Özgürlüğe Tutsak

By nnazliic

4.5K 266 157

Özgürlüğüne saplantılı bir genç ve onunla özgürleşmek isteyen ruhu tutsak bir kız...Bu zıtlaşma onların ya so... More

BÖLÜM : 1
BÖLÜM : 2
BÖLÜM : 3

BÖLÜM : 4

275 26 11
By nnazliic



"Dolu Kadehi Ters Tut-Kaçar Gider"

"Vedanın ne zaman gerekeceğini bilemezsin. Kader senin planındaki süreye göre işlemez."

Bir şimşek daha çaktı, bulutlar arasında. Yağan yağmurlar bedenimize, çakan şimşekler ruhumuza işledi. Gökyüzünde parlayan şimşek, bir saniyeliğine ruhlarımızı aydınlattı. Dipsiz bir kuyudan atılan çığlıklar kadar acı ve derindi denizin sesi. Kumsala tokat atar gibi şiddetliydi dalgalar. Evren acımasızdı, acımazdı. Bize de acımıyordu. Bir kez daha bu eşsiz düzene hapsolmuştuk.

Kilitli bir şekilde önümüzü izlerken, sırılsıklam olmuştuk. Gözüm Açelya'ya kaydığında, ıslak saçlarını gördüm. Normalde açık bir sarı olan saçları, ıslaklıkla bir ton koyulaşmıştı. Güzel bir manzaraydı. Kötü olan, bitecek olmasıydı. İkimizin de, haraket etmeye ne isteği ne gücü vardı.

Öylece yığılmıştık.
Yıkılmıştık.

İçime çektiğim her nefes, ciğerlerimi yakıyordu. Göz kapaklarımın ağırlığının sebebini bilmiyordum. Yavaşça kapattığım gözlerimi, tüm gücümle sıktım. Derince yutkunup, boğazımdaki kuruluğu gidermeye çalışsam da, etrafını daha çok kuraklık sardı. Güç bulacak başka bir şey bulamadığımda, ellerimi iki yanıma koyup tek hamlede ayağa kalktım. Kalkışımla, gözlerini denizden ayırıp bana döndü Açelya. Kafamı denize çevirdiğimde, bana baktığını biliyordum. Tereddüt ederek, tek elimi ona uzattım. Yüzüne bakamıyordum. Buz gibi soğuk bir elin, sıcacık elimi sardığını hissettim. Her şey çok hızlı gelişiyor ama zaman akmak bilmiyordu. Gözlerim ellerimize kaydığında tuhaf bir tablo oluşmuştu. Beyaz eli, yanık tenimin altında kaybolmuştu. Bir nefesle beraber, onu ayağa kaldırdım. Elini yavaşça bıraktığımda, havada asılı kalan elim pek yalnızdı. Arkama bakmadan motora yürümeye başladım. Aramızdaki bağın kopmasa bile sarsıldığını hissedebiliyordum. Sarsılışımı hissediyordum. Nefeslerimi hep derin derin çekerdim içime. Çünkü bilirdim ki, her iç çekişimde biraz daha rahatlardım. Ve nefesimi, her dışarı üfleyişimde. Rahatlatmasını umduğum bir nefes daha verdim dışarı. Arka bölmeden, kasklarımızı çıkarttım. Birini hızla kafama geçirdim. Diğerini motora yerleşmeye çalışırken Açelya'ya uzattım. Kafasına takarken
motoru çalıştırmıştım bile. O motora oturmadan, cebimdeki telefon titremeye başladı. Motoru durdurup telefonu çıkarttım. Ekranda Alina yazasını gördüğümde, benden geçmek bilmeyen saatin aslında nasıl su gibi aktığını anladım. Telefonu cevaplayıp, kulağıma yerleştirdim.

-"Tugay?"
-"Geliyorum Alina."
-"Dur, dur. Onun için aramadım."
-"Noldu?"
-"Açelya'ylasın dimi?" sorusuyla kafamı arkama çevirdim. Yüzünü görmek için cesaretimi toplamak yerine, anlık davranmıştım. Bu anlık davranış, kesiştiğim gözleriyle afallamama sebep olmuştu.
-"Evet. Niye?" dedim yutkunmamın arasında.
-"Onu bırakmadan yanıma gel. Bir şeyler yaparız."
-"Hayır." dedim tek seferde ve oldukça keskin bir şekilde. Sonunda önüme dönebilmiştim.
-"Pişman olacaksın." gülerken telefonu kapattı.

Tek seferde telefonu cebime geri koydum. Telefon konuşmam bitince, Açelya arkama oturmuştu. Motoru tekrar çalıştırırken Açelya sadece omuzlarımdan tutuyordu. Hızla motoru sürmeye başlarken, egzozu bağırttırmıştım. Tekerler arasından uçuşan kumlar etrafımıza yayılıyordu. Caddeye çıktığımızda tüm hızıma rağmen, Açelya hala omuzlarımdan tutuyordu. Dengesini kaybedecek gibi olduğu zaman omuzlarımı tüm gücüyle sıkıyor sonra yavaş yavaş ellerini gevşetiyordu. İnatla belime tutunmuyordu. Kafamı geriye yaslayıp, sağ omzuna geldim. Rüzgar uğultusundan sesimin duyulmayacağının farkında olarak kulağına yaklaşabildiğim kadar yaklaştım.

"Sıkı tutun. İhtiyacın olacak." kasktan anlaşılmayacağını bilerek kocaman güldüm.

Gaza yüklenip, motoru biraz daha bağırttırırken, ibrenin çubuğu hızla dönmüştü. Dışarıdan bakanların, motordaki kişileri sayamayacağı kadar hızlıydık. Her şey yanımızdan hızla silikleşiyor ve yerini yeni bir şey almaya kalmadan, yok oluyordu. Üzerimize yağmaya devam eden yağmur şiddettini düşürse de, bitmemişti. Sarsılarak yolda giderken, inadını bırakmamış hala omuzlarımdan tutuyordu. Bu öyle sıkı bir tutuştu ki, vücuduma baksam el izlerini görebilecek gibiydim. Onun korkusunu ve inadını tutuşundan anlamıştım. Bu hız beni ne kadar tatmin etse de, bir süre sonra yavaşladım. Zorlamayacaktım. Yavaşlayarak ilerlemeye devam ettim. Bu yarışı kazanmasına izin vermiştim. Sokak aralarına girdiğimizde eve yaklaşmıştık. İlerlediğim sırada beklemediğim bir şey oldu. Omuzlarımda gevşek bıraktığı elleri yavaşça sırtımdan aşağıya indi. Bel hizama gelince, karnımı sararak, sıkıca gövdesini bedenime bastırdı. Bu davranışı beni sarssada yoldan sapmadan binamıza yaklaştım. Kapının önünde durduğumda inmeden önce kulağıma fısıldadı.

"İhtiyaçlarıma ben karar veriyorum." yutkundu.

Kasktan sesi az gelse de, yutkunuşunu dibimde hissediyordum. Bana çarpıttığı laflar beni derinden etkiliyordu.
Bu söylediğiyle hem bana cevap vermiş hem de canımı yakmıştı. Kaskı kafasından çıkarırken bende çıkarttım. Kaskını arka bölmeye koyarken, ben kolumla belim arasına sabitlemiştim. Motordan indiğinde, son cümlesini söylediğini sanmıştım. Hala motordayken bir kez daha kulağıma yaklaştı. Kulağa fısıldamak aramızda bir oyundu. Bir saklanış biçimiydi. Yüzlerimiz yan yana oluyor ama tepkilerimizi göremiyorduk. En rahatsız edici cümleler, kulağa fısıldananlardı. Bu rahatsızlığı bana bir kez daha yaşatmak için, fısıldadı.

"Ve benim sana ihtiyacım var Tugay." kulak hizamdan biraz uzaklaşıp gülümsedi. Yine de yüzlerimiz karşı karşıya değildi.

"Varlığın için teşekkür ederim." ve yüzünü tamamen yanımdan çekip, hızlı adımlarla binaya girdi.

O binaya girmiş, ben olduğum yere çivilenmiştim. Ne düşüneceğimi, hissedeceğimi bilemiyordum. Üzülmeli miyim, sevinmeli miyim bilmiyordum. Bir süre kendimi toparlamaya çalışsam da becerememiştim. Darmadağın bir halde motoru çalıştırıp, tüm hızımla Alina'yı almaya gittim. Motoru hep hızlı sürmemin bir sürü sebebi vardı. Yüzüme çarpan rüzgarlar beni kendime getiriyordu. Motoru hızlı sürmek bahaneydi, ben rüzgarın nefesimi kesişini seviyordum. Sanırım derin nefesler beni yeteri kadar rahatlatmıyor, arada rüzgara ihtiyaç duyuyordum. Bir tek motor sürdüğümde nefes alabiliyormuşum gibi geliyordu. Avm'nin önüne gelince, kenara çekmiştim. Cebimdeki telefondan Alina'yı aradım. Üçüncü çalışta açtı.

-"Nerdesin Alina?"
-"Avm'deyim hala."
-"Tamam dışarı gel. Hemen girişin kenarına park ettim motoru."
-"Tamam."

Telefonu kapatıp cebime sıkıştırdım. Ve beklemeye koyuldum. Denizdeki ıslanmamızdan dolayı saçlarım hala ıslaktı. Gelirken kask taktığım için de kurumamıştı. Kaskı çıkarıp motorun koluna geçirdim. İki elimi saçlarımın, kurumasına yardımcı olmak için, saçlarıma daldırdım. İyice karıştırıdım. Etrafa bir iki damla düşmüştü saçlarımdan. Saçlarımı uzun kullanmayı seviyordum. Islanınca, önümdeki tutamlar neredeyse gözlerime geliyordu. Görüş açıma bir kaç tutam girse de, Alina'nın motora doğru koşturduğunu gördüm. Yağmur durmuş ama bulutlar hala koyu renkte, rüzgar keskindi. Motorun yanına geldiğinde, elinde iki dolu poşet vardı. "Yağmayan yağmurdan mı kaçtın sen az önce?" dedim gülerek. Gözlerini kocaman devirse de bir şey demedi. "Size noldu?" arkadaki kaskı çıkartırken yöneltmişti bu soruyu. "Ne olmuş?" dedim bende karşılık olarak. "Telefondayken berbattı sesin. Şimdi yüzünde güller açıyor." kocaman güldü ve devam etti. "Yoksa Açelya'lar mı demeliyim?" sırıtarak önüme döndüm. O da çoktan motora yerleşmişti. Kollarını belime sarmış, ellerine sıkıştırdığı poşetlerle dengede durmaya çalışıyordu. Bende kaskımı kafama geçirip, hızla eve sürdüm. Uzun süreli sayılmayacak bir yolculuk geçirmiştik. Evin önüne geldiğimizde motoru park edip, poşetlerden birini aldım. Beraber yukarı çıktık. Arada kısa diyaloglar kursakta, uzun bir konuşma geçmemişti aramızda. Eve girdiğimizde saçlarım hala nemliydi. Poşetleri Alina'nın odasına bıraktığımda kendi odama geçtim. Üzerimde ıslanan kıyafetler bedenime yapışmış, tenimi sarmıştı. Dolabımın önüne geçip, bir sweat ve bir eşofman çıkarttım. Üzerime yapışan kıyafetleri yavaşça çıkartıp, temiz kıyafetlerimi giydim. Diğerlerini kirliliğe atmak için banyoya gittiğimde, kapı kilitliydi. Kapıya iki kere peş peşe tıklattım. İçerden ses gelmeyince, geri çekilip elimdeki ıslak kıyafetlerle Alina'nın odasına gittim. Odanın boş olduğunu görünce, tekrar banyonun kapısına geldim. Kapıya bir kaç kez daha vurdum ama içerden ses gelmiyordu. Normal şartlarda duş aldığını düşünürdüm ama hiç bir ses gelmiyordu.
"Alina?" diye sesledim, içeri doğru. Tam o sırada
içeriden su sesi gelmeye başladı. Yine de bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim. Duş alacak olsa, kapıya vurduğumda ses verirdi. Tekrar vurup, seslenmeye devam ettim.

"İyi misin Alina?"
"Lütfen, ses ver."
"Ne oluyor Alina?"

Dakikalı aralıklarla yönelttiğim sorular karşısında hala bir cevap alamamıştım. Su sesi dışında. Daha fazla dayanamayıp koşarak odama gittim. Çekmecemde tüm odaların kapısını açan bir anahtar vardı. Onu aldım ve hemen banyonun kapısına koştum. Anahtarı deliğe sokmaya çalışsam da, arkasında anahtar olduğu için girmiyordu. Bu sefer mutfağa koşarak çekmeceden bir tatlı kaşığı aldım. Kapıya yaklaşıp, tatlı kaşığının arkasıyla, delikte olan anahtarı ittirmeye çalıştım. Bir kaç denememde başarısız olsamda, üçüncü deneyişimde arkasındaki anahtar, gürültüyle mermer zemine düştü. Hemen anahtarı takıp, hazır olmasam da kapıyı açtım. Korku her tarafımı sarmıştı. İçeriye girdiğimde, duşa kabinin zeminine oturmuş Alina'yı gördüm. Sırtını duvara yaslamış, bacaklarını kendine çekip, kollarıyla etrafını sarmıştı. Tepesinden ise sabitlenmiş duş başlığından, su akıyordu. Ne olduğunu anlamıyordum. Gördüğüm bu anı, bir kaç dakikada beynime işledim. Algılarım kapınmış gibi davranıyordum. Koşarak yanına gittim. Duşa kabinin dışında kalarak, bende oturdum.
"Alina?" yutkunmaya zorlanıyordum. Duşa kabinin dışında da olsam, onun üzerinden çarpan sular bana damlıyordu. Suyla gizlemeye çalıştığı ağlamasını, gözlerinin kızarıklığı gizleyemiyordu. Neler olduğunu bir türlü soramıyordum. "İyi değilsin." bu daha çok ona değil kendime söylediğim bir şeydi. "Neler oluyor Alina?" bu sorum ağlamasına hıçkırıklar ekledi. Daha fazla dayanamayıp, yanına oturdum. Yüzümü ona dönüp, bir kolumu omuzuna, diğer kolumu onun kollarının üzerine sardım. "Anlat bana, neler olduğunu." üzerimize  akan su, bedenimden sekip etrafa saçılıyordu. Giydiğim bu yeni kıyafetler de yavaşça ıslanmaya başlamıştı. İyice bedenimi ona sardım. Bazen konuşmaya ne kadar ihtiyacımız varsa susmaya da o kadar ihtiyacımız vardı. Sorularıma devam etmedim. Sadece sarıldım. Öyle destek olmaya çalıştım. Hıçkırık sesleri kulağıma geldikçe daha çok mahvoldum. Öylece orada dururken, bir anda kafasını kaldırdı.
"Gelmek istemediğin o toplandı vardı ya?" dedi sesi titrerken. Soruyu sorsa da, cevabımı beklemeyip devam etti.
"O toplantıda babamlar ortak olmak için buluşmuşlardı." ağlaması daha çok artık. Cümleleri seçmeye çalışırken, tüm bedeniyle titremeye devam ediyordu.
"Ortak oldular. Hatta ileride işleri ikimize devretmek için birlikte olmamızı bile istediler. Tabi sen orada olmadığın için tüm bunlarla ben uğraşmak zorunda kaldım. En son annen zorla tanıştırdı bizi." bu uzun konuşmada, düşünmeden, tüm sinirle içini boşaltmıştı. Hızla cümleleri arka arkaya dizmişti. Bu hızı, beynimi durdurmuştu. Cümleleri beynimin içerisinde döndürüyor, bir sonuç çıkartmaya çalışıyordum. Nefes bile almadan, devam etti.
"Babamın ortalık konuştuğu ama sonra vazgeçtiği bir adam bizimkilerin ortaklığını duymuş." sinirin yerini tekrar hüzne bırakmıştı. Ağlamasına devam ederken, cümlesini zorla tamamladı.
"Çatışma açmışlar." tüm bunları ben yapmışım gibi bana bağırıyordu. Sinir boşalması yaşadığını biliyordum. Onu saran ellerim, ilk cümleden sonra zaten geri çekilmişti. Öylece dinliyor ve ıslanıyordum. Cümleleri kafamda toparlarken, sonucunu çoktan fark etmiştim.
"Babam vurulmuş." sesi koskoca bir çığlık gibi çıktı. "Durumu ağır." dedi ve söylediği son cümle bu oldu. Tüm gücüyle ağlaması ve hıçkırıkları, sessizlikte yankılanıyordu. Bu klasik şeylere alışmıştım artık. Ailemin saçmalıklara, yaktıkları canlara ve mahvettikleri hayatlara alışıktım. Ne kadar alışkın olsam da her seferinde yüreğimde bir şeyler kopuyordu. Beni üzen Alina'nın zavallı babasıydı. Diğerleri alışık olduğum, altına rahatlıkla girdiğim ama izlerini hep sırtımda bırakan yüklerdi. İşte bu kadar basitti. Zenginlik en büyük ucuzluktu. Paralarıyla sahip oldukları o silahları, istedikleri gibi kullanabileceklerini düşünüyorlardı. Zenginlik dünyasında herkesin hayatı bir tetiğe bağlıydı.

Onların tanrıları, tetiği çekmekten korkmayanlardı.

Basit bir hayat, zevksiz bir hayat. Ezberledikleri yollardan ilerliyor, bir tabancalı elle ölebiliyorlardı. Ailemden uzaklaşmamın en büyük sebeplerinden biriydi bu. Ailemden uzaklaşsam bile, kader peşimi bırakmıyordu. Ben bu dünyaya gözlerimi açmıştım. Benim sonum oradaydı. Ailemin, bu doğduğum dünyadaki kişililerin her hareketi bir şekilde önümü kesiyordu. Bunlardan kaçış yoktu. Bunun üzüntüsüyle ne yapacağımı şaşırdım. Alina'ya dokunmaya bile utanıyordum artık. Sebebi ben veya değilim bu önemli değildi. Onun bu hale gelmemesi önemliydi ve ben hiç bir şeye engel olamamıştım. Bir kişi vurulmuş ama iki kişi ölüm döşeğindeydi. Belki de daha çok kişi çünkü bir hayatı bir kişi yaşardı ama bir sürü kişi benimserdi. Sırtımı duvara verip bir süre ona eşlik ettim. Kuracağım cümleleri kafamda döndürsem de bir şey söyleyemiyordum. O cesareti kendime yakıştıramıyordum. Sırtımı duvardan ayırıp, tekrar ona döndüm. Yutkundum.
"Özür dilerim." diye fısıldadım. Yavaşça yüzünü kaldırdı.
"Neden?" dedi titreyen sesiyle.
"Sana bunları yaşatmalarına engel olamadığım için." bir nefes daha çektim içime. "Baban için özür dileyemem, ancak üzülürüm."
Gözlerinden yaşlar akmaya devam ederken bir şey demedi.

Dudakları sustu ama gözleri çok şey söyledi.

Sırtımı tekrar duvara yaslarken, ayaklarımı çapraz bir şekilde uzattım. Kafamı kaldırıp, gözlerimi kapattım. Öylece Alinayla birlikte ıslandım. Gözlerimi açıp ona bakamadım bile. Damla damla gelen su, yükseklikten yüzüme düşüyordu. Her düşüşte reflekslerim geriliyordu. Rahatsız edici bir terapi gibiydi. Alina'nın haraketlendiğini hissettiğimde gözlerimi araladım. Duş başlığı ve tavan görüş alanıma girmişti. Kafamı yavaşça aşağı indirirken, Alina bedeniyle dönüp, bir bacağını sol tarafıma atarak, kucağıma oturdu. Beklemediğim bu davranışları beni şaşırtıyor ne yapacağımı bilemiyordum. Kafamı ve vücudumu dikleştirdim. Yüzüme biraz daha yaklaşırken, çok az bir mesafede bir nefes çekti içine.
"Bende özür dilerim." dedi çatallı sesiyle. Hala kucağımda oturuyor olması ve ikimizinde ıslanmakta olması dikkatimi dağıtıyordu.
"Neden?" sesimin titremesi yaşadığımız ana bağlamak yerine suyun soğukluğuna bağlamayı seçmiştim.
"Arkadaş olarak bir ortaklık sürdürmeye karar verdiğim kişiye aşık olduğum için." bu beklemediğim itiraf babasının vurulmasından daha çok bozguna uğratmıştı beni. Gözlerim yavaşça büyürken, kontrolü elime alıp buna engel olmuştum. Bu haline gözlerim dolmuştu. Anlayamıyordum. Böyle kavramlar bana çok uzaktı. Hiç başıma gelmeyecek kadar. Hayatıma aldığım ikinci kişinin bana bunu yaşatması beni sarsmıştı. Ne diyeceğimi bilmeyerek yüzüne bakmaya devam ettim. Bu sessizliğim onda konuşma isteği yarattı.
"Açelya'ya aşık olduğunu biliyorum. Özü-" derken sözünü kestim.
"Açelya'ya aşık falan değilim." kendi fikirlerine ve hislerine saygı duyardım ama benim hislerime karar verilmesine katlanamazdım. Açıkça böyle bir şey dememiştim veya ima etmemiştim. Böyle düşünmesi yanlıştı. Başka bir şey demedi. Kucağımdan yavaşça kayarak, yana kendini bıraktı. Bir süre kendime gelmeyi bekledim. Bir süre zihnimin sakinleşmesini istedim. Çığlık çığlığa susmayan zihnime tüm bunlar ağır gelmişti. Tüm gücümü toplamaya çalışsam da, başarısız oldum. Baygın biri gibi kendimi zorla ayağa kaldırdım. Yavaşça suyu kapattım. Sonra ona elimi uzattım. Elime tutunup ayağa kalktı. Duygu selinin içeriside yüzüyordum. Benim için oldukça tehlikeli sulardı. Bugün ikinci kez, başka bir kızla ıslanmıştım. İkinci kez birine el uzatmıştım. Ne düşüneceğimi bilmiyor her şeyi anlık yapıyordum artık. Çok düşünüyor ama hiç birine karar vermeden ana bırakıyordum kendimi. Kafamın karışıklığı, başımı ağrıtıyordu. İkimizde ayağa kalktığımızda, sağ kolumu onun serbest bıraktığı kollarının üzerinden sardım. Onu odasına götürüp, yatağa otturdum. Tekrar banyoya gelip, dolaptan temiz bir havlu aldım. Odasına tekrar girdiğimde öylece duvara bakıyordu. Elimdeki havluyla yanına yaklaştım. İki elimin arasında köprü yaptığım havlunun içerisine saçlarını koydum. Yavaşça ileri geri haraketler yaparak, aşağı indirdim. İki tarafını da kurulayıp, havluyu omuzlarına bıraktım.
"Üstlerimizi değiştirelim, sonra konuşuruz." odadan çıkarken arkamdan kapıyı çektim. Banyoya girip, kapıyı kitledim. Sırtımı kapıya yaslayıp, gözlerim kapalı, derin bir nefes aldım. Gözlerimi açtığımda aynada gördüğüm manzara berbattı. Gözlerimin etrafı kızarmıştı.  Saçlarım gözlerime kadar inmiş, yine ıslaktı. Islanan saçlarımın uçları, diken gibi gözlerime batıyordu. Üzerimdeki sweat ve eşofman ıslaklıktan ağırlaşmıştı. Onları ve bugün ıslattığım diğer kıyafetleri makinanın içine attım. Duşa girdiğimde önce soğuk suyu açtım. Tenime değen suyun soğukluğu titrememe sebep olmuştu. Sıcak suyu açıp, saçlarıma biraz şampuan döküp, köpürttüm. Bu beni rahatlatmıştı. Kaslarım gevşerken 7-8 dakika içerisinde işimi hallettim. Üzerime havlu sarıp, dışarı çıktım. Odama geçip, kapıyı kapattım. Dolaptan yeni, rahat kıyafetler seçtim. Onları üzerime giydikten sonra, koridora çıktım. Kendime düşünmek için vakit bırakmıyordum. Buna rağmen her saniye kafamın içerisinde bir şeyler dönüp, dolaşıyordu. Alina'nın kapısı hala kapalıydı. İçeri yürüyüp kendimi koltuğa bıraktım. Koltukta bir dakika geçmeden, midemdeki açlığı hissettim. Düşünce ve duygu kargaşasından midemi düşünecek vakit bulamamıştım. Yemekle arası çok iyi olan birisi de sayılmazdım zaten. Normalde de çok az yemek yerdim ve yediklerim genelde hazır şeyler olurdu. Bu açlıkla, hemen komidinin üzerindeki, montumun cebinden telefonu aldım. İki büyük boy pizza ve 2,5 litre kola söyledim. Onları beklerken Alina odasından çıktı. Salona elindeki ıslak kıyafetleriyle yürüdü. Saçları da ıslaktı.
"Bu kıyafetleri ne yapayım?" dedi yüzüm hariç her yere bakarken.
"Çamaşır makinasına at. Benimkilerle birlikte yıkarız." kafasıyla onaylayıp arkasına döndüğünde, "Şşt." gibi bir sesle onu çağırdım.
Bana tekrar döndüğünde, "Dolapta saç kurutma makinası da var. Onunla saçlarını kurut. Başın ağrımasın." dedim göz kırparken. Kendi saçım ıslak ve başım ağrırken, uymam gereken tavsiyeleri başkasına veriyordum. Gülümserken tekrar banyoya yürüdü. Onu seviyordum ama aşk gibi duygular beslediğimi düşünmüyordum. Üzülsem de ona belli etmeyecek hatta rahatlatacaktım. Sonuçta aşık olmak yanlış bir şey değildi.

Babasına üzülürken sığınmıştı bana. Sığındığı kollarda onu öldürmeyecektim. Emanet edilen o son nefesi, almayacaktım.

Kendi hislerimi çözmeye çalışıyordum. Benim arkadaşlık isteğiyle yanıp tutuşmam belki ona aşk gibi görünmüştü. Belki de umut vermiştim. Bu düşünceler beni fazlasıyla üzmeye yetti. Bu düşüncelerim ona kızma dürtümü geri plana atıyordu. Kendime rahatlatmaya çalışırken, odaya Alina geldi. Yanıma oturduğunda, saçları hala oldukça ıslaktı. Sessizce odayı izlediğimiz odayı zil sesi doldurdu. Ayağa kalkarken meraklı gözlerle bakan Alina'ya, "Pizza söylemiştim. Onlar gelmiştir." diyerek kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi beklenmedikti. Ben şaşırırken "Seni kahve içmeye çağıracaktım." diye açıklama yaparak, içeri daldı Açelya. Bende peşinden girip, kapıyı kapatırken, Alina'yla göz göze olduklarını gördüm. Açelya lafa devam etti. "Aradım ama..." dedi beklerken. Gözleri yavaşça Alina'nın sonra da benim saçlarıma kaydı. Ve konuşmaya devam etti. "Sanırım işiniz vardı."

Yaptığı imaya kafamı hayır anlamında sallarken ve gözlerimle oldukça şaşırırken Alina lafa daldı,
"Aynen, vardı." ikinci bir şok yaşarken kaşlarımı çatarak Alina'ya döndüm. Resmen yaptığı imayı onaylamıştı. Kısık gözlerle bakarken ne yaptığını anlamaya çalışıyordum.
"Öyle mi?" dedi Açelya yanağının kenarından gülümserken. İkisi de baya zevk alıyor gibi görünse de muhtemelen ben aptal gibi görünüyordum. Gözlerim bir Açelya'ya, bir Alina'ya kayarken tüm mimiklerimi kullanıp, tek bir kelime etmiyordum.

Her şey çok hızlıydı. Zaman çok hızlıydı. Ve ben zihnimdeki bu ağırlıkla, hiç bir şeye yetişemiyordum.

Açelya devam etti, "Pek zevkli bir iş galiba. Ha Tugay?" sorusuyla birlikte ikisi de bana dönünce elim ayağıma dolaşmıştı. Böyle şeylerin, böyle açık açık konuşulmasına inanamıyordum. Yok artık gibi bir bakış yapıp sonunda lafa daldım. "Bunu Alina'nın babasının vurulduğu şartlarda yapmasıydık, evet. Sanırım baya zevkli olurdu." Alina inanamayarak gözlerime bakarken, Açelya'da şok olmuştu. Alina yaptığı imayı kabul etmeseydi bunu söylemek zorunda kalmayacaktım. Beni mecbur bıraktığı bir şeye kızamazdı. Alina'nın gözleri dolarken başka bir şey demeden, ayağa kalkıp odasına hızlı adımlarla gitti. Açelya'yla kalıp ona mı açıklama mı yapmalıyım yoksa Alina'nın yanına gidip ondan mı özür dilemeliyim bilmiyordum. Hemen Açelya'nın yanına yaklaşıp konuşmaya başladım.

"Bilmediğin şeyler var. Bir süre aynı evde kalmak zorunda olmamız, sürekli bizi yanlış anlayacağın anlamına gelmiyor."

"Bilmediğim şeyler, babası vurulduğu için, onu duşla teselli etmen mi?"

"Öyle bir şey yok Açelya. Duşa kabinde ağlıyordu. Yanına oturdum. İkimizde de kesinlikle kıyafet vardı." gözlerimi devirdiğimde sinirlenmeye başlıyordum. Elimi başıma koyup, başımı ovalamaya başladım.
"Sonra konuşalım mı?" yalandan bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım, yüzüme. "Görüşürüz." ve cevabını bile beklemeden Alina'nın odasına koştum.

Kendime bile açıklayamadığım şeyleri, başkalarına açıklamak zorundalığı beni yıpratıyordu.

Alina'nın odasına girdiğimde, sırtını yatağın başlağına yaslamış ve bacaklarını kendine çekip, kollarıyla sarmış, yüzüne de arasına gömmüştü. Yavaşça yürüyerek, tam karşısına oturdum. Derin bir nefesi içime çekip, kendime şans diledim. İlk önce bacaklarına sardığı kollarını ayırdım, sonra yüzünü, yüzüme hizaladım. Buna rağmen gözleri aşağıya bakıyordu. Yanlış bir şey söylememek için sözleri içimde seçtim. Ve konuşmaya başladım.
"Özür dilerim. Bunu söylemem pek doğru değildi, mecbur bırakılmasaydım." gözlerini sıkıca yumdu. "Bana olan hislerine karşı değilim tabi ama benden karşılık vermemi bekleme Alina. Ve mümkünse, karşılık veriyormuşum gibi de davranma." tüm gücüyle sıktığı gözlerinden aşağıya, bir damla hızla aktı. O damla benim yüreğime, köz olarak düştü. Kelimeler boğazıma dizilirken, kendimi devam etmek zorunda hissettim. Cümlelerce devam edebileceğim konuşmaya sadece bir kelime daha ekleyebildim.

"Üzgünüm..."

İçim daralırken, Alina'ya yaklaşıp kollarımı bedenine sardım.

Duyguları adlandırmak bana göre değildi. Ne hissediyorsam öyle davranırdım. Alina'nın bana karşı, herkesin "aşk" dediği şeyleri hissetmesi, ona olan hislerimi değiştirmeyecekti. Ona olan sevgim azalmayacaktı.

Kollarımın arasında hıçkırıkları artarken bu davranışımın, ruhunu daha çok acıttığını anladım. Bedeninden yavaşça ayrıldım. Onu daha fazla incelemeden direkt odadan çıktım. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Yaptığı yanlışların farkındaydı ama duygu kargaşalarından rahat hareket edemiyordu. İçeri geldiğimde Açelya ortalıkta yoktu. Derin bir nefes çekip, anlayışla karşılamasını bekledim. Koltuğa oturmadan kapı bir kez daha çaldı. Kapıyı açtığımda bu sefer gelen siparişlerdi. Siparişleri alıp, masanın üzerinde hazır hale getirdim. Bardakları da getirdikten sonra Alina'nın kapısına gittim. Kapıyı iki kez tıklattıktan sonra açtım. Balkonda kollarını bedenine sarmış öylece duruyordu. Saçları rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu. Bu görüntüyü dışarıdan izlemek bile soğuktan içimi ürpertmişti. Balkonun kapısına gelip, "Şşt" diye seslendim. Bir kaç saniye sonra arkasına döndü. "Hadi gel. Yemekler de soğumasın, sende." Gülümsememe kafasını sallayarak karşılık vermişti. Ben odadan çıkmak üzere yürürken adımlarını arkamda hissediyordum. Koltuğa oturduğumda, biraz mesafe bırakıp yanıma oturmuştu.

Pizzaların dilimini ayırmak için pizzaya uzandığımda lafa girdi, "Özür dilerim Tugay." Pizzayı bölmeye devam ederken cevapladım, "Sonunda özür olduğunu bildiğin davranışlar yapmamaya dikkat et Alina. " Kafamı kaldırmadan kopardığım dilimi kocaman ısırdım. Sinirli bir tonlamayla söylememiştim, alınmasın diye. Sinir yoktu ama ciddiyet hakimdi. Bunun farkında olduğundan bir şey demedi. Ben yüzüne bakmadan karnımı doyururken, o hiç bir şey yemiyordu. Bir dilimim bittiğinde devam etti, "Zaten babam için İstanbul'a tekrar dönmem gerek. Yarın sabah gideceğim." cümleyi kafasında toparlaması zor olmuştu. Lokma ağzımda büyürken, ona döndüm.
"Tekrar buraya dönecek misin?"
"Dönmemi ister misin?"
"Hiç bir zaman benim için gelmemiştin. Dönüşünde olacaksa benim için değil, hiç başlayamadığın gezmen için olsun." kafasını sallayıp birden önündeki pizzaya girişti. Tek kaşım havada onu izlerken, yanağımdaki hafif tebessümle bende yemeğe gömüldüm.

Yemeğin geri kalanı sessiz geçmişti. Ben pizzamı tamamen bitirmişken, Alina'nın iki dilimi hala duruyordu. Cebimden telefonumu çıkartıp onunla oyalanmaya başladığımda Alina hiç bir şey yapmadan, koltuğun üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu. Kim bilir kafasından neler geçiyordu. Kendi kafamdakilerin hızına yetişemezken, bir başkasını düşünemiyordum. Sorgulamadan telefonuma bakmaya devam ettim. Daha sonra aklıma Açelya geldi. Anlık olarak bir şeyler yazmak istemiştim ama doğru bir zamanlama mı değil mi kestiremiyordum. Bu sebeple yazmadım. Suskunluğumuzun devam ettiği saatler ardından uyku çöktürmüştü. Ayağa kalkıp, "Uykum geldi, ben yatıyorum Alina. İyi geceler." dedim. Alina ilk önce bakışlarını bana çevirdi. 3-5 saniye söylediklerimi algılamaya çalıştı. Kendini toparladığında sadece, "Sana da iyi geceler." diyebildi. Gülümseyerek önce lavaboya gittim. Dişlerimi fırçaladıktan sonra odama geçtim. Yatağıma uzandığımda zaten uyukladığım için telefonumu şarja taktım. Işığı kapatmıştım ama komidinin üzerindeki abajur etrafımı aydınlatıyordu. Sarı ışık eşliğinde uykuya dalarken, uyumadan önce abajuru kapattım.

Gözlerimi araladığımda, bir süre tavana esneyerek baktım. Telefonuma uzandığımda, hemen ekrana baktım. Saat 09.26'ydı. Uyuyakaldığım için hemen yataktan fırladım. Alina'yı havalimanına ben bırakacaktım. En azından kafamda böyle düşünmüştüm. Karşı odaya baktığımda oda boştu. Bir yandan mutfağa gidiyor, bir yandan numarasını tuşluyordum. Mutfağa girdiğimde gördüğüm şey beni şaşırtmıştı. Masanın üzerine tek kişilik bir tabak hazırlanmış, etrafına reçel, simit, nutella gibi şeyler konulmuş ve bir bardak meyve suyu vardı. Tek kaşım şaşkınlıkla havalanırken, tuşladığım numarayı aradım. Bir kaç çalıştan sonra, telefonu direkt,
-"Sonunda uyanmışsın uykucu." diyerek açtı. Gülümserken cevap verdim,
-"Ee ben bırakırdım seni, neden beklemedin?"
-"Yük olmak istemedim. Ayrıca ne demek beklemedim? Seni hala bekliyorum."
-"Nasıl yani?" diye sordum anlamayarak.
-"Bilmem, belki sende İstanbul'a gelirsin diye düşündüm." bir süre kafamda söylediğini tarttım.
-"Sanmıyorum Alina." diyebildim. İstanbul benim en büyük yenilgimdi. Tekrar oraya dönmek, kısa süreliğine gitmek bile bana ne kadar zarar verebilirdi kestiremiyordum. Acılarımı da o şehirle birlikte arkamda bıraktığımı düşünerek gelmiştim. Oraya geri dönmek; iyileşmeyecek yaramın, yara bandını sökmek demekti. Bunu göze alamazdım. Cevabımdan sonra Alina üstelemedi. Pek bir şey konuşamadan telefonu kapattık. Bana hazırladığı son olma ihtimali yüksek olan kahvaltıdan yedim. Hazır şeylerin bile tadı daha güzel gelmişti sanki çünkü ben kendime bundan sonra hazırlamayacaktım. Tadını çıkara çıkara yedim. İyice oyalandıktan sonra saati öğle etmiştim. Hafiften canım sıkılmaya başlamıştı. Neler yapsam diye düşünüyordum. Sonra aklıma müzik dinleyerek yürüyüş yapma fikri geldi. Hava bunun için uygun gibi görünmese de benim için önemli değildi. Aksine hoşuma giderdi. Üzerimi değiştirdikten sonra kulaklığımı da yanıma aldım. Kapının önünde ayakkabılarımı giyerken, deli gibi Açelya'yı da çağırmak istiyordum. Bunun için önce konuşmamız gerekeceği için vazgeçmiştim. Konuşmayı ne kadar ertelersem benim için o kadar iyi olacak gibiydi.

Yürüyüşe başlayalı 15-20 dakika kadar olmuştu. Dinlenmek için banklardan birine oturdum. Yorulmamıştım ama nefes nefeseydim. Tam o sırada doğru düzgün soluklanamadan telefonum çaldı. Ekranda "Anne" yazısını görünce derin bir nefes alıp telefonu açtım.
-"Efendim?"
-"Napıyorsun oğlum?"
-"Yürüyüşe çıkmıştım öyle. Bir şey mi oldu?" bir an önce söyleyeceğini öğrenip kurtulmak istiyordum. Biliyordum, bir şey diyecek olmasalar aramazlardı.
-"İstanbul'a gelmen gerek." zaten almakta zorlandığım nefesler boğazımda birikmişti.
-"Hayır, değil." ses tonumu ciddi ve kesin tutmaya çalışıyordum ama bu konular her açıldığında afalladığım doğruydu.
-"Sana fikrini sormadık Tugay." diyerek bağırdığında şaşırmıştım. Dışarıda olduğumu görmesine rağmen, bu kadar bağırdıysa işler sandığımdan ciddiydi. Onlar için normalde insanların ne dedikleri daha önce gelir, saygınlıklarını bozmamak için yalnız kalmayı beklerlerdi.
Oysa saygıyı muhattabına duymalıydı, çevredeki seyircilere değil.
-"Sonra konuşalım." dedim sesimi sabit tutmaya çalışıyordum ama bu beni oldukça zorluyordu.
-"Sonra konuşmayacağız, görüşeceğiz. Biletinin bilgilerini mesaj olarak atacağım. Akşama hazır ol." dedi ve suratıma kapattı.

O sıra çok şiddetli bir rüzgar esti sanki.
Kulaklarıma üfledi, tenimi yakıp geçti.
Zihinimi rahatsız etti.
Kanım çekildi. 

Gücümü toplayarak kendimi eve attım. Bir süre kendimi toparlamaya çalışsam da beceremeyince valizimi hazırlamıştım. Şimdi salonda öylece yanımdaki valizle oturuyorduk.

Yorgundum.
Halsizdim.
Belki güçsüz.
Sırtımda bir yük vardı, ruhumu ezen.

Saatler akşam 20.10'u gösterirken, 21.00 uçağım için evden çıktım. Ayakkabılarımı giyiyordum. Tam o sırada üst katın kapısı açıldı. Ayakkabılarımı giyerken, Açelya elinde bir tabakla aşağı iniyordu. Beni görünce şaşırdığını anlamıştım ama bilinçli bir şekilde yüzüne bakmıyordum. Ayakkabımı bağlamak için ayağımı koyduğum, merdivenin ikinci basamağına oturdu. Ayakkabıya bakma bahanesiyle kafamı yukarı kaldırmamıştım ama şimdi bakışlarımın hizasında oturuyordu. Ayağımı çekip, duruşumu düzeltmeye çalıştım. Bana öylece bakıyordu. Ne desem ne söylesem bilemiyordum. Konuşmayacağımı anlayınca gözleri etrafımda dolaşırken valize takıldı. Gözleri tekrar beni buldu. Elindeki tabağı basamağa bırakarak, ayağa kalktı. Son iki basamağı da inip benim hizama geldi.

-"Nereye?" diye sordu. Dümdüzdü sesi. Duygusuz.
-"İstanbul'a." oysa benim sesim oldukça titremişti.
-"Vedalaşmadan yani öyle mi?" derken sesinde bir kırgınlık vardı. Bir duygu bulabildiğim için sevinmiştim.
-"Veda gerektirecek bir süre değil." diye kestirip attım.
-"Vedanın ne zaman gerekeceğini bilemezsin. Kader senin planındaki süreye göre işlemez." gözleri dolmuştu. Gözlerim dolmuştu.
-"Sanırım vedalarla aram iyi değil." yüzümde buruk bir tebessüm kendini belli etti. Bir şey demeden sadece kafasını salladı. Arkasındaki basamağa uzanıp tabağı aldı.
-"Kek yapmıştım sana da getireyim hem konuşuruz diye düşünmüştüm. Sonra görüşürüz o zaman." dedikten sonra merdivenleri çıkmaya başlayacakken bir anlık içtenlikle lafa daldım,
-"Bana yolda yemem için biraz verir misin?" tadını merak etmiştim ve zaten benim için getirmişti. Yani benim hakkım olduğu için isterken utanmamıştım. Gülümsemesini gizlemeye çalıştığını bilinçli belli etmişti. Bu detay daha çok hoşuma gitti. Çıktığı merdivenleri inip, tabağın üzerindeki peçeteyi aldı. Peçetenin içerisine kesilmiş iki dilim kek koydu. Bana uzattığında, gözlerine bakarak elinden aldım. Başka bir şey demeden yukarı çıktı. Yanımda onu da götürmeyi ne çok isterdim ama böyle bir şeye hakkım yoktu.

Sanki oyuncağını bıraktığı an kaybolacakmış gibi hisseden bir çocuk gibiydim. Sanki döndüğümde onu bulamayacak gibi.

Valizimle daha merdivenleri inerken, kekin birini mideye indirmiştim. Tadı gerçekten çok güzeldi. İçindeki tane çikolatalar erimiş, azıcık eklenen limon hoş bir tat vermişti. Kekin tadı damağıma imzasını atmıştı. Belki de ben daha önce gerçekten kötü kekler yemiştim. Motorla gidemeyeceğim için çağırdığım taksi dakikalar içinden binanın önünden beni almıştı. Hızla havalimanına gidiyorduk. Her ilerleyişimizde daha da çok geriliyordum. Ne yapacağımı bilemiyor, kapana kısılıyordum. Hiç geçmesin istemediğim dakikalar, sanki saniye gibi geçmişti. Zaman inadıma hızlanmıştı. Havalimanına geldiğimde taksiden inip, bol bahşişli bir şekilde parayı ödedim. Havalimanının içerisine girdiğimde gözlerimi etrafta dolaştırdım. Küçücük yer ne kadar çok duyguya ev sahipliği yapıyordu. Kimisi üzgün, kimisi kırgın, kimisi pişman, kimisi heyecanlı ve kimisi mutluydu. Uçağım doğru, valizimden çok kendimi sürüklüyor gibiydim. Nihayet uçağa binip, koltuğumu buldum. Cam kenarıydı. Bilinçli bir şekilde. Her ne kadar karşı olsa da özgürlük isteğimi anlıyordu annem. Uçak havalanmaya başladığında, midemi bir sıcaklık bastı. Negatif duygularımın yerini kısa süreliğine heyecan almıştı.

Gökyüzüne kavuşmak, içimi eritiyordu. Sanki en yakın arkadaşımmış gibi. Yuvam gibi. Beni asla yalnız bırakmayacak gibi.

Bir kaç saat havada süzülmenin ardından iniş başlamıştı. Tüm yolculuk boyunca içimde bir bulutla gezmiştim sanki. Yolun nereye varacağını unutmuş, huzurlu bir yolculuk yapmıştım. Havalimanına indiğimizde çoktan babamın arabaları beni hazır bir şekilde bekliyordu. Bu manzara şimdiden içimi daraltmıştı. Uçaktan indiğimi gören 2 tane damatlık giymiş adam, koşmadan ama hızlı adımlarla yanıma geliyordu. Gerilmiştim. Ayaklarım geri adım atmak istemişti ama ben öylece kalmıştım. Gözlerimi sıkıp, bir nefes aldım. İkisi de yanıma geldiklerinde valizimi aldılar. Birisi valizle yürümeye başlamış, birisi öylece yanımda dikilmişti. Sinirlenmiş bir şekilde dik dik bakmıştım ama yok. Hiç üzerine alınmıyordu. Sinir kaşlarımı çatarken, sert adımlarla yürümeye başladım. Siyah arabaya yaklaştığımızda, arka kapı benim için açıldı. Ben oturduktan sonra bagaja valizim koyuldu. İkisi de ön koltuğa geçti. Şöför arabayı çalıştırdı ve gaza asıldı. Sanki kaçacakmışım veya kaçırılıyormuşum gibi davranıyorlardı. Bu çok rahatsız edici durum, kaçma isteğimi arttırıyordu. Yol yarım saatten az sürdüğünde nihayet tanıdığım bir sokağa giriş yapmıştık. Bizim sokağımıza. Zaten yıllardır burda yaşamamıza rağmen üst sokağımızı bile tanımazdım.  Yaşadığın yeri bile bilememek can yakıcıydı. Araba kapının önünde durduğunda, demir kapı bizim için açıldı. İçeri girdiğimizde araç bahçede durdu. Bunun benim inmem için olduğunu anladım. Sakince arabadan indim. Ben indikten sonra araç bahçenin içerisinde, garaja doğru ilerledi. Bense öylece dikilmiş, çocukluğumun zindanına bakıyordum. Çocukluğuma bakıyordum.

Merhaba küçüğüm,
Biliyorum acıyor canın. Yanıyor ruhun. Çıkamıyor sesin, kesiliyor nefesin. Hayallerinin gökkuşağına karışıyor, gerçeğin siyah mürekkebi.
Büyümeyi bekliyor yaşın, kurtulmayı bekliyor benliğin. Kaçıp gitmek isterken, takılıyor zincire ayakların. Ne kadar büyüsen de, ilerlemiyor yaşın. Yorgunsun ama pes etmek için yolun daha çok başındasın. Yolda kayboldukça, siliniyor bilincin. Hafızandaki son bilgiyle, yeri geliyor kalkıyor başın göğe, yeri geliyor iniyor denizin derinliklerine. En uç noktalarda buluyorsun kendini çünkü biliyorsun huzurun orada beklediğini. Mavinin en derin tonlarında hissediyorsun sevgiyi. Bekliyorsun orada, gelecekteki kendini. Gözlerindeki yaşın bulanıklığından görüyorsun, geleceği. Yuvanı buluyorsun, yerin ve göğün birleşimi olan ufukta. Zihninde hissediyorsun özgürlüğü. Aynı zihinde biliyorsun, özgürlüğüne olan tutsaklığını. Bulanıklaşıyor zihnin. Gidiyor özgürlüğün, kalıyor tutsaklığın...

Bölüm Sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

7M 407K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
1.2M 22.5K 38
Bedenim bir ateşte kavrulurcasına karıncalanıyordu ve o, O beni izliyordu. Eşsiz bir manzarayı izliyormuşçasına, sadece tutkuyla harlanan bedenleri...
920K 64.3K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
28.6K 1.8K 33
Nedir senin gerçeğin? Aşk kime yakışır? Vuslat kime? Canı seni çekene mi? Senin için canından vazgeçene mi?