HALEF

By lemveli

906K 71.8K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞

10.5K 1K 2.1K
By lemveli



"Takvimin o günü zifirî karanlıktı. Sanki gece, güneşi kandırmış ve doğmasını engellemiş gibiydi. O gün güneş bizi terk etti. Ve artık bin defa da doğacak olsa bunu telafi edemezdi."


X - "Takvimin Karanlık Günü"

Eskiden güneşin doğumunu ve batımını izleyen, bundan zevk alan biriydim. Sonra bir gün batımı tüm hayatımdaki ışıkları söndürmüştü. Onun bana tüm gerçekleri anlattığı güne benziyordu sanki bugün. O gün bana söylediklerinin izini hâlâ ruhumda taşıyordum. Kelimeleri ruhumun üzerine yazılmıştı ve hiçbir silgi cümlelerini silememişti.

Ruhumu bir yazı tahtasına çevirmişti. Çiviyle kazıdığı gerçeklerin sızısını hâlâ duyabiliyordum.

Fakat her şeye rağmen göğüs kafesimde şöminenin hiç sönmediği, tahtadan yapılma bir ev vardı. Evin etrafı yaprak dökmeyen kozalaklı ağaçlarla çevriliydi. O evde şöminenin daima yanma sebebi Zamir'di. n, hızlı bir şekilde çarpmasının tek sebebi Zamir'di.

öküleceğini biliyordum. Söneceğini, söneceğimi ve kışın ortasında soğuktan donacağımı biliyordum.

Buna rağmen onunla evlenmiştim.

"Mihrinaz?" Puslu düşüncelerimi dağıtan ince sesin sahibine doğru döndüğümde kapının eşiğinden içeriye kafasını uzattığını görmüştüm. Sarı saçları omuzlarından aşağıya doğru dökülüyordu. Gözleri üzerimde gezinirken ruh hâlimi anlamak istiyormuş gibiydi. "Uyuduğunu sanmıştık. Neden yanımıza gelmiyorsun?"

Doğru. Uyuyacağımı söyleyip odaya çekilmiştim ve hepsi bunu anlayışla karşılamıştı. Fakat zihnimin gürültüsü beni uyutmamıştı. "Uyuyamadım," dedim kupkuru sesle. "Geliyorum." O an aklıma gelen şeyle Büşra'yı durdurdum. "Baran'ın ailesinin bankaya borcu vardı. Değil mi?" Baran, daha önce maaşını ailesinin kredi borcu için harcadığını söylemişti.

Büşra bu soruma şaşırdı. "Evet."

"Babasının mı borcu var? İsmi nedir?"

"Yunus Çakır. Baran'ın dedesi kanser olduğu için defalarca kredi çekmek zorunda kaldı. İyileşti ama adam."

"Anladım. Sen çık, ben geliyorum."

Kendime açtığım hesabı yöneten, üniversiteden tanıdığım bir muhasebeci vardı. Fatih'in yakın arkadaşıydı ve onun sayesinde tanışmıştık. Dedemden habersiz biriktirdiğim parayı onun sayesinde bankaya yatırmıştım. Telefonumu alarak Fatih'e mesaj atıp onun numarasını sorduğumda bana saniyeler içerisinde cevap vermişti.

Numarasını kaydedip onu aradığımda telefonu hemen açmıştı. "Alo?"

"Berk," dedim kısık sesle. "Selam. Ben Mihrinaz."

"Oha! Selam. Nasılsın?" Onu aradığım için oldukça şaşırmış gibiydi.

"İyiyim, sen?"

"İyilik," dedi keyifle. "Bir şey mi oldu? Dün kuyumcuda bir miktar para harcamışsın."

Demek görmüştü. "Evet, harcadım." Derin nefes alıp, "Yunus Çakır diye bir adam var. Oğlu Baran Çakır. Onların bankaya borcu varmış. Hangi banka olduğunu bilmiyorum," diye konuştum seri şekilde.

"Anlamadım."

"Borcunu ödemek istiyorum ama benim ödediğim gizli kalmalı. Banka, kura çekip birinin borcunu silmiş gibi yalan uydurabilir mi?"

Berk'in şaşkınlığı soluklarına yansıdığında, "Araştırayım," demişti bir süre sonra. "Borçları ne kadarmış?"

"Bilmiyorum," dedim gözlerimle odanın kapısını kontrol ederek. "Tamamını kapat. Son kuruşuma kadar kullanabilirsin."

Onunla vedalaşıp salona gittiğimde yerde büyük yastıkların üzerinde oturan Zamir ve Baran'ı gördüm. İkisi karşı karşıya oturup tavla oynuyordu. Gelip Zamir'in arkasındaki kanepede oturduğumda, "Onu yeniyorum," demişti Baran zafer edasıyla.

"Nah," diye atladı Zamir. "Ben şimdi şans öpücüğümü alacağım." Omzunun üzerinden bana baktığında ona doğru eğilip dudaklarımı omzuna bastırdım. Tekrar başını çevirdiğinde bu sefer daha hevesliydi.

Baran kaşlarını çatıp, "Gel, ağabeyini de öp," dedi sinirle.

Dudaklarım kıvrılırken ayaklanıp Baran'ın yanına gitmiş ve yanağına bir öpücük bırakmıştım. Zamir homurdanırken, "Nereden çıktı tavla?" diye sordum merakla. Daha önce ikisinin de tavla oynadığını görmemiş, duymamıştım.

Büşra kucağındaki Suzi'yi sevmeye devam ederek, "Eskiden Baran'la biz oynardık," demişti. "Sonra Zamir'e öğrettik. Ama hep yeniliyor."

Baran, "Ben artık bu oyunu kazanabileceğine olan inancımı kaybettim, Zamir," dedi alayla.

Zamir sesli bir şekilde verdiği nefesten sonra, "Neyi merak ediyorum, biliyor musun?" diye sordu. "Ben simetri hastası bir insanım. Senin gibi yamuk herifi neden yanımda barındırıyorum acaba?"

Baran elini kalbine götürdü. "Kırdın."

"Sesi geldi."

Birkaç dakika sonra Baran tavlayı kapatıp Zamir'in kolunun altına sıkıştırmaya çalıştı. "Öğren de gel!" Zamir tavlayı masaya fırlatıp ayaklandığında, "Sinirlendi! Kıyamam," dedi arkasından alayla. "Haftanın üç günü boşum. Gel de öğreteyim."

"Sallama çay bir, dallama sen iki. İkinizden de nefret ediyorum."

Zamir'in sesi odanın dışından geldiğinde Baran, büyük bir kahkaha patlattı. Baran'a dönerek, "Uğraşmasana onunla," dedim yüzümü ekşiterek.

"Aman! Kıyamaz da kocasına!"

Gözleri Büşra'ya dokunduğunda kaşları çatıldı. "Bu neden gelinin kız kardeşi gibi saçlarına maşa yapmış?"

Büşra'nın saçlarının kıvırcık olduğunu fark etmemiştim. Yüzüne de abartılı sayılabilecek şekilde makyaj yapmıştı. Ve çok güzel görünüyordu. "Suzi'yi dışarıya çıkaracağım."

"Daha çok Suzi'yi düğün salonuna götürüyormuşsun gibi süslenmişsin. Kedimize talip mi buldun yoksa? Süslenip anasına bak, kızını al taktiği mi uygulayacaksın?" diyerek bana baktı. "Ya da Mihrinaz ve Zamir düğün yapmaya karar verdi de benim mi haberim yok?"

Büşra sıkıntılı bir nefes verip, "Abartma, Baran!" dedi. "Her zamanki gibiyim." Fakat yüz ifadesi, bunu tartışmadan zevk aldığını gösteriyordu. Yoksa Baran'ın dikkatini çekmek için mi süslenmişti?

Baran eliyle ağzını kapattı. "Her zaman dudağının üzerine başka dudak çizerdin ama böyle nişan törenindeki Feriha gibi parlamazdın."

Büşra sanki eğlenmiyormuş gibi bir yüz ifadesi takınarak, "Ben mutfağa gideyim," dedi.

"Bana da kahve yapsana." Büşra gözlerini devirip mutfağa girdikten birkaç dakika sonra tek kupayla geri dönmüştü.

Baran gözlerini kısıp, "Katya, kahvem nerede?" diye bağırdı Firdevs Hanım'ı taklit ederek. Büşra ise onu umursamadı.

Onların kavgasının bittiğini anladığımda ayağa kalkıp odamıza geçmiştim. Onun orada olduğunu bilmek bile kalbimin görünmez bir el tarafından sıkıştırılmasına neden oluyordu. Kapıyı iki kez tıklatsam da ses vermedi, yine de içeriye girdiğimde onu yatakta uzanır vaziyette bulmuştum. Kulağındaki uydu telefonla konuşuyordu. Yüz ifadesi oldukça gergindi.

Dışarı çıkıp çıkmamak arasında kalmıştım ama sonra gece karası gözleri beni bulmuş, içeriye davet etmişti. Yanına gidip yatağın diğer ucuna oturduğumda bu sefer sırtını başlığa yaslamıştı.

"Tamam," dedi ciddi sesle. "Haber bekliyorum." Uydu telefonunu kapatıp komodinin üzerine bıraktığında hiçbir şey sormama izin vermeden, "Mihrinaz," dedi. Bakışları tüm yüzümde gezinmiş, ardından gözlerime ilişmişti. "Sana bir şey soracağım."

"Sor." Kalbim neden kasılıyordu?

"Ömer'in ölmesini istiyor musun? Yelda yüzünden kendini çok suçladın. Peki, Ömer'in canını kurtarmak ister miydin?"

Sorusu birkaç saniye zihnimin duraksamasına neden oldu. Ömer'in hapiste öldürüleceğini ve başımıza açtığı işlerin bedelinin bu olduğunu öğrendiğim zaman kendimi berbat hissetmiştim. Bu gerçek aklıma her geldiğinde kendimi suçluyordum. Haklıydı. Ve sanırım onun cezasının ölüm olmasını istemiyordum. "Evet."

"Annen ve baban neden Ankara'dan taşındı, neden sana hiç bulaşmadılar sence?"

Kaşlarım mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. "Bilmiyorum."

"Çünkü onları tehdit ettim."

Şaşkınlıktan dudaklarımın arasında küçük bir boşluk belirdi. "Nasıl?"

Aldığı nefeslerle göğsü inip kalktı. "Onları azmettirici suçundan içeriye attırabilirdim. Elimde sağlam kanıtlar vardı. Bununla tehdit ettim ve sana asla bulaşmamalarını sağladım."

Ömer'in marinadan çıkan gemiye yüklü miktarda yüklediği uyuşturucunun sebebi olan annem ve babamı bununla tehdit etmesi beni bozguna uğratsa da gecikmeden ona cevap verdim: "Anladım sanırım." İç çektim. "Sonra?"

"Şimdi," diye düzeltti beni. "Ömer yüzünden kendini suçlamanı istemiyorum. Baban tutuklanırsa Azim Akşahin'in oğlu olduğunu anında anlarlar. Büyük haber olur, dedenin itibarı zedelenir, hisse fiyatları düşüş yaşar. Kısacası Azim Akşahin mahvolur. Ömer'in cezasının düşürülmesini sağlayıp onu yalnız kalacağı, güvende olacağı bir koğuşa aldırabilirim."

"Sen," diyebildim. "Dedemi rezil etmemi mi istiyorsun?"

"Evet," dedi hiç çekinmeden. "Ömer'in ölmesine göz mü yumacaksın? Mahkemesi önümüzdeki hafta! Sonra sevk edildiği cezaevinde fişini kesecekler."

Gözlerimin yuvaları yanmaya başladığında, "Ben bunu yapmam," dedim kısık sesle. "Ben dedemi yıkmam."

"Deden, seni sevmediğin biriyle evlendirecekti az kalsın!" dedi benim aksime yüksek sesle. "Bana olan hislerini hep göz ardı etmedi mi? Bir defa sana saygı duydu mu? Hislerini önemsedi mi? Annenle babanı bile sana ben anlattım!"

"Beni," dedim kesilen nefesime rağmen. "Korumaya çalıştı."

Çakmak çakmak olmuş gözlerle bana bakakaldı. "Ben korumadım mı seni?" Sorusu aramızdaki o boşluğa bir tuğla atmıştı sanki. "Kendini suçlu hissetme diye çırpınıyorum ama sen dedeni ve onun itibarını düşünüyorsun sadece. Doğru olan umurunda bile değil. Derdin onun soyadı ve itibarı."

"Soyadı mı?" diye sordum inanamayarak. Bunu nasıl dile getirebiliyordu? "O yüzden mi soyadımdan vazgeçtim? O yüzden mi hiç sonunu düşünmeden seninle evlendim?"

Ruhsuzca, "Pişman gibisin," dediğinde kan beynime sıçramıştı.

"Pişman olduğumu düşünüyor musun gerçekten?"

"Şu saçma tartışmaya son ver!" diye bağırdı. "Ne istediğini söyle sadece!"

"Bana bağırma!" dedim sesimi yükselterek. Ayağa kalkıp odanın içerisindeki banyoya girdiğimde kapıyı içeriden kilitlemiş, eşiğin önünde yere çökmüştüm. Bir anda neden parlamıştı ki? Neden pişman olduğumu iddia etmişti? Oysa ben onunla evlendiğim için zerre kadar pişman değildim.

Öfkesinin asıl sebebi neydi?

Başımı kapıya yaslarken birkaç dakika sonra dışarıda hareketlilik hissetmiştim. Sanırım gelip kapının diğer tarafına çökmüştü. "Mihrinaz." Cevap vermedim. "Aç kapıyı." Susmaya devam ettim inatla. "Aramızda yapay ya da gerçek hiçbir kapıya, duvara tahammülüm yok. Lütfen, aç kapıyı." Soğuk fayanslar beni üşüttüğünde bacaklarımı kendime çekerek sarıldım. "Özür dilerim. Sana bağırmak istememiştim." Sessizliği bir yemin gibi devam ettirirken, "Susmasana," diye isyan etti. "Kapıyı kafama geçir ama susma."

Ona yine cevap vermediğimde bu sefer hiçbir şey söylememişti. Dakikalarca her ikimiz de kapının eşiğinde oturmuş ama birbirimizle konuşmamıştık. Zaman kavramını yitirdiğim sırada uydu telefonunun sesi kulağıma dolmuştu. Zamir'in hareketlendiğini, ayaklanıp telefonunu açmak için komodine doğru yürüdüğünü duyumsadım.

"Takipte kalın." Kimden bahsediyordu? "Buluşacağı kişinin kim olduğu önemli." Karşı tarafı dinlediği için bir müddet sessiz kaldı. "Bana konum at. Çıkıyorum hemen."

Ayağa kalkıp, kapının kilidini açıp odaya girdiğimde sırtı dönük olan Zamir omzunun üzerinden bana bakmış, ardından deri ceketine uzanmıştı. Onun hareketlerini izlemeye başladığımda bir açıklama yapmasını bekliyordum ama bunu yapmadan direkt olarak dolaba yönelmişti.

Silahı koyduğu çekmeceyi açtı.

"Ne yapıyorsun?"

"Çıkmam gerek. Akşam konuşuruz."

Yanımdan geçip gideceği sırada önünü kestim. "Silahı neden aldın?"

"İşim var, Mihrinaz," dedi tok sesle. "Lütfen."

Kemal Demirhan buraya gelecekti. Bunu dedem söylemişti. Şimdi ise Zamir birini takip ettiriyor, konumunu talep ediyordu. Zamir'in aradığı silah kaçakçısının o olması ihtimali oldukça yüksekti. Peki, Kemal Demirhan'ın buluşacağı kişi kimdi? Dedem ya da Turan olabilir miydi?

"Hep böyle işinin olduğunu söyleyip gidecek misin?"

"Evet," dedi anında. "Benim işimi öğrenmek istiyordun. Öğrendin. Şimdi sorun ne?" Haklıydı.

"Ama daha benim gönlümü almadın!" diyerek dudak büktüm. Onu en fazla ne kadar oyalayabilirdim acaba?

Yüz ifadesi yumuşadığında, "Söz, akşam telafi edeceğim, sevgilim," demişti. Ellerini omzuma çıkararak bana içtenlikle gülümsedi.

Dudaklarımı ıslatıp, "Akşama kadar kalbim kırık mı kalsın?" diye sordum. O gittiği anda ilk işim dedemin nerede olduğunu öğrenmek olacaktı.

"Kırık kalbinden öperim," dedi bu sefer daha ikna edici sesle. "Akşam geleceğim. Haydi, çekil önümden şimdi."

İstemeye istemeye çekildiğimde hızlı bir şekilde ceketini üzerine geçirmiş ve odadan çıkmıştı. O an ellerimin titrediğini bile yeni fark etmiştim. Kemal Demirhan'ın peşindeyse Turan'ı, dedemi yakalama ihtimali var mıydı? Üstelik dedeme karşı bu kadar katıyken onu da suçlu bulabilirdi.

Cebimdeki telefonu çıkarıp Turan'ın numarasına tıkladığımda telefonu ilk çalışta açmıştı. "Neredesin?"

"İşim var." Bugün herkesin işle derdi neydi?

Telefonu kapatacağını anladığım an, "Kapatma!" diye bağırdım. "Kemal deden geldi mi?"

"Sen nereden biliyorsun?" Kahretsin! Doğru tahmin etmiştim!

"Orasını karıştırma," dedim hemen. "Onunla mısın?"

"Evet," dedi kısılan sesiyle.

Başım dönüyor, nefeslerim göğsümün içerisine sıkışıyordu. "Dedem nerede?"

"O da geliyor. İkisinin bana anlatacakları varmış."

"Nerede?"

"Marinanın arkasında malların olduğu depolar var ya," diye yanıtladı sorumu geciktirmeden. "Büyük ihtimalle kozlarını paylaşacaklar. Hiç boşuna gelip sinirlerini yıpratma." Tam ağzımı açıp Zamir'in adamlarının orada olduğunu, Kemal Demirhan'ı takip ettiğini söylemek üzereydim ki, "Azim dedem geldi," demişti Turan. "Kapatıyorum."

Zamir'in geleceğini söylememe gerek yoktu çünkü artık dedem görülmüştü ve büyük ihtimalle ona anında haber uçmuştu.

Odadan fırlayıp salonda oturan Baran'a doğru koştuğumda nefes nefeseydim. Baran kollarımı tutarak beni olduğum yerde sabitlediğinde, "Buldu," diyebildim. "Kemal Demirhan'ı buldu. Dedem ve Turan da orada."

Baran, dedemin odasına girdiğim gün telefonuma eriştiği için kendime aktardığım her şeyi izlemiş, öğrenmişti. Sırrıma, daha doğrusu ihanetime ortak olmuştu. Şu an Zamir'in Kemal Demirhan'ı bulmasından daha önemli olan onun yanında dedemle Turan'ın da olmasıydı. Bu buluşma her ikisini de şüpheli durumuna sokacaktı. Özellikle de dedesinin tüm işlerini halleden Turan'ın başı belaya girebilirdi.

Baran'la neredeyse koşar adım, üzerimize hiçbir şey almadan dışarı çıktığımızda Büşra bizi fark etmemişti. Baran arabasına atladığında ben de aceleyle yanına oturmuş, arabayı çalıştırmasını beklemiştim. Ona yolu tarif ettiğim sırada hızlanmıştı. Arabaların yanından roket gibi geçen Baran'ın, "Bizi öldürecek," dediğini işitmiştim. "Her şeyi bildiğimizi öğrendiğinde bizi diri diri gömecek."

"Onların tutuklanmasına izin veremem," demiştim dudaklarımı ısırarak. "Turan, bilmeden bu işlere bulaşmış olabilir."

"Kullandığı telefondan bir şey bulamadım ama ya başka bir telefon kullanıyorsa?"

"İhtimal vermiyorum, Baran!" diye bağırdım bir anda. "Bunu yapmış olmasına inanmam için elimde bir kanıt olmalı."

"Ya Zamir, o kanıtı sana sunarsa?"

"Ya o zamana kadar suçsuz dedemi ve Turan'ı tutuklarsa?" Turan bu yaşında suçsuz yere tutuklanırsa tüm itibarı zedelenmez miydi? Çok dar düşünüyor olabilirdim ama kuzenim için itibarı, saygısı her şeyiydi. Boşu boşuna isminin lekelenmesine dayanamazdı. Öte yandan dedem, ikinci defa iğrenç ithamlarla yargılanamazdı. Hem bu sefer bizzat İstihbarat ilgilenecekti davayla.

O an aklıma gelen şeyle seri şekilde Rana teyzeyi aradım. Rana teyze telefonu üçüncü çalışta açabildiğinde, "Hemen dedemin odasına gir," dedim. Şaşırdı ve buna izninin olmadığını belirtti. "Rana teyze! Hemen!" Telefon kulağındayken dedemin odasına doğru yürüdüğünde ona kasanın şifresini söyledim. Kasanın içinde Kemal Demirhan'a ait kanıtların bulunduğu dosyayı almasını, dosyayı kilitli, siyah çantaya koymasını istedim. Dediklerimin hepsini yaptığında geriye tek bir şey kalmıştı. Çantayı kime emanet edebilirdik? Ya da kim çantayı saklayabilirdi?

Evin kapısı çaldığında Rana teyze bir adamın geldiğini söyledi. Daha önce görmediği adam onu tedirgin etmişti. Fakat ben adamın sesini duyduğumda bir tanıdıklık hissiyle sarılmıştım.

Bu adam dedem nezarethaneye düştüğünde bana onun telefonu ile ulaşan, İskenderun'a gelmemin tehlikeli olduğunu söyleyen kişinin sesiydi. "Mihrinaz Hanım," dedi o adam telefonu kendi kulağına götürerek. "Beni tanıdınız mı?"

"Evet," diyebildim.

"Tüm belgeler çantada mı?"

"Evet."

"Bana güvenebilirsiniz. Dedenizin ve sizin parmak izlerinizin olduğu kanıtları yok edebilirim."

"Parmak izim," dedim elimi alnıma vurarak. "Çıplak elle dokundum ben onlara!"

Boğazını temizleyerek, "Halledeceğim," dedi. "Kasada başka bir şey kaldı mı?"

"Geri kalan her şey holdingle ilgili."

Dediklerimi doğrulamak için birkaç saniye susup dosyayı kontrol ettikten sonra, "Tamamdır," demişti. "Kasa çelik mi?"

"Evet."

"Rana Hanım, lütfen deterjanlı süngerle tüm kasanın dışını temizleyin. Parmak izi kalmasın." Rana teyze onu onaylayarak uzaklaştığında adam bu sefer, "Mihrinaz Hanım, kamera kayıtlarını nasıl silebiliriz?" diye sormuştu.

Baran'a döndüğümde soruyu duymuş olmalıydı. Birkaç saniye düşünüp, "Arif orada mı?" diye sordu. Sorusunu tekrarladığımda adam, bu sefer telefona Arif'i çağırmıştı. Arif'e son birkaç saatin kayıtlarını silmesini, kameraları bozmasını söylemiştim. Bu dedikleri hem bizim hem de karşı ev için geçerliydi. Tereddütsüz bir şekilde beni onayladığında telefon tekrar gizemli adama verilmişti.

"Mihrinaz Hanım," demişti. "Kendinize dikkat edin."

Telefonu yüzüme kapattığında Baran, "Kimdi?" diye sordu hemen. "Ona neden güvendin?"

"Dedem nezarethanede olduğunda telefonunu ona vermişti," dedim sakince. "Kim olduğunu bilmiyorum ama ona güveniyor. Baksana, kasa benim aklıma yeni geldi ama o çoktan eve varmış."

Başka hiçbir şey konuşmadık. Baran arabayı marinaya doğru çevirdiğinde kalbim bu sefer boğazımda atıyordu. Bize ait gemileri görür gibi olduğumda Baran'a arka yolu işaret ettim. Orada büyük depolar vardı ve gemiler boşalana kadar mallar depolarda bekletilirdi.

Direksiyonu sola kırıp tepenin ortasındaki yola girdiğinde elim kapıda, aşağıya inmek için an kolluyordum. Birkaç dakika sonra depoların olduğu yere ulaştığımızda hemen araçtan inmiş ve etrafa bakınmaya başlamıştım.

Bir adım sesi duyduğum sırada Baran beni kazağımdan tutup deponun kapısından içeri soktu ve sessiz durmamı işaret etti. Ona sorarcasına baktığım sırada, "Yukarıda keskin nişancılar var," demişti nefes nefese. "Bizimkiler değil."

Kemal Demirhan dedemle buluşmak için nişancı mı getirmişti? Elim göğsüme gittiğinde, "Dedeme zarar verecek," dedim korkuyla. "Bir şey yap, Baran. Ne olur!"

Baran etrafı kolaçan ettikten sonra cebinden çıkardığı telefonla birilerini aradı. Telefonu kulağına götürdüğünde, "Sekiz konuşuyor," dedi donuk sesle. "Yedi'nin konumunu kaybettim. O nerede?"

Sessizlik.

"Ne demek gizli operasyon?" Kaşları çatılmış, sesine öfkenin tozları serpişmişti. "Canı tehlikede olabilir! Hemen onun konumunu öğrenmek istiyorum."

Karşı taraf ne demişti, bilmiyordum ama Baran bir anda telefonu kapatmıştı. O an deponun karanlık tarafından, "Buradayım," diyen ses irkilip Baran'a sokulmama sebep olmuştu. Bu sesin sahibinden korkmazdım ama ilk defa öyle bir tonla konuşmuştu ki ondan saklanmama sebep olmuştu.

Karanlıkta silüetini seçebildiğimde Baran'ın arkasından çıkmaya cesaretim yetmemişti. Korku bir neştere dönüp kalbime kesikler atmaya başladığında oradan akan kanın miktarı, ayağımın altında kocaman bir gölet yaratabilirdi. İçim kanıyor gibi hissediyordum. Bu kanlar boğazıma tırmanıyor, boğulmama neden oluyordu.

Baran, "Zamir," diyerek omuzlarını dikleştirdi. "Düşündüğün gibi değil." Baran'ın koluna tutunmama rağmen her an düşebilirdim.

Zamir'in sesi daha yakından gelmeye başladı. Bize doğru adımlıyor, ayağının altında tüm yaşadıklarımızı eziyordu âdeta. "Ne düşünüyormuşum ben?" Sesi... Sesi bizi parçalara ayırmak istiyordu. "Aylardır ben o şerefsizi arıyorum. Aylardır!" Bağırmamıştı. Bağırsaydı daha az yaralardı. "Siz, bizden çaldığı silahlarla bizi öldürenlerin elebaşını bilip nasıl sustunuz?"

Baran tekrar kendini ateşin içine attı. "Azim Akşahin ve Turan'ın bu işle bir ilgisi yok."

"Başıma istihbaratçı mı oldunuz?" Depoya tuhaf bir sessizlik çöreklendiğinde, "Mihrinaz," demişti öfkeyle. "Çık oradan." Çıkmadım. Bu sefer dişlerinin arasında, "Sana oradan çık dedim!" diye tısladığında başımı yavaşça kolunun kenarından çıkarmış, onun ateşle parlayan gözlerine bakmaya çalışmıştım.

Baran, "Ona kızma," dedi endişeyle. "Dedesiyle Turan'ın suçlanmasından korktu."

Zamir ona bakmadan, "Baran, sola dönüp saat dokuz yönünde ilerleyerek çık. Orada keskin nişancı yok," demişti.

Baran bana döndüğünde ağır ağır başımı salladım. Ellerim tutunduğum kolundan çekilirken karanlıkta kaybolmasını izlemiş, hemen sonrasında başımı Zamir'e doğru çevirmiştim.

Kaçınılmaz olan gerçeklerden uzaklaşmak mümkün değildi. Ben kaçmaya, yok saymaya çalışmıştım oysaki. Gerçeklerin ayna olduğunu bilmeden...

Aynam karşımdaydı.

Ona baktığımda kendimi görürdüm eskiden. Şimdi ise ona baktığımda sırtına sapladığım bıçaktan başka hiçbir şey göremiyordum.

İhanetlerim ve pişmanlıklarım tüm güzel hatıralarımı zehirliyordu.

Bir yanım karanlığa mahkûmdu, diğeri ise hâlâ küçük bir ışıktan medet umuyordu. Bir yanım şeytanın inini gizlediği yuva, diğeri ise bakire bir ruhun eviydi.

"Korktum," dedim çatlayan sesimle. "Dedemle Turan'ın suçsuz yere yargılanmasından korktum."

Bana doğru bir adım attığında bu sefer tam karşımdaydı. Zifirî gözleri deponun karanlığına rağmen belirgindi çünkü harelerinde hâlâ yanmaya devam eden bir ateş vardı. Ve ben ona baktıkça o alevlerin içerisine odunlar ekliyordum. "Sana defalarca şans verdim."

Tüm eklemlerim buz kesti. "Ne?"

"Sana itiraf etmen için defalarca şans verdim!"

Ellerim donmuştu. Ona uzanmak, tutunmak istedim ama kıpırdayamadım. "Biliyor muydun?"

"Benimle evlenirken hiç mi vicdanın sızlamadı?" Bu cümlesinden hemen sonra sol gözümden bir yaş düştü. "Senin ruhun benim sığınağımdı oysaki. Sana sığınmıştım ben! Sana! İhanet edip beni nasıl kendi içinde asarsın? O tabureyi arkamdan iten kişi nasıl sen olursun?" Sağ gözümden de yaş akmaya başladı. "Sen dedenle Turan'a ışık olmak için bizi karanlıkta mı unuttun?"

Tüm sevgimle, aşkımla ona kanat çırpan kalbimi ihanet yakalamıştı.

"Ben..." dedim zorlukla. "Özür dilerim."

"Özür mü dilersin?" diye sordu hayretle. "Defalarca konuşma şansı verdim sana, Mihrinaz! Ağzını açıp tek kelime etmedin! En başından beri o şerefsizin peşindeydim ben! Dedeni, Turan'ı takip ettirmedim mi sanıyorsun? İçinde olduğun arabanın frenlerini hackleyenin Kemal Demirhan olduğunu bulmadım mı sanıyorsun? Ben geri zekâlı mıyım? Sadece buraya dönmesini beklemek zorunda kaldım. Çoktan öğrenmiştim!"

Gözlerimden, şiddetle akan bir nehri aratmayacak şekilde yaşlar düştü.

Pürüzlü sesle, "Dokunamadım hayatıma," diye fısıldadım zorlukla. "Müdahil olamadım. Yaşayacaklarımı tercih etme lüksü sunulmadı bana. Ben hep mecbur bırakıldım. İlk defa seninle evlenirken kendi kaderimin kalemini elime alabildim. Zaten bu yüzden Akşahin olmaktan vazgeçtim. Hancıoğlu oldum." Hıçkırdım. Gözlerimi yukarı doğru kaldırıp beni izleyen ona odaklandım. "Şimdi alacak mısın benden soyadını? Benim sana yaptığım gibi sökecek misin kalbimi?"

Gözleri kısılırken, "Şu an bile sadece kendini mi düşünüyorsun?" diye sormuştu. "Bir kere şu bencilliğini bırak."

Onun çabalarıyla kurulan hayatımızı bencilliğimle yıkıyor ve talan ediyordum. Üstelik dile getirdiklerim hissettiklerimdi. Ben bencilin tekiydim. Haklıydı. Şu an bile tek derdim beni terk etmemesiydi.

Elimi sıkışan kalbime götürürken, "Bakma bana öyle," diye konuştum. "Yakma beni."

"Cehennem yollarını ezberleyen birini seni yakmakla suçlayamazsın. Çünkü senden önce ben yandım."

Derin bir nefes almaya çalışarak, "Dedem, beni seninle tehdit etti," dedim kesik kesik. "Yemin ederim, seni korumaya çalışıyordum."

"Koruma beni," dedi dudaklarını oynatarak. Sesi duyulmayacak kadar kısıktı. "Beni korumak için onların günahlarına ortak oldun. En az onlar kadar zalimsin sen de."

Bu zalim, arsızca senin vicdanından af dilemek istiyor.

Dudaklarımdan kopan hıçkırık eşliğinde, "Şimdi ne olacak?" diye sordum. Elimin tersiyle yüzümü sildiğimde görüşüm daha netleşmişti.

"Sonrasını düşünseydim şu an için endişe etmezdim," diyerek başını çevirdi Baran'ın gittiği tarafa doğru. Belindeki silahı sağ eline alıp emniyet kilidini açtıktan sonra beni arkasına aldı. "Arkamda dur."

Onunla beraber yürüsek de sanki aramızda kilometrelerce mesafe varmış gibi hissediyordum. Yine de sesimi çıkarmadan boğazımdaki kocaman yumruya rağmen yutkunmuş, ona ayak uydurarak peşinden gitmiştim.

Baran'ın yanına vardığımızda demir kapının aralık olan kısmından dışarıya baktığını fark ettim. Bizim geldiğimizi gördüğünde, "Tartışıyorlar gibi görünüyor," dedi. "Turan, şu an uzaktan izliyor. Bizimkiler nerede?"

O geri çekildiğinde bu sefer Zamir dışarıya doğru baktı. "Etrafı sardılar. Kimsenin buradan çıkışı olmayacak."

"Naz?" diyerek koluma dokundu Baran. "Titriyorsun sen." O an tek ihtiyacım olan birinin ilgisiydi. Hıçkırarak Baran'ın kollarının arasında kendime bir yer bulduğumda bana sıkıca sarılmıştı. Baran'ın kolları sırtımda birleşirken başımı omzuna gömmüş, şu an ile tüm bağlantımı kesmeyi dilemiştim. "Tamam, sakin ol. Geçecek hepsi."

"Hiçbir şey geçmeyecek," dedi Zamir keskin sesiyle. "Siz nasıl başınızı yastığa rahat koyabildiniz? Vicdan azabının ne olduğundan haberiniz var mı?"

Dudaklarımdan çıkan kısık sesli feryadım Baran'ın omzunda yankılandığında sırtıma dolanan kollarının gerildiğini hissediyordum. "Zamir, bilip bilmeden konuşma."

"Ben her şeyi en başından biliyordum! Kanıt toplamak ve emirlere uymak zorunda olduğum için sustum, bekledim. Beni kandırabileceğinizi mi sandınız?" Dile getirdiği cümleler gözyaşlarımın daha şiddetli akmasına neden olduğunda Baran, sırtımı sıvazlamaya devam etti.

Haklıydı ama neden canımı bu kadar çok acıtıyordu?

"Dedesi, onu ikimizin kariyeri ile tehdit etti," dedi bu sefer Baran. "Sen bir şekilde kurtulurdun belki ama İstihbarat beni harcardı, biliyorsun. İkimizi korumaya çalıştı."

Zamir, "Kariyerin yerin dibine batsın lan senin!" diye tısladı. "Bana kanıtları getirebilirdi ve bu dava hemen kapanırdı." Ona bakmak için başımı kaldırdığımda öfkeden kıpkırmızı olduğunu fark etmiştim. "Ben babamı tabuttan çıkardığımda parçalanmış kolunu kefenin içinde sabit tutmaya çalıştım! Ben, babamı bu vatan için kendi ellerimle toprağa gömdüm! Ben, yaşıyor olmasına rağmen annemi kaybettim! Ben bencil davrandım mı? Ben, bir kere olsun kendimi düşündüm mü?"

Çenem seğirmeye başladı. Nefes alamıyordum artık.

"Defalarca şans verdim ben ona! Hiç mi titremedi kalbin soyadımı alırken? Benim babam kanıyla duyurdu soyadımızı tüm ülkeye!" Duraksadı. "Doğru ya, kuzeninle ilk tanıştığımızda soyadımı çıkaramamıştı." Buruk bir gülümseme yüzüne yerleşir gibi oldu. "Şehit tuğgeneralin soyadını tanıyamadınız siz!" Bu sefer alayla gülmüştü. "Akşahin olmak daha mı onurluydu?"

Baran kollarını benden ayırdığında bir an boşluğa düşer gibi olmuş fakat sonra demir kapıya tutunmuştum. Baran, Zamir'in yakasına yapıştı ve onu kendisine doğru çekip sarsmaya çalıştı. "Lan doğru konuş! Karın o senin! Hani tüm hayatını güvenliği için yok saydığın kadın!"

Zamir'in gözleri ikimiz arasında gidip gelirken, "Benim karım, senin kardeşin," dedi başını sallayarak. "Keşke sadece bana ihanet etseydi ama sana da etmiş."

Büşra'nın sırrını da biliyordu.

Baran bana doğru döndüğünde gözlerinde tereddüt vardı. Zamir'e inanmak istemiyordu ama boşu boşuna bu cümleyi kurmayacağının da bilincindeydi.

O an dışarıdan gelen, "Durun!" sesi üçümüzün de kapıya doğru dönmesine sebep olmuştu. Aralık kapıdan dışarıya bakmaya çalıştığımda ağzım açık kalmış, gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi olmuştu.

Dedemle Kemal Demirhan birbirlerine silah doğrultmuştu. Turan onlara doğru koşarken daha önce görmediğim bir adam onu durdurmuştu.

Dedem, "Ailemi senden kurtaracağım," diyerek parmağını tetiğe götürdüğünde Kemal Demirhan da aynısını yapmıştı.

"İki çocuğumu öldüren adamın bunları söylemesi ne gülünç!"

"Kazaydı!" diye bağırdı dedem.

"Sarhoştun!" diye düzeltti Kemal Demirhan gür sesiyle. "Beni oyuna getirdin!"

Dedem başını şiddetle iki yana salladı. "Telafi etmek istedim sadece."

"Eninde sonunda her şeyim, senin yüzünden Akşahinlerin olacak!" diye haykırdı Kemal Demirhan. Bu ne demekti? "Bana kazık attın, Azim! Bunun bedeli olmayacağını mı sandın?"

"İntikamını yeterince almadın mı?" diye sordu dedem. "Oğlumla gelinimi mafyalara bulaştırdın, onlara akıl hocalığı yapıp narkotikle suçlanmamı sağladın, Mihrinaz'ın peşine silahlı adamlar taktın, içinde olduğu arabanın ayarlarıyla oynadın. Yetmedi mi?"

Kemal Demirhan, silahı onun kafasına dayadı. "Yetmedi çünkü bunlar senin yaptıklarının yanında bir hiç! Sen, beni elinde kukla gibi oynattın!"

"Seni İstihbarata ihbar etmedim yine de."

"Çünkü bu kadarını yapsaydın tüm torunlarını geberteceğimi biliyordun!" Tüm torunları mı? Turan ve Leyla da buna dâhil miydi? Kemal Demirhan, kendi kanını taşıyan iki torununa kıyabilir miydi?

Beklenmedik bir anda Zamir üzerime atlamış, beni yere düşürmüştü. Üzerimdeki ağırlığını umursamadan etrafa bakındığımda, "Koşun!" demişti Baran. "Nişancılar bizi gördü."

Zamir elimden sıkıca tutup koşmaya başladığında diğer elinde tuttuğu silahını öne doğru uzatmıştı. "Dedemi vurabilir!" Onu durdurmaya çalıştım ama beni peşinden sürüklemeye devam etti. "Zamir!" Bu sefer beni omzuna attığında çırpınsam da nafileydi çünkü hareket etmeme izin vermeyecek kadar sıkıydı tutuşu. Bağıramıyordum çünkü yerimiz tespit edilirse üçümüzün de öleceğinden emindim. Kemal Demirhan, bundan sonra hiçbirimize acımazdı.

Deponun diğer ucuna geçtiğimizde Baran kapıyı açmaya çalıştı ama açamadı. Zamir ucuna susturucu taktığı silahıyla kilide ateş ettiğinde kapı açılmıştı. Beni indirmeden omzunda dışarıya çıkardığında bedenimi soğuk kucaklamıştı.

Fakat aynı anda iki el silah sesi bedenimin ateşle kavrulmasına sebep oldu.

"Dede!" Zamir'in omzunu kırmak istercesine çırpınmaya başladığımda beni zapt edemiyordu.

"Mihrinaz!" diye bağırdı öfkeyle. Durmuyor, koşuyordu. "Kıpırdama!"

"Dede!" Dehşet içinde bağırmaya başladığımda kurşunun sadece ona isabet etmiş olma ihtimali aklıma geliyor, beni mahvediyordu. Zamir'in sırtına vurduğum yumruklarım etkisizdi çünkü beni indirmeden aksi yönde koşmaya çalışıyordu.

En sonunda başka bir depoya girdiğimizde beni indirmiş, koluyla sabit tutmuştu. Demir gibi kolunu ittirmeye çalıştığımda beni sertçe kendine bastırmıştı.

"Bırak beni!" dedim hareket etmeye çalışarak. "Yalvarırım, bırak!"

Zamir beni sıkıca sararken şiddetli bir şekilde ağlamaya başlamıştım. Yukarıdan gelen helikopter sesi kulaklarımıza dolduğunda Baran'ın derin bir nefes verdiğini duymuştum. Zamir'in kolunun gevşediği anı yakaladığımda onu ittirip dışarıya doğru koştum. Dizlerim zangır zangır titriyordu. Buna rağmen son hız koşup dedemlerin olduğu tarafa dönmek istediğimde karşıma Turan çıkmıştı.

"Turan!" dedim nefes nefese. "Dedem nerede?"

"Turan Bey!" dedi yanındaki adam. "Gitmemiz gerekiyor."

Yanındaki adamla Turan'ın arasında gidip gelen bakışlarım korku doluydu. Onların yanından sıyrılıp gitmek istediğimde beni tutmuş, buna engel olmuştu. "Oraya gidemezsin."

Titrek sesle, "Neden?" diye sordum.

"Turan Bey," diyen adam yine onu götürmeye çalıştı ama Turan hâlâ bana bakıyordu.

Çatıdan gelen bir ses, "Mihrinaz Akşahin burada!" diye bağırmıştı. Başımı kaldırmama gerek kalmadı çünkü aşağıdan tam alnımın ortasına doğru tırmanan kırmızı lazer ışığını fark etmiştim. Keskin nişancılardan biri beni hedef almıştı.

Gözlerim dolu dolu, "Turan?" diyebildim. "Öldürecekler mi bizi?"

Turan birkaç adım geri çekildi. Yanındaki adam silahını bana doğrultmuştu. Turan'ın onu durduracağını düşündüm ama hareketsiz bir şekilde bana bakıyordu.

Zamir'in sesini duydum uzaktan. Adımı haykırıyor, beni arıyordu. Gözlerimle etrafı taradığım sırada bir anda silahın el değiştirdiğini fark edip bakışlarımı kuzenime çevirdim.

Silahı yanındaki adama değil, bana doğrultmuştu. "Sana gelme demiştim!" diye bağırdı. Bal rengi gözleri dolmuş, boğazındaki tüm damarlar belirginleşmişti. O an alnımdan vurulmayı diledim sadece. Çünkü alnımdan vurulup öldürülmek benim için en büyük şans olurdu.

Fakat ben şanssız bir kadındım.

Turan, gözlerimin içine baktı ve titreyen parmağını tetiğe getirdi.

Turan tetiğe basmaz sanıyordum.

Ama ben hep yanılırdım.

Tetiğe bastı.

Buz gibiydim. Yere çakılan bedenimin uyuştuğunu, soğuktan donduğunu hissediyordum. Gözlerim açıktı ama görüşüm net değildi. İçimdeki tüm duygular buz tutmuş gibiydi. Sanki damarlarımdan kan değil, buzlu sular akıyormuş gibiydi.

Görüşüm puslanmıştı ama yanağıma doğru süzülen yaşları hissedebiliyordum. Kalbimi delen, boğazımı yırtan acıların zehri tüm bedenime buz küplerinin içerisinde yayılmaya başladığında tüm o hengâmenin içerisinde bana seslenen iki kişiyi duyabilmiştim.

Kocam ve ağabeyim.

Karnımın ortasında kocaman bir delik açılmış gibiydi. Elimi zorlukla kaldırıp karnıma götürdüğümde başımın üzerinde o uzun gölgenin varlığını hissettim. Nefesimi tuttum. "Öldü. Gidelim." Adım sesleri benden uzaklaşırken tuttuğum nefesimi vermeye çalıştım ama bu canımı yaktı.

Hayır! Ölmedim. Ben ölmedim!

Karnımdan boşalan sıvıyı durdurmak adına elimi daha sert bastırdığımda bu sefer dudaklarımdan bir inleme dökülmüştü.

Beni Turan vurmuştu. Beni çocukluğum vurmuştu. Beni tüm geçmişim vurmuştu.

"Biliyor musun, sanki canın acıdığı için benimki de acımış gibi hissettim. Çok tuhaf değil mi?"

"Acını hissettim. Peki, sen de benimkini hissettin mi?"

"Mihrinaz!" dedi âşık olduğum ses acıyla. Üzerime doğru eğildiğini, Turan'ın deştiği bedenime baktığını gördüm. Zamir ağlıyor muydu?

"Hep bir kuzenden daha öte oldun benim için. Bütün geçmişimde senin küçük ayak izlerin var."

"Ve beni al dediğin an seni gelip alacağım. Tamam mı?"

"Naz!" dedi kan bağımın olmadığı ama bana ağabey olan diğer ses. Onun sesini duymamla beraber yüzüme buruk bir tebessüm yayıldı. Baran ağlıyordu.

"Turan, dedeme bir şey olmasın."

"Olmayacak. Sana da olmayacak. Söz veriyorum."

"Sen sözünü tutmazsın."

"Hayır, ben sözümü geç tutarım. Ama kesin tutarım."

Öksürdüm, karnıma sanki bin tane daha kurşun yemişim gibi acıdı. "Zamir."

Yüzümü avuçladı kocaman elleriyle. Başımı kaldırmış, dizlerinin üzerine koymuştu. "Söyle, sevgilim."

Gözümden kocaman bir yaş düştü eline. "Affet beni."

"Sus, tamam," dedi sinirle. "Ben de beni sevdiğini söyleyeceksin sandım. Saçma sapan konuşma." Gözlerinden inen yaş gözümün altındaki çukura düştüğünde yüzümdeki tebessüm büyümüştü.

"Baran," diye seslendim. Nefesim yetmiyordu artık konuşmak için. Seslendirdiğim her kelime karnımı yeniden deşiyordu. "Büşra seni aldatmadı," dedikten sonra öksürdüm. Baran, kaşları çatılmış şekilde bana doğru eğildiğinde ağzı açık kalmıştı. "Sperm Bankası sayesinde hamile kaldı. Senden intikam almak için. Eğer bana bir şey olursa," dediğimde sona doğru sesim yok olmuştu. Gözlerimi yumup açtım. "Onunla barış, kızına da sahip çık. Tamam mı?"

Duyduklarına şaşırdı ama o an benim durumum yüzünden ifadesi hâlâ acı doluydu. "Sana hiçbir şey olmayacak," dedi hıçkırarak. "Nazçe'm."

Gülümsedim. "Küsmedin bana, değil mi?"

"Küsmedim! Kardeşimsin sen benim! Sana asla küsemem!"

Bu sözleriyle birlikte yüzümde âdeta bir okyanus belirdi. "Küsmeyin bana." İç çekerek yukarıya baktım. "Elimi tutar mısınız? Çok soğuk."

Zamir'in kocaman eli, yarama bastırdığım sağ elimi kavradığında Baran, titreyen elini getirmeyi biraz geciktirmişti. "Dedemin yanına gidin. O ölmesin." Boğazıma tırmanan acıyla öksürdüm. "Sevdiklerimin ölümünü görmeden ölmeyi dilemiştim. Dileğim gerçek oluyor."

"Konuşma artık!" diye haykırdı Zamir bir anda. O an deponun üzerine iniş yapan helikopter görüş açıma girmişti. Zamir kafamı kucaklayarak göğsüne bastırdığında, "Beni sakın terk etme. Üçüncü defa gidersen seni affetmem."

İlki, evden gizlice çıkıp Turan'la gittiğim geceydi.

İkincisi, bana gerçekleri anlatıp gitmemi söylediğinde gittiğim geceydi.

İkisinde de gitmeyi istememiştim ama gitmiştim.

Oysa şimdi gitmek istiyordum.

Yaşamak artık beni korkutuyordu.

Gözlerim kapanmadan, kulaklarımdaki uğultu dinmeden hemen önce duyduğum tek ses, "Mihrinaz!" diye feryat eden o sesti. Âşık olduğum ses acıyla haykırıyordu ismimi.

"Canım acımıyor," diye fısıldadım. "Üzülmeyin." Onun karanlık gözlerinde benden akan kanları görür gibi oldum. Çakmak çakmak olan gözlerindeki ateş sönmüş, yerine benim gömülmeyi bekleyen tabutum yerleşmiş gibiydi. "Üşüyorum sadece. Elimi daha sıkı tutar mısınız?" Her ikisi de sanki sözleşmiş gibi aynı anda elimi sıktı. Baran'ın hâlâ eli titriyordu.

"On Sekiz!" Zamir'in sesi tüm zihnimde yankı yapıyordu. "Aşağı indir şu lanet olası helikopteri!"

"Diğerlerini ne yapalım?" İsminin Aras olduğunu öğrendiğim tetikçinin seslendirdiği cümle tüm bedenimin sancılanmasına neden oldu.

"Dedem nerede?"

Kimseden çıt çıkmadı.

Gözlerim ada, kenarları her taraftan adayı kuşatan bir okyanus gibiydi. Kirpiklerimin diplerine kadar gözyaşına boğulmuştum. Kuruyan dudaklarım dahi akan yaşlarımla ıslanıyordu.

İçimde, Turan'la arka bahçede koşuşturan Mihrinaz'ın düştüğünü hissettim. Fakat bu defa acısını Turan hissetmedi, onun için kendisini merdivenlerden atmadı. Çünkü bu defa o Mihrinaz'ı iten Turan'ın ta kendisiydi.

Vurulmuştum. Bunu kabul ediyordum.

Belki de ölecektim. Bunu da kabul ediyordum.

Ama beni Turan'ın vurduğunu nasıl kabul edebilirdim?

Islak ve birbirine yapışan kirpiklerimi aralamaya çalıştığımda görmek istediğim en son şey onun perişan yüzüydü. Yaramın olduğu yer haricinde tüm bedenimin uyuştuğunu hissediyordum. Sanki her uzvum işlevini yitirmiş gibiydi.

"Zamir," diye yakardım. "Uyumak istiyorum artık." Artık bir mezar kadar soğuktum. Kimsesizdim. Yine ve yeniden.

Kanımla lekelenen elini yüzüme getirdiğinde kendi kanımın kokusu burnuma dolmuştu. En son dudaklarını alnıma bastırdığını hissettim. Sıcak dudakları hissettiğim soğukla savaşırken gözlerimi yumdum.

Uykunun ölüm olduğunu o an anladım.

Ve uyudum.

Sevgilim...

Ülme.

Yakınında ölmek Tanrı'nın bana verdiği armağan oldu.

Nefesinle bana can vermeye çalışma.

Ölürken bile senden bir şeyler çalmak istemem.

Günahlarım çok, bunu da yükleme yukarıya çıkmaya yüzü olmayan ruhuma.

Sevgilim...

Üzülmüyorum.

Elin elimde, dudakların tenimde yumdum gözlerimi.

Elveda diyemedim sana.

Beni bağışla.

Bağışlanmayacak hatalarıma bunu da ekle.

Ve asla unutma.

Günahkâr sevgilin seni çok sevdi.


Continue Reading

You'll Also Like

77.8K 4.7K 32
Bir suçlu ile mektup arkadaşlığı...
2.6K 808 11
Etrafımda sesler vardı her kafadan bir ses çıkıyordu ama benim yaptığım tek şey ucu bucağı beli olmayan bir toprak parçasına bakmaktı. Orda minicik b...
372K 15.3K 31
Bir komutana anonim olarak mesaj atarsak en fazla nolur? ‹ ·_· › Başlangıç: 04.03.2024
98.3K 6.9K 50
🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kırılmazdı... O, geçmişini tozlu raflara k...