı,"

Sessizliğimden bile bir anlam çıkarması kalp atışlarımı değiştirmişti. Hakkımda nasıl böylesine nokta atışlar yapabiliyordu hala inanamıyordum.

"Evet," deyip yutkundum. "Seninle alakalı,"

Çağan, bir şey demedi ama kıvrılan dudakları memnun olduğunun kanıtıydı. O da mı benden bir şeyler duymayı arzuluyordu? Belki aklından geçen sorulara o da benim gibi cevap bulmaya çalışıyordu? Aynı şeyleri sorgulayıp sorgulamadığımızı merak etmiştim ama bu bana pek de olası gelmemişti. Kendimden bile sakladığım bazı düşüncelerim vardı ki Çağan'ın hiç de bunlara benzer şeyler düşüneceğini zannetmiyordum.

Aramıza giren sessizlik adeta bizimle birlikte dans ederken Çağan sanki tek bir anını kaçırmak dahi istemediği bir filmi izliyormuş gibi dikkatle gözlerime bakıyordu. Bundan hoşlandığımı kabullenince karnımda bir ağrı meydana geldi ve nefesimi kesti. Ona dair gerçekleri kabullenerek tehlikeli sularda yüzdüğümü biliyordum ama kendime hakim olamıyordum. Çağan'la böylesine bir yakınlıktayken ve o benim gözlerimin içine bakıyorken aklıma mukayyet olmakta çok zorlanıyordum.

Dansımız sonsuza kadar sürsün istesem de müzik durdu, Çağan'la ayrıldığımızda sanki bir koşudan çıkmışım gibi nefes nefese olduğumu fark ediyordum. Ben daha kendime gelememişken müzik yeniden başladı ama bu sefer daha yüksek sesteydi ve çok daha haraketli bir parça çalıyordu. İnsanlar sanki bu anı bekliyormuş gibi sevinç içinde bağırarak dans etmeye başladı. Benim de oldukça sevdiğim bu eski şarkıda insanların dans edişlerini izlerken birden yanımızda Yağız ve Sevil belirdi.

"Durmayın öyle yalı kazığı gibi," diye bağıran Yağız'ın bir eli Sevil'in elini tutarken, diğer eli havada sallanıyordu.

"İlerle sen," diye tersledi onu Çağan ama Yağız sadece sırıttı. Ne yapacağımı bilemeyerek Çağan'a dönünce onun da bana aynı şekilde baktığını fark ettim. Dans etmeyi seviyor muydu, bilmiyordum ama onunla dans etmek isteyen bir yanım olduğu için omuzlarımı hareket ettirerek ona doğru yaklaşmaya başladım. Çağan çok kısa bir an şaşırsa da ardından başını arkaya düşürerek güldü. Ben de halime gülsem de şarkı insanın kanını kaynatıyordu, o yüzden kendimi birden koy verdim ve kollarımı da kaldırarak şarkıya ayak uydurmaya başladım.

"Güzel," diye beni onaylayan Yağız, elini Çağan'ın sırtına koydu ve onu bana doğru itekledi. Kaşlarımı kaldırarak yapacak bir şeyimizin olmadığının sinyalini verdim ve düşünmeden elini tutarak onu hareket ettirmeye çalıştım. Çağan önce tuttuğum eline baktı, ardından bana baktığında biraz daha istekli göründüğünü fark ettim zaten çok geçmeden o da durumu kabullendi ve hareket etmeye başladı.

Herkesle birlikte dans etsek de ben sanki sahnede sadece ikimiz varmış gibi hissediyordum. Haline gülüyormuş gibi görünen Çağan diğer elimi de tuttu ve aynı anda aynı figürleri yapmamızı sağladı. Kendimi o kadar iyi hissediyordum ki tüm hücrelerimde bunu hissedebiliyordum. Kendimi iyice rahat bıraktım ve daha belirgin figürler sergilemeye başladım, Çağan tekrardan kısa bir kahkaha attıktan sonra biraz uzaklaştırarak beni etrafımda döndürdü. Tekrardan karşısına geldiğimde nefesimin tıkandığının farkındaydım ama umursamadım. Ne ben ne Çağan ne de partidekiler şarkı durmadan değişse de dans etmeyi bırakmadı. Öyle güzeldi ki her şey bu anın sonsuza kadar sürmesini dilerken buldum kendimi.

Kaç dakika ya da saat geçti bilmiyorum ama sonunda müziğin sesi kısıldığında ve biz durduğumuzda nefes almak isteyen ciğerlerim adeta yanmaya başlamıştı. Başım dönüyormuş gibi hissederken masamıza doğru yaklaştım ve masanın üstünde duran tazelenmiş içkimden büyük bir yudum aldım.

"Gerçek anlamda nefesim kesildi," diyen Sevil gerçekten de öyle görünüyordu. "Uzun süredir böyle dans etmemiştim,"

"Al benden de o kadar," Caner gülüyordu ve biraz da sarhoş görünüyordu.

"Ben de Çağan'ı ilk defa böyle görüyorum," dedi Yağız, arkadaşına dudaklarını büzmüş takdir eder gibi bakıyordu. "Meğer ne meziyetler varmış kardeşimde,"

Çağan bir şey demeyip içkisinden yudumlarken, halinden memnun görünüyordu. Alnında parlayan terini görünce elimi kendi alnıma verdim ve aynısının bende de olduğunu fark ettim, zaten ateşim çıkmış gibi yanıyordum.

"Sen önce kendine bak," İbrahim bizim aksimize daha sakin duruyordu, onu da dans ederken gördüğüm için bu haline şaşırmıştım. "Helikopter pervanesi gibi sallıyordun kollarını,"

"Kendimi kaybediyorum dans ederken," dediğinde sanki bundan yakınıyordu. "Ayrıca kollarımızı sallayacağız tabi başka neremizi sallayalım?"

Bu sorusu hepimizi güldürdü. Hep birlikte içkilerimizi içerek sakinleşmeye çalışırken Sevil gitmek için hazırlanan diğer arkadaşlarının yanına vedalaşmak için gitti. Aklıma saatin kaç olduğu düşünce çantamdan telefonumu çıkardım, on biri geçtiğini fark edince ekrana bakakaldım.

"Bir şey mi var?" diye sordu Çağan, ona dönüp başımı iki yana sallasam da aslında bir şey olduğunu biliyordum.

"Ben gideyim artık," dedim ve hemen ekledim: "İstersen seni de bırakayım?"

"Gidiyor musun?" diye araya girdi Yağız. "Biraz daha kalksaydın keşke,"

"İsterdim ama gitsem daha iyi olacak,"

"Sen bilirsin," dedi ve biriyle konuştuğu için arkasını dönük olan Sevil'e seslenerek yanımıza gelmesini sağladı. "Arya gidiyor,"

"Kalsaydın keşke," dedi Sevil, iri dişlerini sergileyecek şekilde gülüyordu.

"Gitmem lazım, tekrardan doğum günün kutlu olsun,"

"Teşekkür ederim Arya, iyi ki geldin," yaklaştı ve bana sarıldı, ben de ona karşılık verdim. "Ayrıca hediyeye de bayıldım, Çağan birlikte aldığınızı söyledi,"

"Evet," dedim, hala kararsızlık içindeyken Çağan'a kısa bir bakış attım. "Beğenmene sevindim."

"Tekrardan teşekkür ederim," dedi ve ondan ayrıldıktan sonra çocuklarla da tek tek vedalaştım. Hepsi öyle samimiydi ki bana sanki yıllardır tanıdıkları biriymiş gibi davrandıkları için çok memnun olmuştum.

"Bir gün yine bir araya gelelim," diye seslendi Yağız ben ve Çağan kapıya doğru giderken. "Tamam mı?"

"Tamam," dedim gülerek ve hepsine el salladıktan sonra kapıdan Çağan'la birlikte çıktık.

"Bırakma konusunda ciddiyim,"

"Çocuklarla giderim ben," dedi Çağan, kapının yanında durmuş birbirimize bakarken sanki ikimizin de söylemek istediği ama söyleyemediği şeyler vardı.

"Beni davet ettiğin için teşekkür ederim, çok eğlendim,"

"Eğlenmene sevindim," deyip gülümsedi ama bu gülümsemesinde bir gariplik vardı. "Ayrıca bizimkilerle anlaşma da,"

"Ben de," dedim ve konuşmamızın sonuna geldiğimizi fark ettiğim için buruk bir tat hissettim. "Sonra yine görüşürüz,"

"Görüşürüz," dedi, sessizce bakışsak da ortamı garipleştirmemek adına ona son kez gülümsedim ve arkama dönerek arabama doğru yöneldim. Çağan'ın uzanıp açtığı kapıdan girmeden önce ona baktım, oldukça yakınımdaydı ve bu beni heyecanlandırmıştı.

"Teşekkürler," dedim açtığım pencereden ona bakarken, Çağan ise sadece elini kaldırmakla yetindi. Yapacak ya da söylenecek başka bir şey kalmadığı için arabamı çalıştırdım ve Çağan'ın yanından geçip gittim.

Neden bir burukluk vardı içimde bilmiyordum. Sanki annesi tarafından zorla parktan alınarak eve götürülen bir çocuktum, öylesine bir keyifsizlik çökmüştü üstüne. Hâlbuki ne güzel zaman geçirmiştim, ne kadar eğlenmiştim... Direksiyonumu sola kırdığımda bunun nedeninin eve gitmek isteyişimden dolayı olduğunu biliyordum.

Ne eve gitmeyi ne Nejat'ı görmeyi ne de onun sorularına maruz kalmayı istiyordum ama gidecek başka hiçbir yerimin olmadığını da biliyordum. Bana ağır gelen bir sıkıntı hissiyle birlikte karanlık yollarda sürmeye devam ettim, sonunda eve vardığımda hem saat on ikiyi geçmişti hem de benim sıkıntım boyut atlamıştı. Açılan demir kapıdan geçerek arabamı park ettim ve indim. Daha içeriye bile girmeden bir kasvet barındıran bu ev sanki gökyüzündeki, yağmurun habercisi olan o kara bulutlar giyidi. Gerginlikle nefeslendim ve merdivenlerden çıktım, kapıyı açarak içeriye girdim. Merdivenleri çıkarken ayaklarım geri geri gitse de basamakları bitirdim ve durdum. İçeriden televizyon sesinin gelmesi Nejat'ın hala ayakta olduğunu gösteriyordu. Büyük bir hayal kırıklığı içinde salona girdim.

Nejat, karanlıkta izlediği televizyona öyle odaklanmıştı ki ben koltuğunu yanına gidinceye kadar beni fark etmemişti. Bakışları beni bulduğunda ise o ifadesiz suratında hemen kaşları çatıldı ve ardından oturuşunu dikleştirerek televizyonun sesini kıstın.

"Neden uyumadın?" diye sordum çünkü Nejat normalde bu saate kadar ayakta kalacak biri değildi.

"Seni bekledim," sesi en az bakışları kadar düz bir çıkmıştı. "Geç kaldığının farkındasındır umarım?"

"Ancak bitti," dediğimde ona açıklama yapmak zorunda kalmaktan bir kere daha nefret ettim.

"Bir çocuk partisinin bu kadar uzun sürmesi normal mi?" o kısılan gözlerinde beliren şüphesi bana endişe olarak sıçramıştı. "Nasıl aileler bunlar?"

"Doğum günü bu Nejat," dedim ama laflar ağzımda yalpalayarak çıkmıştı. Yanında olduğum koltuğu destek almak ister gibi tuttum. "Bir kereye mahsusluk bu kadar geçe kaldılar,"

"Saçın başın dağılmış," diyerek başka bir konuya geçti. "Baya hareketliydi sanırım?"

"Cenaze törenine gitmedim," sıkıntıyla nefeslendim, artık sabrım sınırlarına gelmeye başlıyordu. Nejat bu ters cevabından memnun kalmadı, bedenini bana iyice döndürdüğünde onun da sabrı sınırlara yaklaşmak üzereydi.

"Ama bir çocuk partisine gitmiş gibi de değilsin," dedi, bu beklemediğim cümlesi adeta yüzümde patlamıştı. "Neden sana inanamıyorum?"

Şaşkınlığım bir anda o kadar büyüdü ki boğazıma kadar çıktı ve orada bir yumru oluşturdu. Nejat'a yalan söylediğim için zaten mutlu değildim ama onun bu yalanın farkına varmış olmasına inanamıyordum. Nasıl göründüğüme dair zerre fikrim yoktu, yine de hissettiğim endişenin yüzüme yansımasına izin vermemeye çalışarak serinkanlılığımı korudum. Tamam, ortada kesin bir kanıt yoktu, Nejat sadece şüphelendiğini söylüyordu ve ben bunun üstesinden gelebilirdim.

"Sadece saçım başım dağıldığı için mi bunu söylüyorsun?" dedim ama ona yalan söylediğimi bildiğim için sesim kararsız çıkıyordu. "Doğum günündeydim Nejat,"

"Sana doğum gününde değilsin demedim," o keskin bakışları avının izini süren bir avcıyı andırıyordu. "Sana öğrencinin doğum gününde olduğuna inanmadığımı söyledim, ikisi farklı şey,"

"Kendi kendine ne kurdun kafanda bilmiyorum," diyerek karşı savunmaya geçtim çünkü hiçbir açıklama gelmiyordu aklıma, sanki beynim düşünme yetisini kaybetmişti. "Ama seninle uğraşamayacağım."

Arakamı döndüğüm gibi hızlı adımlarla koridoru geçip odaya girdim, üstümdeki paltoyu çıkarmama bile fırsat kalmadan Nejat peşimden girmişti.

"Kaçıyorsun, değil mi?" diye sordu, haklı çıktığını belli eden bir ifade vardı yüzünde. "Cevap vermemek için kaçıyorsun?"

"Neyden kaçayım?" diye bağırdım bir anda, elimdeki paltoyu yatağa attığımda ellerim buz kesmişti ama içim ateş gibi yanıyordu. "Yine ne duymak istiyorsun?"

"Karımın nerede olduğunu bilmek istiyorum," üstüne tek tek basarak söylediği kelimeleri resmen beynime işliyordu. "Cevap ver, neyden kaçıyorsun?"

"Hiçbir şeyden," desem de dengesizliğimi onun da gördüğüne emindim. Engel olamadığım bir duygu adeta pençelerini göğsüme geçirmiş, canımı acıtıyordu.

Nejat'ın karşısında ilk defa konuşmakta zorlanıyordum çünkü kahretsin ki doğru bir şey yapmadığımı içten içe biliyordum. Her ne olursa olsun Nejat'a yalan söylememeliydim, bunu biliyordum ama eğer söylemeseydim nasıl o partiye gidecektim? Orada geçirdiğim o güzel zamanı, tanıştığım insanları düşündüm. Oysa birkaç saat önce ne kadar da rahat ne kadar da özgür hissediyordum kendimi. Bir de şimdi ki halime baktığımda adeta kapana sıkıştırılmış bir fare gibiydim; kaçacak delik arıyordum.

"Bir şeyler çeviriyorsun," Nejat bana tehlikeli bakışlar atıyordu. "Bir şeyler çeviriyorsun ve dua et, ben bunun ne olduğunu öğrenmeyeyim."

"Beni..." durdum, kan beynime sıçrarken ona doğru bir adım attım. "Beni sakın tehdit etme!"

"Sen de..." Nejat da benim gibi bir adım attı ve yüzünü yüzüme yaklaştırırken, o gözlerinde bir öfke patlaması meydana geldiğine şahit oldum. "Sakın bir daha bana yalan söyleme!"

Hiçbir cevap verememem Nejat'ın küstahça gülmesine neden oldu. Alelen yalan söylediğimi kabul etmiştim çünkü karşı koyacak cümlelerim yoktu. Yalanı başka bir yalan daha atarak uzatmak istemiyordum ama Nejat'ın karşısında böyle bir pozisyona düşmüş olmaktan da nefret ediyordum. Kendime inanılmaz bir şekilde kızdım, bu yalanı söylemeye gerçekten değmiş miydi?

"Susuyorsun," diyerek sessizliği bozdu Nejat. "Çünkü kabul ediyorsun,"

Haklı çıkmanın gururunu yaşayan Nejat midemi bulandırmıştı. Zayıf bir anımı bulup onu üstelemeyi ne kadar da çok seviyordu! Nejat'ın, kendisine yalan söylememden ziyade benim bir falsomu yakalamış olmasına daha çok sevindiğine yemin edebilirdim. Seviniyordu çünkü uzun bir süre yüzüme çarpabileceği bir koz geçmişti eline ve ben, böyle bir şeye müsaade ettiğim için kendime öfke duymadan edemiyordum.

"Bu yaptığını unutmayacağım," dedi, hala tehditkâr bir havadaydı ama beni asla korkutamazdı. "Eninde sonunda öğreneceğim gerçeği,"

"Neyi unutup neyi unutmayacağın umurumda değil," sıktığım dişlerimin arasından çıkan cümlelerim adeta ok gibi çıkıyordu. "Sana hesap vermek zorunda değilim."

Nejat, sinir harbiyle bir kahkaha attığında iki yanımda duran ellerimi yumruk şekline soktum.

"Kendini bu şekilde mi kandırıyorsun?" can yakan bir alayla sorduğu sorusuna bir cevap bekliyor gibi görünmüyordu.

"Çık dışarı," dedim, daha fazla onu görmek istemiyordum. "Çekil gözümün önünden,"

"Bu dik başlılığın bana sökmez, ben baban değilim," dedi teklemeden. Geçmişimi, bir hamle yapar gibi önüme sürmesi beni dehşete düşürürken ekledi: "Bu havalı laflarını ona sakla,"

"Sus Nejat," ağzımdan çıkan kelimelerim tavrı karşısında sarsılmıştı. "Kendinden daha fazla nefret ettirme,"

"Benden ne kadar nefret ettiğin de benim umurumda değil!" aniden bağırması yerimden sıçramama sebep olurken ona şaşkınla baktım. "Sadece karım olduğun için ne yaptığın umurumda çünkü senin yanlışın beni de etkiliyor!"

"En büyük yanlışım sensin zaten!" benim bağırmam da Nejat'ı irkmişti ama bunun nedeni ses tonumun yüksekliğinden dolayı olmadığını biliyordum. "Düş artık yakamdan, biraz nefes almama izin ver!"

"Yalan söylemek mi senin nefes alma şeklin?"

"Nejat!"

"Ne?" çılgına dönmüş bakışları adeta beni delip geçerken eli havada sallanıyordu. "Ama bu sondu Arya Hanım, bir daha bana yalan söylediğini yakalarsam bedelini çok ağır ödersin!"

"Çık dışarı!"

Odada yankılanan sesim Nejat'ın dişlerini sıkmasına neden oldu, bana adeta tiksindiği bir şeye bakıyormuş gibi baktıktan sonra arkasını döndü ve kapıyı gürültüyle çarparak odadan çıktı.

Aldığım nefesle yetinemiyormuş gibi hissedince odanın ucuna gittim ve pencereyi açarak serin havanın yüzüme çarpmasına izin verdim. Elim ayağım boşalmış gibi halsizleştiğimi hissedince pencerenin pervazına sıkıca tutundum ve dolan gözlerimi yumarak başımı arkaya attım. İçimde, beni parçalayarak dışarıya çıkmaya çalışan bir duygu vardı ama ben buna izin veremezdim. Nejat, üstümde böylesine bir etki bırakamazdı; beni üzemez, beni ağlatamazdı. Ona karşı yıllardan beri oluşturduğum kalkanımı delmesine müsaade edemezdim. Kararlılık içinde nemlenmiş gözlerimi açtım ve soğuk havayı yeniden içime çektim.

"Değmez," diye mırıldandığımda gerçekten de buna inanıyordum. Nejat, akıtacağım tek bir gözyaşına bile değmezdi. O yüzden kendimi ondan kurtarmaya çalışarak sadece yıldızlara bakmaya ve soğuğun tenimi ısırmasına izin verdim.

Dakikalar sonunda bir boşlukta sallanıyormuş gibi hissederken pencerenin önünde, bir an önce sabah olmasını ve bu gecenin son bulmasını dileyerek öylece durmaya devam ettim.

*
Beğeni ve yorumlarınızı esirgemeyin, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!!

Continue Reading

You'll Also Like

Sır By gece mavisi

General Fiction

7.5K 307 7
Hayat bize nerde ne zaman ne yapar hiç bilemeyiz. Ben elzem bu da benim hikayem, hayatın bana öğretiği en iyi şeylerden biride kimseye güvenmemelisi...
305 65 21
"Hayatının arka planında çalan şarkının ne olduğunu biliyor musun?" Böyle bir soruya hiç denk gelmemişti Melodi. Cevabın ne olduğunu bilmiyordu. Elin...
16.7K 1.3K 16
sever misin cidden beni?
742K 28.8K 76
Çiçeğin kar altından güneşe giden masalı... Bu masal Derin'in masalı... Nam-ı değer Kardelen'in ve tabii bu kurumuş çiçeğe tekrar can veren Gurur'un...