KOYU LÂCİVERT SEVDA

By Asli_Han1453

9M 522K 291K

Bir asker ve yârinin hikâyesi... "Bu sevda Bende bittiğinde Sende başlarsa, Seni asla affetmem." "Akif Karan... More

LÂCİVERT | TANITIM
LÂCİVERT | GİRİŞ
LÂCİVERT | BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ZEMHERİ
LÂCİVERT | İKİNCİ BÖLÜM ♤ MÂVERA
LÂCİVERT | ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂL
LÂCİVERT | DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ AFİTAP
LÂCİVERT | BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ EFGAN
LÂCİVERT | ALTINCI BÖLÜM ♤ MÜPHEM
LÂCİVERT | YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAR ÇİÇEĞİNİN MÂTEMİ
LÂCİVERT | SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YARA BANDI
LÂCİVERT | DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ LÂCİVERT SEVDAYA DÜŞEN İLK CEMRE
LÂCİVERT | ONUNCU BÖLÜM ♤ PENCERE DEMİRLERİNDE AÇAN GÜLLER
LÂCİVERT | ON BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYA BOĞULAN LÂCİVERTLER
LÂCİVERT | ON İKİNCİ BÖLÜM ♤ DİZ KAPAKLARINDAN ÖPÜLEN KADIN
LÂCİVERT | ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ YAPRAKLARINI DÖKEN ÇINAR AĞACI
LÂCİVERT | ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ YANIMDA KAL, ÇOK GEÇ RASTLADIM SANA
LÂCİVERT | ON BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ SENDEN ÖNCESİ HARDI SONRASI YANGIN
LÂCİVERT | ON ALTINCI BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN KAR ÇIÇEKLERİ
LÂCİVERT | ON YEDİNCİ BÖLÜM ♤ EVVELİM SEN OLDUN, AHİRİM SENSİN
LÂCİVERT | ON SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖZ ÇEMBERİNDE ÇİÇEKLER AÇTIRAN KADIN
LÂCİVERT | ON DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ KURT VE ATEŞE UÇAN USLANMAZ KELEBEK
LÂCİVERT | YİRMİNCİ BÖLÜM ♤ BİR GÖNLE İKİ SEVDA SIĞDIRAN KADIN
LÂCİVERT | YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ DARGIN
LÂCİVERT | YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ KARAYEL FIRTINASINA TUTULAN MOR MENEKŞELER
LÂCİVERT | YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ DİŞİ KURT
LÂCİVERT | YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ DÜŞ KUYTUSU
LÂCİVERT | YİRMİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ÇAKALIN PENÇESİNE HAPSOLAN YARALI ANKA
LÂCİVERT | YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ ASKER YOLU
LÂCİVERT | YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ VEDA BUSESİ
LÂCİVERT | YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GECEYE SIĞINMA TALEBİ
LÂCİVERT | OTUZUNCU BÖLÜM ♤ GÖNLÜMDE TÜTÜYORSUN, ASKERİM
LÂCİVERT | OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SERDENGEÇTİ
LÂCİVERT | OTUZ İKİNCİ BÖLÜM ♤ HASBELKADER
LÂCİVERT | OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ ŞAİRİN MÜREKKEBİ TÜKENDİ, KALEM KIRILDI
LÂCİVERT | OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♡ KAN KOKAN KIZIL GONCA
LÂCİVERT | OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜZ DÖNÜMÜNDE AÇAN SARDUNYALAR
LÂCİVERT | OTUZ ALTINCI BÖLÜM ♤ HARABE
LÂCİVERT | OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖĞÜN KOYNUNDA
LÂCİVERT | OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ ALTIN KAFESE HAPSOLAN SERÇE
LÂCİVERT | OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GİRİFT
LÂCİVERT | KIRKINCI BÖLÜM ♤ KANADI KIRK YERDEN KIRILMIŞ GÜVERCİN
LÂCİVERT | KIRK BİRİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT HAYALLER
LÂCİVERT | KIRK İKİNCİ BÖLÜM ♤ EFSUN
LÂCİVERT | KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ SİYAH BEYAZ GÜLLER PART I
LÂCİVERT | KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT BİR GECE PART II
LÂCİVERT | KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜNEŞE TUTULAN KARANLIK
LÂCİVERT | KIRK ALTINCI BÖLÜM ♤ MUTLULUĞA DÜŞEN GÖLGELER VE İZLERİ
LÂCİVERT | KIRK YEDİNCİ BÖLÜM ♤ HÜZÜN YÜKLÜ BULUTLAR
LÂCİVERT | KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ GELMEMEYE GİDİŞLER & BAZI KAVUŞMALAR
LÂCİVERT | KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM ♤SICAK BİR YUVA & KIRILAN BİR KALP
LÂCİVERT | ELLİNCİ BÖLÜM ♤ GÖLGELER & KARANLIĞIN İZLERİ
LÂCİVERT | ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SESSİZLİĞE GÖMÜLEN VEDALAR
LÂCİVERT | ELLİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ SAKLI ARZULAR
LÂCİVERT | ELLİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ AŞKA TUTSAK EDİLEN DÜŞLER
LÂCİVERT | ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ BİR KURŞUNA SIĞDIRILAN HAYATLAR
LÂCİVERT | ELLİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYI SEVMEK
LÂCİVERT | ELLİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER
LÂCİVERT | ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAHRAMAN
LÂCİVERT | ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YÜREĞE İŞLENEN KORKU
LÂCİVERT | ELLİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GERİ SAYIM; TİK TAK TİK TAK
LÂCİVERT | ALTMIŞINCI BÖLÜM ♤ BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ
LÂCİVERT | ALTMIŞ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SAVRULAN KÜLLER
LÂCİVERT | ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM ♤ GECESİ ZEHROLAN BİR GÜNE UYANIŞ
LÂCİVERT | FİNAL ♤ KOYU LÂCİVERT BİR GECE & AY TUTULMASI
Özel Bölüm | Duha & Göktürk I
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste I
Özel Bölüm | Duha & Göktürk II
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste II

LÂCİVERT | YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ EVİM ŞU GÖĞSÜNDÜR

176K 8.4K 7.5K
By Asli_Han1453

Çağan Şengül - 22

Merhaba, lâcivert çiçeklerim.

Nasılsınız bakalım, biz haftada üçüncü kez gelerek nasıl olduğumuzu belli ettik sanırım;)

2000 yorum, 1000 oy geldiğinde yeni bölüm yazılmaya başlanacak. Emeğe saygı.

Uzun ve Akif Karan ve Berceste sahneleriyle dolu bir bölüm oldu. Satır aralarındaki her yorumu okuyorum. Çekinmeden yorum yapın.

Multiye bıraktığım şarkı o kadar Akif Karan ve Berceste'yi anlatıyor ki... Dinlerken gözümde hep onların yirmi iki bölümlük sahneleri canlandı.

Çiçekler yağsın o zaman bu bölüme 🌼

Keyifli okumalar diliyorum.

Okuduğunuz saat?

11.09.2020

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM

EVİM ŞU GÖĞSÜNDÜR

Yarım Saat Önce...

Öfkeyle çarptığı kapının ardında bıraktığı kadının hüzne boğulan kahverengi göz bebeklerini anımsadığında gerilen kollarını kabinin cam duvarına yasladı. Kasları bedenine hükmeden yakıcı öfkeden kasılıyor, damarlarında dolaşan kan âdeta adamı zehirliyordu.

"Senin yarım aklına sıçayım," dedi başından aşağı buz gibi su akıp alev almışcasına yanan bedeni ıslatırken. "Beynini sikeyim senin Akif!" dedi yumruğunu gürültüyle cama geçirirken. Kabin büyük bir sarsıntı geçirmişti. Alnına dökülerek yapışan ıslak saçlarının arasından parmaklarını mengene misali geçirip hıncını almak istercesine çekiştirerek geriye yatırdı. "Ulan seni baban böyle mi yetiştirdi?"

Berceste'yi kırdığını çarptığı kapıdan sonra, banyoda tek kaldığında anlamıştı. O yeterince yaralıydı. Onun gecesi, gündüzü Berceste olmuşken bir anlık öfkeyle kalkıp zararla oturmuştu.

"Kirpikleri titredi, güzelimin," dedi göz kapakları pişmanlıkla örtülürken. "Nasıl bu kadar kör olabildim?"

Çanakkale meselesi ciğerlerindeki havayı söndürüyor, nefes alırken nefessiz bırakıyordu. Gönlüne düşen sevdanın apansız ellerinden kayıp gideceğini düşünüyor ve yaşadığı duygu karmaşasından bir türlü çıkamıyordu.

Berceste'ye babasını bulacağına dair söz verdiğinde her şey kolaydı. Lâkin şimdi Berceste herhangi biri değildi. Kalbinin kapılarını açtığı, kaburgalarındaki ölü çiçekleri cemreleyerek baharı getiren kadındı.

Babası hakkında en ufak bir ipucu bile yoktu. Sadece Irak'ta olduğunu ve tır şoförü olduğunu biliyordu. Dahası o adama güvenmiyordu. Berceste'yi iş uğruna bırakabiliyor olması, sevdiği kadını o adama emanet edemeyeceğinin kanıtıydı. Gözyaşları dinmeyen yaralı bir kuş vardı avuçlarında, onu öylece bırakamazdı. Yuvası olmuşken göç etmeye mecbur kalması en son isteyeceği şeydi.

Kolları arasından kaçışıyla nevri dönmüştü. Utandığı biliyordu ancak ondan uzaklaşmasından hoşlanmıyordu. Annesi onların aynı odayı paylaşmalarından ötürü tek bir şey söylemezdi.

Zuhal Hanım, genç kızın yaşadıklarını tam olarak bilmese de başından geçenleri az buçuk seziyordu.

Akif Karan'ın düştüğü kara sevdayla mutlu oluyor, Berceste'yi öz kızı kadar seviyordu. Oğlunun yüzünü güldüren bir kızı nasıl sevmesindi ki? Kocasının annesinden onca eziyet görmüşken nasıl başka bir annenin evladına bunu reva görürdü?

Ama gel gör ki, Berceste ve Akif Karan'ın yetişme biçimleri birbirinden tamamen farklı hatta büyük bir tezatlık içerisindeydi.

Genç adam bunu fark ettiğinde liman yanmış, kadın incinmişti.

"Her şeyi berbat ettim," dedi Berceste'nin de aynı sözleri telaffuz ettiğini bilmeden. "Seni nasıl incitebildim kar çiçeğim."

İncinmesinden korkarken öfkesine yenilerek bunu kendi elleriyle yapmıştı.

Geniş ve güçlü omuzları ilk kez bir yükü kaldıramamıştı. "Sevmek ne zormuş baba," dedi canı acıya acıya. "Yanarken, yakabilmekmiş. Nasıl yürüyeceğim ben bu yolda, bilmiyorum baba. O benim her şeyimmiş gibi, tüm benliğime işliyor. Nefesini duymadan yaşamak istemiyorum," dişlerini sıktığında çene kasları gerildi. "Kendimi sana nasıl affettireceğim, güzelim?"

Avcuna bolca şampuan sıkıp siyah saçlarını yıkamaya başladı. Duşun ardından üzerini giyindi. Huzurdan eser kalmamıştı. Eski asık suratı çehresine yerleşmişti.

Kızgındı.

Bu kızgınlığı kendineydi.

Berceste'yi incittiği için kendinden nefret ediyordu.

Kahvaltı masasında iç hesaplaşmasını yaparken, gözleri sevdiği kadından ıraklaşmış ve bilmeden Berceste'yi kırmıştı. Bilerek yaptığı bir eylem değildi elbette. Ancak genç kadın bunu bilmiyordu. Akif Karan'ın ona olan soğukluğundan inciniyordu. Halbuki adam kendine olan kızgınlığından bu denli uzak duruyordu.

Elini yaktığını öğrendiğinde kafasındaki tüm her şey silinmişti. Onun canını kendine can bilmişti.

Canına can bildiğinin saçının teli kopsa acısını yüreğinde hissederdi.

Narin parmaklardaki acı yüreğinde korlanmış, sebebi olduğu acıyı kendi çekmek istemişti. Onun gözlerinden düşen bir damla yaş uğruna her şeyini feda edebilecekken kendisi ağlatmıştı.

Göğsünün tam ortasında bir oyuk oluştu. "Keşke senin parmakların yanacağına, her yanım ateşe verilseydi." dedi kalbinde bir yıkım başlatarak.

Dağ yamacında kırmızı, kiremit çatısı karla süslenmiş olan taş bir yapının önünde durduğumuzda Akif Karan cüzdanını alarak arabadan indi. Geniş omuzlarını saran montun ceplerine ellerini koyarak seri adımlarla karla kaplı merdivenleri aşındırdı. İki kanatlı, ahşap kapıyı açarak gözden kaybolduğunda gözlerimi önümdeki yola çevirdim.

Ağrıyan boynumu ovuştururken sol bileğimdeki metal kordonlu saate baktım. Yaklaşık yirmi dakikadır yoldaydık. Henüz konuşmamıştık, gittiğimiz yere dair en ufak bir fikrim dâhi yoktu. Oturduğum tarafın penceresi hafifçe tıklatıldığında başımı o yöne meyillendirdim.

Küçük bir kız çocuğu, üzerinde incecik bir hırkayla elindeki simit poşetini kaldırmış bana bakıyordu. Onu bekletmeden arabanın kapısını açtığımda soğuktan kızarmış olan yanaklarına doğru çekilen dudaklarıyla mutlu olduğu gözlerinden okunuyordu.

"Abla simit alır mısın?" ses tonu biraz çekimserdi. Poşetten gördüğüm kadarıyla daha kimse almamıştı.

Onu ürkütmekten korkarak ılımlı bir sesle konuştum. "Hepsini alabilir miyim?"

Sıcak bir çikolatayı andıran göz bebekleri ışıltıyla kaplandı. "Gerçekten alır mısın abla?"

"Hı-hım, alırım tabi," dedim mutluluğu bana da bulaşırken. Arkamdan gelen sert adımlarla omzumun gerisine baktığımda Akif Karan'ı gördüm. Elinde karton bir torba vardı.

"Ne yapıyorsunuz burada?"

Yanımızda durduğunda "Bu güzel kızın simitlerini almak istiyorum, sen öder misin?" dedim. Evden yanıma ne telefon ne de cüzdan almadan çıkmıştım.

Arka cebinden cüzdanını çıkarıp açtı. "Okuyor musun güzel kızım?" dedi şefkatli bir sesle.

Küçük kız usulca başını salladı. "Ağabey sen asker misin?" dedi ansızın.

Akif Karan'da benim gibi şaşırmış görünüyordu. "Evet," dedi bakışları küçük kızın esmer suratında gezinirken.

"Ben seni hatırladım. Başka asker abilerle bizim köye gelmiştiniz. Bana ve arkadaşlarıma ayakkabı hediye etmiştiniz,"

Yüreğimdeki yeri öyle genişledi ki, onu içime sığdıramamaya başladım. Çocukları mutlu eden bir adama gönül vermiştim. Allah'a şükrettim, onu bana yazdığı için.

"Senin ismin ne güzelim?" dedim küçük kızın yanağını okşayarak.

"Şilan," dedi tatlı diliyle.

"İsmin de senin kadar güzelmiş,"

Utangaç bir gülümseme sundu. "Sen de çok güzelsin abla,"

Çocuk masumluğundan daha güzel bir şey görmemiştim dünyada.

Akif Karan cüzdandan çıkardığı iki yüzlük banknotu Şilan'a uzattığında, "Ama bu para çok," deyip bir adım geriledi. Kalbinin güzelliğine hayran oldum.

Akif Karan, "Belki bu sene ayakkabını kendin almak istersin, olmaz mı?" dedi.

Şilan olarak Akif Karan'a ardından bana baktı. İri gözleri parlarken sevimli bir tonda sordu. "Benim ayakkabım var ama ablamın yok, ona alabilir miyim?"

İçim sıcacık oldu. Merhameti bu yaşta yüreğime ılık ılık akmıştı.

"Alabilirsin tabi,"

Küçük eliyle uzanıp parayı aldığında simit poşetini Akif'e uzatmıştı. Akif poşeti alıp elindeki karton torbayı ona verdi. "Soğukta durma, evine git. Bununla da karnını doyur," dediğinde taş binanın üzerindeki tabelayı okudum. Geldiğimiz yer pide fırınıydı. Karton paketten gelen kokuya göre kıymalı börek almıştı.

"Teşekkür ederim asker ağabey," deyip bana döndü. "Sana da teşekkür ederim abla,"

"Rica ederim, güzelim benim, afiyet olsun," gözlerim üşüdüğünden titreyen omuzlarını bulduğunda boynuma doladığım atkıyı çıkardım. Katlı kısmını açarak küçük bedenin omuzlarına sardım. "Bunu benden hediye kabul eder misin?"

"Ederim," dedi içten bir tebessümle. Yüzünü yumuşak yünlü atkıya sürttü. "Çok güzelmiş, çiçek kokuyor. Artık bende çiçek kokacağım," diye sevinçle şakıdığında iç çektim.

O çok güzel bir çocuktu. Nadide bir çiçekti.

Arabaya yerleştiğimizde Şilan gülümseyerek bize el sallıyordu. Ben de ona karşılık elimi salladım.

Yola çıktığımızda başımı koltuğa yaslayarak geçip gittiğimiz ağaçları ve çatıları karla kaplı evleri seyrettim. Aklım Şilan'da kalmıştı. Onun yaşlarındayken annemin şefkatli kollarındaydım. Ancak o bu dondurucu soğuğa rağmen evine ekmek parası götürmek için çalışıyordu.

"Ne düşünüyorsun?"

Düşüncelerimi bölen Akif Karan'ın tok sesi olduğunda başımı yavaşça onun olduğu tarafa çevirerek yeniden koltuğun sırt kolçağına yasladım.

"Şilan," dedim kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatmadan önce. "Çok küçük ama düşüncesi öyle büyük ki. Ben onun yaşındayken sıcak evimdeydim. Para kazanmak gibi bir kaygım yoktu. Erken yaşta bu sorumluluğu alması, dahası ablasını kendinden öncelemesi beni çok etkiledi,"

Kucağımda duran elimde sıcak bir dokunuş hissettiğimde bakışlarım orayı buldu. Akif Karan'ın uzun ve kemikli parmakları elimi kavramıştı. Avcumun içindeki baş parmağını ileri geri hareket ettirip tenimi okşuyordu.

"Bazen erken büyümek zorunda kalırsın," yoldaki bakışları beni buldu. "Şilan gibi onlarca çocuk var. Öksüz, yetim yahut aile zoruyla çalışan,"

"Kendimle kıyasladığımda, aslında mükemmel bir hayata sahip olduğumu fark ediyorum. Sıcacık evlerde oturup en büyük derdin bizde olduğunu düşünmek çok kırıcı,"

Yanan parmaklarımın sargısına nazikçe dokundu. Sıkıca kavradığı elimi kucağımdan kaldırıp yüzüne yakın bir konuma getirdi. Avcumun içine dudaklarını bastırdığında art arda kırptığım kirpiklerimin arkasından hızlanan kalbimle bakakaldım. Birkaç günlük sakallarının verdiği tatlı sızı ve dudaklarının yumuşak baskısıyla yutkunmakta güçlük çektim. Öpüşü kuvvetli ve ürpeticiydi. Öperken derince nefes almış, tenimin kokusunu içine çekmişti.

Dudakları avcumdan uzaklaştığında elimi bırakmadan dizinin biraz üstüne yerleştirdi. Parmaklarımız sıkı sıkıya kenetlenmişti.

"Senin kalbindeki güzellikleri gördükçe ben taş mı taşıyorum, diye sorguluyorum,"

Merhametle dolup taştığının bilincinde değildi.

"Sessizleştin," dedi rahatsız olduğunu belli ederek.

Bacağına temas eden elimi hafifçe kıpırdattım. Siyah kot pantolonun sert ve pürüzlü kumaşı derime sertçe sürtünmüştü. "Gittiğimiz yerde konuşacağız. Bana kızgın olduğunu söyledin. Seni daha fazla kızdırmak istemiyorum,"

İçine çektiği nefes göğsüne gergince dolmuştu. "Beni deli ediyorsun," dedi yumuşak bir sesle. "Kızgınlığım sana değildi," deyip iç çekti. "Seni bu zihniyete zorlayan insanlaraydı. Öfkem her şeyi yakıp yıktı,"

Sevgisi ne kadar kuşatıcıysa, öfkesi o oranda yıkıcı ve yakıcıydı.

İki katlı, modern bir taş evin önünde durmuştuk. Akif Karan elimi bırakıp emniyet kemerini açtığında ineceğimizi anladım. Emniyet kemerimi olabildiğince yavaş açarak yuvasına gönderdim.

Akif Karan arabadan inerek evin bahçe kapısındaki bekçi kulübesinden çıkan orta yaşlı bir adamla tokalaştı. Kapıyı açarak ayaklarımı arnavut kaldırımından oluşan zemine bastım.

"Evi dün hanım temizledi, buzdolabını doldurduk. Bahçeyi de her ihtimale karşı ilaçladım, gönül rahatlığıyla kalabilirsiniz, üsteğmen oğlum,"

"Sağolasın Ahmet amca," deyip simit poşetini ona uzattı. "Bizim koca oğlanlara verirsin,"

Ağır adımlarla yanlarına ilerlerken, Akif Karan'ın derin bakışları beni buldu.

Ahmet amca, "Hoş geldin, kızım," dedi samimi bir sesle.

"Teşekkür ederim," dedim nezaketen gülümserken.

"Eğer isterseniz, eşim ve kızım gelip yemek yapar," dedi bakışları aramızda gezinirken.

"Eksik olma, yemeği kendimiz hallederiz," deyip adamla yeniden tokalaştı. Ahmet amca cebinden çıkardığı anahtarı Akif Karan'a teslim etmiş ve gitmişti.

"Burası kimin evi?" dedim merakla etrafı incelerken. Ormanın ferah havası insanın içine işliyordu. Diğer evin bulunduğu yerden daha yüksekteydik sanırım. Dağ havasını şimdi tam anlamıyla hissedebilmiştim. Mis gibi, ciğerlerimi açan bir ferahlık vardı.

Kolunu omzuma atarak gövdesini bana siper etti. "Bizim," dedi eve doğru yürümeye başlamadan önce. "Babama aitti, bana kaldı,"

Babasından bahsettiğinde sesindeki gururu hissediyordum. Yüreği güzel bir adam olduğu kesindi. Akif Karan'ı ve Göktürk'ü çok güzel yetiştirmişti.

Evin çevresi kardan arındırıldığından her detayı rahatlıkla seçebiliyordum. Bahçeden girdiğimizde zemin ahşap parkelerle kaplıydı. Ancak eski olduğundan ayakkabılarımızın bastığı yer gıcırdıyordu. Evin koyu gri rengindeki çelik kapısını anahtarla açtığında içeri geçmem için öncelik tanıdı. Girişte kadife, bilek botlarımı çıkararak paspasın kenarına koydum. Akif Karan'da siyah deri botlarını benimkinin yanına bıraktı.

Evin içi sıcacıktı. Montumun fermuarını indirdiğimde Akif Karan girişteki dolabı açarak içinden hem kendine hem de bana terlik çıkarmıştı. Her ikisininde etiketi üzerindeydi. Etiketleri kopardı. Terliği ayaklarıma geçirdiğim sırada kucağımda tuttuğum montu alıp astı.

Yabancısı olduğum evi dikkatlice incelerken elimi tutan adam daha fazla girişte dikilmemize müsaade etmeyerek dar holü aşarak bizi merdivenlere yönlendirdi. Gri renkli çok basamaklı merdiveni birlikte aşındırarak üst kata çıkmıştık.

Merdivenin bitim noktası üç duvarı tamamen camdan oluşan geniş, modern dekor edilmiş bir salona çıkıyordu.

Bordo rengindeki kadife koltuk takımları, taştan oluşan duvardaki led televizyon ve dekoratif şömine hoş bir görünüme neden olmuştu.

"Önce senin karnını doyuralım,"

Sessizliği bıçak misali kesen tok sesle odanın içini tarayan gözlerim Akif Karan'ı buldu.

"Konuşsak ve eve dönsek," diyerek fikrimi söyledim.

Yüzünü sıvazladı. "Bugün benimsin, yavrum. Eve yarın döneceğiz,"

"Aç değilim ben,"

"Hiçbir şey yemedin,"

Güler gibi nefes verdim. "İlginç. Yüzüme bile bakmazken yemediğimi görebilmişsin,"

Ensesini ovarak koltuklara ilerlediğinde peşinden gittim. Televizyonun karşısına oturduğunda çaprazında kalan tek kişilik koltuğa yönelmiştim ta ki bileğimden tutulup onun dizleri üzerine çekilene kadar.

Dizlerinin biraz yukarısına düştüğümde telaşla kalkmaya çalıştım ancak bel eksenimi çepe çevre saran kaslı kolu bunu engelledi. "Konuşacağız demiştik,"

Ateş saçan bakışlarımı sağ tarafımdaki suratına değdirdiğimde, düz bir ifadeyle bana baktığını gördüm.

"Bu şekilde konuşmak istediğimi zannetmiyorum,"

"Aksi takdirde benden kaçıyorsun,"

"Asıl kaçan sensin!" diye sesimi yükselttim. O an tüm bedenimi işgal eden öfkeyle bulunduğum pozisyonu dâhi göz ardı edebilmiştim.

Gözlerini kapayıp açtı. "O hataya düşmemeliydim,"

"Beni nasıl incittin farkında mısın?" dedim sesimden taşan öfkeyle. "Seni üzdüğüm için kendime kızdım. Ancak sen yüzüme bile bakma gereği duymuyorsun!"

Alnını koluma bastırdı. "Biliyorum," yorgundu sesi.

"Biliyorsan, niçin öyle davrandın?"

Başını yasladığı kolumdan çekti. "Sen beni, ben de seni yanlış anladık. Öfkem öyle şiddetliydi ki, seni kırdığımı fark edemedim,"

"Annen benim için çok değerli," dedim ve öfkemi bastırma isteğiyle nefeslendim. "Yalnızca annen değil, ailendeki herkesin benim için kıymeti büyük."

"Sen de herkesin gözünde öylesin," dedi dingin bir sesle. "Daha ötesi benim değerlimsin,"

Burukça tebessüm ettim. "Değer verdiğinde çok yıkıcı oluyorsun, Akif Karan."

Lâcivertleri küçülürken göğsü kontrolsüzce şişti. "Ne sevgimin ne de öfkemin sınırı yok. Ben denge kurabilen bir insan değilim. Sevmedim ulan daha önce. Kimseyi içine almadı şu taş kalbim," deyip göğsüne sertçe vurduğunda canı yanabileceği düşüncesiyle elini tuttum.

"Vurma kendine,"

"Bak," dedi burnundan solurken. "Sen öyle güzel seviyorsun ki," duraksadı. "Benim canımı yakmama dayanamıyorsun. Ben öyle miyim?"

"Öylesin, Akif Karan," dedim öfkesinin dinmesini umarak. "Sen beni defalarca kendime zarar vermemden kurtardın,"

"Aynı şey değil,"

İtiraz ettim. "Aynı şey. Zamana ihtiyacımız var. Henüz birbirimizi tanımıyoruz. Biz farklı şartlarda büyüdük. Senin aile ortamın benimkinden çok farklı. Her ikimizde hatalıyız,"

"Sen hatalı değilsin güzelim," dedi daha sakin bir tonda. "Senin büyüdüğün ortamı aklıma getiremeyen ben hatalıyım. Bunun için özür dilerim. Öfkemi dizginleyebilmeliydim," deyip sakallarını sıvazladı.

"Annemi kaybettikten sonra hiç iyi bir yaşantım olmadı. İnsanların yargılayıcı bakışları altında kötü bir çocukluk geçirdim. Üvey anne getirdi babam. Beni dövmesinden korktuğum kadın bana zerre zarar vermezken yanında gelen iblis kardeşi beni mahvetti. Ona karşılık vermedikçe dayak yedim,"

Lâcivert göz bebeklerini saran siyah çatlaklar kan kırmızısı damarlarla çevrildi.

"Ben şiddet gördüm, insanlar bana orospu dediler,"

Yanaklarımı ıslatan yaşlar şiddetle akmaya devam ediyordu.

"O adamdan kaçtım, insanlar bana yollu dediler,"

Boynundaki damar kabardı, mor bir renge çaldı.

"Tacize uğradım, insanlar bana kevaşe dediler,"

Gözlerinin etrafını saran halka küçücük oldu. Kızaran çemberin nemlenişiyle kirpikleri yavaşça göz kapaklarını örttü.

"Benim hikâyemde daima yanan ben oldum."

Esmer tenine dağılan kehribar zehri tüm bedenine sirayet etti.

"Özür dilemeye yüzüm yok," dedi nefesindeki buzlar çatladı. "Seni daha önce bulmadığım için," kırağı kaplı gülüşüm dudaklarımı esir aldı. "Affet beni güzelim,"

"Ben sana neden daha önce gelmedin demiyorum Akif Karan. Diyemem. Ancak bundan sonra ben aynı hakaretlerini kaldıramam. Ne annenin ne de bir başkasının beni o sıfatlarla yargılamasına dayanamam. Senin için sorun olmayabilir. Benim için de değildi. Ama insanlar için sorun. Kadın olduğunda küçücük bir şeyi bile göz ardı ederek yaşamana izin vermiyorlar,"

"Kimse sana o sıfatları söyleyemez, en azından benim ailemden hiç kimse bunu yapmaz. Sen benim kıymetlimsin, seni üzmeye cüret edenin anasından emdiği sütü burnundan getiririm,"

Sessizliğimle yanaklarımdaki parmaklarıyla tenimi sıyırdı.

"Hayatında olduğumu kabullen istiyorum. Bir derdin olduğunda bunu söyleyeceğin ilk adam ben olayım. Ulan dünden beri aklımdan çıkmıyorsun. Babanla göndermek istemiyorum seni," yüzümü kavrayarak başımı kendine çekti. "Zaten patlamaya hazır bomba gibiydim, odadaki yanlış anlama mevzusu da tuzu biberi oldu. Üzülen yine sen oldun,"

Burnumu çektim sessizce. "Geri geleceğim," dedim rahatlaması için. "Benim Çanakkale'de kimsem yok ki. Ama burada bir ailem var artık. Sen varsın,"

"Görevde olacağım,"

"Seni bekleyeceğimi biliyorsun,"

"Bensiz gitmeni hiç istemiyorum,"

Alnına yaslandım. "Döneceğim canımın içi,"

Nefeslerimizi teneffüs ederken yanağımı kaplayan elini boynuma indirdi. Ritimlerini şaşıran nabzım avcuna hapsoldu. "Dönmeme gibi bir imkânın yok, güzelim. Seni sabırsızca bekleyen bir adam olacak burada,"

"Buraya dönmek için sabırsızlanacağımdan emin olabilirsin. Yalnızca bekleyen sen olmayacaksın,"

Ateş gibi yanan dudakları dudağımı teğet geçerek yanağıma konuşlandı. "Şimdi aç mısın?" dedi üst dudağı ve sıcak nefesiyle tenimi örselerken.

Omuzlarına yasladığım ellerimi heyecanla tenine bastırdım. Parmaklarımı bükme isteğime karşı gelemeyerek tişörtünü avuçlarımda ezdim. Dizlerinde oturuyor olmak bile nefesimi sektelerken bu denli yakın temas içerisinde olmamız, beni ateşlere atıyordu.

Dudağının yerini burnu aldığında başımı yavaşça geriye çektim.

"Acıktım, mutfak nerede?" heyecanımı bastıramayan sesim kendini belli ediyordu.

Kalbimin bir süre daha yerinde kalmasını istiyorsam ondan bir müddet uzaklaşmalıydım. Kan pompalamaktan çok başka eylemler icra etmeye başladığından beri anlaşamaz olmuştuk. Heyecanımı, ilk kez yaşadığım duygularımı doruklara çıkararak tüm hareketlerimi kısıtlıyordu.

Belimi saran kolu gevşediğinde hızlıca kucağındaki utanç verici pozisyonu bozarak ayağa kalktım. Bacakları üzerinde doğrulduğunda, yüzüne bakmak için uzun boyu dolayısıyla başımı kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Sen yalnızca oturuyorsun, bugün benim yemeklerimi yiyeceksin,"

Kaşlarımı kaldırıp indirdim. "Yemek yapabiliyor musun?"

Lâcivertleri tehditkârca kısıldığında, gözlerinin kenarlarındaki çizgiler bana göz kırpmıştı. Parmaklarımın uçları oraya dokunma isteğiyle karıncalandı.

"O küçümseyici ses tonu ne öyle, küçük hanım? Erkekler yemek yapamaz mı?"

Burnumun üzerini kırıştırdım. Sözlerimi yanlış anlamakta üstüne yoktu. "Erkekler yemek yapamaz gibi bir şey söylemedim. Küçümseyici de değildim, sadece şaşırdım."

Burnumu baş ve işaret parmağının arasına sıkıştırarak çekiştirdi. "Sen beni çok hafife alıyorsun, güzelim. Benim becerilerimi öğrenmenin vakti gelmiş, düş önüme," deyip burnumu serbest bıraktığında söylediğini yaparak ona sırtımı dönerek merdivenlerden indim.

Akif Karan'ın yönlendirmesiyle oldukça aydınlık olan kocaman bir mutfağa girdik. Ortada kare şeklinde, siyah parlak mermerli bir tezgah vardı. Duvarda da L şeklinde devamı bulunuyordu.

Beyaz renkli, piliseli stor perdeyi açtığında duvarı boydan boya kaplayan cam ve bahçeye açılan kapı görüntü. Camın önündeki şık masayı işaret ederek, "Sen otur şöyle," dedi.

"Sağ elimi kullanabiliyorum,"

"Hayırdan anlamıyor musun?" dedi bıkkın bir sesle. "Her zaman mutfağa girmem, kıymetini bil,"

Ukalalığı karşısında gülerek alt dudağımı ısırdım ve masaya yöneldim. "Göster marifetini, Akif üsteğmen,"

Normal standart masalardan daha yüksek olan mermer detaylı masanın altından bir tabure çekerek oturduğumda Akif Karan çift kapılı bozdolabından kahvaltılıkları çıkarıp tezgaha bırakıyordu. Her çeşit meyvenin reçeli mevcut görünüyordu. Dirseklerimi masaya yaslayarak yüzümü avuçlarım arasına aldım ve karşımdaki göz doldurucu manzaramı izlemeye koyuldum.

Elindeki sucuk ve yumurtalarla yüzünü bana dönerek buz dolabının kapısını omzuyla kapattı. "Kaynanan yaptı bunları," deyip göz kırptığında kırmızı sinyallerini yakan yanaklarımı avuçlarıma iyice gömdüm.

Yumurtayı ve sucuğu musluğa yakın bir şekilde tezgaha bıraktı. "Saklama hiç, görüyorum ve dişlerim kamaşıyor,"

Kaşlarım kavislenerek göz çukurlarıma doğru çekildi. "İşine odaklan, yanmış sucuklu yumurta yiyebileceğimi zannetmiyorum,"

Çaycıya su ve çayı koyup fişini prize taktıktan sonra suratındaki çarpık gülümsemeyle bana baktı. "Parmaklarını yeme de,"

Ukala bir tavırla burnumu kaldırdım. "Kiminle dans ettiğini unutma, Akif üsteğmen,"

Musluğu açarak kabın içine doldurduğu küçük domates ve yemyeşil salatalıkları yıkarken, "Biraz sonra bu lafları teker teker yutturacağım sana, Berceste," dedi keyifli bir sesle.

Dudaklarımı şımarıkça büzdüm. "Göreceğiz,"

"Şımarık kız,"

"Bu şımarık kız sevgilin oluyor,"

Elini kağıt havluyla kuruladıktan sonra etkileyici sesiyle konuştu. "Hatırlattığın iyi oldu. Kahvaltıdan sonra bunca emeğin bir ödülünü verirsin artık, sevgilim,"

Avuçlarıma birer köz düşmüş ve tenim tutuşuyordu. Her ettiğim laf bana katlanarak geri dönüyordu.

Küçük domateslerden ve salatalıklardan elips şeklindeki servis tabağına dilimledi. Gelirken fırından almış olduğu sıcacık ekmeği de kesip sepete koydu.

Becerikli bir sevgilim vardı.

Kesme tahtasının üzerine koyduğu sucuğu dilimledi. Vitro seramik ocağın üzerine tavayı yerleştirdi. Sucuk piştiğinde dört tane yumurta kırmıştı. Üçü onundu, ben birini ancak yiyebilirdim.

Reçelleri küçük porselen kaplara koyup masaya yerleştirmeye başladı. "En azından tabak ve bardak koyayım," dedim sakince.

"Oradan kalkarsan kahvaltıyı kucağımda yapmak zorunda kalırsın," oldukça ciddi bir ifade yer edinen esmer suratına baktığımda anında yerime sindim.

Yanağımdan makas aldı. "Söz dinleyen güzel sevgilim benim,"

Elini ittirdim. "Acıktım, hızlı ol biraz,"

Benim huysuzca konuşmamla sırıtıp tabak, bardak ve çatalları masaya getirdi. Sucuklu yumurtayı tavayla ortaya koyduğunda lezzetli görüntü ağzımı sulandırmıştı. Akif Karan çayları doldurup karşıma oturdu.

Ekmekten bir parça koparıp yumurtaya bandırdı. Bana uzatınca kaşlarım havalandı ve hemen ağzımı açarak elinden yedim.

"Imm," dedim çiğneyip yuttuktan sonra. "Sen bu işi biliyorsun," İkinci lokmayı da itiraz etmeden kabul ettim.

"Yarasın güzelime," deyip göz kırptı.

Tek yumurtayla kalmayarak ikincisini de mideye indirdiğimde Akif Karan'ın el lezzetinin muazzamlığı karşısında diyecek sözüm kalmamıştı. Zuhal teyzenin böğürtlen, ahududu, çilek ve elma reçelinden de afiyetle yemiştim. Karnım tıka basa dolmuştu.

"Hiç bu kadar lezzetli bir kahvaltı yapmamıştım. Ellerine sağlık,"

Keyif çayından bir yudum alarak ince belli çay bardağını masaya bıraktı. "Afiyet olsun yavrum,"

"Hep isterim ama," dedim ellerimi çenemin altına yaslarken.

"Bunun için bir takım sorulara olumlu yanıtlar vermen gerekebilir,"

Anlamayarak, "Nasıl sorular?" diye sordum.

"Zamanı geldiğinde söylerim," deyince üstelemedim.

"Göl var yakınlarda, tarihi bir köprü var üzerinde. Güzel bir manzarası oluyor. Oraya götüreceğim seni,"

Gitmeden evvel görmek istiyordum buraları. Bir daha ne zaman gelirdim, bilmiyordum.

"Bulaşıkları kaldırıp gidelim," deyip ayaklandığımda o da kalktı.

"Sen oturuyorsun, ben kaldırıyorum,"

"Akif Karan," dedim itiraz dolu bir nidayla.

"Yarın yine buradayız, kahvaltıyla ilgili tehditim hâlâ geçerli,"

Omuzlarımı düşürdüm. "Bu yaptığın hiç etik değil,"

Masadaki tabakları alıp tezgaha ilerlerken alayla mırıldandı. "Alphankara yasalarına göre etik, kır dizini otur işte kızım,"

"Alphankara yasalarıymış, pabucumun yasaları," ona sırtımı dönerek bahçeyi izlerken söyleniyordum.

Belimi saran kolları hissettiğimde korkuyla bağırdım. "Ay!"

"Demek pabucunun yasaları," saçlarım toplu olduğundan gömlek boynumu açıkta bırakıyordu. Burnunu ensemde dolaştırdı. "Senin canın biraz ceza istiyor gibi,"

"Hayır," dedim heyecandan kuş gibi çırpınan kalbime sakin olmasını telkinlerken. "Hiç istemiyor,"

"Yok yok," deyip nefesini üflediğinde ürperdim. "Baya yalvarıyorsun Akif bana ceza versin diye,"

Sıcacık nefesi beni sarhoş ederken, "Bana kıyamazsın ki," dedim nazlı nazlı.

Ensemde birer ateş parçası olmuş dudaklarının baskısını hissettiğimde sesim soluğum kesilmişti. Yumuşacık bir öpüşle tenimi yakıp kavurdu. Baskı yavaşça kayboldu.

"Haklısın, kıyamıyorum," dedikten sonra önce ensemdeki nefesi ardından belimi saran kolu uzaklaşmıştı. Sersemleyerek olduğum yerde bir süre hareketsizce bekledim.

Akif Karan aklımı başımdan alıyordu.

Mutfaktaki işimiz bittiğinde üst kata çıktık. Akif Karan buraya oldukça hazırlıklı gelmişti. Yedek diş fırçasıyla dişlerimi fırçaladım ve salona geçtim. Benim ardımdan Akif Karan banyoya girmişti.

Evden çıktığımızda öğlen oluyordu. Arabaya bindiğimizde radyoda Neşet Ertaş'ın bir türküsü çalıyordu. Sanki onun dilinden dökülen tüm sözler bize aitmiş gibi hissediyordum. Türkü sonlandığında günümüz sanatçılarından birinin şarkısı çalmaya başladı.

Ruhun var ruhumda
Yüzün hep aklımda
Geceler uzun
Seni görmek var uykumda
Evin şu göğsümdür
Sebep tebessümdü
İçimde yangın var
Ya öldür , ya sen söndür

Sözleri dinledikçe kalbim sersemledi. O kadar Akif Karan ve bendim ki. Onunla geçirdiğim her anı bu dizelere sığdırmışlardı sanki.

Yüzün gülsün diye yaptım sevgilim
Yalnız uyuma diye yaptım
Bensizliğe hiç alışma diye yaptım
Senin için yaptım
Aşk için yaptım sevgilim

Akif Karan'ın dizinde duran elini kavradım ve parmaklarımla sıkıca sardım. Yoldaki bakışları beni buldu.

"Şarkının sözleri," dedim kuru dallarım çiçeklenirken. "Sanki bizi anlatıyor gibi,"

Aramızda duran ellerimize baktı. "Uzun zamandır her şey seni anlatıyor bana,"

Koyu lâcivert sevdam göğsüme sığmamaya başladı. Gözlerime sirayet eden mutluluğumla şarkıdan alıntı yaptım.

"Ömür dedikleri sığarmış bir ana, göğsünde uyudum ya..."

Dudaklarındaki etkileyici kıvrımlar genişledi. Esmer suratındaki tüm karanlık silinerek ay gibi parladı ve bana kalbimi şenlendiren bir gülümseme bahşetti.

Göle ulaştığımızda buranın şehirdekinden daha güzel olduğunu fark ettim. Buzlardan küçük adacıklar oluşan yüzeyi tertemiz parlıyordu. Tarihi köprünün üzerinde durduğumuzda ellerim montumun cebinde Akif Karan'a döndüm yüzümü. "Telefonunu alabilir miyim? Fotoğraf çekmek istiyorum,"

Tereddüt etmeden montun cebinden çıkardığı lâcivert renkli telefonu cebimden çıkararak ona uzattığım avcuma bıraktı. Kamerayı kilide gerek kalmadan açarak etrafımdaki doğal güzellikleri çekmeye başladım. Bir zaman sonra çektiğim tek doğal güzellik Akif Karan oldu. Ses etmeden beni izliyordu.

"Hepsini kendime yollayacağım itiraz yok," dedim cebindeki elini çıkarıp çekerken. Kemikli parmakları, ellerinin üstündeki belirgin damarlar hepsi çok şahaneydi. Yüz hatlarını her ayrıntısına kadar çektim. Elini tutup kenetli ellerimizi çektim.

Omzumu çevreleyen koluyla yüzünü bana yaklaştırdı. "Anlaşalım, senin de fotoğrafların olursa ancak hepsini kendine yollayabilirsin,"

Kirpiklerimi hızlı hızlı kırptım. "Ben pek sevmem fotoğrafımı çekmeyi,"

Avcumdaki telefon bir anda uzun parmaklarla kavrandı. "Ben çekerim seni yavrum, endişen olmasın,"

"Ama hiç fotojenik bir yüzüm yok ki,"

"Kim diyor bunu, söyle yedi sülalesinin soy ağacını çıkarayım?"

"Lisedeyken arkadaşlarım söylüyordu,"

Yanağımı avuçlayan eliyle tenimi okşadı. "Kıskanmışlar seni güzelim. Nasıl güzelsin bir bilsen,"

Gülümsedim. "Sana öyle geliyor,"

Esefle soludu. "Keşke yalnızca bana öyle gelse,"

Akif Karan benim bir sürü fotoğrafımı çekmişti. Çoğu kez kameraya değil ona baktığımdan poz verememiştim. İkimizi de bolca çektiğimizde vakit epey ilerlemişti. Gölün yakınlarındaki bir kanyona da gittikten sonra gezimizi noktaladık. Zira hava buz gibi olmuştu.

Eve geldiğimizde, "Ilık bir duş alırsan üşümen azalır. Üzerine rahat bir şeyler vereyim," dedi paçaları çamur olan pantolonuma bakarak. "Sen de pantolonunu makineye at,"

"Burada kıyafetin var mı?"

"Planımda seninle buraya gelmek en başından beri vardı, o yüzden hazırlıklıyım,"

Hazır cevaplığıyla gözlerimi kıstım. "Benim neden haberim yok peki bu planlardan?"

Üzerime doğru büyükçe bir adım atarak mesafemizi kapattı. "Çünkü sürpriz olacaktı," dedikten sonra bedenimi süzdü. "Bedenine uygun bir şeyler bulalım, gel bakalım,"

Merdivenlerin doğu kanadındaki kapalı olan iki kapıdan sol taraftakine yöneldik. En az salon kadar geniş olan odanın ortasında kocaman bir yatak, yanındaki duvarda ise boydan boya gardırop vardı. "Lâcivert rengi seviyorsun," dedim yatak örtüsü ve perdeleri incelerken.

Gardırobun sürgülü kapısını kapatarak bana yaklaştı. "Koyu renkleri kullanmayı severim,"

Elinde beyaz bir tişört ve siyah bir eşofman altı vardı. "Bunların olacağını düşünüyorum," elindeki katlı kıyafetleri aldım. "Ebeveyn banyosu hemen arkanda," deyince oraya yöneldim.

Ahşap detaylarla dizayn edilmiş olan banyo gözüme çok şirin gözükmüştü. Kıyafetlerimi çıkarıp kenara koydum. Duşa kabine girip suyu ayarladım. Sıcacık su bedenimi rahatlatırken üşüyen uzuvlarım ısınmaya başlamıştı. Raftaki erkek şampuanından avcuma yeteri kadar sıktıktan sonra saçlarımı köpürttüm. Duş jelini de kullandığımda her yanım sevdiğim adam gibi kokmuştu.

İç çamaşırlarımın üzerine Akif Karan'ın verdiği tişört ve eşofman altını giydim. Onun uzun boyu dolayısıyla pijamanın pacaları yerde sürünüyordu eğilip dört kez katladım. Tişörtte dizlerimin hemen üstüne geliyordu. Belini pijamanın içine koyarak biraz kısalttım. Eşofmanın bel bağcığını sıkıca bağladım. Burun deliklerime dolan mest edici kokuyla içim içime sığmadı. Saçlarımı kurutup salık bırakmıştım.

Banyoda çok fazla durduğumu fark ederek kirli kıyafetlerimi makineye attım ancak çalıştırmadım. Akif'te kirlilerini atmak isteyebilirdi.

Odaya döndüğümde Akif Karan burada değildi. Rahat giyinmem için çıkmış olmalıydı.

"Akif Karan," dedim merdivenin başından.

"Aşağıdayım," diye seslendiğinde ayaklarım çoktan merdivenlere yönelmişti.

Ortadaki siyah mermerli tezgahta kıyma yoğuran adamı gördüğümde yüzümdeki geniş gülümseme ile oraya ilerledim.

"Kolay gelsin, ne yiyoruz?"

Dağınık saçları alnına düşerek onu olduğundan daha serseri bir şekle bürümüştü. "Adana kebap," dedi büyük bir kibirle.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sormam hataydı," dedim şakacı bir sesle. "Sabah kahvaltısında bile yiyebiliyordunuz değil mi siz?"

Çarpık gülümsemesiyle, "Kebapta yenir ama ciğer daha çok tercih edilir," dedi.

Kalın şişlere baharatladığı kıymayı büyük bir ustalıkla yerleştirirken işi iyi bildiğini anlamıştım.

"Baya iyisin,"

"Amcamın kebap salonu var. Göktürk'le yaz tatillerinde orada çok çalıştık,"

Onunla ilgili bir şeyler öğrenmek beni hem çok meraklandırıyor hem de mutlu ediyordu.

"Kalabalık bir aileniz var galiba,"

"Babamlar yedi kardeş,"

"Ne güzel, bayramlar çok güzel oluyordur,"

"Öyle ama eskisi kadar sık bir araya gelemiyoruz. Tatillerimiz uyuşmuyor,"

"Zuhal teyzenin kardeşi var mı?"

"Bir tane kız kardeşi vardı. Annemin kopyasıydı. Argun'u evlat edinmişti. Birkaç sene önce vefat etti,"

"Allah rahmet eylesin, başınız sağolsun," dedim burukça.

"Sağol güzelim,"

"Argun ağabeyin ailesine ne olmuştu? Özel değilse eğer,"

"Babası tam bir orospu çocuğuydu. Annesi kanserden öldü,"

Zihnimde bir şimşek çaktı. İfade odasındaki tepkileri ondandı. Aynı acıyı yaşamıştık. Argun ağabeyin gözlerinde gördüğüm acının sebebi annesizliğiydi.

"Aynı kaderi paylaşıyormuşuz,"

Şişleri tepsiye koymuş ve ellerini yıkayarak yanıma gelmişti.

"Defne'yle yeniden hayata tutundu. Argun şimdikinden çok farklıydı. Babası en büyük yarası. Öyle bir döl israfından böyle aslan gibi bir adam olmuş işte,"

Defne'ye olan sevgim büyüdü. Mükemmel bir kadındı.

"Sulandı yine toprakların," dedi eğilip yanaklarımı kavrarken. Dolan gözlerimi kırptım.

"Öyle güzel insanlarsınız ki,"

"Ağlamak yasaktı," dedi şefkatle gözlerimden taşan yaşları silerken.

"Hüzün değil ki sebebi,"

Yanağımdaki parmaklarının yerini dudakları aldığında nefesim göğsüme saplı kaldı. Sıcacık bir temasla öptü. Bakışlarımız kucaklaştığında lâcivertlerinin bir ton koyulaştığına şahit oldum.

Bir adım uzaklaşarak boğazımı nazikçe temizledim.

"Salata yapayım mı ben?"

"Ben yapacağım, sen otur bakayım şuraya," diye emrettiğinde kaçma isteğime yenik düşerek bahçeye açılan cam kapının önündeki yüksek tabureye ilerledim ve oturdum.

Mutfakta oldukça pratikti. Salata yaparken gözlerimi bir an üzerinden ayıramamıştım.

Mutfakta daha çok mu çekici olmuştu bu adam?

Edepsizleşen düşüncelerimi susturan şey Akif Karan'ın bana doğru gelen heybetli bedeni oldu.

"Kapıyı açsana güzelim," deyip arkamdaki kulpu çenesiyle işaret etti.

Tabureden kalkarak kenara koydum ve kapıyı açtım. Soğuk anında içeriye dolmuştu. Üzerinde yalnızca bir tişörtle dışarıya çıkan adama öfkeyle baktım. Söylenerek girişteki dolaptan montunu aldım ve bahçeye çıktım.

Mangala şişleri dizerken beni görünce çatılan kaşlarının altından, "Yavrum ne yapıyorsun incecik üstle dışarıda?" dedi.

"Senin üstün çok kalın sanki?" deyip montu giymesi için kaldırdım. "Uzat kollarını,"

Bana tersçe bakarak eğildi. Montu giymesine yardım ettim.

"Beni düşünürken kendin hasta olacaksın, eve koş," dedi homurdanarak.

Hızlıca eve girdiğimde donduğumu hissettim. Akif'in olmamasını fırsat bilerek mutfağın bir köşesindeki masaya salatayı ve tabakları yerleştirdim. İçecekleri bardaklara boşaltırken Akif Karan kapıdan girmişti. Ancak yalnız değildi.

Arkasında, kalçasına kadar uzanan siyah, düz saçları göz dolduran bir genç kız vardı.

"Misafirimiz var güzelim,"

Akif Karan elindeki kebap şişlerinin olduğu tabağı masaya bıraktıktan hemen sonra montunu çıkarıp taburelerden birinin üstüne attı.

Kız dikkatli bakışlarla bedenimi süzüyordu.

Ela gözleri kısıldı. "Akif Karan ağabey," dedi gözleri nihayet benden koptuğunda. "Ben yalnız geleceğini zannediyordum,"

Sesindeki itici tavrı öyle belliydi ki. Sevda'daki kibirli bakışların aynısını görüyordum.

Tepkisizliğim büyürken Akif Karan'ın soğuktan buz gibi olan elini belimde hissettim. "Yavrum," dedi çenemi kavrayarak yüzümü kendine çevirirken. "İyi misin?"

Değilim. Hiç değilim.

Dudaklarıma çokta sahici olmayan bir gülümseme ekledim. "İyiyim canım," dedim sakince. "Misafirimiz olacağını bilmediğimden şaşırdım,"

"Yalnız burada misafir olan sensin tatlım,"

Yanlış duyup duymadığımı anlamak için karşımdaki kıza döndüm. Yüzündeki itici maske hâlâ yerini koruyordu.

"Oya," dedi yanımdaki adam sertçe. "Üslubuna dikkat et,"

"Pardon ağabey," dedi yumuşak bir sesle. "Şaşkınım, kusuruma bakma, lütfen," bizim olduğumuz yere doğru yaklaştı. Elini uzattığında ona buz gibi bir ifadeyle baktım. "Ben Oya, çok iyi bir tanışma olmadı ama,"

Uzattığı elini tutma gereği duymadım. Kibirli bakışları ve biraz önceki hadsiz üslubuyla nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu anlayabilmiştim.

"Berceste," dedim ve masadan bir sandalye çekerek oturdum. İştahım tamamen kaçmıştı. Akif Karan yanımdaki yerini aldığında ayakta dikilmeye devam eden kızı umursamadan Akif'in tabağıma doldurduklarını yemeye başladım.

"Otursana Oya," dedi Akif Karan karşımdaki yeri işaret ederek.

"Aç değilim, afiyet olsun size," deyip elindeki daha önce fark edemediğim karton çantayı kaldırdı. "Ben sana en sevdiğin keki yapmıştım. Tarçınlı,"

"Sağolasın ama ben tarçınlı kek sevmem, Göktürk sever,"

Karşımdaki kızın yüzü rengini yitirirken bocalayarak, "Ah öyle mi, karıştırdım sanırım," dedi ve Akif Karan'ın tam karşısındaki tabureye oturdu.

İştahsızca tabağıma bakınırken Akif Karan'ın ilgili sesini işittim. "Güzelim niye yemiyorsun, sevmedin mi?"

"Hayır," dedim gözlerinin içine bakarak. "Çok güzel görünüyor," deyip eti keserek catala küçük bir parçayı batırdım ve yedim.

Akif Karan, misafirin önüne bir bardak kola koydu. Oya bardağın ağız kısmında parmağını dolaştırırken, "Arkadaşın mı?" dedi.

Akif Karan'ın bakışları onu buldu. "Hayır," dedi yumuşak bir sesle. Oya'nın bakışları titredi. "Sevgilim."

Oya çok durmadan gitmişti. Akif Karan, Ahmet amcanın kızı olduğunu ve annesiyle bu evin temizliğiyle ilgilendiklerini söylemişti.

Onun gidişiyle masayı toplamış ve üst kata çıkmıştık. Şöminenin yanındaki büyük mindere uzanarak gökyüzünü evin içine yansıtan camdan göğü izlemeye başladım. Akif Karan başımın altına kolunu uzatarak pazusuna yaslanmamı sağladı.

"Senden hoşlanıyor," dedim sessizliği bozarak.

"Kim?" dedi yorgun bir sesle. Göğsü dingin nefesleriyle kabarıp sönüyordu.

"Oya,"

Başımı kaldırarak tepkisine baktım.

Kaşları hoşnutsuzca çatıldı. "Kardeşim gibidir," deyip gözlerini araladı. "Rahatsız mı etti seni? Ben daha önce hiç fark etmedim,"

"Beni neredeyse gözleriyle yok edecekti," dedim gülerek. "Ayrıca kör müsün sen biraz? Kız ayan beyan belli ediyor,"

"Ne bileyim kızım, kaç kere birinden hoşlandım sanki,"

Alt dudağımı ısırdım. "Ya, kaç kere?"

Kısık bakışlarının arasından yoğun bir sesle yanıt verdi. "Bir kere,"

"Kim acaba bu şanslı kız?"

Bedenini minderde doğrulturken üzerime eğildi. "Senden başka kimse olmadı hayatımda," elimi sakallarıyla kaplı yanağına koydum.

"Benimde," dedim sakince. Kalbimin aksine. "Bu yüzden bazen nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum,"

Yanağıma düşmüş olan ince tutamı yavaşça okşadı. "Birlikte öğreneceğiz,"

Başımın yanındaki telefon titremeye başladığında Akif Karan pozisyonumuzu bozmadan alıp ekrana baktı. "Argun, görüntülü arıyor,"

Oturur pozisyona gelerek aramayı yanıtladık. Sırtım geniş göğsüne yaslıydı.

Ekranda beliren küçük adamla dudaklarım anında kıvrıldı. "Aba," dedi küçük suratını kameraya yaklaştırırken.

Arkasında oturan Argun ağabey hemen onu belinden kavrayıp kendine çekti. "Kameraya yaklaşınca ablanın yanına varamazsın oğlum, dur şurada,"

"Ablacım, napıyorsun?" dedim neşeli sesimle.

Defne görüş alanımıza girdi. "Gittiğinizden beri odaları tek tek gezip seni aramaktan başka bir şey yapmadı."

Oğuz Kağan ellerini çırparak, "Aba özledi," deyince içim gitti.

"Ah ama yiyeceğim şimdi seni. Tabi ki özledim bebeğim,"

Tuğrul'un sırıtkan yüzü ekranda belirdi. "Tabi Akif seni yemeden buraya gelebilirseniz yersin bebişi, dünya tatlısı yengem,"

Utanarak gözlerimi kaçırdım.

"Ulan telefondan bile utandırabiliyorsun şu kızı. Bir geleyim yanına, boku yiyeceksin, Tuğrul!"

Gizem'in arkadan sesi geldi. "Berceste ya aşk olsun, telefonunu nasıl burada unutursun! Ne güzel Akif ağabeyin dedikodusunu yapacaktık seninle,"

Sanırım yerin dibine girmek için en mantıklı andaydım.

"Hatun var ya, yemin ediyorum ruh ikizimsin," dedi Tuğrul kocaman bir kahkaha patlatırken.

"Uğraşmayın kızımla," dedi Zuhal teyze otoriter bir edayla. "Güzel kızım bakma sen bunlara, dilediğinizce tatilinizi yapın,"

Ekrandaki tatlı yüzüne bakarak gülümsedim.

"Anacım sırtın nasıl oldu?" dedi Akif Karan.

"Daha iyiyim. Ovdun ya yavrum. Çok şükür ağrısı dinlendi. Öpüyorum ikinizi de," deyip öpücük attı.

"Bizde seni," dedim içtenlikle.

Argun ağabey kamerayı kendine çevirdi. "Durumlar nasıl?" dedi göz kırparak.

Gülümseyerek "İyi," dedim.

Gözlerini kapatıp açtı. "Dikkat edin, oğlumu çok bekletme ablası," deyip kucağındaki bebeğe verdi telefonu.

Oğuz Kağan büzdüğü dudağıyla "Aba gel," diye mırıldandı.

"Geleceğim ablacım,"

Oğuz Kağan ile biraz hasret giderdikten sonra, "İyi akşamlar," diyerek telefonu kapattık.

"Ya nasıl içten gel diyor," dedim Akif Karan'a bakarak.

"Ulan velet iyice aşık etti kendini sana," deyip homurdandı.

Sesimden taşan neşeyle kahkaha attım. Söylenişi öyle tatlı gelmişti ki. Uzun zaman sonra ilk kez kaygısızca gülebiliyordum.

Bunu sağlayan hiç şüphesiz Akif Karan'dı.

Belimden tutulup Akif Karan'ın kucağına çekildiğimde ellerimi boynuna doladım. Burunlarımız birbirine sürtündü.

"Üsteğmenin asenası," dedi dudaklarıma nefesini üflerken. "Tek bir gülüşünle kalbimi darmaduman etmeyi başaran tek kadınsın."

Benim üsteğmenim.

Akif Karan istiyorum! Bana ne!? diyen kızlar varmış... :)

Yazdıkça karakterine aşık olan ben, hâlim duman.

Mütişmel bir bölüm müydü acaba? Nasıl sevdiniz mi?

En sevdiğiniz sahne/söz?

Dağ evi anıları güzelleşiyor değil mi? Aileden uzak daha rahatlar, diğer bölüm Argun ve Oğuz'un doğum günü var.

Oya'yı sevdiniz mi? Sevda'nın yan sanayisi kendisi ^^

Akif Karan mutfakta da iyiymiş. Adam düşmemiz için var olmuş <3


Continue Reading

You'll Also Like

257K 11.5K 50
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

41.8K 3.8K 11
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
758K 44.7K 65
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
766K 44K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...