Özgürlüğe Tutsak

By nnazliic

4.5K 266 157

Özgürlüğüne saplantılı bir genç ve onunla özgürleşmek isteyen ruhu tutsak bir kız...Bu zıtlaşma onların ya so... More

BÖLÜM : 1
BÖLÜM : 2
BÖLÜM : 4

BÖLÜM : 3

474 44 22
By nnazliic



"Hwa Sa - Maria"

"Bir sürü kelime boğazıma birikti ama ben ne dışarı atabildim, ne içime. Boğazımda biriken kelimeler keskinleşti, yaraladı beni. Boğazıma batan kelimelerden, akan kanlar zehir gibiydi. Mideme kadar, yakıp geçti."


Bir çift göz kaç duyguyu içinde barındırabilirdi?
Duyguların gücü, kaç bakanı daha içine çekerdi?

O duygularını, gözlerinin arkasına zincirlemişti.

Gözlerinin arkasına hapsettiği duyguya ulaşmak, imkansız gibiydi.

O hapiste kilitli kalmaktan korktuğumdan, gözlerimi yavaşça aşağı indirdim.

Gözlerimiz bir şekilde birbirine kenetlendiğinde, kimse haraket etmemişti. Sanki zaman akmayı bırakmış gibi bakışmıştık. Gözlerinde biraz duygu kırıntısı arasam da, aradığımı bulamamıştım. Gözlerimi indirdikten sonra refleks olarak kafamı sola çevirip, ellerimi saçlarıma daldırdığımda sıkıntılı bir nefes verdim. Sanki içimdeki duygularımı, bir nefesle atabiliyormuşum gibi. Alina'ya tekrar döndüğümde o da bana bakıyordu. Şu an bana baksa da bir ara gözünün Açelya'ya kaydığını görmüştüm. Ciddiyet tüm yüzümü sardığında, hiç bir şey demeden kapıya doğru yürümeye başladım. Arkama dönüp Alina'yı bile çağırma gereği duymadım. Varlığını arkamda hissettiğimden, aldırış etmedim. Bakışlarının anlamını kafamda tartmaya çalışıyordum.
Bir bakışla insanın kafasını bu kadar karıştırabilmek olanaksızdı. Farkında olmadan çıktığım merdivenlerin sonunda kendi dairemi buldum. Cebimden çıkarttığım anahtarla kapıyı açıp, anahtarı ve üzerimdeki montu ayakkabılığa bir şekilde attım. Arkamdaki kapıyı açık bıraktığımın farkında olarak mutfağa geçtim. Kendime dolaptan soğuk bir su doldurup, sandalyeye oturup yavaşça yudumladım.

Sanki su boğazımdan geçerken, midemden yükselen ateşin aleviyle buharlaşmıştı.

Böylesine derin bir bakışın ardından ancak soğuk bir su içilirdi zaten. Sıkıntıyla dışarı üflediğim kaçıncı nefesti sahi bu? Normalde seslere, haraketlere duyarlı ve refleksleri iyi olan biriyimdir. Buna rağmen, oturduğum masanın sağ tarafındaki kapıya dönene kadar Açelya'nın geldiğini hissetmemiştim. Ayağa kalkıp gözlerimi kısarak bilinçli bir şekilde tam olarak gözlerine baktım.

Her an benide dalgaları arasına alacak bir deniz gibiydi gözleri. İçine girmek isteyeceğiniz bir soğuklukta ama korkacağınız kadar karanlıktı.

Gözleri keskin bir mavilikte, bakışları dipsiz bir derinlikleydi.

Her yüklemeye çalıştığım anlamda, biraz daha batıyordum o suya.

Anlamak ister gibi gözlerimi kısıp, kaşlarımı çattığımda konuşmaya girdi. "Şey kapı açıktı, çalmadan girdim. Kusura bakma." dedi oldukça kısık bir sesle. Ve elindeki fincanları bana uzatırken devam etti. "Fincanları yıkamıştım. Onları getirdim." bir şey demedim. Suratım ifadeden yoksundu. Gelişine şaşırmadım. Açık kapıdan girmesine şaşırmadım. Gelmesine şaşırmadım. Sadece hiç bir şey hissetmedim. Birden tüm duygularım çekilmişti. Fincanlara uzanıp, elinden aldım. Arkamı dönüp, dolabın kapaklarını açtığımda, dış kapının kapanma sesini duydum. Bardakları dolaba koydum. Arkamı döndüğümde, Açelya'da salona dönmüştü. Yanına kadar yaklaşıp, kafamı uzatarak içeri baktım. Alina gelmişti. Elinde küçük bir çantayla bize bakıyordu. "Merhaba." diye mırıldandı. Kafamla selamını karşıladığımda aynısını Açelya'da yapmıştı. Mutfağa geçip kendime bir bardak su daha doldururken içeriye doğru biraz yüksek sesle konuşmaya başladım. "Benim odamın karşısındaki oda boş Alina. Oraya geç." genelde oldukça sert ve sinirli biri olurken, bazenler de bir yanım nazikti. O nazik erkeğin ne zamanlar çıktığını bende kestiremiyordum. Bu sefer sanki sinirden çok bir şey hissetmiyor gibiydim.

Sinirli değil, nazik değil.
Dümdüz.

Bir bardak suyu içerken Alina odasına gitmişti. Ona aslında oraya geç diye emir verirken, bizi yalnız bırakıp oraya gitmesi için değil de, orasının onun odası olacağını söylemek istemiştim. Gözleriyle tekrar kesişmekten korktuğum Açelya'ya sırtımı dönmüştüm. Havalimanına gitmeden önceki Tugay yok olmuştu.

Birden yaraları sarmak isteyen değil yaralayan olmuştum.

Bu dönüşme benim de içimi yakmasına rağmen, aldırış etmedim. Hala arkamın dönük olduğu Açelya burnundan sıcak bir hava verdi dışarıya. Bu oldukça kısık sesle olsa da, gözümden kaçmamıştı. Daha fazla dayanamayıp lafa girdi.
"Ben gideyim madem." sesi kısıktı. Oldukça dikkatli bir ses tonu vardı. Bir tık üstü sinirlenmeme, bir tık altı yumuşamama sebep olacakken, o tam ortada durmuş beni kendi halime bırakıyordu.
"Görüşürüz." dedim kendimden emin bir sesle.
"Görüşelim." dedi bitkin bir sesle. Bu duygusuzluğa, küçük bir gülümseme hissiyatı yaşatmıştı. Gülümseme yüzümde kendini belli etmese de, içimde oldukça belirginleşmişti. Biraz bekleyip, derin bir şekilde yutkundum. Arkama döndüğümde yoktu. Dişlerimi birbirine bastırarak Alina'nın odasına doğru yürüdüm.
Kapıyı iki kere tıklattım. Gel dediğinde içeri girdim. Bu oda zaten misafir odasıydı. Daha doğrusu benim hiç misafirim olmazdı ama öylesine bir odaydı işte. Zaten küçüktü. Bir yatak, küçük bir dolap ve yatağın yanındaki bir tane komidinden ibaretti. Bir de küçük bir balkonu vardı ama iki kişi sığmazdı muhtemelen. Ailem tüm masrafları karşılayacaklarını söylediğinde, bir villa bile alabilecek güçteyken bu nazik evi seçmiştim. Evimi seviyordum. Benim için büyüktü bile.
"Nasıl beğendiğin mi odanı?" kendimi zorlayarak gülmeye çalışmıştım. "Biraz küçük ama..." o da yüzüne bir gülümseme yerleştirip cevap verdi. "Olsun, ben çok beğendim." kafamı sallayarak onayladım. "Ben dışarı çıkacağım." izin ister gibi değilde haber verir gibi söylemiştim. "Gidip eve yiyecek bir şeyler almam lazım. Sende yoldan geldin duş falan alırsan, banyodaki dolapta temiz havlular var. Rahat ol." gülümsedim. Odanın içerisine çok fazla girmemiştim zaten. Çıktığımda, kapıyı kapatacakken, "Tugay." diye seslendi. Kafamı kaldırıp yüzüne diktim. Cevap vermeden bir şey söylemesini beklesem de yüzüme bakmaya devam etti. "Efendim?" demek zorunda kaldığımda peşimden devam etti. "Teşekkür ederim." gamzem yüzümde kendini belli ederken, bunun yeterli olacağını düşünüp odadan çıktım. Koridorda hızla yürüyüp, komidinin üzerine fırlattığım, anahtarlarımı ve montumu alıp dışarı çıktım. Ayakkabılarımı da giydikten sonra, merdivenleri üçer beşer hızla indim. Kaskımı takıp, motoru çalıştırdığımda kafam istemsiz Açelya'nın balkonuna kaydı. Balkon boştu. Derin bir nefes alıp, gazı bağırtarak sürmeye başladım. Mahalle aralarında yavaş olsam da, cadde de ibreyi neredeyse sona çekmiştim. Aslında yakındaki bir markete de gidebilirdim ama Alina'ya zaman tanımak için oyalanacaktım. Yakınlarda, kafamı her boşaltmak istediğimde geldiğim bir sahil vardı. Orayı çok seviyordum. Yürüyüş yapılan, bisiklet sürülen bir sahil yolu da vardı. İnsanlar normalde çok oluyordu ama sonbahar aylarında olduğumuzdan genelde boştu. Zaten gittiğim iki deniz vardı. Birisi evimin yakınlarındaki bu sahil, diğeri de hiç kimsenin olmadığı bir kumsallıktı. Öyle plajlık alanları gibi değildi. Etrafında evlerin olmadığı, uzun bir kumdan sonra, şiddetli dalgaların olduğu bir sahildi. Oldukça ürkütücüydü. Oraya kimsenin gittiğini pek sanmıyor, kendimde çok zor zamanlarımın dışında gitmiyordum. Sahile geldiğimde motoru yavaşça durdum. Bu günlerde genelde yağmur yağıyor, yağmadığı zaman ise hava hep kasvetli oluyordu. Motoru park edip, sahile yakın bir bankın ortasına oturdum. Karşımdaki denizi izlemeye başladım.

Denizin dalgaları şiddetle kayalara çarpıyor, etrafa su sıçratıyordu. Beyaz köpükler kayaların yakınında, denizin üzerinde bir tabaka oluşturmuştu. Denizi düşünmek bile güzeldi. Denizin içini, tenine değdiğini düşünmek güzeldi. Denizi izlerken, birden Açelya'nın gözleri düştü aklıma. Gözleri koyu bir maviydi. Korkutucu bir güzellikteydi. Belki de benim gözlerim siyaha yakın bir kahverengi olduğundan bana özel geliyordu gözleri. Onu düşünmek aklıma evdeki konuşmayı getirmişti.
"Ya birlikte batarız, ya birlikte çıkarız." demiştim ona boğulduğu sularda destek olmaya çalışırken. Bu aklıma o anda koyduğum bir şeydi. Ve öylesine söylenmiş bir söz değildi.

Derinliğini bilmediğin bir suya gireceksen, ölümü göze almalıydın.

O sözlerimde, ölümü onun için göze almıştım. Benim bu hayattaki en büyük hayalim gerçekleşmişti elbette ama sürdürmek istiyordum. Bunu sürdürürken bir başkasının hayallerine yardımcı olabilirdim.

Sadece onun için, hayallerime onun hayallerini gerçekleştirmeyi ekledim.

Bu düşünce benim yüzümde bir gülümseme belirtmişti. Kendimle kalmak bana iyi gelmişti. Her zaman olduğu gibi. Bu süreçte oldukça vakit geçirmiştim. Neredeyse akşam olmuştu. Hava hep karanlık olduğundan, zamanın geçtiğini anlayamamıştım. Saat 18.30'a gelirken sahilden ayrıldım. Yakınlardaki bir Migrosa girdim. Sepete ne koyacağımı bilemiyordum. Evdeki eksiklere bakmasam da aklımda olan bir kaç şeyi ekledim. Bir kaç paket çeşitli cips ve çekirdek ekledim. Dolabın önüne geldiğimde bir kaç tane Red Bull ve büyük şişe soğuk içecekler aldım. Biraz da hazır tatlılarla alışverişi tamamladım sayılırdı. Sonra cebimdeki telefonu alıp Alina'yı aradım. Telefon bir kaç çalıştan sonra açıldı.
"Naber?" dedim sırıtarak.
Keyfim yerine gelmişti.
"İyidir,sen?" dedi hem gülüp hem anlamaya çalışırken.
"İyi sayılır." dedim imalı bir şekilde. "Bir şey istiyor musun marketten?" diye devam ettim.
"Bu ne uzun bir alışveriş oldu böyle. Sabahtan beri marketlerde misin?" hesap sormak için değil de samimiyetten dalgaya vurarak sormuştu.
"Hayır ya, kafa dağılttım biraz." anladığını belli eden bir mırıldanma çıktı ağzından. Sonra sorduğum soruya odaklanıp cevap verdi.
"Aslında bitter çikolata güzel olur."
"Ya evet çikolatayı unutmuştum. Tamam olur alırım." dedikten sonra telefonu resmen suratına kapattım. Aslında konuşmasını yarıda kesmemiştim. Cevabımı verdikten sonra kapatmıştım işte. Takılmamasını umarak, raflardan biraz bitter, biraz sütlü çikolata aldım. Kasada aldıklarımı öderken bir yandan bunları motorla nasıl götüreceğimi düşünüyordum. Motora geldiğimde, üç poşetten birini arka bölmeye koydum. Diğer ikisini de ayaklarımın önüne koyup, tüm hızımla eve sürdüm.

Sokağa geldiğimde motoru kilitleyip, poşetleri aldım. Binaya girip, çelik kapıyı kapatırken, doğalgaz vanalarının ordaki Açelya'yı gördüm. Yanına yaklaştım ama arkası dönük olduğu için beni görmemişti.
"Açelya?" diye seslendiğimde arkasına döndü.
Sorar gibi yüzüme baktığımda devam ettim.
"Napıyorsun burada?"
"Biraz üşüdüm de. Doğalgazı açmaya geldim." dedi dümdüz bir sesle. "Sen gördüğünde elektrik ve suyu açmıştım sadece." böyle dediğinde içimi belirsiz bir hüzün kaplamıştı. Bu tarz işleri hep kendi yapması gerekiyor ve bariz bir şekilde yaparken zorlanıyordu.
"Açabildin mi peki? Açamadıysan, yardım edeyim." diye sordum tüm samimiyetimle.
"Gerek yok. Hallettim ben." kafamla onayladığımda, gözleri istemsiz elimdeki dolu üç poşete kaydı.
"Şey..." dedim lafı uzatmak isterken. Edeceğim tekliften pek emin değildim. "İstersen bana gel. Sabah gördüğün arkadaşım var. Otururuz birlikte." sabah ki ters davranışlarım aklıma geldiğinde biraz utanmıştım. "Yok ya." dedi samimi bir sesle.
"Ben size rahatsızlık vermeyeyim."
"Senden rahatsız olmam Açelya." dümdüz ve kendimden emin çıkmıştı sesim. Gülümsedi ve başka bir şey demesine gerek kalmadı. Yanıma yaklaşıp elimdeki bir poşete uzandı. Poşete aldığında, bana önden gitmem için yol verdi. Küçük diyaloglar eşliğinde benim kapıma gelmiştik. Elimdeki poşetler yüzünden, cebimdeki anahtarı alamamıştım. Ayağımla kapıyı tekmeledim. Kapı açıldığında karşımda, üzeri ince askılı ve altı kısa bir şort olan gecelikle Alina çıktı. Saçları da ıslak olduğundan duş aldığını anlamış, saçlarını niye kurutmadığını anlamamıştım. Geri çekilirken elimdeki poşetlerle içeri girdim. Şaşkın gözlerle bakınan Açelya'da içeri geldi. Alina kapıyı kapatırken gözüm masanın üzerindeki kahvelere kaydı. Kahveler Açelya'yla birlikte yaptığımız fincanlardaydı. Alina arkamızdan,
"Aradığında kendime kahve yapıyordum. Sen geliyorsun diye sana da yapmıştım. Biraz soğumuştur ama güzel oldu." diye açıkladığında Açelya'nın da masaya baktığını anladım. Durumu biraz garipsemiştim. Bu garipseme sanırım yüzümüzden belli olduğu için Alina devam etti.
"Arkadaşın geleceğini bilmiyordum. Ona da yapabilirim?" sorunun bu olduğunu sanıyordu. Açelya'nın ifadesini merak ettiğimden arkama döndüm. O da benimle birlikte aynı anda yüzünü Alina'ya çevirdi. Normalde yüzünün yanını görebilecekken saçlarını önüne aldığı için hiç bir ifadesini göremiyordum. İfadelerini görmediğim halde boğazından geçen yutkunmayı görmüştüm.
"Hayır. Ben poşete yardım için gelmiştim zaten kalmayacağım. Size iyi akşamlar." sesi o kadar kontrollüydü ki etkilenmiştim. Sesinde hiç bir duygu barındırmamıştı. Yüzünü gizlemesiyle, sesini kontrol etmesiyle beni şaşkına uğratmıştı. Poşeti olduğu yere bırakırken, direkt kapıya yöneldi ve çıktı. Her şey çok hızlı gelişiyordu. Yaşadığım şeylerin hızına yetişemiyordum. İçimde duygu zehirlenmesi oluyordu. Ne gittiği için Açelya'ya kızabiliyordum, ne de kupayı kullandığı için Alina'ya. Kimseye bir şey diyemeden Açelya'nın bıraktığı poşeti alıp mutfağa girdim. Aldıklarımı rastgele yerleştirmeye başlarken, Alina gelip kapıya yaslandı.
-"İyi misin sen?" sesi oldukça meraklı çıkmıştı.
-"Evet, noldu?"
-"Bilmem. Biraz garip geldin." garip bir bakış atsam da konuşmaya devam etmedim. Ben yerleştirirken içeriden kupaları alıp yanıma geldi. Ve benim için yaptığı kahveyi lavaboya döktü.
-"Az önce ne oldu öyle?" sonunda doğruya yakın bir soru sormuştu.
-"Kullandığın bardaklar ikimizindi." dedim yanlış anlamaması için sesimi kontrol etmeye çalışırken.
-"B-ben..." duraksadı. "Gerçekten çok özür dilerim. Bilmiyordum. Mutfağını karıştırmak istemedim. Sadece bu ikisi takım gibi duruyordu direkt düşünmeden aldım. Cidden çok özür dilerim." ona dönerek gülümsedim.
-"Önemli değil. Bilmiyordun." rahatlaması için göz kırpıp tekrar yaptığım işe odaklandım. Poşetlerden bir cips daha çıkartırken aklım hala Açelya'daydı. Aşağıda teklifimi kabul ettiğini sanmıştım. Aklım ondaydı ama Alina'nın bilerek kullanmadığını duyarsa sorun olmaz diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Hazırladığım şeyleri içeri götürürken Alina'da bana yardım ediyor, aramızda küçük konuşmalar dönüyordu. Her şey tamam olduğunda sonunda koltuğa oturduk.
-"Bir şeyler izleyelim mi televizyondan?" diye soran ben oldum.
-"İzleriz ya. Şimdi biraz konuşalım istersen?" dediğinde bir cipsi daha ağzıma atıp tek kaşımı kaldırdım.
-"Konuşalım." cipsi ağzımda çiğnerken devam ettim. "Ne konuşacakmışız bakalım?" dalgayla karışık sordum. Cipsin üzerine bir de Red Bull içtiğim sırada,
"O kızla sevgili misiniz?" sorduğu soruyla az kalsın boğuluyordum. Beklemediğim bir anda, beklemediğim bir soru neredeyse beni hastanelik edecekti. Ağzıma bir kaç cips daha atarken sorusunu cevapladım.
"Hayır. Nerden çıktı bu?"
"Soruyu sormak için bir şey içmeni bekledim." dedi sinsice. "Eğer o kıza karşı bir şeyler hissediyorsan ya püskürtecek ya da boğulacaktın. Sevgili değilseniz bile sen ona karşı bir şeyler hissediyorsun." yüzü düşerken o da kolasından bir kere içmişti.
"Bunu anlamanın, boğulmamdan başka yolu yok muydu?" dedim gülerek.
"Bakıyorum da inkar bile etmiyorsun." yalandan çok bilmiş çocuklar gibi kollarını göğsünde bağladı.
"O kıza karşı çok şey hissediyorum çünkü o kız bana kimsenin hissettirmediği şeyleri hissettiriyor." bu itirafım beni bile şaşırtsa da doğruydu.
"Ee ne zaman açılacaksın?" diye sordu meraklı gözlerle. Bu beni daha çok güldürmüştü.
"Ne açılması Alina? Ben onunla aramda sevgililik gibi basit bir ilişki olduğuna veya olacağına inanmıyorum. Ad koymaya gerek yok. Hislerimi de gizlemiyorum. Sen buna sevgililik de başkası arkadaşlık desin. Kimsenin dediği benim hislerimi değiştirmeyecek." gülümseyerek bana odaklandı.
"Onun hissettirdiklerini farklı buluyorsun ama sen hiç hissetmemişsin ki Tugay." derin bir nefes aldı. "Annen biraz insan ilişkilerinden bahsetti. Onun ilk arkadaşın olduğunu biliyorum." bunu biraz benden çekinerek söylemişti. "İlk olduğu için özel sanıyorsun. İlk gördüğüne güveniyorsun." söyledikleri her ne kadar acı olsa da hepsinin farkında olduğum için bunları kaldırabilmiştim. Derin bir nefes alıp konuşmayı devam ettirdim. "Biliyorum. Bunların hepsinin farkındayım ama bazen bir şeyi herkesin yanlış demesi bizi vazgeçirmez de, bizim yanlış olduğunu görüşümüz anlamızı sağlar. Bir hatanın, hata olduğunu anlamak için önce yapmak gerekir. Ben ona güveneyim, güvenimi boşa çıkartmak da onun problemi olsun." bu kadardı işte tüm diyecekler. Alina üzüldüğünü belli edecek bir şekilde dudaklarını büzdüğünde, komik bir surat olduğu için değil de, üzülecek bir şey olduğunu sanmasına gülmüştüm. Bu bir düşünceydi ve deneyip görecektim. Yanıma yaklaştığında ben refleks olarak vücudumu geri çektiğimde kulağıma yaklaştı.
"Sarılayım mı sana bir tane?" diye fısıldadı. Tepkim için yüzüme baktığında kaşlarımı çatmış, gülüyordum. Gülerken kafamı sallayıp, sarılmasına izin verdim. Sarılmasına karşılık vermek biraz tuhaftı ama güzel hissettirmişti. Sarılıp geri çekildiğinde, sadece vücudunu çekmiş hala dibimde oturuyordu. Masanın üzerindeki bitter çikolatalara uzanıp havaya kaldırdım. Ellerimde sesli bir şekilde sallayınca dikkatini çekmiştim.
-"Oo." dedi. "Özel siparişlerim alınmış." Tam elimden alacakken havaya kaldırdım ve alamadı. Bir kaç kere daha deneyip başarılı olamayınca üzülüp verdim. Birlikte çikolata yerken konuşmadık. En sonunda odadaki sessizliği bozan çalan telefonumun sesi olmuştu. Telefonum ayakkabılığın orda asılı olan, montun cebindeydi. Çalmaya başlayınca ikimizde oraya bakmıştık. Telefonuma ilerlerken annem olduğunu kolaylıkla anlayabiliyordum. Montumun cebinden telefonu çıkarttığımda tahminim kanıtlanmıştı. Annem görüntülü arıyordu. Telefonu hem açmış, bir yandan da koltuğa yürüyordum.
"Efendim?" diye sorarken kendimi koltuğa bıraktım.
"Napıyorsun oğlum? Alina nerde?" annem sorularını peş peşe sorarken kafamı Alina'ya çevirdiğimde alt dudağını ısırarak güldüğünü gördüm. Yok artık bakışımı attıktan sonra telefona dönüp, arka kamerayı çevirdim. Masanın üzerindeki abur cuburları sırayla gösterdikten sonra kamerayı en son Alina'ya çevirdim. Ona çevirdiğimi görünce gülerek el salladı. Ve tekrar ön kamerayı çevirdim.
"Seni böyle görmek çok güzel." dedi annem, gözleri hafif dolmuştu. Gülümsemekten başka bir şey diyemedim. "Ben sizi rahatsız etmeyeyim madem. Görüşürüz oğlum. Dikkat edin kendinize." kafamla onaylarken, bir nefes aldım ve "Tamamdır. Teşekkür ederiz anne." dedim. Bu seferki anne kelimesinin altında sinir olmadığını anlayan annem daha çok mutlu oldu. Anneme tek kızma sebebim babamın baskıcılığına ses çıkartmamasıydı. Kırgınlığım ve sinirim harmanlanınca karşımdakini tanımıyordum. Annem de bunlardan biriydi. Konuşmayı kapatıp, telefonuma biraz göz gezdirdim. Tam bu noktada içimden Açelya'ya bir iyi geceler mesajı yazmak veya aramızı düzeltmek için bir şeyler yazmak gelmişti ki telefon numaramızın birbirimizde olmadığını fark ettim. Bir anda gaza gelip, ayağa kalktım. Alina'ya bakıp,
"Ben iki dakikalık gidiyorum, geleceğim." dedim ve tepkisini bile beklemeden kapıya koştum. Hemen ayağıma spor ayakkabıları gelişi güzel geçirip üst kata çıktım. Kapıyı bir kaç kez tıkladım. Kapı açıldığında karşımda, tavşanlı pijamalarıyla Açelya belirdi. Bu haline gülmeden edememiştim. Kafamı yüzüne kaldırdığımda anlamak ister gibi bakıyordu.
"İyi geceler." dedim düz bir sesle.
"İyi geceler?" dedi sorarak.
"Numaran olsaydı yazacaktım. Olmadığı için iyi geceler mesajını ben getirdim?" ondan daha çok sorar gibi cevap vermiştim. Taviz vermek istemese de yüzündeki anlık gülmeyi yakalayabilmiştim.
"Her iyi geceler mesajını sen getireceksen, numaramı asla alamazsın." yalandan göz kırparken ikimizde gülüyorduk. Benimle birlikte üst kata çıkarttığım telefon elimdeydi. Telefonu açıp, ona uzattım. Numarasını tuşladıktan sonra ad yerine tıklayıp bana geri uzattı. Yanıma gelip ekrana bakmaya başladı. Ellerim klavyenin üzerindeki beklerken nasıl kaydedeceğim o an aklıma düştü.
Sakince klavyeyi tuşlarken o da meraklı gözlerle bakıyordu.

"Gökyüzünün Aynası" yazdıktan sonra kaydet tuşuna bastım.

Ve gözlerim yavaşça yüzüne kaydı. Yüzünü muzip bir gülümseme sardı. Bakışlarını bana kaldırdığında, gözleri dolmuştu. Çok ince bir yaş tabakasıydı. Biraz uzaktan gören biri gözlerinin parıldığını düşünsede, ben yanında olduğumdan yaş olduğunu anlayabilmiştim. Kalbini saran sevgiyi burdan hissedebiliyordum.
Ve tadımızı kaçırmamasını umarak, asıl konuya döndüm.
"Fincanlar için üzgünüm." yüzündeki gülümseme gitmemişti ama bir anlık donmuştu. "Alina evimi bilmiyor, bilmeden kullanmış." kafasını anlayışla salladı. Konuyu dağıtmak için bir soru yöneltti. "O kim?" içinde bir burukluk vardı sanki. Derin bir nefes aldım. "Bir arkadaş." yüzünü tuhaf bir ifade aldığında, ona benim ilk arkadaşım sensin dediğim aklıma geldi. "Yani, daha yeni arkadaş olduk. Ailemin misafiriydi yanıma geldi." gülümseyerek belki de kafasındaki bir kaç soruyu daha sormayarak, sadece onayladı. Tekrar kapıya geçtiğinde, "Görüşürüz o zaman." dedi. Kocaman gülümseyip, "Görüşelim." dediğimde o da gülümsememe eşlik etti. Ve içeri girip kapıyı kapattı. Bende aşağı indiğimde, Alina masanın üzerini toplamış kalan son kaseleri götürüyordu. Derin bir nefes alıp koltuğa bıraktım kendimi. Telefonu cebimden çıkartıp saate baktığımda, 22.45 yazıyordu. Oldukça geç olmuştu. Alina mutfaktan yanıma gelip, o da koltuğa kendini bıraktı. İkimizde bir şekilde yorulmuştuk. Bu daha çok bedensel değil ruhsal bir yorgunluktu. Ne kadar dinlenseniz de geçmeyecek bir şeydi. Sessizliğe dayanamayıp ilk konuşan Alina oldu.
-"Yarın neler yapacaksın?"
-"Bilmiyorum. Genelde plan yapmam, anlık haraket ederim."
-"Benim alışverişe çıkmam lazım. Yanıma kıyafet almadım. Yakınlarda avm falan var mı?" kafamla onayladım.
-"Var, ben seni bırakırım ama içeri gelemem muhtemelen. Geri geleceğin zaman da ararsın almaya gelirim." aslında yanında durup ona yardımcı olmak güzel olurdu ama başka işlerim olabilirdi. O da beni kafasıyla onayladığında, alınmadığına sevindim. Biraz esnemeye başlayınca uykumun geldiğini anladım. Ayağa kalkıp, "Ben uyuyacağım. Odam seninkinin karşısında zaten, bir şey olursa uyandırırsın." kafasıyla onayladığında, koridorun sonundaki banyoya girdim. Dişlerimi fırçaladıktan sonra odama geçip, kapıyı kapattım. Kendimi yatağa bırakırken, eşofmanımın cebindeki telefonu çıkarttım. WhatsApp'a girip aramaya Gökyüzünün Aynası yazdım. Yazışma ekranı belirdiğinde ekrana bakıyordum. Hiç mesaj atmadığım için, numaram hala onda yoktu. Bir yandan ne atacağımı düşünüyordum bir yandan rahat olacağımı. Yüz yüzeyken bazı şeyleri söylemek daha zordu. Bunun rahatlamasıyla, yazmaya başladım.

"Bir kez daha iyi geceler, güzel Mariana."

Gönderdim ve beklemeye başladım. Bir iki dakika sonra çevrimiçi oldu. Ve yazmaya başladı.

"Sana da iyi geceler. Şimdi de Mariana mı oldum?"

Gülümsedim.

"Evet,öyle. İtirazın mı var yoksa?"

"Hayır,hayır. Sadece, sana ne anlam ifade ettiğini öğrenmek istedim :)"

"Mariana. En büyük okyanusun, en derin çukuru."

Görüldü olmasına rağmen bir şey yazmadı. Uzunca bir süre sonra -2,3 dakika aslında- tekrar yazmaya başladı.

"Bunu internetten de öğrenebilirdim. Ben sendeki anlamını arıyorum."

Ah... diye geçirdim içimden. Bendeki anlamını, öğrenmen uzun sürecek...

"Bakışlarının derinliğine ancak bu ad yakışırdı."

Yine bir süre bir şey yazmadı. Görüldü... Ve ardından çevrimdışı yazısı. Gülümseyerek telefonu yatağımın yanındaki komodinin üzerine, şarja taktım. Yatağa uzansam da uykuya dalmam oldukça uzun sürecek gibiydi. Bir o tarafa, bir bu tarafa dönüp duruyordum. Ve yarını merak ediyordum. Karşımda iki seçenek vardı ve ikisi de oldukça güzeldi. Ya Açelya'yla buluşup bir şeyler yapabilirdim, ya da Alina'nın yanında Avm'da olabilirdim. İkisi de güzel olduğu için çok düşünmemeye çalışıyordum. Üniversite'ye başlamama yaklaşık 3 ay falan vardı. Yaz ayları heyecanıma heyecan katıyordu. İlk defa bir yaza arkadaşlarımla girecektim. Bir çocuk gibi o günleri iple çekiyordum. Bu düşüncenin naifliğiyle, güzel bir uykuya daldım.

Gözlerimi açtığımda yatağın içinde oldukça dağınık yatıyordum. Yatağımın üzerindeki nevresim o kadar güzeldi ki yattıkça yatasınız geliyordu. Hem iki kişilik kocaman bir yatak, hem de her zaman soğuk bir nevresim. Yatağımda uyanık olmama rağmen uzun bir süre kaldım. Biraz duvarı ve odamı inceledim. Biraz da telefona baktım. Artık açlıktan midem bulanmaya başladığı zaman yataktan kalktım. Bu rahat uykunun üzerine bir duş iyi giderdi. Kapıdan çıktığımda, karşı odanın kapısı açıktı. Camlarında açık olduğunu görünce Alina'nın odasını havalandırdığını anlamıştım. Direkt banyoya girdiğimde üzerimdekilerden kurtulup duşa kabine girdim. Oldukça ferah bir uyku çekmeme rağmen soğuk suyu açmıştım. Uyanmama yardımcı olması için biraz soğuk suyla duş alıp, saçlarımı ılık suyla durulamıştım. Duştan çıkıp, havluların olduğu dolabı açtığımda uzun bir havluyu alıp, belime sardım. Bedenim çok kaslı değildi ama yapılıydım. Düzenli olmasa da sporla uğraşıyordum. Baklavalarım falan yoktu ama karın kaslarım belirgindi. Havluyu belime sarınca, vücudumun geri kalan hatları kendini belli etmişti. Banyodan direkt odama geçmek için kapıyı açtığımda, mutfaktan salona, elinde bir şeyler götüren Alina'yı gördüm. Merak edip, istemsizce çatılan kaşlarımla içeri doğru yürüdüm. Alina masayı oldukça güzel bir kahvaltıyla donatmış, bir kaç adım uzaktan bakıyordu. Hala beni fark etmemişti.

"Alina?" dediğimde gülen yüzüyle kafasını çevirmiş, beni görünce tüm ifadesi donmuştu.
"Hıh?" dedi hala şok içerisinde bakarken. Bu bakışı beni de utandırmıştı.
"Neler yapmışsın kızım!" dediğimde samimiydim. Dediğimi anlaması için, kafamı yüzünden çekip masaya doğrulttum. Kahvaltı öğününü pek önemsemez, genelde hazır -dondurulmuş- gıdalar tüketirdim. Bu evde doğru düzgün kahvaltı hazırlanmamasına rağmen, annem katılığını burda da gösterip sürekli kahvaltı almam için beni zorluyordu. Ben sofraya ağzımın suyunu akıtırken, kafamı çevirdiğimde, ağzının suyunu bana akıtan Alinayı gördüm. Bakışlarımla yok artık dedikten sonra gülmeye başlamıştı. Tekrar odaya yöneldiğimde arkamdan,
"Tek kaldığın bir kızla, evde bu şekilde dolaşamazsın." diye gülerek bağırdı.
"Kendi evimde nasıl dolaşacağımı sana sormayacağım." son harfleri uzatarak, bende gülmelerim arasında şakacı bir cümleyle cevap vermiştim. Odaya geçip hemen üzerime rahat bir şeyler giymiştim. Kışın ortasında olmamıza rağmen, hafif bol bir kısa kollu giymiştim. Altıma da ince gri bir eşofman geçirip, tekrar içeri gittim. Alina masaya çoktan oturmuş, televizyonu açmıştı. Yanına otururken tüm masayı yiyecek kadar aç hissetsem de biraz sonra doyacağımı biliyordum.
"Rahat uyudun mu?" diye sormuş bir yandan ağzıma bir parça peynir atmıştım.
"Uyudum ama yüzüne bakılırsa sen çok daha rahat uyumuşsun. Hayırdır?" dedi gülerek. Bu soruları samimiyetinden sorduğunu anlayabiliyordum. Arkadaşlar gibi şakalaşarak konuşmak bana iyi hissettiriyordu.
"Hiçç." yine sonunu uzattığımda imalı bir şekilde bakış atsa da üstelemedi. İkimizde masaya gömülmüş, televizyonu izliyorduk. Doyduğumda sırtımı yaslanıp, ellerimi ensemde bağlamış hala televizyonu izliyordum. Alina'da bitirip sofrayı toplamaya başladığında kalkıp ona yardım ettim. Birlikte tabakları içeri götürürken,
"Evde bir kızın olması iyiymiş. Uzun süredir böyle kahvaltı yapmıyordum. Ellerine sağlık." dedim göz kırparak.
"Hazıra çok alışma, yakında gideceğim zaten." içime birden hüzün çökmüştü.
"Bunu niye hatırlattın şimdi? Ne güzel gülüyorduk." dedim gülmemi devam ettirirken.
"Noldu? Gitmemi istemiyor musun yoksa?" o da gülmesine birazcık ciddiyet karıştırıp devam etmişti.
"Bilmem. Özel olarak düşünmedim ama bir kaç gün boyunca bir sıkıntı yaşamadık. Hatta oldukça güzel geçti." mutfağın sandalyesini çekip, ters bir şekilde oturduğumda o da tezgaha yaslanmıştı. "Doğruyu söylemek gerekirse, bu kadar iyi anlaşacağımızı beklemiyordum." diye bir itirafta bulundum. Bu cümlemden sonra yüzünü sıcak bir gülümseme sarmıştı. Bu gülümseme çok güzeldi...

Arkadaşlık dibine kadar hissedebildiğinizde güzeldi. Bir yapbozun tamamlanması gibiydi. Bir parçanızdan vazgeçmediğiniz sürece, içinize yeni bir parça alamıyordunuz. Darmadağın olduğunuzda, elinizden tutup sizi birleştiren kişiler değerliydi. Ve ben ilk defa birleştiğimi yavaş yavaş hissedebiliyordum.

Alina üzerini değiştirmeye, buraya gelirken giydiklerini giymeye gitmişti. Ben ise aynı rahatlıkta kalmayı tercih etmiştim. Onu beklerken bir elma yıkamış, içeride koltukta yiyordum. Giyinip yanıma gelince ayağa kalkıp, giriş kapısının yanındaki ayakkabılığa yöneldim. Ayakkabılıktan yedek kaskımı çıkardım. Spor ayakkabılarımı içeride giyip, cebime anahtarları attıktan sonra kapıyı açıp dışarı çıktım. Alina'da ayakkabılarını içeride giydikten sonra dışarı çıkıp, kapıyı çekti. Kapıyı kapatınca merdivenlerden hızlı hızlı inmeye başlamıştım. Motorun yanına geldiğimde, yedek kaskı Alina'ya takıp kendi kaskımı kafama geçirdim. Birlikte hızlı bir yolculuğa başlamıştık. Yaşadığım şehrin merkezinde oturuyordum bu da oldukça avantajlıydı. Avm'ya geldiğimizde o motordan yavaşça indi ve kaskı çıkartıp arka bölmeye koydu.
"Bir yere kaybolma. Aradığında gelirim."
diye basit bir emir verirken, kafasını salladı. Paraya ihtiyacın var mı diye sormak aklıma gelse de, bizden bile zengin olduklarını düşünüp bu sorudan vazgeçmiştim. Motoru hızla sürmeye devam ettim. Tekerlekler yine bir şekilde yolunu bulmuş, beni sahile getirmişti. Burayı yuvam gibi hissediyordum. Benimsemiştim. Motoru park edip bir banka oturduğumda, zaten şiddetli dalgalar beni etkisi altına almıştı. Her seferinde büyülenmiş gibi izliyordum. Bu güzel manzarayı bozan, telefonumun titremesi oldu.

"Nerelerdesin bakalım?" gelen mesaj Açelya'dandı.

"Yuvamda. Ama insanlar arasında sahil de deniyor. :) :))" yüzümde oluşan gülümsemeyle yazıp gönderdikten sonra, cevap peşinden geldi.

"Güzel yuva... Ben seni yalnız bırakayım madem."

"Aslında senin de gelmeni isteyecektim. Müsaitsen yani."

"Olur, bana uyar."

"Tamam o zaman sen uğraşma. Hazırlan ben almaya geliyorum seni."

"Bekliyorum." yazışmayı kapatıp biraz zaman tanıdıktan sonra, motora bindim. Hızla sürmemin ardından bir kaç dakika sonra binanın önündeydim. Telefonumu çıkartıp, "Geldim." yazdıktan sonra tekrar beklemeye koyuldum. Bir kaç dakika sonra binanın kapısı açıldı. Şık ama rahat bir şekilde giyinmişti. Pantolon ve üzerine bordo bir kazak. Ben onu incelerken tam o sırada ters giden bir şey oldu. Gülen yüzü bir anda solmuş, bembeyaz kesilmişti. Tüm kanı çekiliyormuş gibi, bakışları yüzünde dondu. Ben anlamayan gözlerle ilk önce ona, sonra neler olduğunu anlamak için etrafa bakındım. Hiç bir şey yoktu. Yavaşça yürüyerek yanıma geldi. Kaşlarım hala neler olduğunu anlamak isterken kendiliğinden çatılmıştı. "Merhaba." diye fısıldadı.
"Merhaba?" dedim ne olduğunu anlamak isterken. "İyi misin sen? Bembeyaz oldun birden." diye devam ettim peşinden. "Şey." dedi devamını getirmek için biraz zorlanmıştı. "Motordan korkuyorum da biraz." buna şaşırmıştım.
"Peki binmeyecek kadar kötü müsün? Öyleyse taksi falan çağırabiliriz."
"Yok yok. Uğraşmayalım şimdi. Binebilirim sanırım." başka bir şey demeden arkadaki yedek kaskı ona uzattım. Kendi kaskımı da takıp, motora oturdum. Ellerimi gidona yerleştirirken, Açelya bir bacağını atıp rahatsız bir şekilde oturdu. Omzumdan ona bakarken, kafasıyla beni onaylayınca, gazı verip yavaşça sürmeye başladım. Caddeye çıktığımızda gaza asılınca,
"Belini tutabilir miyim?" araba sesleri arasında, kulağıma doğru yüksek bir sesle sordu. Kafamı salladığımda, ellerini nazikçe belime sardı. Nasıl olsa tutundu diye düşünüp, birden gaza daha fazla yüklenince tüm bedeni sırtıma yapıştı. Artık daha çok belimi tutuyor gibi değilde sarılıyor gibiydi. Bunu ilk yapan o olsaydı çok garipserdim ama Alina'yla da bu şekilde yolculuk yapmıştık. Biraz da olsa alışmıştım. Tüm hızla sürerken, sahile gelmiştik. Sahile gitmek için bir yere park etmem gerekirken hiç durmadan gaza daha da yüklendim. Sahilin yanında hızla geçerken Açelya bir kez daha kulağıma bağırdı.
"Sahile gideceğimizi sanıyordum. Niye durmuyorsun?" bir şey demedim, ona sürpriz yapmak istiyordum. Yine sahile gidecektik ama bu sefer hiç insanın olmadığı, derin dalgaları olan kumsal alana gidecektik. Ben bir şey demeyince bir süre sustu. Yanımızda bizi takip eden sahil bittiğinde bir kez daha kulağıma yaklaştı.
"Tugay noluyor? Niye durmuyorsun? Korkmaya başladım." titreyen sesinin tonundan, gerçekten korktuğunu anlamıştım. Yola bakarak, kafamı biraz daha geri yasladım. "Sakin ol. Yine bir sahile gidiyoruz ama orası kumsal alan. İnsan da yok. Kafamızı dinleriz." tepkisini görmek için omzumdan ona döndüğümde, kafasını salladı. Tepkisi içimi rahatlattığında, hızla sahile sürdüm. Sahil biraz uzaktı, 10-15 dakika civarı sürüyordu. Normal şartlarda bu süre fazla olmasa da, 5 dakikalık bir mesafede sahil olunca, burası biraz uzak geliyordu. Sahil görüş alanımıza girdiğinde, kumsala çarpan dalgalar ve hızla sürdüğüm motor yüzünden rüzgar çok daha şiddetli geliyordu.

Yakıcı bir rüzgardı.
Tenimizi yalayıp, geçiyordu.

Kumsal alana girdiğimizde, motorun hızla dönen tekerleklerine, kumlar dayanamıyordu. Etrafa kumlar püskürterek, denize yaklaşmıştık. Motoru durduğumda, Açelya'nın inmesini bekledim. O indikten sonra inip, kaskımı çıkarttım. Onun bana uzattığı kaskıda arka göze koyup, yürümeye başladım. Açelya'da arkamdan beni takip ediyordu. Denizin, dalga vurunca uzanabildiği ıslak kumların biraz daha, gerisine oturdum. Açelya'da yanıma oturduğunda, denizi izlemeyen başladık. Aslında aklımda konuşmak pek yoktu, bu korkunç denizin büyüsüne kapılmıştım. Buna rağmen bir kaç dakika sonunda ilk konuşan ben oldum.

"Motordan korkmanın, özel bir sebebi var mı?" gözlerimi denizden ayırmadan sormuştum bunu.

"Küçükken bir motor kazası geçirdim." sesi keskindi. Üzülsem de, çok önemli bir şey olmaması umdum. Kafamı salladığımda başka bir şey demedim. Bu halime üzülmüş gibi bakıp devam etti.

"Ee senin motoru bu kadar sevmenin özel bir sebebi var mı?" gülümseyerek sordu.

"Var." bende gülümserken devam ettim. "Özgürlüğümü hatırlatıyor. Bana kendimi hatırlarlatıyor." yutkundum.

"Başka ne hatırlatıyor özgürlüğünü?" bana bakarken sorduğu soruyu, kafamı kaldırıp cevaplayacak gücü bulamadım. Elimi kum taneleri arasına daldırıp, avucumu doldurdum. Elimi biraz yukarı kaldırıp, sakince aşağı doğru süzülmesini izledim. Ve devam ettim.

"Bir sürü şey. Yanında hissedebildiğim her şey özgürlüğü hatırlatıyor. Hislerim, karanlık yollarıma ışık tutuyor. Kaybolduğum zamanlar, yol gösteriyor. Ne zaman biraz kendimi karamsar hissetsem ya motorumu sürerim, ya denizi izlemeye giderim. " cevabıma sıcak bir ifadeyle karşılık verdi.

"Buraya geldiğimize göre, karamsar mı hissediyorsun?"

"Hayır. Öyle anlarda yanımda kimseyi bulundurmam çünkü sözlerimle zarar vereceğimi bilirim." kafamı sonunda ona çevirdiğimde denizi izliyordu.

"Sen anlat bakalım, Mariana." mesajda yazdığımı şeyi sesli söylemek biraz tuhaf gelmişti ve sesli gülmemi sağlamıştı. O da sesli bir şekilde gülerken lafa girdi.

"Ne anlatayım ki? Pek bir olayım yok gibi." dedi gülmesine devam ederken.

"Saçmalama. Tüm olay sende." gülerek destek olmaya çalıştım. Belki moralimizin bozulacağını tahmin etsem de konuşmaya devam ettim.
"Şu yarım kalan konuşmamız." yutkunurken devam ettim. "Söylediklerimde ciddiydim. Yardıma her ihtiyacın olduğunda, uzanan ilk el benim ki olacak..." normalde söylediğim şeylere gülümseyerek tepki verse de bu sefer beni şaşırtacak şekilde, "Teşekkür ederim Tugay." dedi. İçimi kaplayan bir sıcaklıkla kafamı salladım. Sessizce tekrar denize döndüğümüzde, konuşmaya devam etti.
"Burası çok güzelmiş. Tabi biraz da ürkütücü. Yuvanı benimle paylaşmana şaşırmadım değil." dedi samimi bir şekilde gülerken. "Sen benim Mariana'msın. Unuttun mu? En güzel yuva senin gözlerin." kafasını denizden çevirip bana döndü. Yüzüne baktığımda, o gözlerindeki parlamayı gördüm. Beni şaşırtacak bir şekilde, susmasını beklediğim ve cevapladığı 2. konuşmayı yaptı. "Bana niye böyle davranıyorsun Tugay?" anlamak ister gibi bir bakış atıp, kaşlarımı çattım. "Nasıl davranıyorum? Yanlış bir şey mi yaptım?" tüm diğer insanlardan daha iyi davranıyordum ona. Normal şartlarda birinin benim yanımda uzun süre durmasına imkan yoktu. Çabuk sinirlenir, ters davranırdım. Bu tarafım ona da denk gelmişti ama diğer insanlardaki gibi şiddetli değildi. Tüm bunlar kafamda birikirken devam etti.

"Hayır, hayır. Öyle değil. Yani çok iyi davranıyorsun, iyiden çok ne bileyim. Farklıymışım gibi." bunu duyduğuma rahatlamıştım.

"Öylesin çünkü. Bana arkadaşlığı sen tattırdın. Kimsenin hissettirmediği şeyleri sen hissettirdin." yumuşacık hissediyordum kendimi. Rahatlamış.

"Tugay sana farklı şeyler hissettirdiğimi düşünüyorsun ama sen hiç hissetmemişsin ki. Belki de hiç sevilmemişsin, bilmiyorum. Ama ben herkese aynıyım." dümdüz ve kendinden emin çıkmıştı sesi. Bu eminlik beni şaşırtmıştı. Başka bir şey diyemedim.

Bir sürü kelime boğazıma birikti ama ben ne dışarı atabildim, ne içime. Boğazımda biriken kelimeler keskinleşti, yaraladı beni. Boğazıma batan kelimelerden, akan kanlar zehir gibiydi. Mideme kadar, yakıp geçti beni.

Tekrar denize çevirdim kafamı. Dalgalar şiddetlenmiş, gökyüzü kararmıştı. Kararan gökyüzü, dokunsanız ağlayacak bir insanı andırıyordu. Bu cümleleri bana başka yerde söylese, buraya gelir akıtırdım zehrimi. Burada söyleyince işler garipleşmişti. Zehir damarlarımda dolaşmaya devam ediyor, beni yakıyordu.

Onu aldığım, yuvamda yaralamıştı beni. Deniz gökyüzüyle savaş açmış gibiydi. Şiddetle çarpan şimşekler, dalgaların sesine karışmıştı. Yavaştan yağmaya başlayan yağmur, şiddetli denizin sularına karıştı. Her düşen yağmur tanesi, denizin gücüne güç kattı. Üzerimize yağan yağmurlar, tenimizde izlerini bırakıyordu. Oysa midemde oluşan yangına gücü yetecek bir su kaynağı yoktu. Yüzde 90'ı su olan biri, cayır cayır yanıyordu. Canımı acıtan bu yangın değildi. Bu yangının son olmayacağıydı. Derince yutkunup, ıslanmasına aldırış etmeden, denizi izlemeye cesaret gösteren Açelya'ya döndüm. Sakince kulağına yaklaştım. Yaklaşmama biraz ürkse de geri adım atmadı.

Kulağında bir nefes çektim içime.
Sağır edici bir iç çekişti bu.
Ve fısıldadım,
"Gökyüzünün aynası demiştim sana.
Bak şimdi gökyüzü karardı. Ve ayna kırıldı."

Bölüm Sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

2.8K 84 9
Bu hikaye yarım kalmamalı, Abidin ve Suna'nın tertemiz aşkı devam ediyor. #AbSun #YalıÇapkını #Abidin #Suna #absun
1.2M 84.3K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
11.7K 471 34
iki inatçı ve aşk istemeyen genç.. Aralarında engeller varken, Ne olacağını kim bilir? +18 şiddet, küfür, argo, cinsellik içerir.
1.8M 66.7K 58
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...