KOYU LÂCİVERT SEVDA

By Asli_Han1453

8.9M 519K 291K

Bir asker ve yârinin hikâyesi... "Bu sevda Bende bittiğinde Sende başlarsa, Seni asla affetmem." "Akif Karan... More

LÂCİVERT | TANITIM
LÂCİVERT | GİRİŞ
LÂCİVERT | BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ZEMHERİ
LÂCİVERT | İKİNCİ BÖLÜM ♤ MÂVERA
LÂCİVERT | ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂL
LÂCİVERT | DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ AFİTAP
LÂCİVERT | BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ EFGAN
LÂCİVERT | ALTINCI BÖLÜM ♤ MÜPHEM
LÂCİVERT | YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAR ÇİÇEĞİNİN MÂTEMİ
LÂCİVERT | SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YARA BANDI
LÂCİVERT | DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ LÂCİVERT SEVDAYA DÜŞEN İLK CEMRE
LÂCİVERT | ONUNCU BÖLÜM ♤ PENCERE DEMİRLERİNDE AÇAN GÜLLER
LÂCİVERT | ON BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYA BOĞULAN LÂCİVERTLER
LÂCİVERT | ON İKİNCİ BÖLÜM ♤ DİZ KAPAKLARINDAN ÖPÜLEN KADIN
LÂCİVERT | ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ YAPRAKLARINI DÖKEN ÇINAR AĞACI
LÂCİVERT | ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ YANIMDA KAL, ÇOK GEÇ RASTLADIM SANA
LÂCİVERT | ON BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ SENDEN ÖNCESİ HARDI SONRASI YANGIN
LÂCİVERT | ON ALTINCI BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN KAR ÇIÇEKLERİ
LÂCİVERT | ON YEDİNCİ BÖLÜM ♤ EVVELİM SEN OLDUN, AHİRİM SENSİN
LÂCİVERT | ON SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖZ ÇEMBERİNDE ÇİÇEKLER AÇTIRAN KADIN
LÂCİVERT | ON DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ KURT VE ATEŞE UÇAN USLANMAZ KELEBEK
LÂCİVERT | YİRMİNCİ BÖLÜM ♤ BİR GÖNLE İKİ SEVDA SIĞDIRAN KADIN
LÂCİVERT | YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ DARGIN
LÂCİVERT | YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ EVİM ŞU GÖĞSÜNDÜR
LÂCİVERT | YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ KARAYEL FIRTINASINA TUTULAN MOR MENEKŞELER
LÂCİVERT | YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ DİŞİ KURT
LÂCİVERT | YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ DÜŞ KUYTUSU
LÂCİVERT | YİRMİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ÇAKALIN PENÇESİNE HAPSOLAN YARALI ANKA
LÂCİVERT | YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ VEDA BUSESİ
LÂCİVERT | YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GECEYE SIĞINMA TALEBİ
LÂCİVERT | OTUZUNCU BÖLÜM ♤ GÖNLÜMDE TÜTÜYORSUN, ASKERİM
LÂCİVERT | OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SERDENGEÇTİ
LÂCİVERT | OTUZ İKİNCİ BÖLÜM ♤ HASBELKADER
LÂCİVERT | OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ ŞAİRİN MÜREKKEBİ TÜKENDİ, KALEM KIRILDI
LÂCİVERT | OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♡ KAN KOKAN KIZIL GONCA
LÂCİVERT | OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜZ DÖNÜMÜNDE AÇAN SARDUNYALAR
LÂCİVERT | OTUZ ALTINCI BÖLÜM ♤ HARABE
LÂCİVERT | OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖĞÜN KOYNUNDA
LÂCİVERT | OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ ALTIN KAFESE HAPSOLAN SERÇE
LÂCİVERT | OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GİRİFT
LÂCİVERT | KIRKINCI BÖLÜM ♤ KANADI KIRK YERDEN KIRILMIŞ GÜVERCİN
LÂCİVERT | KIRK BİRİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT HAYALLER
LÂCİVERT | KIRK İKİNCİ BÖLÜM ♤ EFSUN
LÂCİVERT | KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ SİYAH BEYAZ GÜLLER PART I
LÂCİVERT | KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT BİR GECE PART II
LÂCİVERT | KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜNEŞE TUTULAN KARANLIK
LÂCİVERT | KIRK ALTINCI BÖLÜM ♤ MUTLULUĞA DÜŞEN GÖLGELER VE İZLERİ
LÂCİVERT | KIRK YEDİNCİ BÖLÜM ♤ HÜZÜN YÜKLÜ BULUTLAR
LÂCİVERT | KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ GELMEMEYE GİDİŞLER & BAZI KAVUŞMALAR
LÂCİVERT | KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM ♤SICAK BİR YUVA & KIRILAN BİR KALP
LÂCİVERT | ELLİNCİ BÖLÜM ♤ GÖLGELER & KARANLIĞIN İZLERİ
LÂCİVERT | ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SESSİZLİĞE GÖMÜLEN VEDALAR
LÂCİVERT | ELLİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ SAKLI ARZULAR
LÂCİVERT | ELLİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ AŞKA TUTSAK EDİLEN DÜŞLER
LÂCİVERT | ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ BİR KURŞUNA SIĞDIRILAN HAYATLAR
LÂCİVERT | ELLİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYI SEVMEK
LÂCİVERT | ELLİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER
LÂCİVERT | ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAHRAMAN
LÂCİVERT | ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YÜREĞE İŞLENEN KORKU
LÂCİVERT | ELLİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GERİ SAYIM; TİK TAK TİK TAK
LÂCİVERT | ALTMIŞINCI BÖLÜM ♤ BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ
LÂCİVERT | ALTMIŞ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SAVRULAN KÜLLER
LÂCİVERT | ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM ♤ GECESİ ZEHROLAN BİR GÜNE UYANIŞ
LÂCİVERT | FİNAL ♤ KOYU LÂCİVERT BİR GECE & AY TUTULMASI
Özel Bölüm | Duha & Göktürk I
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste I
Özel Bölüm | Duha & Göktürk II
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste II

LÂCİVERT | YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ ASKER YOLU

153K 7.8K 6.9K
By Asli_Han1453

Merhaba, lâcivert çiçeklerim.

Yoklama alalım bakalım, kimler burada?

Nasılsınız, ben aşırı yoğunum.

Epey uzun bir bölüm oldu. Oy ve yorumları esirgemeyin. 

Satır araları çiçeklerinizle dolsun ♡

Keyifli okumalar diliyorum, okuduğunuz saati paylaşır mısınız?

YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM 

ASKER YOLU

Arda teğmenin bakışları anında alayvârilikten sıyrılarak öfkeyle kaplandığında içimi büyük bir tedirginlik sardı. Pek tekin birine benzemiyordu ve Akif Karan'ın da ondan zerre haz etmediğini anlamıştım.

Kibirli tavrıyla öne doğru bir adım atarak Akif Karan'la aralarındaki iki adımlık mesafeyi bir adıma düşürdü. "Laflarınıza dikkat edin, üsteğmenim. Mesai saatleri dışında emir eriniz değilim!"

Akif Karan'ın valizleri kavrayan iri parmaklarının sıklaşarak, boğumlarının beyaza çaldığını gördüğümde sinirlendiğini fark ettim. 

Uyuşan parmaklarımı kısa bir açma-kapama hareketiyle rahatlattıktan sonra bileğini tutup avuç içime bastırdım. Teni her zamankinin aksine buz gibiydi. Benim temasımla omzunun üstünden tüm duyguları kaskatı kesilen lâcivertleriyle korku dolu gözlerime baktı. 

Sesime yansıyan korku ve tedirginlikle, "Eve gidelim, sevgilim," dedim. Bu adamla uğraşmasını, canını sıkmasını hiç istemiyordum.

"Berceste Hanım doğru söylüyor. Bu soğukta üşümesin sevgiliniz komutanım," diyen adamın pişkin tavrıyla başımı hiddetle ona çevirdim. 

"Mesai saatinde olmayabilirsiniz ama bu sizi üstünüze karşı saygısız bir konuma düşürmemeli. Kapının önünden çekilirseniz evimize gideceğiz! Ayrıca benim üşüyüp üşümemem sizi alakadar etmez!"

Kaşları havalanıp eğreti bir gülümseme yüzüne yayıldığına gerçekten ilginç bir adam olduğu kanısına vardım. İlle de kaba kuvvetten mi anlayacaktı?

Başını onaylar biçimde aşağı yukarı salladı, "Pekala," dedi düz bir sesle.

Zuhal teyze gururla, "Ne güzel konuştun öyle kızım," dedi. Gülümsemek istedim ancak yanımdaki adamın gerginliği buna izin vermiyordu.

"Görüşmek üzere," diyerek yanımızdan geçip gideceği an Akif Karan ellerindeki valizleri eş zamanlı yere bırakmış ve çevik bir hareketle tek elini Arda teğmenin boğazına sararak hiç zorlanmadan iri bedenini sertçe zillerin monteli olduğu duvara çarptırmıştı. Üzerinde incecik bir gömlek olduğundan mıdır nedir, kemiklerinin çarpma anındaki sesi bize ulaşmıştı.

Zuhal teyze ile ikimizin ağzından korku dolu bir nida döküldü. Öne doğru bir adım attığımda Zuhal teyze kolumdan tuttu. "Dur kızım," deyince geriledim. "Sinirini çıkarmazsa daha çok delirir,"

Akif Karan'ın göğsü öfke dolu soluk alışverişinin etkisiyle hızla kabarıp sönerken tehditkâr bir sesle konuştu. "Sabrımı sınamaya kalkışma Arda! Nefesini keserim, kimsenin ruhu duymaz. Benim aileme gözünün ucu değmeyecek, bu seni son uyarım," 

Arda teğmenin biraz önceki sinir bozucu sırtışının yerini korkuyla çevrili kesik soluklar almıştı. Kesik nefeslerinin arasından zorlanarak konuştu. "Anladım, bırak lan beni!"

Akif Karan erkeksi bir hareketle boynunu kütlettikten sonra sanki onu hiç duymamışcasına parmaklarını sıklaştırdığında Arda teğmenin yüzü kızarmıştı. "Yedi sülaleni düzerim. Gökhan gibi sevdiğim kadına el uzatmana, dil uzatmana sessiz kalmam! O çocuk senin yüzünden kendi silahıyla intihar etti! Bunu bilmiyor muyum lan ben! Allah şahidim olsun Berceste'ye bir kez daha bakmaya cüret et, kimseye bırakmam ben öldürürüm seni!"

Bu adam iğrenç bir insandı. Duyduklarımla âdeta kanım donmuştu. Bir başkasının sevdiği kadına yan gözle bakabilen erkekten daha aşağılık durumda olan bir varlık yoktu. Nasıl bir vicdansızlıktı? Hiç mi üzülmemişti o adamın intiharına da hâlâ bu zihniyetini sürdürüyordu. Kapkaç olayında onu daha ilk görüşümde bakışlarından korkmuştum. Akif Karan'ın nefretinin nedenini şimdi çok iyi anlamıştım. Duyguları arasında sadece kıskançlık değil tiksinti de vardı. Ben de tiksiniyordum bu adamdan.

Eğer Gökhan'ın ölümüne sebep Arda'ysa nasıl mesleğine devam ediyordu ki?

Düşüncelerimden sıyrılarak bakışlarımı Akif Karan'a ve boğazına yapıştığı insan müsvettesinde gezdirdim. 

Boğazındaki baskının etkisiyle yüzü kıpkırmızı kesildiğinde ölüp Akif Karan'ın başını derde sokacağı korkusuyla, "Akif bırak," dedim.

Zuhal teyze de endişe dolu bir sesle, "Karan lütfen bırak annecim," dedi. O da ileri gittiğini fark etmişti.

Akif Karan, "Umarım anlatabilmişimdir derdimi!" deyip sıktığı boynu serbest bıraktığında Arda teğmen kesik kesik öksürerek dizleri üstünde yere çöktü. 

Başını kaldırarak zehir yeşiline dönen gözlerindeki kızıl çatlaklarla, "Bu burada kalmaz, Akif!" dedi, neredeyse ölecek olmasına rağmen hâlâ böyle beylik laflar edebiliyordu. 

Akif Karan yeniden onun üstüne doğru yürüyeceği an iki elimle koluna yapıştım. "Akif, lütfen söylediklerini duyma. Canımızı sıkmasına izin vermeyelim. Evimize gidelim, canımın içi."

Akif Karan onun yerde kıvranan bedenine bakarak, "Orospu çocuğu!" dedi sertçe. 

"Berceste doğru söylüyor oğlum. Belli ki arsız bir oğlan, canınızı sıkmaya değmez," Zuhal teyzeyle onu kolundan tutup Arda'dan uzaklaştırdık. 

Valizleri alarak kapıdan girdiğimizde, "Bir daha bakmaya cüret etsin, o zaman nasıl kazığa oturtuyorum onu!" diye söylendi. Öfkesi zerre azalmazken göğsü kontrolsüzce alıp verdiği nefeslerin etkisiyle hızla kabarıp sönüyordu. 

Asansörün kabinine girip kat numarasına bastım. Akif Karan'ın tüm vücudu kaskatı duruyordu.

Zuhal teyze sessiz kaldığından ben de ona uydum. Sinirlendiğinde yaklaşmamak en iyisiydi galiba.

Asansörden indiğimizde Zuhal teyze beni yanaklarımdan öptü. "Akşam gel annem, gitmeden vakit geçiririz," 

Aklım hâlâ Akif Karan'dayken, "Gelirim tabii," deyip ben de onu öptüm.

Zuhal teyze Akif Karan'ın açtığı kapıdan içeriye girerken küçük çantamla birlikte yanıma gelen adamın koluna tutunup parmak uçlarımda yükseldim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Teni hâlâ buz gibiydi. "Asma suratını," dedim ellerimi beline dolamadan önce. Onun canı sıkıldığında, morali bozulduğunda hiçbir şeyden zevk alamıyordum. Onun canı benim canım olmuştu.

Kolunun birini sırtıma sardığında göğsüne sokuldum. Derin bir nefes alarak sakin bir ses tonuyla, "Bakma sen bana," deyip beremi çıkardı ve saçlarımın üstünden öptü. "O herifi de kafana takma, havlayan köpek ısırmaz,"

"Sana zarar vermez değil mi?" dedim, tek korkum buydu. Kimseden korkusu yok gibiydi, Akif Karan'a zarar vermesinden korkar olmuştum. Bir adamın ölümüne sebep olan, sonrasında da elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşan biriydi ve Akif'in burnunun dibindeydi.

"Bir bok yapamaz," dedi saçlarımın arasına sızan ılık nefesiyle. 

İçimden Allah'a yalvardım. "Lütfen Allah'ım, Akif Karan'a zarar vermesin, onun canını yakmasın."

"Sana bir sürprizim var," diye devam etti öfkesinden tamamen sıyrılan sesiyle.

Çenemi göğsüne yaslayarak alttan yüzüne bakmaya çalıştım. "Sürpriz mi?" dedim şaşkınca. 

"Hmm," dedi kısık bir tonda. Şakağımda duran saç tutamlarını parmağının sırtıyla geriye doğru iteledi. "Evde seni bekliyor,"

Kaşlarımı merakla havalandırdım. "Senin evinde mi?"

Dudağının kıyısında muazzam bir kıvrım meydana geldi ve dilini damağına vurarak cıkladı. "Argun'un evinde, kaldığın odada,"

İçimi saran merakla, "Ne ki?" dedim kalbim pır pır atarken. "Heyecanlandım," zira babamdan başka kimse bana sürpriz yapmamıştı. Doğum günümü o adam hayatıma girmeden önce kutlamaktan hoşlanırdım. Tabii annemde yaşıyordu o zamanlar. Ölüm bazı şeyleri büsbütün unutturuyordu insana.

"Seni heyecanlandırmak benim için onurdur, güzelim," deyip yerine gelen neşesiyle göz kırptı. 

İç çektim. "Gideyim mi o zaman?"

Göğsü aldığı nefesle kabardığında gövdesine yasladığım çenem de onunla birlikte senkronize bir şekilde hareket etmişti. "Git bakalım. Akşam geldiğinde odama atarım nasıl olsa," deyince omzuna hafifçe vurdum. 

"Terbiyesiz," dedim kızarak ve kızararak.

Çarpık gülümsemesiyle, "Elbette yavrum, odamda terbiyesizlikler de yapacağız," dedi. Benimle uğraşmaya bayılıyordu. Laf cambazlığına başladığına göre hemen gitmeliydim, yoksa daha çok takılırdı bana.

Kollarından çıkmak istediğimde her iki kolunu da gövdeme sararak buna engel oldu. Gövdesine yaslı duran bedenim bundan gayet memnun oldu. Sıcaklığı beni sakinleştirip huzuru tattırıyordu. Kokusu buram buram hem kalbimi hem de ciğerlerimi kuşatıyordu. 

Kızgınlıktan çok hoşnutlukla, "Edepsiz misin acaba?" diye sordum.

"Çok," deyip burnunu burnuma sürttü. "Seni görünce hep edepsiz olasım geliyor,"

Utançla inledim. "Akif!"

Yanağımı öpüp dudaklarını çekmeden konuştu. "Güzelim," dedi etkileyici bir tonda. Yelkenlerimi hemen suya indiriveriyordum. Hiç kızgın kalamıyordum ki bu adama.

"Gidip evde rahatça utanayım, hadi bırak," dedim utana sıkıla.

"Burada utanıyorsun işte," deyip burnunu kulağımın altındaki bir noktaya değdirip derince nefes aldı. "Utanmadığın anların çetelesini tutacağım ama öyle bir an ne yazık ki yok,"

"Senin gibi edepsiz mi olayım?"

"Halbuki henüz hiç edepsizlik yapmamıştım," deyip alnını alnıma bastırdı. Nefesi kuvvetle dudaklarıma çarpıyordu. 

"Akif Karan," dedim kısık çıkan sesimle. Dizlerim titriyordu ve bayılmaktan korkuyordum.

"Git hadi," dedi boğuk sesiyle. "Yoksa dayanamayıp öpeceğim."

Belimdeki güçlü kolları gevşediğinde son bir cesaret kırıntısıyla parmak uçlarıma basarak dudağının kenarına dudaklarımı bastırdım ve öptüm. 

Göz göze geldiğimizde lâcivertlerinin koyulaşmasını kademe kademe izledim. 

"Sürpriz için," dedim bir adım gerileyerek. Isınarak pembeleştiğine emin olduğum yanaklarımla ellerimi arkama sakladım. 

"İrade nâmına bir şey bırakmıyorsun adamda," deyip öptüğüm kısma parmağını bastırıp aşağı yukarı hareket ettirdi.

Hafifçe gülümseyip zile bastım. Omzumun üstünden arkamdaki bedenine baktığımda elleri cebinde beni izliyordu. 

Defne kapıyı açtığında karşısında bizi görünce endişeli bir sesle, "Nerede kaldınız siz?" dedi. "Merak ettim," beni kolumdan tutup sıkıca sarıldı. "Nasılsın bebeğim?" deyip başını geri çektiğinde yanağını öptüm. 

Akif Karan ve Zuhal teyze sayesinde çok iyiydim. Onlar benim ailemdi.

Endişeli yüzünde gözlerimi gezdirip, "İyiyim, güzel anne," dedim içtenlikle. Elimi henüz bebek nohut kadar olduğundan hiç belli olmayan karnının üstüne koydum. "Siz iyi misiniz asıl?"

Tatlı bir serzenişle, "Teyzesini merak etmek dışında iyiyiz," dedi. 

Bebek haberine bile doğru düzgün sevinememiştik. Argun ağabey ve Oğuz'un doğum günü de mahvolmuştu.

Akif Karan çantamı kapının iç tarafına bırakırken, "Yengesi oluyor," dedi. İncecik detaylara takılan sevgilime güldüm. 

"Ne fark eder," dedi Defne sitemle. "Senin neyin var Akif?" diye devam etti, biraz önce yaşananları anlamış gibi.

"Arda şerefsiziyle karşılaştık!" alnındaki ve boynundaki damarlar belirginleşmişti. Öfkelendiğinde bedeni çok fazla reaksiyon gösteriyordu. 

"Karşılaştınız demek," diyerek Argun ağabey eşofmanlarıyla kapıya geldi. "Burnumuzun dibine girmiş," dedi Akif gibi keyifsizce. Demek ki sadece Akif değil, aileden kimse sevmiyordu onu. Zaten meymenetsiz adamın tekiydi.

Defne araya girdi. "Bu kadar büyütmeyin şu salak oğlanı gözünüzde,"

Argun ağabey kolunu omzuma attı. "Durumlar nasıl güzel kızım?"

Başımı geriye doğru yatırarak kolunun kaslı kısmına yasladım. Yüzünü daha rahat görüyordum. Babam gibiydi. Şefkati, merhameti, ilgisi...

"İyiydi, evime gelince daha da güzelleşti," dedim dudaklarım kıvrılırken. Burnumun ucunu sıktı. 

"Hep güzelleşsin," deyip göz kırptı.

"O kadar sarılma lan Berceste'ye," dedi Akif Karan yalancı bir hoşnutsuzlukla. Kıskançlık değildi sebebi, Argun ağabeyi sinir etmeyi seviyordu.

Defne kıkırdarken, Argun ağabey diklendi. "Kızımızı evine teslim ettiğine göre uza koçum," tam olarak kıskanç ve sahiplenici bir kız babası tepkisi vermişti. 

Akif Karan uzanıp yanağımdan makas aldı. "Şu herife yakalanmadan gelirsin odama," sırf Argun ağabeyi sinir etmekti amacı.

"Ne odası ulan?" diyerek sinirlenen Argun ağabeyle, Akif Karan amacına ulaşmış olmanın verdiği gururla dişlerini göstererek güldü. "Böyle sinirlendirirler adamı, aslanım." deyip göz kırptı ve dairesine doğru ilerledi. 

Defne ile içeriye geçerken Argun ağabey, Akif Karan'a söyleniyordu. Beni gerçekten kızları gibi görmeleri inanılmaz mutluluk veriyordu. 

"Argun hayatım söylenme artık," dedi Defne bıkkınca. 

"Ulan otuzuna varmadan kudurmuş herif," dedi huysuzca.

Defne koridorda ilerlerken tatlı bir heyecanla, "Akif söyledi mi bilmiyorum ama odanda seni küçük bir sürpriz bekliyor," dedi. Sürprizde onların da parmağı olduğuna şimdi emin olmuştum.

Odanın önüne vardığımızda kulpu derin bir nefes aldıktan sonra yavaşça sıktım ve aşağıya çektim. Aralanan kapının eşiğinde durup içeriye baktığımda donup kaldım. 

Oda tamamen yeniden dizayn edilmişti. Ortada çift kişilik bir yatak, hemen karşısında iki kapaklı beyaz bir gardırop vardı. Balkona açılan kapının önüne bir tane berjer ve küçük bir sehpa koyulmuştu. Yerdeki halıdan avizeye kadar her şey değişmişti. 

"Defne," dedim kısık çıkan sesimle. Kalbimdeki yerleri öyle çok genişliyordu ki, sığdıramıyordum artık.

Çenesini omzuma yaslayarak, "Beğendin mi balım?" dedi merakla.

Karnımda birbirine kenetli duran parmaklarımı çekiştirdim. Kelimelere dökemeyeceğim duygular yaşıyordum. Bu yaşıma kadar hiç kimse benim için bir şeyler yapmamıştı. Daima kendi başıma çabalamıştım.

İçerisinde bulunduğum duygu yoğunluğuyla dolan gözlerimi kapattım. Çektiğim onlarca acıya rağmen bana direnme gücü veren, yıllar sonra da bu insanlarla karşılaştıran Allah'a şükrettim.

"Beğenmemem mümkün mü?" dedim ağladığımı belli eden titrek sesimle. "Çok beğendim. Teşekkür ederim Defne."

"Berceste mutlu olduğunda ağlanmaz ki?" dedi Defne sitemle.

Argun ağabey, "Ağlar o sulu göz," deyip burnumun ucuna küçük bir fiske attı. "Fikir karşı dairedeki kunduza aitti. Bizden odayı değiştirme izni aldı, teşekkürünü ona edersin," 

Yanaklarımdaki yaşlarla kocaman gülümsedim. "Sizi çok seviyorum," 

İyi ki Allah'ım, iyi ki bana yeniden aile olabilmeyi nasip ettin.

"Biz de seni seviyoruz." dedi Defne dolan gözleriyle, "Hamileyim ama ben, hormonlarım var!" deyince Argun ağabey karısını kolunun altına cekti. 

"Yavrum hormonlar için daha erken değil mi?"

Defne başını hızla kaldırıp ona keskin bir bakış fırlattığında, Argun ağabey dudaklarına gizli bir fermuar çekti. 

"Karımın hormonlarıyla uğraşma Berceste," dedi kaşlarını çatmaya ve sesini uyarıcı bir hâle bürümeye zorlayarak. 

Uslu uslu başımı salladım. 

Dudaklarını Defne'nin alnına narince bastırıp sevgiyle öptü. 

Bu aileyi canımdan çok seviyordum.

Pınar teyze alışverişten gelince birlikte yemek yapmıştık. Mutfağa girince yaşadığım kötü anları tamamen aklımdan çıkarmıştım. Akşam yemeği için masayı hazırladığımızda Defne karnını ovuşturarak mutfağa girdi. "Fıstıklar ne pişirdiniz böyle? Kokusu bile acıktırdı,"

"Karnıyarık ve tavuklu pilav, annem," dedi Pınar teyze. "İki canlısın artık kuzum, acıkman normal."

Defne ışıl ışıl parlayan gözleriyle hemen sandalye çekip oturmuştu. "Vallahi canım çekiyordu," deyip dudaklarını yaladı.

Pınar teyze sevgiyle gülümsedi. "Tabağını ver kuzum, sen yemeye başla."

Defne'nin tabağını alıp "Ben koyuyorum, Pınar teyze," dedim.

"Tamam kuzum, ben de pilav koyup geleceğim masaya,"

Tabağına yemek koyup önüne bıraktığımda, "Bu çocuk en çok seni sevecek balım, benden söylemesi," deyince gülümsedim. 

"Ben pamuğumu sen müjdeli haberi verir vermez sevmeye başladım bile annesi,"

Oğuz Kağan babasının omzunda mutfağa giriş yaparken, "Aba!" diye bağırdı. Uykudan yeni uyandığından gözleri hafif şişti ve sevimli görünüyordu. 

"Ablana kavuş bakalım,"

Argun ağabey bana gelmek isteyen bebeği kucağıma verince tombul yanağından hafifçe öptüm. "Bir pamuğum da buradaymış benim," kollarını boynuma sardı. 

"Aba güzel," dedi dişlerini göstererek gülümserken. 

Argun ağabey sırıtarak bizi izliyordu. "Akif'i kudurtmaya yetiyor şu cümle," deyip güldü. 

"Çocuğu sürekli sinir ediyorsun sen de," dedi Defne gülerek.

Pınar teyze ocağın başında tabaklara pilav koyarken, "Kızın olduğunda seni de göreceğim, oğlum," deyince Argun ağabey gülümsedi. 

"Hele bir olsun da," karısının iştahla yediğini görünce, "Afiyet olsun güzelim," deyip yanağını okşadı. 

Pınar teyze elinde tepeleme pilav doldurduğu saklama kabıyla, "Pilavdan karşıya da götürsek iyi olur. Tuğrul ve Akif tavuklu pilava bayılır," dedi.

Argun ağabey sandalyesinden kalkarken, Defne "Berceste götürsün," deyince gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Akif Karan'la daha sık görüşmeme olanak sağlıyordu. Çok düşünceliydi. 

Argun ağabey bana bakarak itiraz etti. "Ben götürürüm, sen yemeğini ye,"

Defne, Oğuz'u kucağımdan alarak Argun ağabeye uzattı. "Kocacım karışmaz mısın acaba bir şeye de! Azıcık flört etmelerine izin ver çocukların!"

Argun ağabey nefesini üfledi. "Altı üstü bir pilav, flört bunun neresinde," diye söylendi. 

"Genetik kodlarınızda var öküzlük," deyip bana çevirdi gözlerini. "Götür bebeğim sen, bakma ağabeyine,"

Pınar teyzenin elinden kabı alarak evden çıktım. Karşı dairenin ziline bastığımda birkaç saniye içinde kapı açılmıştı. Akif Karan gri bir eşofman altı, siyah tişörtü ve elinde saçlarını kurguladığı saç havlusuyla karşımda belirdiğinde zorlukla yutkundum. Islak saçları etkileyici bir şekilde dağınıktı. Kapıyı niye böyle açıyordu ki? Ya benden başkası olsaydı.

"Güzelim," deyip bileğimden tuttuğu gibi beni evin içine çekti. Hipnotize olmuş gibi onu izlediğimden kayıtsızca beni yönlendirmesine izin vermiştim. Sırtım kapıya yaslanırken önümde duran bedeniyle bana bir kapan oluşturmuştu. 

Boğazımı nazikçe temizledim ve bakışlarımı kucağımda tuttuğum saklama kabına diktim. "Yemek getirmiştim," dedim tuhaf bir gerginlikle. Saçlarından yükselen mentol kokusu burnuma sızdıkça aklım bulanıyordu. 

Çenemi kavrayan baş ve işaret parmaklarıyla baskı uygulayıp başımı kaldırdı. Gözlerimiz buluştuğunda kalbim şiddetle çarptı. "Neyin var senin?"

Sen tarafından rehin alınan kalbimin dizginlerini tutmaya çalışıyorum.

"Tavuklu pilav yapmıştık, Tuğrul ve sen seviyorsun diye Pınar teyze gönderdi."

Elimdeki kabı alıp yan tarafımızdaki küçük dolabın üstüne bıraktı. Yeniden dikkatini bana verdiğinde derin bir nefes aldım.

"Berceste," dedi ciddiyetle. "Bir sorun mu var?"

"Yok," dedim sakince. Hafifçe tebessüm ettim. Kıskançlık gerçekten çok güçlü bir duyguydu. 

"Sen mi yaptın?" deyip pilava göz ucuyla bakıp bana döndü. 

"Evet," dedim iç çekerek. "Beğenirsiniz umarım,"

"Tek başıma yiyeceğim o hâlde,"

"Herkese yetecek kadar var, yetmezse daha getiririm,"

"Miktarı önemsiz, senin yemeklerini kimseyle paylaşmak istemiyorum,"

Gülümsedim. "Ama bu benim mesleğim, sevgilim,"

Bıkkınca soludu. "Öyle anasını satayım,"

Akif Karan kollarını belime doladığında çenesine dudaklarımı bastırdım. "Oda çok güzel olmuş," diye mırıldandım.

Başını boynuma gömerek, "Görevden dönünce bir gece ağırlarsın artık," dedi dudaklarını tenimde gezdirerek. Ayak parmaklarımı yavaşça içe büktüm. 

"Argun ağabey döver bu kez," dedim kıkırdayarak.

Sakallarını tenime sürttü. "Dövmesini ister gibi bir hâlin var," 

"Hayır ama izlemek keyifli olabilir," dedim kışkırtıcı bir tonda.

Dişleriyle boynumun etini sıkıştırdığında ağzımdan şaşkın bir nida çıktı. "Akif ne yapıyorsun?" sivri dişlerinin baskısı azaldığında tuttuğum nefesi verecektim ki yeni hamlesiyle neredeyse aklımı yitirmeme sebep olacaktı. Isırdığı yeri emdiğinde bacaklarımda güç kalmadığını hissettim. Dudaklarının verdiği hisle midemde havaifişekler patlamıştı. 

Boynumdaki çukurdan çıkardığı yüzüyle karşı karşıya kaldığımda koyulaşan göz bebeklerine baktım. "Seni yemek istediğimi dile getirmiştim, icraata döktüm,"

"B-ben gideyim," dedim göğsüm yaşadığım heyecanın etkisiyle hızla inip kalkarken. Boynuma inen bakışlarıyla yüzümün kıpkırmızı kesildiğine emindim. "Sanırım boynunu kapatman gerekecek," deyince gözlerimi kocaman açtım. Alt dudağının kenarını kaşıdı. "Kızartmışım,"

Dişlerimi sıkarak göğsüne güçsüzce vurdum. "Ya biri görürse, ne diyeceğim ben?" 

Başını yüzüme doğru eğmesiyle sertçe yutkundum. Dudaklarıma nefesini üfledi. "Buna alış güzelim, çok daha fazlası olacak."

"Edepsiz!" dedim dilimin ucuyla.

"Bu sıfatın hakkını vermeliyim,"

Onun asla uslanmayan bir adam olduğunu bildiğimden pes ettim. "Biri bizi görmeden gideyim mi?" 

Belimin arkasına doladığı eliyle beni gövdesine bastırdı. "Yemeği bizimle ye,"

"Yok, ayıp olur şimdi, sofrada beni bekliyorlar. Az sonra geleceğim zaten."

İç çekti. "Tamam, git bakalım."

Kapanını bozduğunda hızlıca kapıyı açarak dışarı çıktım. Öne doğru bir adım attığımda arkamdan belime sarılan kollarla durmak zorunda kaldım. Boynuma dudaklarını bastırdı. "Yemek için," deyip serbest bıraktığında hızla karşı daireye ilerledim ve kapıyı açarak eve girdim. Sırtımı kapıya yaslayarak elimi göğsümü delip geçecek kadar hızlı çarpan kalbimin üstüne koydum. Kazağın boynunu çekiştirip ısırdığı yere dokunduğumda karnımda bir kelebek istilası başlamıştı. Bu sınırlarımızın olmadığı ilk yakınlaşmamızdı. Hiç tatmadığım bir duyguyu kalbime aşılamıştı.

"Berceste!" Argun ağabeyin mutfaktan gelen sesiyle hızla silkelendim. Akif Karan bana her şeyi unutturuyordu. Derin bir nefes alarak mutfağa girdim.

"Acıktık be kızım," dedi ben sandalye çekip otururken. "Bir saat önce ayrıldınız,"

Sözleri beni utandırırken, Defne kızgınca, "Argun susar mısın hayatım!" dedi dişleri arasından. 

Argun ağabey, "Şaka yapıyorum, Defne'm," deyip bana baktı. "Alınmıyorsun değil mi güzel kızım?"

"Hayır ama utanıyorum," dedim ağzımın içinden.

"Daha az utandırayım bundan sonra," deyip güldü. 

Pınar teyzenin önüme itelediği servis tabağındaki yemekten biraz aldım. Patlıcanı sevmediğimden yalnızca iç harcını yiyecektim. 

Pınar teyze hafif kızgınlıkla, "Berceste, tabağın bomboş kuzum," dedi.

"Biraz fazla kaçırıyorum. Hem kilo açısından hem de sağlık açısından daha iyi olur,"

Defne yeşil gözlerini kısarak, "Allah'ım sen bizi şu zayıf olupta kilo almaktan korkup az yiyen kızların şerrinden koru," diye söylendi. "Kızım çubuk kraker gibisin, ne kilosu!"

"Alınca vermesi zor olur," dedim omuzlarımı silkerek.

"Hâlâ konuşuyor bak," dedi kızarak. Tabağımı kendi önüne çekip doldurmaya başladı. "Yavrum biz seni şöyle azıcık kanlı canlı görmek istiyoruz. Akif beğenmez falan diye de düşünme sakın. Beni her gördüğünde öğün aksatmasın diye tembihliyor,"

"Karım haklı, küçük hanım," dedi Argun ağabey. "Biraz kendine gel."

Sözlerinde biraz haklılardı aslında, kilom normalin biraz altındaydı. Bu hep böyle olagelmişti. 

Defne ağzındaki lokmayı yutup "Zaten sağlıksız şeyler yemiyorsun ki. Göbek falan da olursa spor yaparsın erir," dedi.

Argun ağabey karısının yanağından makas aldı. "Aynen öyle,"

"Bak," dedi sırıtarak. "Senin kilo alman Akif Karan'ın hoşuna bile gider. Sağlığın için endişe ediyor,"

"Ye diyorsun yani," dedim kaşlarımı kaldırıp. 

Doldurduğu tabağımı önüme iteledi. "Durduğun kabahat diyorum." 

Tuğrul kolları arasında ağlayan kadının saçlarını okşuyor, üzüntüsünü dindirmek istiyordu. Sevda ve Berceste arasında yaşanan olaydan en çok etkilenenlerden biri de Gizem olmuştu. Kuzeninin fütursuzca, utanmadan sarf ettiği hakaret içerikli sözler yalnızca Berceste'yi yaralamamıştı. O sözlerin altında ezilmiş, gıkını çıkaramamıştı. 

Şimdiyse Sevda'nın yerine Gizem utanıyordu. 

Tuğrul, "Güzelim," dedi parmakları arasından su gibi akıp giden ipeksi saçları okşamasını sürdürürken. "Kimse seni suçlamıyor, neden kendini bu kadar yıpratıyorsun?"

Gizem dinen gözyaşları arasından iç çekişleri sürerken kısık bir sesle sevgilisini yanıtladı. "Onun oraya gelmesine sebep olan benim. Ben gitmeseydim, sizin dağ evinde olduğunuzdan haberi bile olmazdı,"

Hiçbir sebep onun yaptıklarını haklı kılmazdı.

Tuğrul kıpkırmızı olmuş gözlere bakarak kaşlarını çattı. "Ağlama artık," demiş ve incitmekten çekinerek genç kızın yanaklarındaki ıslaklığı parmaklarının uçlarıyla silmişti. "Berceste eminim ki seni suçlamayacak, o öyle biri değil. Gidelim, konuş belki rahatlarsın,"

Gizem itiraz ederek başını iki yana salladı. "Karşısına çıkmaya yüzüm yok ki,"

Sinirleri gerilmeye başlayan adam, "Gizem," dedi katı bir sesle. "O ne demek öyle? Sevda'yla bir tutma kendini. Sen mi söyledin o sözleri?"

"Yine de engel olmalıydım,"

"Hiçbirimiz bir şey yapamazdık ki güzelim. Psikolojisi iyi değil diye yaklaşamadık," dediğinde Gizem adamın ellerinin üstündeki tırnak izlerine baktı. Sevda'yı arabaya götürürken o yapmıştı bu yaraları. 

"Sana da zarar vermiş," diye fısıldadı. "Nefret ediyorum ondan,"

"Birkaç güne geçer," deyip Gizem'in çenesini parmaklarıyla hafifçe tutup kaldırdı. "Bunun için de ağlamayacaksın değil mi? Aslında ben iyileşmesinin çok kolay bir yolunu biliyorum," dedi muzipçe. 

Gizem yatakta oturur pozisyona gelirken merakla sordu. "Neymiş?" 

"Sen öpersen çabucak geçer," 

Gizem nihayet gülümsemişti. "Her durumda fırsatçısın sevgilim,"

"Göreve gideceğim, bence hak ettim." 

Gizem birden durgunlaştı. Babasından başka hiç asker yolu gözlememişken şimdi sevdiği adam askerdi. Her ayrılıkta annesinin ne kadar hüzünlendiğini, günlerce dua ettiğini ve gözyaşı döktüğünü biliyordu. Ama sevgilerinin azalmayarak aksine daha da kuvvetlendiğine de şahitti.

Seviyorsa bıkmadan usanmadan bekleyecekti. Keza Tuğrul'u çok seviyordu. 

Tuğrul kızın neşesinin aniden sönmesiyle kendine küfür etti. Onu gülümsetmek için akla karayı seçmişken şimdi yeniden hüzünle dolmasına sebep olduğu için öfkelendi.

Kişiliğine oturmuş olan muzipliğini konuşturdu. "Yavrum altı üstü masum bir öpücük amma düşündün,"

Gizem dalgınlığından kurtularak kendisiyle saatlerdir bıkmadan ilgilenen adama yaklaştı. "Teşekkür ederim," dedi sevgi dolu bir ses tonuyla. "İyi ki varsın, Tuğrul. İyi ki hayatımdasın,"

Gizem'in yüzünü avuçları arasına alarak, "Sen de güzelim." deyip alnını öptü. Teninde soluklandı. "İyi ki benimlesin,"

Alınları birbirine yaslandığında her ikisinin de gözleri kapanmıştı. Dudakları hasretle kavuşup vuslatla taçlandığında kalpleri bir çarpmıştı. 

"Özür dilerim," dedi ağlayarak. "Yemin ederim bir daha yapmam," 

Sevda'nın timsah gözyaşları kimsenin umrumda değildi. 

Ses kaydını dinledikten sonra yüzü kapkara kesilen Yarbay öfkeyle konuştu. "Bu hatanın geri dönüşü yok. Hiç mi utanmadın o kötü sözleri sarf ederken?"

Yeşim Hanım yeğeninin durumuna üzülse bile tek kelime etmiyordu. Eşi gibi o da ses kaydını dinleyince çok üzülmüş, Berceste'ye karşı mahcubiyetle dolmuştu. 

"Söz veriyorum ondan da özür dileyeceğim, yeter ki beni tutuklamasınlar,"

Akif Karan duygusuz bir şekilde konuştu. "Yarın sabah işlem başlatacağız,"

"Akif Karan," dedi yalvarırcasına. 

Zuhal Hanım dayanamayarak söze girdi. "O kızın ne kadar hassas olduğunu biliyordun. Seni uyarmıştım," dedi. Akif Karan ve Berceste, Yeşim Hanımla olan randevuya gittiklerinde Sevda'nın onların arkalarından konuşmasıyla Zuhal Hanım o gün Sevda'yı uyarmıştı. "Yeşim'e olan saygımdan bu zamana kadar sana tek bir kötü söz söylemedim. Her hareketini onaylamasam da ses etmedim ama sen biz böyle yaptıkça tepemize çıktın."

"Zuhal teyze özür dilerim," dedi ağlayarak. "Ne olur affedin beni. Berceste'nin ayaklarına kapanırım. Lütfen tutuklamasınlar beni,"

"Ayaklarına kapanmana gerek yok," dedi Defne. "Ufacık bir özrünle bile seni affeder Berceste. Ama buna müsaade etmeyeceğiz. Ona söylediğin her hakareti aslında bize söyledin sen! O bizim misafirimizdi. Onu rahat ettirmek için Argun'da ben de elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ama sen gelip her şeyi mahvettin! Dünya yalnızca senin etrafında dönmüyor! Birine karşı duygusal bir şey hissettiğinde bir başkasının duygularını yok sayamazsın, Sevda. Sevginin bir sınırı vardır, sen sınırı aşarak sevgi ve saplantı arasındaki ince çizgide kaldın,"

"Ben kimsesizim ama, sevgiye ihtiyacım var brnim!"

"Berceste'nin de anne ve babası yok!" dedi Argun sertçe. "O senden daha iyi şartlarda büyümedi. Senin yanında teyzen, enişten ve Gizem var, ama onun ne annesi ne de babası yanında."

"Siz yanındasınız işte!" diye bağırdı. "Hepiniz çok seviliyorsunuz onu!"

"Biz seni de seviyorduk Sevda!" dedi Defne dayanamayarak. "Sana bir gün bile sevgimizi hissettirmemezlik etmedik. Mesele eğer anne ve babasızlıksa, benim de babam yok, Akif'in de Argun'un da. Ama biz sırf bunu kullanarak kimseyi incitmiyoruz."

Yarbay keskin bir tonda son noktayı koydu. "Gereken neyse yapılsın."

Berceste'den…

"Ablacım yenmez ki o," deyip şekerparenin hamurunu yemeye çalışan Oğuz'un elinden zorla aldım. 

Yeşil gözlerini kısarak, "Mammayı ver!" dedi sertçe.

Burnunun ucunu öptüm. "Amcaya tatlı yapamayacağım senin yüzünden," 

Poposunu tezgahtan kaldırıp hamur kabına uzandı. Küçük avcuna yeni bir parçayı alıp gösterdiğim gibi yuvarlak hâle getirmeye çalıştı. 

"Aman benim hamarat torunum tatlı mı yapıyor?" Pınar teyze gelip ikimizinde yanağından öptü. "Yardım edeyim mi?"

"Yok hallettim, bir tepsi kaldı zaten,"

"Oğuz'un uyku saati geldi onu alayım en azından. Sen de rahatça tatlıyı pişir,"

Pınar teyze hamuru yemeye çalışan bebeği kucağına aldı. "Ablaya iyi geceler dile bakayım,"

Oğuz Kağan minik dişleriyle sırıttı. "İyi dece," dedi. 

Uzanıp saçlarının üstünü öptüm. "Sana da ablasının bir tanesi."

***

Oğuz Kağan'ı uyutan Pınar teyzeye kısık sesle "Pınar teyze ben karşıya geçiyorum," dedim. 

Gözlerini kapayıp açınca mutfaktan aldığım tatlı borcamıyla karşı daireye geçtim. Duha güler yüzle karşılamıştı beni. Sevda meselesini konuşmak için Yarbayın evine gitmişlerdi. Ben onunla yeniden karşılaşmamak için gitmek istememiştim. Ses kaydı her şeyi ayan beyan ortaya koyuyordu.

Borcamdaki tatlıya bakarak, "Akif ağabeye mi yaptın?" dedi sırıtarak. 

Düz bir sesle, "Yo, hep birlikte yiyelim diye yaptım," dedim.

Mavi irislerindeki muzip ışıltılarla, "Sevdiği tatlı da ondan," dedi imayla.

"Tatlı mı var?" diye büyük bir coşkuyla mutfağa giren Göktürk borcamın kapağını açarak bir tane şekerpareyi ağzına attı. "Imm," dedi parmaklarını yalarken. "Aşçı yenge gibisi yok," deyip ikinciye uzandığında Duha tatlının kapağını kapattı. 

"Niye kapatıyorsun çiçeğim?" dedi kaşlarını kaldırıp.

Duha, "Çayla yeriz," dedi sevimli bir tonda. "Şimdi böyle yersen, Akif ağabeye kalmaz canım. O zaman da o seni yer,"

Göktürk mızmız çocuklar gibi suratını astı. "İnsafsız mısın kızım daha bir tepsi var?" 

Duha'ya bakarak, "Evde bir tepsi daha var, yesin," dedim.

Duha kaşlarını kaldırıp indirdi. "Yemesin, onu Argun ağabeyler yer. Hem çok yiyince alerji oluyor, her yeri kabarıyor,"

"Rahatsız edecekse yeme," dedim Göktürk'ün asık suratına çevirdiğim bakışlarımla.

"Bir gelin ittifakımız eksikti," diyerek mutfaktan çıktı.

"Küçük bir çocuk gibi. Hayır ayarı da yok. Versen hepsini yer. Sonra da vücudu kabarmaya, kaşınmaya başlar. Soluğu acilde alırız." diye söylenen Duha'ya hayranlıkla baktım. Aralarındaki ilişki çok kuvvetliydi. Birbirlerinin her şeylerini biliyorlardı. Acaba Akif'le biz de böyle olur muyduk?

"Çay koyuyorum, içer miyiz?" dedi Duha. 

"Olur, içeriz,"

"Hiç gitmek istemiyorum, size alışmıştım" deyip çaycıyı prize taktıktan sonra gelip karşıma oturmuştu.

"Ailen seni özlemiştir," dedim sakince. "Ben de size alışmıştım. Yaz tatiline kadar bir daha gelemez misiniz?"

"Vize sınavlarından sonra bir hafta tatil veriyoruz kendimize. Belki o zaman. Mart ayına denk geliyor o da."

"Çanakkale'ye döndüğümde orada kalamam galiba. İşten de çıkarıldığıma eminim. Belki İstanbul'a yerleşirim. Bana arkadaşlık edersin,"

"Ciddi misin?" dedi heyecanla.

"Hı-hım," deyip ellerimi masanın üstüne koydum. "Babamdan umudu kesmeye başladım,"

Elimi tutup sıktı. "Söyleme öyle," dedi üzgünce. "Akif ağabey mutlaka bulacaktır."

"Aylardır bir haber yok," dedim can sıkıntısıyla. "Bir aydır Akif arıyor ama,"

"Allah'tan ümit kesilmez," dedi içtenlikle. "Kötü düşünme. Senin onu beklediğini biliyorsa dönecektir."

Duha gelen telefonla mutfaktan çıktığında ben de salona geçmiştim. Evin içindeki sessizlikle kendimi kötü hissettim. Akif Karan'ın yokluğunu şimdiden hissetmeye başlamıştım.

Göktürk usb kablosuyla odaya girdiğinde yüzünde haşarı bir gülümseme vardı. "Hazır ağabeyim yokken sana onun sünnet fotoğraflarını ve çocukluk videolarını göstereceğim," deyip göz kırptı. 

"Akif'i delirtelim diyorsun yani," dedim gülerek.

"Merak etmiyor musun?" dedi diz çöküp televizyonun arkasına kabloyu takarken.

"Ediyorum o yüzden biraz delirtebiliriz sanırım," dediğimde güldü. 

"Alphankara gelini olduğunu belli ediyorsun, yengeciğim,"

Sözleri üzerine sessiz kaldım. İnsanı utandırmaya bayılıyorlardı.

Duha çay ve tatlı tepsisiyle salona girdiğinde hemen kalkıp orta sehpanın üzerindeki dergi ve telefonları kenara çektim. Çayımı uzattığında, "Eline sağlık," deyip aldım. 

"Afiyet olsun," dedikten sonra tatlı tabağını da önüme koyup yanımdaki boşluğa oturdu. "Ne izliyoruz?" dedi televizyona telefonunu bağlayan sevgilisine bakarak.

Göktürk alayvâri bir tonla onu yanıtladı. "Üsteğmenin karizmasının yerle bir oluşunu, inşallah," 

Duha anlamazca bana baktığında açıkladım. "Akif'in çocukluk resimlerini gösterecekmiş,"

"Yengeciğim bir kısmı atladın yalnız," deyip baş ve işaret parmaklarını iki kez eklem kısımlarından bükerek tırnak işareti yaptı. "Sünnet fotoğraf ve videolarını unutma," diye ekledi.

Duha kıkırdayarak güldü. "Seninkileri de Akif ağabey bana izletmişti,"

Göktürk, "Gün intikam günüdür," deyip televizyonun kumandasını alarak düğmeye bastı.

Umarım Akif Karan çok kızmazdı, çünkü bende onun çocukluğunu deli gibi merak ediyordum. 

Ekranda ilk beliren fotoğrafta üzerinde yalnızca şort olan küçük bir çocuk vardı. Simsiyah saçları, mutlulukla parlayan lâcivert gözleriyle kameraya bakıyordu. Elinde bir voleybol topu vardı ve kumsaldaydı. 

"Beş yaşında burada," dedi Göktürk. Yeni bir fotoğrafa geçtiğinde yine aynı yerde ama bu kez Zuhal teyze ve yanında yakışıklı, iri yarı bir adam vardı. 

Akif'in babasıydı.

O kadar çok benziyordu ki, yalnızca Göktürk gibi buğday tenliydi. Yüz hatları tıpatıp aynıydı. 

"Babanız değil mi?" dedim duygu yüklü bir sesle.

Göktürk derince iç geçirdi. "Kürşat Alphankara," dedi gururla. "Kayınbaban oluyor," deyip burukça gülümsedi. "Ağabeyim çok benziyor değil mi?"

"Evet," dedim dolan gözlerimi ona tutarak. "Başımız sağolsun."

"Vatan sağolsun." dedi tutuk bir sesle. Zuhal teyzenin kucağındaki bebekte Göktürk olmalıydı. "Ben babamı hiç tanımadım." demesiyle gözlerimdeki yaşlar patır patır döküldü. 

Duha başını öne doğru eğilmiş olan sevgilisinin kürek kemiğine bastırdı. "Ağabeyim benim babam oldu, Berceste. O çocuk olmadan yetişkin oldu." dudaklarımı sımsıkı kapattım. Sesli bir ağıt boğazımdan yükseliyordu.

Ağabeyim benim babam oldu.

Bu o kadar can yakıcı bir cümleydi ki, kalbimde bir depreme neden oldu. 

Bu vatan topraklarında o kadar çok babasız büyüyen şehit evladı vardı ki... Her birinin gözyaşı askerimize silah doğrultan zalimleri boğmaya yeterdi.

Göktürk yeni bir fotoğrafa geçemedi, gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla kafasını elleri arasına alarak sessizce gözyaşı döktü. Duha ise sevdiği adamın çaresizliğine saçlarını okşayarak ortak oluyordu.

Acısını hafifletmeye gücümüz yetmezdi. Babasını fotoğraflardan tanıyan bir çocuktu Göktürk. Hangi söz onun gözyaşlarını dindirirdi ki...

Gözlerimi sildiğim an kapı pervazına sırtını yaslamış, gözleri kardeşinde olan askerimi gördüm. Gözlerinin çeperi kızarmış ancak ağlamıyordu. Bakışlarındaki kırılmalar, içindeki büyük sarsıntılar gün yüzüne çıkmıştı. 

Akif Karan benim gibi yaralıydı.

Yarası kalbinin en derininde gizliydi. 

Benim ona baktığımı görünce sırtını pervazdan ayırarak içeriye adımladı. "Ulan Göktürk," dedi kızgın bir sesle. "Her şeyimi döktün mü lan ortaya?"

Göktürk eğik duran başını kaldırıp ağabeyine baktığında içimden bir şeyler koptu. Şu ana kadar hiç fark edemediğim duyguyu hissettim. Benim askerim kardeşine baba olmuştu, baba şefkati vardı bakışlarında. 

Göktürk gözlerini hızla sildi. "Yok oraya gelmedik," deyip sırıttı. Akif Karan onu ensesinden tutup kendine çekti ve sarıldı. 

"Aferin yoksa alırdım façanı aşağıya," deyip sırtına hafifçe vurduktan sonra benim yanıma gelip oturdu. 

Kolunu omzuma atarak bedenimi gövdesine çekti. Kolumu hemen karnının üstünden geçirip ona sarıldım. Tüm yaralarına merhem olmak istedim.

"Bir sorun yok değil mi?" dedim kısık sesle.

Başını eğip alnımdan öptü. "Her şey bizim lehimize ilerliyor, sıkıntı yok. Olsa bile ortadan kaldırmasını bilirim,"

"Anne!" diyen çocuk sesiyle hızla televizyona döndüm. Akif Karan sünnet kıyafetiyle kameranın önündeydi. "Hayır ya!" diye bağırıyordu. "Kestirmem!" deyip koşmaya başlamasıyla başımı geriye doğru atarak gür bir kahkaha attım.

"Kapat lan şunu!" dedi Akif Karan. 

Göktürk cıkladı. "Sen Duha'ya benim tüm geçmişimi izletirken iyiydi,"

Akif Karan kalkacağı an kahkahalarımı zar zor bastırıp gitmesine engel oldum. "Kapatma, izliyoruz işte,"

Sert bakışları beni buldu. "Ne yapacaksın kızım sünnet videolarımı izleyip. Zırlayıp duruyorum."

"Çocukluğunu göreceğim işte,"

"İyi," dedi katı bir ses tonuyla. "Sadece resimler ve doğum günü videolarını izleyeceksin. Sünnet yok!"

Başımı salladım. "Tamam," deyip göğsüne yaslandığımda Göktürk itiraz etti.

"Olmaz ağabey kısasa kısas! Sen benimkileri izletirken iyiydi,"

"Sus lan!" dedi gülerek. "Ağabeyim ben yaparım,"

Göktürk, "Hepsini whatsapp'tan göndereceğim, yengeme," deyip tek kaşını kaldırdı. "Senin ruhun bile duymayacak ağabeyciğim," 

"Ulan kardeş değil düşman!" dedi dişlerinin arasından. "Tamam aç, gerekli yerleri ben sansürlerim," 

Duha benimle birlikte kıkırdarken, Akif ters ters bakmıştı bize. "Gülmeyin kızım siz de, asabımı bozuyorsunuz,"

Göktürk, videoyu kaldığı yerden devam ettirdiğinde Akif Karan kaçıyor, Kürşat amca da onu yakalamaya çalışıyordu. "Seni bir yakalayayım Karan, sünnetçiye bırakmayıp ben keseceğim!" diye arkasından gür sesiyle bağırıyordu. Video Akif'in kollarının altından tutulup babasının kucağına alınmasıyla son bulmuştu. 

Diğer videolarda yakın çekimlerde gözlerimi kapatması ve Göktürk'e sövmesiyle gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Tüm fotoğraf ve videolar bittiğinde Akif Karan rahat bir nefes aldı. "Ulan görevde bu kadar gerilmiyorum oğlum ben. Hatunun yanında karizmayı kurtaracağım diye ter döktüm,"

"İlahi adalet işte ağabeyciğim. Duha'ya benimkileri izlettiğinde ben de çok gerilmiştim. Hatırlıyor musun sana: 'Seninkileri de sevgiline izletirim o zaman asıl karizma nasıl çizilir, görürsün.' dediğimde, 'Hayatıma bir kadın girmeyeceğine göre hayallerin suya düştü kardeşim,' demiştin. Atalarımız senin gibiler için, büyük lokma ye büyük konuşma, demişler."

Akif Karan'ın bakışları beni buldu. "Ne bileyim oğlum böyle bir hatun bulacağımı," çenemi göğsüne sürttüm kedi gibi. Yanağımdaki eliyle tenimi usul usul okşamaya devam etti.

Göktürk, "Annem nerede?" dedi usb kablosunu çıkarırken.

"Defne'nin canı şırdan istemiş, hep birlikte şırdan yemeye gittiler,"

"Siktir!" dedi Göktürk. "Bana niye demediniz lan? Duha'yla biz de giderdik,"

"Araba aşağıda koçum. Gidin yiyin," deyip cebinden çıkardığı anahtarı attı. Göktürk havada yakalamıştı. 

"Hadi yavrum hazırlan, gidip midemizi bayram ettirelim," dedi Göktürk. 

Duha koltuktan kalkarken, "Berceste seviyorsa siz de gelin," dedi.

Kaşlarımı kaldırıp indirdim. Daha önce hiç yememiştim ve önyargımı kıramıyordum.

Akif Karan, "Adana'da yedireceğim ben ona." deyip kolunu belime sardı. 

Duha ve Göktürk hazırlanmaya giderken, "Yiyebileceğimi zannetmiyorum," dedim. "Kokusu biraz rahatsız edici,"

"Kızım seni şırdanın başkentine götürüyorum. Merak etme kokusunu da bizim bir ağabeyimiz var, şırdana müptela eder adamı. Her gün yemek istersin,"

"Gidersek yerim,"

Burnumen ucuna dokundu. "Dedem ve anneannemle tanıştıracağım seni, annem memleketteki herkese gelinini anlatmış,"

Seslice güldüm. Zuhal teyzenin heyecanı beni mutlu ediyordu. "Tanışmayı çok isterim, Zuhal teyzem gibi sıcakkanlı olduklarını düşünüyorum,"

"Öyleler. Duha'yı çok seviyorlar, seni de seveceklerine eminim," 

Duha ve Göktürk hazırlanıp evden çıkınca baş başa kalmıştık. Akif Karan'ın göğsüne yaslanmış, sessizliği dinliyordum.

Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Sakalları hiç olmadığı kadar uzamıştı. "Sakalların uzamış,"

Akif yanağımı okşarken, "Tıraş olmam lâzım," dedi. "Yarın da berbere gidip saçlarımı kestireceğim." 

"Devamlı kesiyorsun değil mi?"

"Uzatmak yasak,"

Elimi yanağına koyup sakallarına dokundum. "Sakalların olduğunda çok çekici oluyorsun, yasak olması iyi,"

Güldü ve gamzesi çukurlaştı. "Korkunç olduğumu zannediyordum. Gururumu okşadın güzelim,"

"Ürkütücü biraz ama çokça çekici,"

"Sadece sana çekici olsam kâfi," deyip göz kırptı. Bakışları durgunlaşırken, "Berceste, seninle konuşmak istediğim bir konu var," dedi ciddiyetle. 

"Dinliyorum," dedim sakince. 

"Ben görevdeyken o adamla ne olursa olsun muhatap olma, güzelim. Aynı timde olmadığımızdan o görevde olmayacak,"

Elimi göğsüne bastırdım. "Bana güveniyor musun?" dedim başımı kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken. 

"Güveniyorum." dedi gözlerindeki inançla.

"O adam geçmişte ne yaptı bilmiyorum ama senin kapıdaki konuşmandan biraz fikir yürüttüm."

"İki sene önce aynı timde olduğum Gökhan adında bir arkadaşım vardı. Arda'yla araları çok iyiydi. Gökhan'ın sevgili Tuba'da, Gizem'in yerinde hemşireydi. Bir gün Gökhan sevgilisiyle Arda'yı olmaması gereken bir yakınlıkta görmüş. Kahroldu, üç senelik bir ilişkileri vardı. Tuba'dan ayrıldı. Ama psikolojik olarak kötüleşmeye başladı. Sonra öğrendik ki; Arda, Tuba'yı zorlamış. Hamile olduğunu duyunca da kız intihar etmiş. Gökhan'da haberi alınca kendi silahıyla," deyip dişlerini sıktı. "İntihar etmiş."

Nefesim kesildi. Bu nasıl bir cânilikti.

"Peki o adam hâlâ nasıl görevinin başında?"

"Çünkü Tuba'yı hamile bırakmadığını kanıtladı. Herkesi kendine inandırdı ama ben inanmıyorum."

"Gözün arkada kalmasın, Akif. O adamla yan yana bile gelmeyeceğim. Senin sevmediğin biriyle konuşmak istemem bile."

"Seni kısıtlamak ya da eve tıkmak değil amacım. Başımızda bela hep olacak güzelim. Mesleğimle gurur duyan insanlar olduğu gibi bizden nefret edenler de var bu ülkede. Biz seninle güzel bir yola girdik. Senin canın benim canım. Sana zarar gelmemesi için her şeyi yaparım."

Dudaklarımı tişörtün üstünden kalbine bastırıp öptüm. "Senin canına kurban olurum ben," dedim geri çekilip. Yanaklarımı ellerinin arasına aldı. 

"Teşekkür ederim güzelim," dedi alnımı öpüp. 

"Sana tatlı yapmıştım. Yemek ister misin?"

"Sen bir şey yapacaksın ve ben yemeyeceğim," deyip sehpadaki tatlı tabağına uzandı. Duha'nın benim için getirdiği ancak hiç yemediğim tatlıydı. Bir tanesini ağzına atıp diğerini bana uzattı. "Sen ye, evde var," desem de dudaklarıma değdirmesiyle ağzımı açmak zorunda kalmıştım. Diğer ikisi o yedi. "Göktürk bitirmeden saklamak lâzım," deyip avuçlarımdan öptü. "Ellerine sağlık yavrum,"

"Afiyet olsun," dedim yakışıklı yüzünü seyrederken.  

Belimin arkasına çıkan elleriyle bedenimi kucağına çektiğinde omuzlarına tutundum. "Şimdi sevgilin tıraş olacak sen de onun yanında duracaksın," dedikten sonra ayağa kalktı. Bacaklarımı beline dolayarak kollarımı boynunda bağladım. Alnım çenesine yaslanmıştı. Ferah kokusunu soluyordum. 

Koridoru geçip odasına girdiğimizde içerinin her zamanın aksine biraz dağınık olduğunu gördüm. Zuhal teyze ve Duha burada kalıyordu. 

Banyoya girdiğimizde dolaptan üç tane havlu alarak tezgaha serdi ve beni üstüne oturttu. Dolaptan tıraş için gerekli malzemeleri çıkarttı. Köpüğü sakallarının üstüne güzelce yedirdi. Jileti bana uzattığında şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Yapabilir misin?"

Başımı salladım. "Küçükken babamın sakallarını hep ben tıraş ederdim. Onunla vakit geçirmek kısıtlı olduğundan her anında yanında olurdum."

Bacaklarımın arasına girerek ellerini tezgaha bastırıp yüzünü bana doğru eğdi. Jileti yavaşça tenine değdirip hareket ettirdim. Herhangi bir yara açmadan sağ yanağını bitirmiştim. Sıra sol yanağına geldiğinde köpüklü dudaklarıyla dudağımın kenarını öptü. Sersemleyerek gözlerine baktığımda lâcivertleri parlıyordu. "Bir işe odaklandığında dudaklarını büzüyorsun," deyip öptüğü yere bulaşan köpüğü baş parmağıyla yavaşça sildi. 

"Farkında değilim," dedim yutkunarak. Tıraşı bittiğinde yüzünü yıkayıp kuruladı. Losyonu avcuma dökerek yüzüne sürdüm. Kokusu çok hoştu. 

Ben onun yüzünü losyonlarken kemikli parmaklarının sırtını boynumdan köprücük kemiğime kadar indirdi. "Görevden döndüğümde ilişkimizi bir adım öteye taşıyalım istiyorum,"

Yüzündeki ellerim duraksarken, "Nasıl yani?" diye sordum. 

Saçımı kulağımın arkasına iteledi ve çenemi kavrayarak yüzümü kendine yaklaştırdı. "Sözlensek en azından. Tabii sen de istersen,"

Alt dudağımı iç tarafından ısırdım. "İsterim,"

"Bana kalsa hemen karım olmanı isterim ama gelenekleri yerine getirmekte fayda var,"

Gülümseyip alnımı çenesine bastırdım. "Evlenmeyi hiç düşünmezdim biliyor musun? Gelinlik giymek gibi hayallerimde olmadı."

Saçlarımın dibini öptü. "Artık olsun," deyip göz göze gelmemizi sağladı. "Çünkü ben birkaç gündür yalnızca seninle evlenmeyi düşünüyorum."

"Babam geldiğinde," dedim çaresiz ve umutsuz bir sesle. "Olsun ama olur mu?"

"Sabit amcayla tanışmadan kızıyla evlenemem yavrum."

"Seni çok sevecek," dedim gözlerim yaşlarla dolarken. "Beni kurtardığın için minnet duyacak."

"Ben görevimi yaptım. Minnet duyulacak bir şey yok ortada,"

Mütevazılığı karşısında kalbim titredi. "Kalbimi çaldığın için biraz kızabilir,"

Dudakları kıvrıldı. "Kalp hırsızı da olduk,"

Muzip sözlerine güldüm. "Kalbim doğru adamı seçmiş,"

"Senin kalbine ölürüm ulan ben." deyip yanağımı sertçe öptü.

Zuhal teyzeleri yolcu etmek için havalimanına gelmiştik. Defne ve Argun ağabey evde vedalaşmışlardı. Akif'le birlikte ben de gelmiştim. 

Zuhal teyzeye sıkıca sarıldım. Nemli gözleriyle, "Kendinize dikkat edin olur mu yavrularım? Yemeklerinizi düzenli yiyin, kalın giyinin." derken sesi titriyordu.

Akif Karan annesinin omzuna kolunu atıp saçlarının arasından öptü. "Gelinin bana ben de ona emanetim anacım. Endişe etme,"

Akif'in yanağını öptü defalarca. "Endişelenmeden durabilir miyim ben?" dedi sitemle. "Berceste'm de eklendi şimdi dualarıma, Rabbim hepinize sağlık versin. Annenizi en kısa zamanda ziyarete geliyorsunuz," diye tembihledi. 

Akif Karan diğer kolunu da benim omzuma atarak yamacına çekti. "Kız istemeye gideceğiz bir aya kalmadan," dedi.

Zuhal teyze elimi tuttu. "İnşallah oğlum," deyip gülümsedi. "Kızımın, babasıyla tanışalım da sağ salim."

İnşallah, dedim içimden. 

Dualarım vardı yalnızca, umutlarım sönüyordu. 

Göktürk önce ağabeyiyle sonra da benimle sarıldı. "Seni tanıdığıma çok mutlu oldum, Berceste." 

"Ben de Göktürk," dedim samimiyetle.

Duha çoktan ağlamıştı. Ona da sarıldım. "Sulu gözüm benim," deyip yanaklarını sildim. 

Burnunu çekip gülümsedi. "Kimsenin seni üzmesine izin verme. Sen çok güçlü bir kızsın," 

"Sen de öylesin. Kendine iyi bak," 

Anonslar başlayınca iç hatlara ilerlediler. Akif Karan'ın beline kollarımı dolayarak gidişlerini yanaklarıma süzülen yaşlarla seyrettim.

Saatler sonra sıcaklığına sığındığım adamla da vedalaşacaktım.

Havalimanından ayrıldıktan sonra bir fotoğrafçıya gelmiştik. Birlikte fotoğrafımız olmasını istemişti ve bu isteğimi yerine getirecektik.

Akif Karan arabadan inerken ben de kapımı açtım. Elimi tutunca birlikte stüdyoya girdik. İlk fotoğrafımızı çektirdik ve bir saat içinde aldık. Akif Karan dağ evinde onun telefonuyla çektiğimiz ve Duha'nın çektiği fotoğrafları da önceden adama göndermiş ve çıkarttırmıştı. Birlikte bir sürü fotoğrafımız olmuştu.

Eve dönerken üzerime ayrılık hüznü çökmüştü. Akif Karan'da benim gibi durgundu. Dizinde duran eline doğru uzanıp ellerimizi birleştirdiğimde gözleri bana çevrildi. Yara izleri olan parmaklarını öptüm. Elimi sıcacık olan avcundan hiç ayırmadı.

Üniformasının içinde tüm heybetiyle odaya girdiğinde nutkum tutuldu. Yeşil rengin farklı tonlarından oluşan kumaşların sardığı geniş göğsündeki soy isimliğe takıldı bakışlarım.

Alphankara.

İlk karşılaşmamızdaki an ve şu anki konumumuzu düşününce ne çok şeyin değiştiğini fark ettim.

Hiç tanımadığım bir askerle yollarımız keşişmiş ve gönüllerimiz birleşmişti.

Gururla dimdik duran omuz başlarındaki rütbe işareti olan iki yıldız gözüme çarptı. Her ayrıntısı zihnime kazınırken sert adımlarıyla içeriye girerek kapıyı kapattı.

Ayrılık vakti gelip çatmıştı.

Ellerimi arkama alarak parmaklarımı içe büktüm. Burnumun direğindeki sızı belirgin bir hâl aldığından kendimi tutamayıp ağlamaktan korkuyordum. Aklı bende kalsın istemezdim, zira benim aklım, fikrim hep onda kalacaktı.

"Ağlamak yasak," tok ve itiraz istemeyen ses tonuyla alt dudağım aksi bir biçimde büküldü. 

Söylemesi ne kadar kolaysa eyleme dökememek o denli zordu. 

Parmaklarımı çekiştirerek başımı salladım. Konuştuğumda ağlardım. Çok duygusal bir yapıya sahiptim. Akif Karan'dan ayrılmak beni biraz ürkütüyordu. Mesleğinin zorluğunun farkındaydım ancak içimde kabaran tedirginlik ve korkunun önüne geçemiyordum.

Adımları mesafemiz tükendiğinde durmuştu. Uzun boyuyla tam önümde dikildiğinde başımı kaldırarak kalbimi titreten yüzüne baktım. 

"Şöyle ağlayacak gibi bakmasan, güzelim,"

Dolu dolu olan gözlerimi güçlükle zapt ettim. "Sana bakarken hayranlıktan gözlerim parlıyor, gözyaşı değil ki onlar..." ses tonum dâhi tam aksini  söylüyordu. 

Kalın dudakları kıvrılırken, bembeyaz dişleri göz bebeklerimi şenlendirerek odağıma düştüğünde yanağımı kavradı. "Biraz palavra mı atıyoruz?" 

Kaşlarımı hafifçe gözlerimin üstüne indirdim. Burnumun üstü buruşurken kızgın olmasını umduğum bir ifadeyle konuştum. 

"Ayıp ediyorsun. Palavra ne demek onu bile bilmem ben,"

Başını ağırca sallarken gülümsemesi sürüyordu. "Çok kötü bir adammışım o zaman,"

Kaşlarım düzelip kızgınlığım toz oldu. "Kötü demeyelim de," dedim tatlı bir dille. Bileğimden tutarak beni kendine çektiğinde itirazsız kolları arasına girdim. Belimin arkasına kayan eliyle bedenlerimiz arasında hiç boşluk bırakmadı.

"Ne diyelim?"

Alnım kayıtsızca onun alnına yasladığında dudaklarım arasından hararetle sıyrılan nefes, esmer suratına dağıldı. Kirpiklerim kendiliğinden kapanmış, kalbimin ritimleri hoyratlaşmıştı.

"Benim merhametli, koca yürekli askerim, diyelim,"

"Senin demek," boğuk ve etkileyici ses tonuyla midemdeki kelebek kanatlarını heyecanla çırptı.

"Benim askerimsin,"

Geniş omuzlarına bastırdığım avuçlarımın içi terlemiş ve nefesimiz düzensizleşmişti. Göğsüm içinde bulunduğum atmosferin etkisiyle şiddetli bir ritme tutulmuş, göğüs kafesim genişleyip söndükçe Akif Karan'ın kaslarıyla bezenmiş olan sıcacık göğsüne sürtünüyordu. 

Belimi kavrayan büyük eli sırtıma doğru kaydığında ellerimi usulca çıplak boynuna sardım. Parmaklarımın uçlarına temas eden yumuşak ve parlak saç tutamlarının dokusuyla titrekçe soludum. 

"Senin askerinim, güzelim,"

Göz kapaklarıma hükmetmeyi başararak nihayet geriye doğru kıvırdım. Puslu bakışımın odağı onun siyah çatlaklarla kaplanan lâcivert göz bebekleri oldu. 

Simsiyah kirpiklerinin gölgelediği teninin ısısı yüzüme estikçe yutkunuşlarım kesintisizce sürüyordu.

Damağımdaki kuruluğun dudaklarıma ulaştığını hissettim. Nefesim kuru bir hâl almıştı. Başı sola doğru meyillendiğinde hararetli soluğu dudaklarımın arasına sızmış, ferah nefesiyle tenim ısınmıştı. 

Sıcak bir hissiyatla yoğrulan dakikalar bizim kuvvetle alıp verdiğimiz nefes seslerimizle dolup taşıyordu. 

Üst dudağının çizgisi usulca, aralık duran dudaklarıma temas etti. Çenemi yakıp kavuran nefesi dudak etimde harlanırken kirpiklerim heyecanıma yenilerek kapanmıştı. "Canını yakmak istemiyorum," her harf ve hece dudaklarıma kilit vurdu. 

Parmak uçlarım saçlarının arasına karıştı. "Yakmazsın," diye fısıldadım. 

"Seni öpmeden gidersem, tutmaz ayaklarım," efsunlu bir tınıyla dudaklarımı büyülemişti. 

İtaatkârca bekledim. Alt dudağım dudaklarının arasına yerleştiğinde göğsümün orta yerindeki yuvasız kuşlar sertçe kanatlarını iki yana açarak kaburga kemiklerime çarptı. 

Kalbim şiddetle çarpıp kemiklerimi sızlatırken, ciğerlerimdeki yoğun nefes tükenir gibi oldu.

Hareketsizce dururken sıcacık kuytuya çekilen dudaklarımdaki yoğun baskı artmıştı. Çenemi kavrayan büyük el boynuma doğru kayarken öpüşünü tek taraflı olmaktan kurtararak nefesimi kesen hamleyle dudaklarımı kıpırdattım. Kulaklarıma ulaşan öpüşme sesimiz boynumdan başlayarak tüm tenimi kırmızının boğuk bir tonuna boyuyordu. 

Alt dudağımı usulca sıcacık dudakları arasından serbest bıraktığında kapalı gözlerimi araladım. Lâcivertleri belki de ilk kez bu kadar koyuydu. Yakınında olmasam siyah bile diyebilirdim. Kirpikleri usulca kapandığında sıcak baskı yeniden harlandı. 

Dizlerim uyuşmuş, bacaklarım titriyordu. İçimde patlayan havaifişeklerle Akif Karan'ın boynundaki ellerimi sıklaştırarak ona tutundum. Belimi saran elinin baskısı kuvvetlendi, gövdelerimiz birbirine yaslandı. Çiçekler açan göğsümden ona filiz veren onlarca kök vardı. Topraklarında yeniden hayat buluyorlardı. 

Alt dudağımı dişiyle çok nazik bir şekilde sıyırdığında boğazımdan güçlü bir inilti döküldü. İlk kez yaşadığım ve adeta kalbimi çatlatan öpüşmemiz asla tatmadığım duyguları gün yüzüne çıkarıyordu.

Ağzında şeker misali eriyen dudağımı usulca hapsolduğu yerden kurtardığımda nefes nefese duraksadık. Uzun süre koşmuşum ve nefesim tıkanmış gibiydi. Kalbim deyim yerindeyse boğazımda, hatta Akif Karan'ın sıcaklığıyla eriyip giden dudaklarımda atıyordu. 

"Çok güzelsin," dedi boğuk sesiyle. "Benim güzelimsin,"

Kirpiklerim elmacık kemiklerine değdi. Alnımı şakağına bastırdım. Kuvvetle nefes almaya çalışıyor, ciğerlerimi doldurmaya çabalıyordum. Dudağımı cesaretimi yitirmeden yanağına yumuşacık değdirip öptüm. 

Boynumdaki nabza temas eden parmağının yumuşak baskısıyla kalbimin ritimlerini teninde hisseder olmuştu.

"Berceste," boğuk sesi etkileyici bir tona bürünmüştü. Dudaklarımda onun emsalsiz tadı hüküm sürerken yüreğimi kendine amade edecek iki kelimeyi söyledi.

"Seni seviyorum."

Bir bölüme birçok şeyi sığdırdık, tıpkı Akif Karan'ın gönlüne iki sevdayı sığdırdığımız gibi.

İlk öpüşme gerçekleşti <3

Yirmi yedi bölümdür bu anı bekleyen çiçeklerim artık ikinciyi beklemeye koyulun ^^

İlk seni seviyorum Akif Karan'dan geldi. Berceste'nin hisleri ne olur sizce?

Akif Karan'ın sürprizi nasıldı peki? Berceste'nin mutluluğunu iliklerime kadar hissettim.

Zuhalciğim gitti, üzüldüm ama yeniden buluşuruz.

Sevda meselesi kesin olarak noktalandı, bunu belirteyim. Cezasını çekecek.

Gizem çok nahif bir karakter, Tuğrul'la aralarındaki ilişkiyi ben çok seviyorum, umarım sizde aynı hisleri paylaşıyorsunuz.

Gökhan olayını da aydınlattık, kötü bir sonla bitmiş hikâyesi.

Arda hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Akif'in yokluğundan faydalanacak mı?

Görevin süresi tam olarak bir muamma, bakalım bu süreçte çiftimiz ne gibi imtihanlardan geçecek.

16.ekim.2020

💙🌠

Bölümün uzunluğunun hakkını oy ve yorumlarınızla vereceğinizi umuyorum. İyi geceler.

Continue Reading

You'll Also Like

143K 7K 46
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
88.5K 4.5K 17
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
358K 27.2K 21
KURTALAN MAHALLESİ SERİSİ - 1 İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlangıcı olabilirdi kişinin. Tek bir durum, t...
133K 9.4K 41
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.