MESEL

By Dilopervinova_

18.2K 1.2K 85

İbret alınacak bir söz ya da hikaye. "Seninle değil, senin için mücadele ediyorum," isyan dolu sesi dişleri... More

1.BÖLÜM: YIL DÖNÜMÜ
3.BÖLÜM: İLK TANIŞMA
4.BÖLÜM: HEDİYE
5.BÖLÜM: DOĞRU KİŞİ
6.BÖLÜM: FARKINDALIKLAR
7.BÖLÜM: DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA
8.BÖLÜM: BAŞKA YOL YOK
9.BÖLÜM: ZAMAN
10. BÖLÜM: GÖLGESİ ALTINDA
11.BÖLÜM: KARŞILIKLI İTİRAFLAR
12.BÖLÜM: ACI YÜZLEŞME
13.BÖLÜM: BEDELİ VAR
14.BÖLÜM: LOTUS ÇİÇEĞİ
15.BÖLÜM: SENİN BEN OLDUĞUNU BİLİRİM
16.BÖLÜM: FARKLI PENCERELER
17. BÖLÜM: AMA DİLEYEBİLİRİM
18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN
19.BÖLÜM: BENİM SEVEMEYECEĞİM BİRİ
20.BÖLÜM: İKİ BEDEN TEK RUH
21. BÖLÜM: DOĞRU VE YANLIŞ
22.BÖLÜM: GİTMEK Mİ KALMAK MI
23.BÖLÜM: CEVAPSIZ SORULAR
24.BÖLÜM: YENİ HAYATLAR
25.BÖLÜM: KÖTÜNÜN BULAŞTIĞI İYİ
26.BÖLÜM: KARŞILIKLI SUSKUNLUKLAR
27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR
28.BÖLÜM: BAZI ŞEYLER DİLE GELMEZ
29.BÖLÜM: SON PİŞMANLIKLAR
30.BÖLÜM: ARTIK VARDI
YENİ KURGUM: ISTAKOZ

2.BÖLÜM: DUVAK

1.5K 98 1
By Dilopervinova_

"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor," durduğumda, gözlerimi okuduğum kitabımdan ayırmamıştım. Çayımı masanın üstüne koyan Zehra'ya teşekkür ettikten sonra okumaya devam ettim. "Sevilmekten korkuyor kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için."

Yeniden durduğumda gözlerim okuduğum ilk satırın üstünden tekrardan geçti. Takılı kaldığım bu cümlenin doğrulu var mıydı benim için, neden gözlerim tekrar tekrar bu cümlede dolanıp duruyordu?

Hiç kaybetmekten koktuğum için birini sevmekten vazgeçip geçmediğimi düşünmeye çalıştım ama bunun cevabı çoktan hazırdı: Böyle bir şey yaşamamıştım.

Kaldı ki birini sevmeyi her şeyi göze almak olarak öğrenmiştim ben, şimdi böylesine bir vazgeçiş bana çok yabancı gelmişti. Belki birini sevmek nasıl ki her şeyi göze almak demekse bazen o kişiden vazgeçmeyi göze almak da demekti diye düşündüm ama bu düşüncenin bana doğru gelmeyen bir tarafı vardı. Daha gerçekleşmemiş bir olayın sonucundan korkarak hiçbir şey yapmamak benim tercih edeceğim bir tutum değildi.

Önce olayı yaşardım, her şey yaşanıp bittikten sonra, iyi ya da kötü fark etmez, sonucunu kabullenirdim.

Gerçeği bu hayatımın her evresinde böyle olmamıştı çünkü olmasına müsaade edilmemişti. Bunun en büyük örneklerinden biri Nejat ile evlenmem olabilirdi sanırım. Onunla evlenmem istenildiğinde hayatımda ilk defa bir olay daha gerçekleşmeden aklımda binlerce ihtimal belirmesine neden olmuştu ve ilk kez bir olay gözümde bu kadar büyümüştü. Babamın bir gün eve gelip yemek masasında otururken sanki benden tuzluk istermiş gibi Nejat ile evlenmemi istediğini söylediğini göz önüne alırsak öylesine bir karmaşa içine girmiş olmam gayet normal görünüyordu.

Gözlerimi kapattım ve geçmişin pençesine düşmemeye çalıştım. Sürekli aynı şeyleri sorgulamanın, yaşanan anıları hatırlamanın bana hiçbir faydası yoktu. Her şey geçmişte kalmıştı ve babamın kurduğu o cümlenin üstünden tam beş yıl geçmişti. Zihnime zar zor gömdüğüm o kötü günleri yeniden kazmanın hiçbir anlamı yoktu, bu yüzden derin bir nefes alıp verdikten sonra gözlerimi geri açtım ve yanıma bırakılmış olan çayımdan bir yudum almak için beyaz fincanı elime aldım.

Sakince çayımı içip bitirdikten sonra ayaklandım ve koridorun en sonundaki çalışma odasına giderek bilgisayarımın başına geçtim. Yaklaşık iki yıldır çocuklara evin bahçesinde yaptırdığım resim atölyesinde kurs veriyordum. Her ne kadar üniversitede okuduğum Güzel Sanatlar bölümünü ikinci yılında bırakmak zorunda kalmış olsam da resim yapmak çocukluğumdan beri tutkuydu benim için ve o tutkuyu hiçbir zaman kaybetmemiştim. Şimdi de benim gibi çizmeye merakı olan çocuklara kurs veriyordum, ki o anlar hayattan zevk aldığım nadide anlardı. Hafta sonunu iple çeksem de şu anda yapabileceğim tek şey ders için başladığım araştırmaya devam etmekti, o yüzden ekrana odaklanarak önüme aldığım kağıda kısa kısa notlar tutmaya başladım.

Bu şekilde uzun süre geçirdikten sonra ağrıyan gözlerim yorulduğumun sinyalini verdi, ekranda sağ alt köşeye baktım ve tam iki saattir aynı pozisyonda olduğumu fark ettim. Zamanın bu kadar hızlı akıp gitmesine şaşırarak doğruldum ve kalemi masaya bırakıp gerildim. İyi hissettiren bu hareketten sonra bilgisayarımı kapattım ve çıkardığım not kağıdını elime alarak odadan çıktım. Yatak odasına girdim, kağıdı kominin üstüne bırakıp yavaşça yatağa uzandım.

Kendimi biraz daha iyi hissetmeye başlarken tanıdık bir durgunluğun üstüme çöktüğünü hissediyordum. Sabah saat sekizde kalmıştım, şu an saat öğlenden sonra ikiyi geçiyordu ve benim için gün sanki bitmişti. Her güne, o günün nasıl geçeceğini ve nasıl sonlanacağını bilerek başlamak insanın sabah uyanmasındaki hevesini bir balon gibi söndürüyordu. Hayatımda bir belirsizlik olmaması, yapacak başka hiçbir şeyimin bile olmaması içten içe beni rahatsız ediyordu ama yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığını da artık kabullenmiştim.

Nejat için çalışmak sadece para kazanmaktan ibaret olduğu için ne zaman bu konu açılsa benim bir işe ihtiyacımın olmadığını, zaten kendisinin yeterince kazandığını söyleyerek ve bu çalışma mevzusunu bir daha duymak istemediğini belirterek konuyu bir çırpıda kapatıveriyordu. Aslında bu konunun peşini yıllar geçtikçe artık ben de bırakmıştım çünkü çalışmak istiyorsam, o yerin sadece babamın iş yeri olabileceğini biliyordum ve bir kere öyle bir hatayı yapmış biri olarak bir daha asla aynı şeyi yapmayacağıma dair büyük bir yemin yetmiştim.

Disiplinin yeryüzündeki temsilcisi olan babam, aile hayatında bile kendinden taviz vermezken iş yerinde adeta bir gestapoya dönüşüyordu, buna bizzat maruz kalmıştım. Evlendikten bir yıl sonra evden ve Nejat'tan uzaklaşmak için her şeyi göze alabileceğimi zannederek babamın şirketinde çalışmaya başlamıştım ama daha işe başladığımın ilk haftası hayatımın en büyük yanlışını yaptığımı anlamama yetmişti.

Kaldı ki zaten babamla aynı ortamda olmaya bile hevesli biri değilken onunla aynı iş yerinde çalışmak nereden bakılırsa bakılsın büyük bir hattaydı benim için. Neyse ki yıllar sonra da olsa bu kurs işini akıl etmiştim, başta Nejat ve babamın engellerine takılsam da vazgeçmeyerek bu zamana kadar getirebilmiştim. Belki günleri heyecan içinde geçirmiyordum ama hafta sonunun gelmesini iple çekiyordum, bu bile çok değerliydi benim için.

Derin bir nefes alıp verdim ve uzandığım yerden kalkarak odadan çıktım. Aşağıya inip Zehra ile birlikte zaman geçirdim, ta ki akşam olup Nejat eve gelene kadar. Onun yukarıya çıkmasını mutfakta bekledikten sonra ben de yukarıya çıktım ve salondaki koltuğa oturdum, peşi sıra gelen Zehra da sofrayı hazırlamaya başladı. Derin bir sessizlik içinde geçen dakikalar sonra hazır olan sofrada yerimi aldım, çok geçmeden Nejat da salona geldi ve başköşeye oturdu.

"İyi akşamlar," dedi gözleri tabağındayken, aceleci bir tavırda eline çatal ve bıçağını aldı.

"Sana da," deyip yemeğime odaklandım. Sessizlik içinde yemeğimizi yemeye başladıktan birkaç dakika sonra Nejat'ın duraksadığını hissettim, göz ucuyla ona baktığımda bir elinin pantolonun cebinde olduğunu fark ettim. Tam ne olduğunu sorgularken Nejat elini cebinden çıkardı ve masaya bir anahtarla birlikte elini koydu.

"Sana," başımı kaldırıp ona bakınca en az sesi kadar düz bakışlarıyla karşılaştım. "l dönümü hediyesi,"

"Ne bu?" dediğimde masada duran anahtara bakıyordum.

"Araba," dedi gizlemeye çalıştığı ama beceremediği bir bıkkınlıkla, anahtarı ses çıkararak masaya bıraktı. "O kadar kutlama yaptık, hediye almamış dedirtmem,"

Hızlıca bakışlarımı ona döndürdüğümde Nejat çoktan yeniden yemeğine odaklanmıştı. O hissettiğim şaşkınlık hissi hızlıca beni terk ederek yerini bilindik bir hisse bıraktı.

"Teşekkür ederim," dedim ve anahtarı alıp diğer tarafa koydum.

Keşke aldığı hediyesinin maddiyatı kadar bir maneviyatı da olabilseydi ama Nejat'tan böyle bir şeyi beklemek devenin hendek atlaması kadar imkansızdı. Böyleydi işte, olumlu görünen bir şey yaparken bile karşısındaki insanın kötü hissetmesine neden olabiliyordu. İçimden bir ses bunu bazen bilerek yaptığını söylüyordu ki eğer böyleyse durum daha da vahim bir hal alıyordu benim için. Birden lokmalarım boğazıma dizildiğini hissettim, çatalımı bırakarak arkaya yasladığımda doymuştum.

"Bu arada yarın galeriye birlikte gidip bakmamız lazım," dedi Nejat ama ona bakmadım. "Herhangi bir model beğenmedim sen beğenmeyip laf söylersin diye, gel kendin seç."

Ne alırsa alsın asla söylenmezdim ama bunu ona söyleme gereği duymadığım için sadece başımı olumlu şekilde salladım.  İştahım kaçsa da sofradan hemen kalkarak kabalık etmek istemediğim için biraz daha masada kaldım, dakikalar sonunda anahtarı alıp Nejat'a afiyet olsun diyerek yerimden kalktım ve direkt olarak odaya girdim.

Ardımdan kapımı kapatıp yatağa oturduğumda anahtar avucumun içinden bana bakıyordu. Nasıl oluyordu da ben haricinde herkesi düşünerek hareket ediyordu? Acaba hiç konuşurken benim ne hissedebileceğimi düşünmüyor muydu? Birden içimde bir gülme sesi yankılandı. Beni düşünmediğini daha nasıl belli edebilirdi ki?

Umurunda dahi olmadığımı biliyordum ama hala içten içe bunu kabullenmek istemeyen başka bir yanım vardı. Bu, Nejat'ı sevdiğim için ya da onun hakkımda düşündüğü şeyleri umursadığım için değildi. Bu, insanın birileri tarafından umursanmayı istemesi ve buna ihtiyaç duymasıyla alakalıydı.

Nejat'ın bir an olsun bile beni düşünerek bir şeyler yapması bana kendimi belki bir kere olsun iyi hissettirebilirdi. Onun yanındayken sanki diken üstünde oturuyormuşum hissinden belki bir an olsun kurtulmama neden olabilirdi.

Böyle bir şeyi ancak rüyamda göreceğimi söyleyen iç sesime hak vererek elimdeki anahtarı yatağın yanındaki mermer görünümlü komodinin üstüne bıraktım. Nejat'tan bir beklentim olmaması gerektiğini biliyordum, o yüzden şimdi olur olmadık şeyleri düşünerek üzülmemin hiçbir anlamı yoktu. Kısa ve sessiz bir nefes alıp yerimden kalktım ve dolabımı açarak içinden geceliğimi çıkardım. Saat daha erken olabilirdi ama içeriye gitmek istemiyordum, o yüzden üstümü değiştirip dizüstü bilgisayarımı da aldım ve yatağa oturarak daha önce izlemiş olmamı umursamadan aynı filmi açıp izlemeye başladım.
 
                                               *

Erkenden uyandığım bir günün daha sabahında aynı rutini gerçekleştirdikten sonra tuvalet masama oturmuştum, uzun dakikalar boyunca baktığım aynadaki yansımamdan görünümümün aksine karmaşık bir ruh hali içindeyken gözlerimi çektim, yatağın üstüne bıraktığım montumu ve çantamı alıp odadan çıktım.

"Hazır mısın?" diye sordu merdivenin başında beni bekleyen Nejat.

"Evet," dediğim sırada ona doğru yürüyordum.

"İyi," hızla merdivenlere yöneldi, arkasından giderken neden sabahın erken saatinde galeriye gittiğimizi sorguluyordum. Bunu Nejat'a sorabilirdim belki ama ona baktığım an ağzımı bıçak açmıyordu.

Nejat, evin beyaz kapısını açıp geçmemi bekledi, yanından geçerek hızlı adımlarla basamaklardan aşağıya indim ve kapıda bizi bekleyen arabaya binmeden önce şoför Metin Beye günaydın dedim. Arka koltukta oturduğum anda Nejat da yanımdaki yerini aldı, ardından araba hareket etti. Kapalı havaya bakınırken yağmurun yağmasını umdum, sevdiğim bir mevsim olan kış özellikle yağmur yağdığında günümün aydınlanmasına sebep oluyordu. Başımı arabanın camına dayayarak geçen bulutlara bakmaya devam ettim.

"Heyecanlı mısın?" diye sordu Nejat, görmesem de büyük bir iş başarmış gibi gülümsediğine emindim.

"Biraz," dedim aslında herhangi bir heyecan hissi içinde olmama rağmen.

"Bana da araba alsalar ben de heyecanlı olurdum," dedi, güldüğü sesinden anlaşılabiliyordu. "Neyse ki tanıdık birinden alacağız, bize yarımcı olacak her konuda."

"Güzel," dememin hemen ardından Nejat'ın telefonu çalmaya başladı,kısa bir hareketlilik sonunda telefonuna cevap verdi.

"Geldiler mi?" dedi telefonu açar açmaz, sesinin hızla ciddiyete bürünmesine şaşırmıştım. "Anladım. Mahmut nerede?" sorusuna istediği cevabı alamamış olacak ki gerginlikle soludu. "Bir kere de istenilen zamanda istediğim yerde olun! Size geç geleceğimi söylemiştim."

Kendimi tutamayarak ona baktığımda yüzünün bariz bir şekilde gerildiğini gördüm. Nejat'ın çalışanlarından birileri ile konuştuğunu anlamıştım ama neden bu kadar sinirlendiğine anlam verememiştim

"Her şeye de bir bahaneniz var," dedi alaycı bir sesle. "Tamam, ben olabildiğince erken geleceğim, sen de Mahmut'u ara hemen."

Telefonu sinirli bir hareketle kapattığında ağzının içinden söyleniyordu. Birden duraksayarak bana döndü, kaşları çatılırken sanki beni de azarlayacakmış gibi bir hali vardı. Hiçbir şey söylemeden ona bakmaya devam edince Nejat dişlerini sıkarak başını önüne çevirdi, ben de yeniden önüme döndüm. Ona bir şey sormaya hevesim olmadığı için sessizlik içinde kaldım, dakikalar sonra uzun ve garip bir ağırlığı olan yolculuğumuz sona erdiğinde arabadan önce Nejat,  sonra ben indim. Önden ilerleyen Nejat'ı arkasından takip ederken geldiğimiz yere bakınıyordum.

Dışı tamamen camla kaplı, tek katlı olan ve tabelasında büyük gri puntolarla Karadağlar Oto Galeri yazılmış yere her yaklaştığım adımda gözümde daha da büyüyor gibiydi. Oldukça geniş bir yapısı olan iş yerinin yine geniş ve iki yana otomatikman açılan kapısından beni bekleyen Nejat'la birlikte girdim. Girer girmez keskin bir beyaz ışık gözümü aldı, ardından sağa ve sola sıra sıra koyulmuş olan son model arabalar odağıma girdi. Kendimi bildim bileli arabalara ilgim olduğu için şu anda bir cennette gibi hissederek ilerlemeye devam ettim.

Ortada yürüdüğümüz grimsi taş yolun üstü, boylu boyunca uzanan siyah bir halı ile kaplanmıştı, arabalarla bu yolu ayırmak içinse boylamasına kırmızı, kalın örgü şeritler koyulmuştu. Arabaların hemen arkasında duran siyah ve gri renklerin karışımından oluşan taş duvarın üstünde her arabanın arkasına denk düşücek şekilde büyük, kare tablolar asılmıştı. Tavan ise baştan sona kadar siyah  renkte, bir yapbozun bir araya gelmesiyle oluşmuş gibi görünen altıgen şekilli parçalarla kaplıydı ve insanın gözünü alan o beyaz ışık bu şekillerden yayılıyordu.

Arabalara mı yoksa mekanın şıklığına mı büyülendiğime karar veremezken bir kadın sesi kulağıma doldu, başımı eğdiğimde karşımda genç bir kadın buldum.

"Hoş geldiniz," dedi siyah bir takım elbise içinde olan genç kadın. "Biz de sizi bekliyorduk,"

"Hoş bulduk Arzu," Nejat ellerini cebine sokmuş, kadına tepeden bakıyordu. "Çağan Bey nerede?"

"Ofisinde efendim ama hemen gelecek,"

Nejat başını sallasa da bu durumdan pek de hoşnut olmamış gibiydi. Çağan'ın kim olduğunu bilmiyordum ama Nejat sorduğuna göre yetkili kişi o olmalıydı.

"Arya Hanım," dedi Arzu, yeniden ona döndüğümde sevecenlikle gülümseyerek bana yaklaştı. "İsterseniz biz modellerimize bakmaya başlayalım?"

"Olur," dedim ve ben kadınının yanında, Nejat da arkamızda ilerlemeye başladık.

Gördüğüm modeller karşısında gözlerimin kamaştığını, nedeni her ne olursa olsun yeni bir arabam olacağı için iyi hissettiğimi itiraf etmeliydim. Arzu, modeller hakkında bilgi veriyordu her ne kadar anlattığı çoğu şeyi biliyor olsam da can kulağıyla dinledim onu çünkü işini gerçekten iyi yapıyordu. Bu şekilde kaç dakika geçti bilmiyorum ama sol tarafta duran arabalara bakmaya yöneldiğimiz anda gözüme hemen bir tanesi takılmıştı. Arabanın ilgimi çektiğini anlayan Arzu gerekli bilgileri aktarırken kesinlikle istediğim arabanın bu olduğuna karar vermiştim.

"Beğendiniz sanırım?" diye sordu Arzu, ona bakarak başımı olumlu yönde salladım. "Harika bir tercih efendim."

"Bakmaya devam et istersen?" diyen Nejat'a döndüm, o yüzü hala gergindi. "Acele karar vermene gerek yok,"

"Acele karar vermedim, bunu beğendim."

"Çok güzel bir tercih," dedi tanımadığım bir erkek sesi, sesin geldiği yöne döndüğümde Arzu'nun hemen yanında genç bir erkeğin durduğunu gördüm.

Birden çok garip bir hisle dolarken bana gülümseyerek bakan bu adama bakakaldım. Çatılan kaşlarım bu adamı hayatımda ilk defa görmediğimi hatırlatmak istedi sanki bana ama böyle bir şey imkansız gibi de hissediyordum.

"Çağan," dedi Nejat, sesinin ifadesizleştiğini fark ettim. "Nerede kaldın?"

"Kusura bakmayın," dedi adının Çağan olduğunu öğrendiğim genç adam. Bakışları bir bende bir Nejat'ta gidip gelirken ben gözlerimi bir an bile olsun ondan alamıyordum. "Halletmem gereken bir işim vardı."

"Öyle olsun bakalım. Neyse, zaten biz tercihimizi yaptık,"

"Dediğim gibi çok güzel bir tercih,"

Çağan yeniden bana baktı ve bu sefer bakışlarını benden çekemedi. O gülümseyen yüzünde bir aksama meydana gelince pek de doğru bir şey yapmadığımı fark ettim. Bakışlarımı ondan almak istiyordum ama zihnim ona baktıkça bir şeyi kurcalıyordu ve sanki o kurcalamanın sonunda bir şeyi bulacaktı. Ben, bu adamı daha önce görmüş olmalıydım, aksi takdirde yüzünün bu kadar tanıdık gelmesi imkansızdı.

"Eşimle tanıştırayım seni," dedi Nejat, yanıma geldiğini hissedince irkilerek bakışlarımı Çağan'dan aldım. "Arya Açıkgöz,"

"Memnun oldum," diyen Çağan bir adım daha atarak elini bana doğru uzattı. Önce uzattığı eline, ardından yeniden yüzüne baktığımda geçen saniyelerin durumu garipleştirdiğini anladım, hızla ona doğru bir adım attım ve elimi uzatarak elini tuttum.

"Bu arada Çağan, Selin'in kardeşi," dedi Nejat, cümlesi beynimde şimşekler çaktırırken ellerimizi sıktık, bakışlarımız hala birbirindeyken ellerimizi yavaşça ayırdık. Demek bana bu kadar tanıdık gelmesinin nedeni buydu, Selin'in kardeşi olmasıydı. Dikkatli bakınca aslında birbirlerine ne kadar çok benzediklerine şaşırmadan edemedim.

"Memnun oldum," dedim sonunda. Çağan artık zordaki bir şekilde gülümsüyordu, bunda benim davranışlarımın etkisinin olmadığını umdum.

"Buyurun o zaman, ofisime geçelim,"

"Olur," dedi Nejat ve birlikte birkaç adım atmıştık ki telefonu çalmaya başladı. Durduğumuzda Nejat telefonuna baktı, o kaşları yeniden çatılırken Çağan'a döndü.

"Siz gidin, ben hemen geleceğim."

"Tamam," dedi Çağan, Nejat yanımızdan ayrılır ayrılmaz yürümeye başladık ve mekanın en sonunda bulunan, filmle kaplı olduğu belli olan camdan duvarlı ofise girdik.

Pek de büyük olmayan ofise girdiğimizde hemen sol tarafta dikdörtgen cam bir masa, onun önünde ise yine siyah renk, deriden yapılma iki adet tekli koltukla karşılaştım. Tavan yine altıgen şeklindeyken sağ tarafta, cam duvarın iki uca konulmuş devasa boyutta ve eskitme iki vazo buluyordu. Antika olduğunu anladığım vazolardan bakışlarımı alarak masanın önünde duran tekli koltuğa oturdum, Çağan da kendi masanın arkasındaki sandalyesine yerleşti.

"Arzu, sen gerekli evrakları hazırlayıp getirebilir misin?"

"Tabi efendim," dedi Arzu ve bana döndü. "Ne içmek istersiniz?"

"Sade bir kahve alayım," dedim, Arzu beni onaylayarak ofisten çıktı. Garip bir gerginliğe kapıldığımı hissederken önce çantamı bıraktım, ardından da üstümdeki montu çıkardım.

"Bu arabayı seçmenizin özel bir nedeni var mıydı?" diye soran Çağan'a döndüm. "Yoksa gelişigüzel bir seçim mi?"

Gülümsüyordu ve neyse ki bu sefer zoraki bir eylem değildi. Arkama yaslandığım sırada Çağan'ın dikkatli bakışları gözlerimde sabitliydi.

"Çok özel bir nedeni yok, sadece liseye giderken sevdiğim bir modeldi,"

"Bunca zaman sonra sizin oldu," dedi, o da arkasına yaslandı. Tavrındaki rahatlık bana rahatsızlık vermese de insanın dikkatini çekecek türdendi. "Yıl dönümü hediyesi sanırım?"

"Evet," dedim engel olamadığım bir şaşkınlıkla. "Siz nereden biliyorsunuz?"

"Sadece tahmindi," omuzlarını silkti. Parmaklarını sakallı çenesinde gezdirmeye başladığında bir şeyler düşündüğü anlaşılıyordu. "Geçen haftaki kutlamadan haberim var,"

"Siz de mi gelmiştiniz?"

"Hayır, ben o gün gelememiştim ama..." dedi ve bir anda duraksadı. Birbirimize bakarken ağzından çıkacak cümlesini merak içinde bekliyordum. " Beni hatırladın mı bilmiyorum ama düğününüze gelmiştim. Hatta kısa bir karışıklığa bile neden olmuştum,"

Çağan mahcup bir şekilde bana bakarken kaşlarım çatıldı. Düğünüme dair herhangi bir anıyı hatırlamak isteyeceğim en son şey bile değildi ama Çağan'ın söylediği dikkatimi çekmişti. Kendimi zorlayarak o günün hafızamda bıraktığı izleri sorgulamaya çalıştım, anında o kadar kötü ve olumsuz şeyler canlandı ki gözümün önünde kendimi tutamadım ve irkilerek anılarımdan kurtulmaya çalıştım.

"Ben," diyerek devam etti Çağan hatırlamadığımı fark edince. "O gün pistte ablamla birlikte dans ederken farkına varmadan senin duvağına basmıştım ve saçlarından çıkmasına neden olmuştum. Haliyle sonrasında da ufak bir hareketlilik yaşanmıştı."

Çağan sustuğunda anlattığı olaya inanamayarak güldüm. Dediği gibi olduysa eğer onu ilk gördüğümde bu kadar tanıdık gelmesinin tek nedeni sadece ablasına benziyor olması değildi? Evet, o anı tam olarak anımsayamamıştım ama belki de farkında olmadan bir an Çağan'a dönüp bakmıştım ve o kısacık an bile yüzünün hafızama kazınmasına yetmişti.

"Ben," dedim Çağan'a doğru belirsiz bir sesle. "Anımsar gibiyim,"

"Hatırlamaman doğal, üstünden çok zaman geçti,"

O anı anımsamamamın asıl nedeni üstünden çok zaman geçmesinden ziyade o güne dair her şeyi kafamdan silmiş olmamla alakalıydı. Zaten pek de hatırlanmaya değer bir gün olmadığı için beynim o güne dair anıların üstüne siyah bir çarşaf örtmüştü ama ilk defa şu anda o güne dair bir şeyi hatırlamak istiyordum.

"Dediğim gibi anımsadım ama detaylı bir şekilde değil,"

"Ben yine de özür dilerim," dedi ve kendisini tutamıyormuş gibi kısaca güldü. "Biraz geç de olsa,"

"Önemli değil," dediğimde ben de gülümsemiştim. "Selin'in bir kardeşi olduğunu bilmiyordum,"

Selin, Nejat'ın en yakın arkadaşıydı, dolasıyla benim de tanıdığım biriydi ama aramızda fazla bir yakınlık olmadığı için hakkında pek bilgim yoktu. Sadece bir kızı olduğunu biliyordum, bir kardeşi olduğundan hiç bahsetmemişti Nejat. Birden duraksadım, dakikalar geçmesine rağmen Nejat nerede kalmıştı?

"Ablam hiç bahsetmedi mi benden?" Çağan buna inanamıyor gibiydi." Oysa ailemiz hakkında konuşmaya bayılır,"

"Çok sık bir araya gelemedim kendisiyle," dedim, işte bu Çağan'ı şaşırtmıştı.

"Ablamla Nejat samimi arkadaşlar, ben senin de öyle olduğunu düşünmüştüm,"

Bakıldığında eşimin arkadaşıyla bir samimiyetimin olmaması kulağa garip gelebilirdi ama ben Nejat ile gerekli olmadıkça bir yere gitmezdim. Selin'le ilk kez düğün zamanında tanışmıştık, o da organizasyonu kendisi yaptığı içindi. O günden sonra bir iki kere kutlamalarda ve birkaç kere de eve ziyarete geldiğinde görüşmüştük, o kadar. Hiç kişisel olarak ne Selin'le ne de eşiyle yakınlık kurma gereği duymamıştım, zaten yakınlık kurup kurmamam onların da umurunda değildi.

"Bir samimiyetim var tabi ama Nejat kadar değil,"

"Anladım," dedi Çağan anlayışlı bir şekilde. "Ben seni gıyaben tanıyordum, sonunda resmi olarak tanıştığımıza sevindim."

"Biraz geç bir tanışma oldu," diye takıldım birden.

"Aslında duvağını yolduğumdan beri tanışıyor sayılırız," bu cümlesi beni de güldürmüştü. "Bundan sonra daha sık bir araya geliriz belki,"

" Tabii," dedim ve kapı Arzu tarafından açıldı, yanında gelen başka bir görevli tepsideki bardağı önümde duran küçük kare sehpaya bıraktı ve geri çıktı. Arzu elindeki dosyayı Çağan'a uzattıktan sonra bana döndü.

"Arya Hanım, eşiniz bir işi çıktığı için gitmesi gerektiğini iletmemi istedi,"

"Öyle mi?" dedim şaşırarak. "Tamam, teşekkürler,"

"Biz işlemleri halledelim istersen?"

"Olur," dedim ve Nejat'ın yaptığına inanamayarak bana uzatılan evraklara bakmaya başladım.

"Bu arada kimliğinizi de almam lazım," Arzu'yu onayladıktan sonra çantamdan cüzdanımı çıkarıp açtım ve içinden kimliğimi alarak Arzu'ya uzattım. Dakikalar sonunda imzalamam gereken bütün evraklar bitmişti.

"Hayırlı olsun," dedi Çağan dosyayı bana uzatırken. "Bir sorun çıkarsa benimle iletişime geçin,"

"Tamam," dedim ve dosyayı alıp çantamın içine koydum.

"Bir kahve daha ister misin?"

"Hayır, her şey için teşekkür ederim." Koltuğun arkasında duran montuma uzandım. "Kalksam iyi olacak."

"İstersen bırakabilirim seni?" dedi Çağan ayağa kalkarken, masanın etrafından dolanıp kapıya gittiğinde boyunun uzunluğu dikkatimi çekmişti.

"Bir taksi çağırmanız yeterli olur,"

Neyse ki ısrar etmedi ve Arzu'ya bir taksi çağırmasını söyledi. Birlikte çıkışa doğru yürürken ikimiz de önümüze bakıyorduk.

"Birkaç güne arabayı yollatırım,"

"Tamam, teşekkürler."

Yeniden sustuğumuzda oluşan bu sessizliğin tuhaftır ki rahatsızlık veren bir tarafı olmamıştı. Sanki dakikalarca bu şekilde kalabilirmişim gibi hissediyordum.

"Nejat'a selamımı söylersin," dedi Çağan kapıdan dışarı çıkmış, taksinin gelmesini beklerken. Tam karşımda durduğu için yüzüne bakmak adına başımı hafiften arkaya atmam gerekmişti.

"Birden gittiği için kusura bakma, acele bir işi çıktı sanırım,"

"Önemli değil, olur böyle şerler," sorun olmadığını belirten yüzüne baktığımda teninin esmere yakın bir koyulukta olduğunu fark ettim.

Koyu kahve kaşları, kirpikleri, çok da uzun olmayan sakalı ve ufak bir kemeri olan burnuyla güzel bir yüze sahip denilebilirdi. Boyunun uzunluğundan ve yapılı vücudundan dolayı sanırım giymiş olduğu takım elbisesi ona çok yakışmıştı ve dikkat çekici bir hava katmıştı.

"Taksi geldi," dedi Çağan, dediği yöne baktım ve aracın beni beklediği fark ettim. "Umarım yeniden görüştüğümüzde aradan bir beş yıl daha geçmemiş olur,"

Bu küçük sitem beni güldürmüştü. Elimi ona uzattım, Çağan da uzattı ve tokalaştık.

"İçimden bir ses daha kısa bir süre sonra yeniden karşılaşacağımızı söylüyor,"

"Öyle mi?" dedi Çağan, bu cevabımı beklemiyor gibiydi. "İçindeki sesi dinlemekte fayda vardır belki?"

Başımı salladım, kısa bir süre daha bakıştıktan sonra artık gitmem gerektiğini biliyordum. Son bir kez daha gülümsedim ve iyi günler dileyerek arkamı döndüm. Her adımımda arkamı dönüp ona bakmamı isteyen garip bir yanım olsa da böyle bir şeyin saçma olacağını bildiğim için yapmadım ve vardığım taksiye bindim. Araç hareket etti ve Çağan'ın önünden hızlıca geçip gitti.

Bir saat kadar sonra evin önünde duran taksiden ücreti ödedim ve indim. Demir kapıyı anahtarımla açıp içeriye girdikten sonra merdivenlere yöneldim ve geldiğimi duymuş olan Zehra'nın açtığı kapıdan içeriye girdim.

"Hoş geldiniz,"

"Hoş buldum Zehra,"

"Nejat Bey yukarıda," dedi, şaşırarak ona bakınca Zehra da şaşırdı. "Haberiniz yok muydu?"

"Yoktu," dedim, bu Zehra'yı daha da şaşırttı çünkü evden birlikte çıktığımızı görmüştü. Onu bırakıp yukarıya çıktım ve salona girdim. Nejat sağ taraftaki duvara dayalı duran kahverengi, deri koltuğun üstünde her zamanki pozisyonunda oturmuş, televizyona bakıyordu.

"Nejat," dedim bana bakması için. "Neden evdesin?"

"Evde olamaz mıyım?" diyerek beni tiye almaya çalıştı ama ne demek istediğimi anladığını biliyordum.

"Beni galeride bırakıp gidince iş yerine gittin sandım,"

"İşteydim zaten, daha yeni eve geldim," dedi, pek de öyle görünmese de bir yorumda bulunmadım. "Hallettin mi işlemleri?"

"Evet," hala kapının eşiğinde durduğumu fark edince içeriye girdim ve ben de pencerenin önünde duran tekli koltuğa oturdum. "Birkaç gün içinde göndereceklermiş,"

"İyi, Çağan yardımcı olur demiştim,"

"Selin'in bir kardeşi olmasına şaşırdım," dedim kendimi tutamayarak. Nejat, omzunun üstünde bana döndü.

"Hiç söylemedim mi?" kendisi de inanamıyor gibiydi. "Gerçeği söylesem de bir şey değişmeyecekti, Selin'le kırk yılın başında görüşüyorsun,"

Nejat'ın eskiden sürekli tartışma konusu olarak açtığı 'neden benim çevremle yakınlık kurmuyorsun' konusunu şimdi de açmaya niyetlendiğini fark edince ayaklandım.

"Neyse, bugün öğrendim," deyip kapıya doğru yöneldim.

"Bu arada, akşam yemeğe babanlar gelecek,"

"İyi," dedim ona dönmeden ve salondan çıkarak odaya girdim. Annemin akşam geleceğini neden bana haber vermediğine şaşırmıştım ama belki daha onun bile haberi yoktu. Eğer bu yemeği babam düşündüyse anneme son anda söyleyeceğine emindim. İçimi bir sıkıntı kaplarken akşam yemeği için pek de hevesli olmadığımı itiraf edebilirdim. Annemle değil ama babamla bir araya gelmenin bana hoş gelmeyen bir tarafı vardı. Onunla aynı ortamda olunca bile gerginliğim tavan yapıyordu ve bu da ister istemez en küçük şeye bile sinirlenmeme neden olabiliyordu.

Aramın iyi mi kötü mü olduğunu bilmediğim babamın da benimle aynı sofrada oturmaya pek meraklı olmadığına emindim, onun bugün buraya gelmesindeki en büyük etken tabi ki Nejat'tı. Kendi öz oğlu olsa bu kadar sevip sevmeyeceğine emin olmadığım babam, Nejat için adeta ölüyordu. Gerçekten birinin bir başka insanın gözbebeği olmasının ne demek olduğunu babamın Nejat'a olan sevgisinden dolayı öğrenmiştim. Hala neden ona bu kadar değer verdiğini tam anlamıyla çözebilmiş değildim ama beni ondan daha az sevmesinin nedeninin biliyordum.

Hiçbir zaman onun hayalini kurduğu gibi bir evlat olamamıştım. Zaten başlı başına erkek evlat hayaliyle yanıp tutuşan babam için kız evladı olması bile bir eksiklikti. Öyle ki ben doğduktan hemen sonra yeniden çocuk sahibi olmayı düşünmüşler ama annem benden sonra bir daha hamile kalamamış. Doğal yollarla erkek evladı olmayacağını anlayan babam da en yakın arkadaşının oğlu olan Nejat'ı kendi evladı yerine koymuştu.

Nejat'ın babası olan Emrah amca varlıklı bir aileye mensup değildi, kendi halinde çalışan bir devlet memuruydu. Babam ise tam tersi bir hayata sahipti, bu yüzden en yakın arkadaşının oğlunu kendi oğlu gibi sevmeye, ona bildiği her şeyi öğretmeye ve sahip olduklarını vermeye adamıştı kendisini. Hele ki biz daha evlenmemiş, Nejat daha liseye yeni başlamışken Emrah amcayı kaybedince -annesi Melisa teyze Nejat daha çocukken hayatını kaybetmişti- babam için iyice kıymetli biri haline gelmişti.

Bu gerçeği kabullenmem biraz uzun zaman almıştı. Bir insanın daha küçük yaşta kendi babası tarafından sevilmediğini hissetmesi öyle kolay kolay unutulacak ve kabul edilebilecek bir gerçek değildi. Her seferinde kendimi böyle bir şeyin olmadığına inandırmaya çalışmış olsam da gözümün önünde yaşanılanlar sadece kendimi kandırdığımı çok acı bir şekilde göstermişti bana.

Uzaktan uzağa onları izlerken, babamın Nejat'la yaptığı şeyleri benimle de yapmasını dilediğim o zamanları hala hatırlıyordum ve her hatırladığımda o hayal kırklığını taptaze bir şekilde içimde hissediyordum. Elbette zaman geçtikçe bu durumu kabullenmiştim ama bu kabullenme içimde dinmek bilmeyen bir öfke doğmasına neden olmuştu.

Ondandır ki Nejat'a karşı kalkan olarak kullandığım sessizliğimi babama karşı asla kullanamıyordum. Babam, bana karşı tek bir laf ettiğinde bile derinlere gömmeye çalıştığım bütün kelimelerim hortluyordu ve hislerimle birleşerek ağzımdan dökülmeye başlıyordu. Babamla aramın daha da açılmasına neden olan da buydu zaten; hiçbir şekilde ona göz yummamamdı. Kendisiyle adeta laf yarışına girdiğimi fark eden babam anında küplere biniyordu ve her şey bir anda daha da kopma noktasına geliyordu.

Daha ne kadar kopabilir diye iç geçirdim ve başımı iki yana sallayarak düşünmeyi bırakmaya çalıştım. Üstümü değiştirmek için dolabıma yöneldiğimde aklıma bu sefer de Çağan düşmüştü. Gözlerimin önüne gelen yüzü, hareketlerindeki rahatlık, o kendinden emin tavırları...

Neden onu düşündüğümü anlayamasam da bana anlattığı o duvak hikayesini anımsamaya çalıştım, ne yaparsam yapayım o an çok silik bir şekilde hatıramda canlanıyordu. Zaten düğün günümde tam anlamıyla ne yaptığımı bile bilmezken başıma gelen bir olayı da hatırlamamam normaldi. Normal olmayansa benim o anı hatırlamak istiyor oluşumdu.

Acaba Çağan'ın o anki tepkisi nasıl olmuştu? Üstünde nasıl bir kıyafet vardı? Beş yıl önce de bugün gözüktüğü gibi mi gözüküyordu? Düğün boyunca neler yapmıştı, bunların hepsini bir anda merak etmeye başlamıştım.

Sorularıma bir cevap bulamayacağımı bilmeme rağmen dakikalar boyunca bunları kafamda evirip çevirmiş hatta kendim yanıtlamaya çalışmıştım ama elbette hiçbiri geçerli olmamıştı. Karışık bir zihinle yatağımda otururken kapım çaldı, içeriye Zehra girdi.

"Aileniz geldi efendim,"

"Tamam," deyip ayağa kalktım. "Nejat nerede?"

"Çalışma odasında, şimdi haber vereceğim."

Zehra odadan çıktıktan sonra ben de çıktım ve salona doğru ilerledim. Ayaklarım geri geri gitse de yürümeye devam ettim ve kısa sürede salona girdim. Tekli koltukta bacak bacak üstüne atarak oturan babamı gördüm ama o yere baktığı için beni fark etmemişti.

"Kızım," dedi annem neşeyle. "Neredesin?"

"Odadaydım, hoş geldiniz," ayaktaki anneme sarılıp ayrıldıktan sonra babama döndüm. "Hoş geldin baba,"

"Hoş bulduk, Nejat nerede?"

"Burada," dedi salona girmiş olan Nejat. "Hoş geldiniz."

Nejat'ı gören babam hemen ayaklandı ve kısaca sarıldılar. Ben, annemin yanına otururken Nejat da diğer tekli koltuğa oturdu.

"Nasılsınız anneciğim?"

"İyiyim Nejat, sen nasılsın?" annem göz ucuyla bana bakıyordu.

"Ben de iyiyim,"

"Toplantı nasıl geçti?" diye araya girdi babam, daha dakika bir demeden iş konularını açmasına karşın annemle bakıştık. "Biraz gergin bir ortammış sanırım?"

"Yok canım," Nejat, böyle bir şeyin olma ihtimali bile imkansızmış gibi gülüyordu. "Toplantı beklenenden biraz daha uzun sürdü sadece,"

"Sonucu iyi bittiyse gerisi önemli değil,"

" İyi bitti tabi," Nejat gururla çenesini havalandırmıştı.

"Tebrikler oğlum," dedi babam, bir diğer gurur ifadesi onun gözlerinden akıyordu.

"Yapmam gerekeni yapıyorum," dedi, babam buna karşı vakur bir edayla güldü.

Bir müteahhit olan babamın ailesinden kalma bir inşaat şirketi vardı ve mühendis olan Nejat ise babamın koltuğunu kapmasına az bir zaman kaldığını çok iyi biliyordu. Bakıldığında işini iyi yapan ve neredeyse tüm zamanını işine veren biri olduğu için iyi bir pozisyona gelmesi çok normaldi, zaten babamın da işlerini Nejat'a devretmek için gün saydığına emindim.

"Sen nasılsın kızım?" diye soran anneme döndüm, o güzel yüzünde belli belirsiz bir gülümseme hakimdi.

"İyiyim anne,"

"Öyle görüyorsun," uzanıp elimi tuttu ama bu yorumu bana pek inandırıcı gelmemişti. " Biliyor musun, aradan günler geçmesine rağmen hala yıl dönümü gecenizi konuşuluyor."

"Öyle mi?" diye araya girdi Nejat, merakla kaşlarını havalandırmıştı.

"Evet, gerçekten çok güzel bir kutlamaydı."

"Fazlasıyla özenmiştim, insanların beğenmesine memnun oldum," Nejat'ın yüzünden dedikleri birebir okunuyordu.

"Bir de çok özel bir hediye aldın," dedi babam Nejat'a bakarken, o sesindeki imayı hemen yakalamışsın. "Oldukça cömert bir hediye doğrusu,"

"Ne hediyesi?" annem anlamayarak bir bana bir babama bakıyordu. "Benim neden haberim yok?"

"Araba hediye ettim," dedi Nejat sesine katmaya çalıştığı bir mahcubiyetle. "Arya daha iyilerine layık,"

Bu cümlesi beni az kalsın güldürecekti ama babamla aniden göz göze gelmemiz bunu engellemişti.

"Sen ne aldın?" diye sordu babam, sonunda yüzüme bakarken baskın sesi sanki kulaklarımda çınlamıştı. "Arabaya karşılık değer bir hediyedir umarım?"

"Ben," dedim ve kısaca yutkundum. "Ben bir şey almadım."

"Henüz alamadı," beni düzeltme gereği duyan Nejat hemen araya girmişti. "Hem benim için önemli değil,"

"Ne demek önemli değil?" Babamın kaşları memnuniyetsizliğini gösterircesine çatılmıştı. "Sen zahmet edip ona hediye alıyorsun ama o sana alamıyor mu?"

"Canım, zaman bulamamıştır," bu sefer araya giren annemdi. "Hem daha kaç gün geçti sanki?"

"Zaman mı bulamadı?" annemin cümlesini yakıcı bir alayla tekrarlayan babam kulaklarına inanamıyor gibiydi. "Başını kaldıramayacak kadar önemli bir iş yapıyor da bizim mi haberimiz yok?"

Babamın ağzından çıkan kelimeleri sanki birer iğneye dönüştü ve bana batmaya başladı. Bana bakarken ki beliren o küçümseyici ifadesi içten içe ezilmeme neden olsa da bakışlarımı ondan çekmeyerek, duruşumu biraz daha dikleştirdim.

"Zaman bulamadığım ya da önemli bir işim olduğu için değil," dedim sakinlikle ama kelimelere bastırarak konuşuyordum. "Sadece aklıma gelmediği için almadım."

Babam sanki bir konuda haklı çıkmış gülerken, sinir harbiyle başını belli belirsiz iki yana sallıyordu.

"Gördüğü değer kadar değer verebilmeli insan," babam durdu, o delici bakışlarını benden alıp Nejat'a çevirdi. "Her şey karşılıklı değil elbette ama en azından nankörlük etmeye gerek yok,"

"Haklısınız," dedi Nejat, onun da şaşırdığı sesinden belli oluyordu. "Ama benim için hediyenin bir önemi yok, Arya da bunu biliyor."

"Karını korumaya çalışıyorsun, bunu anlıyorum," dedi babam, göz ucuyla bana öyle bir baktı ki tüylerim ürperdi. "Ama karının bu vurdumduymazlığını bir türlü anlayamıyorum,"

"Haluk," dedi annem uyarı dolu bir sesle. "Biz karışmayalım,"

Annem ve Nejat bana bakarken burnunda soluyan babam ise bir yere bir de Nejat'a bakıyordu. Bana karşı bu kadar öfkelenmesine inanamıyordum. Nejat'ın bana hediye almasındaki neden beni düşündüğü için bile değildi, sadece etraf ne der baskısından dolayıydı ama görünen oydu ki babam bunun farkında bile değildi. Belki de farkındaydı ve onun da tek amacı buydu? Koskoca Haluk Yeşilırmak'ın kızı eşine bir hediye bile alamamıştı! Babamın bunun çevresinde duyulunca kendisine yediremeyeceğini tahmin edebiliyordum.

"Keşke hediye alınmasına önem verdiğin kadar başka şeylere de önem verebilseydin," dedim ama neden bu cümleyi kurduğumu ben de bilmiyordum. Sadece babamın rahatsız hissetmesini istiyordum ve yeniden bana dönen bakışlarından bunun başardığımı anlamıştım.

"Sen mi beni bir şeylere önem vermemekle suçluyorsun?" oturduğu yerden öne doğru kayan babam artık burnundan soluyordu.

"Allah aşkına, nereden nereye getirdiniz konuyu?" annem araya girmeye çalışsa da babamın dikkatini çekememişti.

"Suçluyorum, evet," dedim gözlerimi dahi kırpmadan. Babam bu tavrımdan dolayı sinirleri bozulmuşçasına güldüğünde birden ne yapacağını bilemiyormuş gibi göründü gözüme. Yine de onu böyle görmenin bana iyi gelen bir tarafı olduğunu inkar edemezdim.

"Değerbilmez Küçük Hanıma bakın hele!" babamın sesi yükselirken o büyüyen gözleri herkesin üstünde geziniyordu. "Ben hiçbir zaman senin gibi nankörlük etmedim!"

"Haluk!" diğer bir sesi yükselen kişi annem olmuştu. "Ağzından çıkanlara dikkat et lütfen,"

"Sen kızını uyar önce!" babamın hedef aldığı kişi sayısı artık ikiydi. "Benimle nasıl bu şekilde konuşabildiğini sorgula!"

"Baba," diye araya giren Nejat babamın kolunu tutuyordu. "Sakinleşin lütfen, buraya tartışılım diye gelmediniz."

"Ben onun için gelmedim ama görünen o ki bazılarının amacı buymuş!"

"Adımı söylemekten bu kadar çekinme," dediğimde yangına körükle gittiğimi biliyordum ama durmak istemiyordum.

Bana delici bakışlar atan babama karşı adeta içimdeki her şeyi kusmak istiyordum. Zaten bunun böyle olacağı belli değil miydi? Bir arada olduğumuz hangi gün sessiz sedasız geçmişti ki bu akşam da böyle geçecekti? Buraya kavga etmek için gelmediğini söylüyordu ama bunun doğru olmadığını kendisi de biliyordu.

O da benim gibi her an içinde tuttuklarını dışa vurmaya fırsat arıyordu ve bulduğu her fırsatı da oldukça iyi bir şekilde değerlendiriyordu, sadece benim gibi bunu kendisine itiraf edemiyordu.

"Arya!" dedi Nejat, beni uyarma sırası ona geçmişti. "Sen de kendine gel,"

"Asıl kabahat ben de," dedi babam ve şimşek gibi bir hızda oturduğu yerden kalktı. Bana tepeden attığı o bakışlarını bir başkası görseydi korkudan tir tir titreyebilirdi. "Buraya gelen ben de kabahat!"

Geçtiği yerde yeller estiren babamın ardından Nejat da hızla gitti, salondan yalnız kaldığım annem şaşkınlık içinde bana bakıyordu. Asla onu üzmek gibi bir niyetim yoktu ama babamın karşısında hiçbir kuvvet beni susturamazdı, bunu annem bile dahildi.

"Kızım," annem bana yaklaşarak ellerini dizlerime koydu. "İyi misin?"

"Benim bir şeyim yok," dediğimde gerçekten de öyleydi. Bunlar alıştığım durumlardı, aynı şeyleri yaşamak artık beni çok da derinden etkilemiyordu.

"Kızım, neden babamla bu kadar inatlaşıyorsun?" diye sordu annem, ona bakınca aslında bu sorunun cevabını bildiğini anladım. "Yapma bunu, sadece kendine zarar veriyorsun,"

"İyim ben anne," dedim ve ayağa kalktım. "Sen de git haydi, şimdi neden geç kaldın diye daha da sinirlenir,"

Ayağa kalkan annemin yüzündeki hayal kırıklığıyla karışık hüzünlü ifadesi içime otursa da dişlerimi sıkarak sessiz kaldım. Neyi neden yaptığımı açıklayacak mecalim yoktu, bu yüzden bir şey söylemeyerek annemi çıkışa kadar geçirdim, birbirimize kısaca sarıldıktan sonra kapıyı ardımdan kapattım.

"Yemek iptal mi oldu Arya Hanım?" diye sordu Zehra ben merdivenleri çıkarken.

"İptal oldu, sofrayı sadece Nejat Bey için hazırla." merdivenleri çıktım ve kendimi oldukça ağır hissederek odaya girdim. Dolabın kapağını açıp pijamalarımı almaya yeltendiğim sırada yatak odasının kapısı sertçe açıldı ve yine aynı sertlikle kapandı.

"Senin derdin ne?" diye sordu Nejat gözlerinden fışkıran bir gerginlikle. Dolaptan hiçbir şey almadığım halde kapağını kapatarak yatağa doğru yöneldim ve oturdum. Az önce sağa sola saçılmak isteyen cümlelerim şimdi sanki kilitli bir kutuya tıkılmış gibiydi; dilimin ucuna tek bir kelime dahi gelmek istemiyordu.

"Sana diyorum Arya, nasıl babanla öyle konuşabiliyorsun?"

"Seninle konuşmak istemiyorum."

"Öyle mi?" dedi abartılı bir şaşkınlıkla. Ayakta, iki eli belinde adeta bana hesap soruyordu. "Az önce susmak bilmiyordun ama?"

Yaptıklarıma ya da hislerime dair tek bir fikri bile olmayan, anlatsam dahi beni asla anlamayacak olan adama kendimi açıklamak, isteyeceğim son şey bile değildi. Ne söylersem söyleyeyim babamı haklı bulacak olan Nejat'ın sorular sormasındaki neden beni merak ettiği için değildi, tek nedeni yarın sabah işe gittiğinde babama anlatacak bir şeylerinin olmasını istemesiydi ama bu fırsatı ona vermeyecektim.

"Konuşurken sen de oradaydın, daha neyi soruyorsun?"

"Neden öyle yaptığını soruyorum, güya yemek yiyecektik, ona bile müsaade etmedin."

"Ben mi müsaade etmedim?"

"Elbette ki sen etmedin," dedi sanki bu aksi imkansız bir gerçekmiş gibi kesin bir dille. "Sadece bir an bile olsun susmayı deneseydin böyle olmazdı."

Sönmeye yüz tutan öfkem yeniden yanmaya başlasa da Nejat'la tartışma içine girmek istemiyordum. Başımı önüme eğerek sessizce nefes alıp vermeye başladım, Nejat bu tepkime karşılık garip bir homurtu çıkararak güldü.

"Kendini savunamıyorsun çünkü savunulacak tek bir yanının bile olamadığını sen de biliyorsun."

Hiçbir şey demeden ve hiçbir şey söylemeden öylece durdum. Nejat bu tepkisizliğime karşı çıkarımlarına devam etti, bu şekilde kaç dakika geçti bilmiyorum ama tüm öfkesini tamamen kustuktan sonra kapıyı çarparak odadan çıktı.

Pozisyonumu bozmadım ve orada öylece durmaya devam etti. Gözümden ayağımın ucuna damlayan gözyaşımın nedeni neydi, bilmiyordum. Ağlamak istiyordum ama buna değecek bir şey var mıydı ondan bile emin değildim.

Ne babam için ne de Nejat için tek bir gözyaşı dahi dökmeyeceğime dair söz vermiştim kendime zaten baktığımda onlar için ağlamadığımı biliyordum.

Nedenini bulamadığım gözyaşlarım peş peşe yere damlamaya devam etti, ta ki artık kendimde oturacak gücü bulamayıncaya kadar.

Akan burnumu çekerek yatağa uzandım; yanan gözlerim, hissettiğim uykusuzluk ve ağrıyan başımla birlikte öylece beyaz tavanı izlemeye devam ettim. Bilmediğim bir zaman sonra gördüğüm tek şey doğan güneşin tavana vuran ışığı olmuştu.

*
Oy ve destekleriniz için teşekkür ederim!

Continue Reading

You'll Also Like

3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
1.3M 88.6K 36
Fısıltıyla konuşarak Hare'nin son gücünü de elinden almış oldu. " sorunumuz ne biliyor musun? Konuşmaya mecali olmayan Hare başını salladı. "Sen de...
759K 31.7K 43
BERDEL. . . hikayede cinsel ve yetişkin içerik, küfür, dövüş ve bol bol klişe sahneleri vardır. Bunu bilerek okuyun lütfen, sebebsiz linç yemek iste...
61.1K 3.7K 67
Mavinin ASKI Mavi Eroğlu yakın arkadaşı Murat'ın dibe batmış tekstil firmasını ayağa kaldırmak için İstanbul'a gelir. Kader ağlarını Mavi'nin hayat...