HALEF

By lemveli

906K 71.8K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

III - ❝On İkiye Kadar❞

12.4K 1.2K 1K
By lemveli

"Ona kadar karalanmış kelimelerin olduğu, defalarca yazılmış bir romandım. O geldi. Ve ben yeniden yazılmaya başladım. Hem de hiç karalanmadan."

III - "On İkiye Kadar"

Hayatınızda hiçbir yerde saklı kalmak, çıkmamak istediniz mi? Ben istememiştim bu zamana kadar. Ama şu an bir kuyunun dibinde, okyanusun derinliklerinde, mağaranın karanlık kuytularında da olsam onun kollarının arasından çıkmamak isterdim. Beni burada saklamasına imkân olmadığını bilsem de bu tuhaf arzum, içimde birçok hissin kımıldamasına sebep oluyordu.

Güneşin ışıkları odama sızıyordu. Her gece az da olsa açık olan, temiz havayı pencereden içeri sızdıran rüzgâr, perdemi yelken gibi şişirdiğinde uyanmış ve onu izlemeye başlamıştım. Beni sanki her an kaçacakmışım gibi güçlü kollarının arasına hapsetmişti ama artık başı boynumda değil, yastığımdaydı. Tek yastığımı ona kaptırmış olduğumdan dolayı tüm gece ya göğsünde ya kolunda ya da yorganın üzerinde olan başım tam anlamıyla uykuya teslim olamamıştı. Ve bunu fırsat bilerek ara sıra uyandığımda onu izlemiş, sonra yeniden uykuya dalmıştım.

İlk defa sabaha kadar beraber ve aynı yatakta uyumuştuk. Bu hissin tuhaflığı hâlâ üzerimdeydi fakat onu izlemek o kadar güzeldi ki pek umurumda değildi.

Gece kalktığımda kapıyı kilitlemediğini düşünüp anahtarı çevirmiştim ama bunu ben uyuduktan sonra yaptığını fark etmiştim. Her zaman benden bir adım önde olmasını seviyordum sanırım. Çünkü bazı sabahlar odama dalan ve beni uyandırmaya çalışan kuzenim Anıl'ın bizi bu şekilde görmesi hiç de uygun olmazdı.

Güneş ışığını engellemek adına kollarının arasından çıkıp perdeyi kapatarak banyoya girdim. Banyoda sabah rutinlerimi yapıp ferahlayarak dışarı çıktığımda Zamir'in hâlâ uyuyor olduğunu ve gelen seslere hiçbir tepki vermediğini gördüm.

Uykusu bazen çok hafif, bazen ise oldukça ağır olurdu ve bu ağırlık, gün içerisindeki yorgunluğundan kaynaklanırdı. Onu dün çok yormuş olmalıydım.

Gelip yatağa oturduğumda kolunu yastığın altına alarak yastığa sarıldı. Ardından kaşlarını çatarak eliyle yatağı yoklayıp beni aradı. Gülümseyerek bu hâlini izlediğimde ifadesi daha da sertleşti. "Nerede bu?" Homurdanmasına karşılık kıkırdadığımda tek gözünü açtı ve beni görür görmez elini uzattı. Eli belime kaymış, beni yatağa doğru çekmişti.

"Ya! Ne yapıyorsun?"

Tek koluyla beni göğsüne bastırdı. "Neden uyandın?"

Nefesinden gelen nane kokusuna karşılık, "Neden hep ağzın nane kokuyor?" diye sormuştum aniden. Sigara içen biriydi ama buna rağmen üzerinden ya da ağzından sigara kokusu almazdım.

"Sen de diş macunu kokuyorsun."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Dişlerimi fırçaladım. Hem de üç kere."

Zamir'in gözleri irice açıldığında bir anda dirseğinin üzerinde doğrulmuştu. "Neden? Öpüşecek miyiz yoksa?"

Omzuna vurarak, "Sapık mısın sen?" diye tısladım. "Dün sigara içmiştim ya. O yüzden."

"Ben sana birkaç ürün alırım. Hiç sigara kokmazsın."

"Sen onu mu kullanıyorsun?"

Dirseğini yastığının altına uzatarak, "Hı-hı," diye mırıldandı ve tekrar başını yastığına gömdü. "Ne hayallerim vardı ya. Sigara kokarmış. Hah!"

"Sapıksın sen," deyip yataktan kalktığımda kolumdan tutarak beni durdurdu ve tekrar uzanmamı sağladı. Bir anda doğrulup üzerime çıktığında gözlerim irileşmiş, dudaklarım şaşkınlıkla açılmıştı. "Ne yapıyorsun? Kalk üzerimden!"

Gözleri tüm yüzümde dolaşırken, "Sapık demek, he?" diye sordu ve bana doğru eğildi. Nane kokan nefesi yüzüme değdiğinde bir anlığına gözlerimi yummuş ve sonra hemen açmıştım. Ağırlığını üzerime vermeden kollarımın yanındaki dirseklerinden destek aldı. "Yine mi atlet giydin?" Sorduğu soruyla beraber geçmişe döndüğümde ilk defa Mersin'de hastalandığım için üzerimi çıkardığını ve Antakya'da ona cesur bir şekilde davrandığım zaman giydiğim atleti anımsadığımda kıkırdadım.

"Tabii ki atlet giydim!"

"Bakayım?" Dudak bükerek sorduğu soruda yüzüne yerleşen alay benimle dalga geçtiğini haykırıyordu âdeta.

Onu üzerimden iterek, "Dalga geçme benimle!" dedim ve yataktan seri şekilde kalktım. Kollarımı belimde sabitledim. "Ayrıca odadan nasıl çıkacaksın?"

Omuz silkerek, "Pencere?" dediğinde üçüncü katta olduğumuzu bilip bilmediğini sorguladım ama bunu dile getirmedim. Büyük ihtimalle atlayabileceğinden emindi.

"Güvenlik kameraları?"

"Baran halleder."

Dudaklarımı birbirine bastırarak, "Her şeyi düşünmüşsün," dedim hayranlıkla. Bazen ona hayran kaldığımı inkâr edemezdim. Özellikle Ekin'nin adamlarından kaçtığımız gün duvarın içinden silah çıkarması, bizi kaza yapmaktan kurtarması, dün sırf beni bulmak için yolun ortasına çevirme koydurması aklıma geldikçe ona olan hayranlığım artıyordu.

"Düşündüğüm için para alıyorum," deyip yataktan kalktı. "Ama buna rağmen bazı insanlar beni hafife alıyor, bir şeyleri saklamaya çalışıyor. Ben ise sadece onları izliyorum. Çünkü gerçekleri bilmek sessizliği doğurur." Bu lafı bana mıydı acaba?

Kemal Demirhan'ın yasa dışı silah sevkiyatı yaptığını biliyor muydu?

Ya da Büşra'nın bir banka sayesinde hamile kaldığını biliyor olabiliyor miydi?

İki ihtimalden hangisini bildiğini sorgulayan zihnim, gözlerimin gözlerinden çekilmesine neden olduğunda Zamir, ifademe karşılık susmuş ve sırtını bana dönerek banyoya girmişti.

Zamir banyodan beş dakika kadar sonra çıktığında komodinin üzerinden telefonunu almış, kulağına götürmüştü. Kısa bir süre geçtiğinde, "Kamera odasında mısın?" diye sordu. "Mihrinaz'ın odasından çıkacağım." Karşı tarafı dinlediğinde kaşlarını çatmıştı.

Baran'ın ne dediğini merak ettiğim için kulağımı telefona dayadığımda, "Ne yaptınız lan tüm gece? Telefonlarımı da açmadın. Naz'ı bile aradım. Lan, ne yaptın kıza?" diye bağırmaya devam ediyordu.

Zamir, onun cümlelerine karşılık derin bir nefes aldı. "Uyuduk lan, uyuduk!" En sonunda çıldırdığında telefonu elinden alarak kulağıma götürdüm.

"Çilek reçelim?"

"Nazçe'm?" Bu ürettiği yeni bir hitaptı sanırım ama hoşuma gitmediğini söyleyemezdim.

Sevinçle, "Zamir bana masal anlattı!" diye şakıdım. Zamir karşımda durup bu detayı neden verdiğimi sorguladığında omuz silkerek odanın içinde gezinmeye başladım. "Başımdan da öptü. Çok romantikti!"

Baran heyecanla, "Dur çekirdeğimi alıp çardağa iniyorum!" dediğinde Zamir, telefonu ona uzatmamı işaret etmişti.

Telefonu suçlu bir çocuk edasıyla ona uzattım. "Baran, şu kamerayı kontrol et." Aramayı sonlandırıp bana göz ucuyla baktı. "Dedikodu mu yapıyorsun artık?"

Masum tavırla, "Dedikodu demeyelim de müzakere diyelim," dediğimde tek kaşını havalandırarak pencerenin önünde durmuştu.

"Müzakere?"

"Hı-hı."

Bir bacağını pencereden sarkıttığı sırada yanında durmuştum. Aşağıya baktıktan sonra bana doğru çevirdi başını. Aniden dudaklarını yanağıma bastırdığında beleren gözlerle ona bakmış ve refleks olarak geri çekilmiştim.

Bana göz kırptı. "Müzakerenize bu ayrıntıyı da ekle madem."

Hiçbir şey söylemeden bahçeyi tekrar yoklamış, ardından tereddüt etmeden atlamıştı. Hayretle yukarıdan ona baktığımda istifini bozmadan saniyeler içerisinde ayaklarının üzerinde kalkmış ve son kez bana bakarak çardağa doğru ilerlemeye başlamıştı.

Elimi, yanaklarımdaki dudaklarının basıncını hissettiği an duran kalbime götürdüm.

Kalbim kelimenin tam anlamıyla durmuştu.

Ben ölmüş müydüm acaba?

Kapım şiddetle çaldığında irkildim. Ardından Zamir'in kilitlediğini anımsadığımda paytak adımlarla kapıya ulaşıp kilidi açtım. Anıl yüzünde her gün daha da çoğalan sivilceleri eşliğinde beni karşıladı. Ellerini iki yana açarak, "Günaydın!" dedi tüm sevecenliği ile. "Kapı neden kilitli?"

Elimle saçma sapan şekillendirdiği jöleli saçlarını dağıttım. "Günaydın. Uykuluyken kilitlemişim. Ayrıca saçların berbat olmuş."

Yüzü düştü. "Bugün okul başlıyor. Nil'e yakışıklı görünmek istiyordum."

Kaşlarımı çatarak onu odamın içine çekiştirdim ve dağınık olan yatağa oturmasını sağlayıp başında dikildim. "Nil kim?"

"Âşık olduğum kız." Bunu on üç yaşındaki kuzenim mi söylemişti?

"Ne aşkı, oğlum? Yaşın kaç senin?"

Omuz silkti. "Nil'e âşığım ama Yazgı'dan da hoşlanıyorum. Burcu'yla da muhabbetimiz çok iyi. Aralarında beni tek umursamayan Nil ve bu beni ona çekiyor." Bu şey değil miydi? Klişe bir erkek çelişkisi?

Jöleli kafasına vurdum. "Turan mısın çocuğum sen? Aynı anda üç kıza mı yürüyorsun?"

Beni eliyle durdurdu. "Hayır, hayır! Aynı anda sadece iki kıza yürüyorum. Nil'e koşuyorum. O çok farklı." Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. Bu çocuk neden Turan'a benzemeye çalışıyordu? Tüm yıllarımı zaten Turan'ın çapkınlıklarını dinlemekle geçirmiştim. Şimdi de sırada bu bücür mü vardı?

Gömleğinin açık düğmelerini ilikledim ve kravatını yukarıya doğru kaldırdım. "Kızlar zeki erkeklerden hoşlanır, Anıl. Serseriliğin modası çoktan geçti. Zekânla büyülemelisin onları, jöleli iğrenç saçlarınla değil."

"Gidip yıkayayım mı o zaman?"

Başımı sallayarak onayladım. "Yıka. Ayrıca gömleğini pantolonun içine sok!"

Seri şekilde ayağa kalkmış ve gömleğini pantolonun içine sokmuş, kravatını daha çok yukarıya kaldırmıştı. Üstünü başını düzelttikten sonra saçlarını yıkamak için koşar adım banyoya gitmişti. Onun bu hâllerine bakarak kafamı iki yana salladım ve üzerimi değiştirdim. Zamir'le uyumlu olmak adına baştan aşağı simsiyah giyinmiştim. Üzerime son zamanlarda çok giydiğim siyah kabanımı ve omuz çantamı aldım. Akşam üniversite mezunları ile toplanacaktık ve bu yüzden çanta takmam daha uygundu. Çantama gerekli tüm şeyleri doldurduktan sonra saçlarımı yukarıdan rastgele topuz yapmış, odamdan çıkmış ve aşağıya inmiştim.

Aşağı indiğimde kahvaltı saatine denk geldiğim için istemesem de masaya doğru ilerleyip yerime geçmiştim. "Günaydın."

Herkesten aynı karşılığı aldığım sırada dedeme ait adım sesleri duyulmuştu. O masaya doğru geldiğinde, "Anıl nerede kaldı?" diye sormuştu Aysar kısık sesle. Yengem endişeyle etrafa bakındı ama Anıl hâlâ banyoda olmalıydı.

"Günaydın." Dedem başıyla bizi yanıtlayıp yerine geçtiğinde gözleri masada gezindi, sonrasında Anıl'ın boş sandalyesinde durdu. "Anıl nerede?"

Yengem ağzını açacağı sırada, "Ben onu banyoya gönderdim," dedim. "Gecikecek." Dedemin bakışları yumuşadığında amcam bana gülümsemişti.

"Sen holdinge mi gideceksin?"

Dedemle bu günler içerisinde zorunlu olmadıkça asla konuşmamıştık. O bir soru sorar, ben cevaplardım ve sonra sessizliğe gömülürdük. "Evet." Sustu. Ben de başka bir şey demeden portakal suyumdan birkaç yudum aldım.

Ona haftalardır sarılmıyordum. Hayatımda ilk kez ona böyle uzun süredir tavır yapıyordum ve hiçbir girişimde bulunmuyordu. Benimle barışmaya bile çalışmıyordu. Oysa o küstüğü zaman ben kırk takla atardım.

Önüme bir dilim peynir ve domates aldığımda Aysar'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Başımı kaldırarak, "Neden bana bakıyorsun?" diye sordum sinirle. Sinirim ona değildi ama yine de neden bana dik dik bakıyordu ki?

Aysar şeytani gülümseme eşliğinde, "Dedeme geçen gün eve sarhoş geldiğini anlatmanı bekliyordum," dediğinde gözlerimi kıstım. Beni görmüş müydü? Tabii ki görmüştü! Penceresi direkt olarak ön bahçeye bakıyordu.

Dedem, çatalını sertçe masaya bıraktı. "Bu doğru mu?"

Başımı hızla ona çevirdim. "Evet, doğru. Hatta bu akşam da üniversiteden çocuklarla buluşacağız ve dağıtacağız. Ne de olsa her an ölümle burun buruna gelebilirim. Bu yüzden her günümü son günümmüş gibi yaşamam gerekir. Değil mi?"

Masadan hışımla kalktığımda, "Ha, bu arada," diyerek Aysar'a baktım. "Dedemin geçen dönemdeki notlarını annenin bağış yapıp düzelttiğinden haberi var mıydı?" Aysar ile Aynur yengemin gözleri dehşetle açıldığında tebessüm ettim. "Bu dönem bağışları ben yapacağım koleje. Seni attırmaları için hem de. Ayağını denk al ve benimle asla uğraşma. Yoksa hiçbir üniversiteye adımını bile atamazsın." Kimseye bakmadan salondan çıktığımda tek üzüldüğüm kişi amcamdı çünkü Aysar onun kızıydı. Onun yanında kızını tehdit etmem etik değildi ama bu savaşı kuzenim başlatmıştı. Ben değil.

Kapıdan çıkmadan önce, "Rana!" diye bağırmıştı dedem. "Aysar'ın odasındaki elektronik eşyaları topla. Ben söyleyene kadar ev telefonuna bile dokunmayacak."

Daha fazlasını duymadan kendimi bahçeye attığımda yüzüme çarpan soğuk rüzgâr âdeta zihnimi temizlemişti. Çardağa doğru döndüğümde Zamir ve Baran'ı görmüş, onlara doğru ilerlemeye başlamıştım. Baran beni görür görmez elindeki çekirdeği havalandırdı. "Bak, küçük siyah çekirdek!"

Kaşlarımı çattım. "Çok küçükmüş."

Baran avucuma çekirdek doldururken, "Azerbaycan'a gitmiştik biz Zamir'le. Orada çok yaygın. Hatta beyaz çekirdek pek tüketmezmiş onlar. Oradan aldık işte," dedi. Aşırı küçük olan siyah çekirdeği dişlerimin arasına sıkıştırıp kabuğunu parçalamam biraz zor olmuştu ama tadı hoşuma gitmişti.

Kabuğunu poşete atıp, "Başka ne getirdiniz?" diye sordum.

Baran düşünürmüş gibi yaparak, "Sigara aldı Zamir," dediğinde başını, onu kınıyormuş gibi iki yana sallamıştı.

"Lan, yirmi kavanoz reçel aldın. Neden sadece benim aldıklarımı sayıyorsun?"

"Doğru," diye onayladı onu Baran. "Reçelleri efsaneydi."

Çekirdek çitlediğim sırada, "Ne zaman gitmiştiniz? İş için mi?" diye sordum merakla. Bir an Zamir'in sorumu cevaplamayacağını sanmıştım ama avucuna doldurduğu çekirdekle tam önümde oturdu ve bana gülümsedi.

"Geçen yaz, iş için gitmiştik. Bununla gittiğim için bin pişmanım. Rezil etti beni."

Baran homurdandı. "Türkiye'deki karizman orada yok. Rezil olman hiçbir şeyi değiştirmez."

Zamir başını omzuna yatırarak, "Benim her yerde karizmam var," demişti kendinden emin sesle. Hay senin karizman batsın...

Baran onu umursamadan bana döndü. "Dün gece ne oldu, Nazçe'm? Anlat bana."

"Yanımda gıybetimi mi yapacaksınız?"

İkimiz de ona döndük ve aynı anda, "O zaman git," dedik. Zamir, irileşen gözleri eşliğinde ayağa kalktı ve bana doğru geldi. Ne yapacağını kestiremediğimden pürdikkat onu izlerken elindeki çekirdekleri avucuma döktü ve bizden uzaklaştı.

"Çekirdeklerini sana vererek avucunun sıcaklığını paylaştı.. Yani diyor ki; gel, evlen benimle!"

Gözlerimi devirdim. "Saçmalama, Baran."

"Bu seni arkadaş ayağına kandırıyor olmasın, Naz? Kardeşim diye demiyorum ama kendisi bir miktar şerefsizdir."

Hayretle, "Ne?" diye sorduğumda yanımızdan geçen Arif duraksadı ve bize baktı. Birkaç saniye sonra tekrar adımlamaya başladığında bu sefer daha kısık sesle, "Ne demek şerefsiz?" diye sordum.

Baran elini sallayarak çekirdeğini poşete doğru tükürdü. "Ne kızların canını yaktı bu şerefsiz. Nart'la bu var ya Ankara'da fırtına estiriyorlardı bir zamanlar. Ankara'nın yarısı Nart'ın, yarısı da Zamir'in takıldığı kızlardan oluşuyor."

Onun omzuna sertçe vurdum. "Abartma!"

"Abartmıyorum," dedi ve ardından benden biraz uzaklaştı. "Dün gece sadece uyudunuz, değil mi?"

Başımı küçük çocuklar gibi hızlıca salladım. "Sadece uyuduk. Sabah pencereden atlamadan önce beni yanağımdan öptü." Elimi suçluymuşum gibi yanağıma götürdüm.

Baran eliyle ağzını kapattı. "Yanağından mı öptü? Gitti namusumuz! Nasıl izin verdin buna?"

"Biraz sapık sanki?" diye sordum.

Elini pes dercesinde kaldırdı. "Şimdi suçu sadece onun üstüne atmayalım. Sen de öpülmeye dünden razısın. Ben sizi sürekli basmasam dokuz ay sonra kucağımda Junior Zamir ve Mihrinazlar bulurum. Neyse ki evren ikinci size hazır olmadığı için bana sürekli vahiy iniyor."

Kahkaha attığımda gözlerim etrafta gezinmiş ve beni izleyen Zamir'de durmuştu. O an içim tarifi benzersiz bir hisle çırpındığında zihnimde önce Baran, sonra kucağında Zamir'e benzeyen bir erkek bebek belirmişti. Bu görüntü gülümsememe sebep olduğunda, Baran'ın diğer tarafında kıvırcık saçlı ve çilli bir kız hayal etmiştim. Benim aksime anne-baba sevgisiyle büyüyen, uslu, tatlı bir kız çocuğu...

Beni hayal dünyamdan ayıran Baran'ın sesiydi. "Beş çocuk mu doğurdun? Hayalinden çıkamadın da!"

"Dalga geçme benimle."

Baran çekirdek çitlemeye devam ederken, "Ama çok eğlenceli olurdu. Biri Zamir'in neyi olduğunu sorarsa anında 'beş çocuğunun anası, nikâhlı karısıyım' dersin. Tüm yüzyılın ayarını yer bizim ajanlar," dedi heyecanla. Bu tavrı onlardan hoşlanmadığına mı işaretti?

"Sanırım onlardan pek hoşlanmıyorsun."

Çenesini yukarı doğru kaldırdı. "Elim silah tutmuyor diye beni pek adamdan saymıyorlar. Hâlbuki girdikleri her yerde güvenliklerini ben sağlıyorum. Kamera kayıtlarını ben siliyorum, kilitli kapıları ben açıyorum, istedikleri cihazlara anında erişim sağlıyorum. Yine de pek sevmezler beni."

"Neden ya?" diye çemkirdim. "Reçelimi neden üzüyorlar?"

"Aras var ya," dedi. Aslında bunun isim değil bir kod ad olduğunu anımsadım. "O tetikçi. Önüne geleni gözünü kırpmadan öldürür. Tetikçinin işi öldürmek ama yine de asla öyle bir işim olsun istemezdim.

"Peki, On Sekiz?" O kadını merak ediyordum çünkü Zamir'e karşı olan tavrı hoşuma gitmemişti.

"İnanmayacaksın ama o her türlü aracı müthiş bir şekilde kullanır."

Kaşlarım şüpheyle havalandı. "Uçak ve gemi de dâhil mi?"

Başını aşağı yukarı salladı. "Aklına gelen her türlü araç."

"Zamir birilerini öldürür mü peki?" Sorumun cevabının canımı acıtıp acıtmayacağını düşünmedim. Çünkü bunu bilmeye ihtiyacım vardı. Baran'ın elindeki çekirdek çitlenmeden poşete düştüğünde bu sorunun onu şaşırttığını anladım.

Yine de derin nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Zamir bizim liderimiz. Onun işi daha çok düşünmek, araştırmak üzerine. Tesislerle iletişime geçen ve üstlerimizin yüzünü gören tek kişi o. Çok tedbirlidir işinde. Neredeyse her taşın altına kendisi için bir şeyler bırakır ve başı sıkışırsa onu kullanır. Silah kullanmak zorunda kaldığında daha çok kollarına ve bacaklarına sıkar. Birini öldürdüğünü görmedim. Zaten öldürmek, onun işi değil."

Son cümle içimi rahatlattığında derin bir nefes aldım ve avucumdaki çekirdeklerden alıp dudaklarıma götürdüm. "Yeni bir görev olacak mı?" Bakışlarım tekrar Zamir'e kaydığında Arif ve İbrahim'le konuştuğunu görmüştüm. Dikkati artık bizim üzerimizde değildi.

"Zamir'in eğittiği adamlar sınır dışında birkaç silah kaçakçısının peşinde. Onun şu anlık tek işi istihbaratları tesise bildirmek."

"Yani gitmeyecek." Onu aylarca göremediğim zamanları anımsadığımda kalbime iğne batmış gibi hissettim. İçim acıyla kasıldığında gözlerim yüzünde gezindi ve tebessüm ettim. Şu an buradaydı. Bu bile yeterliydi.

"Gitmez büyük ihtimalle."

Baran'a dönerek, "Şu an burada olmanız sorun yaratmıyor mu?" diye sordum. Ne de olsa günlerinin tamamı burada geçiyordu.

"Kimse bilmiyor," dedi omuz silkerek. "Zaten dedenle birkaç ay için anlaştık. Ama tabii, açığa çıkarsa büyük sorun olur bizim için." Birkaç ay sonra ne olacaktı? Dedem, Kemal Demirhan'ı nasıl mahvedecekti? Peki, annem ve babam olan o kişilere ne olacaktı? Zamir, Kemal Demirhan'ın bir örgüte silah sevkiyatı yaptığını öğrendiğinde nasıl tepki verecekti? Turan'ı da dedesinin peşinden hapse gönderir miydi?

Turan'la kavgalıydım ama onun hapse girmesine dayanamazdım.

Peki, Zamir söz konusu işi olduğunda beni umursayacak mıydı?

Turan'ın bu işlerle hiçbir alakası olmadığını ona nasıl ispatlayabilirdim?

"Dedikodunuz bitti mi?" Gelen sesle irkildiğimde Zamir başımızdaydı. Gözlerim gözlerine değmiş, ardından istemsizce geri çekilmişti. Bu hareketime anlam veremezken arkasında Büşra belirmişti.

Şakıyarak, "Günaydın," dediğinde başımı sallayarak ona karşılık verdim. Baran anında ayaklanıp çardaktan çıktığında onun bu yaptığı omuzlarımın düşmesine sebep oldu.

Zamir, ellerini siyah pantolonunun cebine tıkarak, "İşe gitmiyor musunuz?" diye sordu.

"Gidiyoruz," diye ayaklandım. "Sonra marinaya gideceğim ben. Büşra, istersen sen de gelebilirsin. Üniversiteden arkadaşlarla buluşacağız."

Büşra, başını iki yana salladı. "Ben yorulurum. Sen git."

"Peki," diyerek arabalara doğru ilerledim. "Sen gelecek misin, Zamir?"

"Gelirim ama ortama girmem. Takılırsın sen." İstemsizce gülümsedim. Bu tavırları çok hoşuma gidiyordu. Yanımdaydı ama beni sıkmıyordu. Tek maksadının her defasında sadece beni korumak olduğunu hissediyordum.

Dudaklarımı ıslatarak, "Turan, Cihan, Fatih, Hazal yanımda olacak," diye mırıldandığımda arabaya binmek üzereydik.

Ön kapıyı açmadan önce göz ucuyla bana baktı. "Senden özür dilemezse onu tekneden atarım."

Hepimiz arabaya bindiğimizde Arif de sürücü koltuğuna geçmişti. Başımı koltukların arasındaki boşluğa doğru uzatıp Zamir'e döndüm. Bu yaptığıma anlam veremediğinde umursamadan omuz silktim ve başımı ona doğru çevirip aramızdaki mesafeyi yok ettim. "Benden defalarca özür diledi ama kabul etmedim."

Dudağı kıvrılır gibi oldu. "Güzel. Bırak, sürünsün."

Büşra merakla, "Daha martın başındayız," dedi. "Soğuk olmaz mı tekne?"

Geriye çekilerek sırtımı koltuğa yasladım. "Hava durgun. Birkaç gündür deniz de çok sakin."

Arif dikiz aynasından bana bakarak, "Dedenizin doğum gününe az kaldı," dedi. "Dün organizasyon şirketinden gelip hatırlattılar ve sizinle görüşmek istediler ama kartlarını alıp geri gönderdik. Akşam da..." diyerek sustu.

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Akşam sarhoş değildim. İftira atma."

Onunla böyle samimi konuşmama şaşırmış gibiydi. Gözleri belerdiğinde, "Yok, öyle söylemek istemedim," dedi seri şekilde.

"Şaka yapmıştım zaten," diye homurdandım. "Kartı ver bana." Cebindeki kartı çıkarıp dikkatli bir şekilde bana uzattığında üzerinde hiç bilmediğim bir organizasyon şirketinin ismini görmüştüm. Kaşlarım çatılırken kartı çantama attım. Dedemin eskiden tüm doğum günlerini halam düzenlerdi ama on altı yaşımdan sonra her şeyle ben ilgilenmeye başlamıştım. Sanırım bu yıl konuşmasak da bu görev bana kalacaktı. Ona hediye almam gerekiyordu ama bu sefer aklımda başka bir şey vardı. Binlerce liralık saatlerden daha değerli bir hediye olacaktı.

Sürekli aynı korkuyla savaşan kalp, pusulasını şaşırırdı ve her küçük seste bile irkilirdi.

Karanlık ama sokak lambalarının aydınlatmaya çalıştığı yol önümüzde uzanıyordu. Başımı camdan arabanın içine doğru çevirdiğimde tüm dikkati ile araba kullandığını fark edip iç çekmiştim. Canım sıkılıyordu çünkü Zamir çok düşünceli ve sessizdi. Onu izlemeye başladığımda bana dönmesini bekliyordum ama başını bir santim bile hareket ettirmemeye yeminliydi sanki. Aniden tuhaf bir melodi arabanın içerisine dolduğunda Zamir, iç cebindeki telefona uzandı. Telefonu saniyeler içerisinde kulağına götürdüğünde bunun basit bir telefondan ziyade uydu telefon olduğunu anlamam zor olmamıştı.

Karşı tarafı dinledikten sonra kaşlarını çattı. "Aynı cihaz olduğundan emin misin?" Ses tonunun ciddiliğine pek aşina olduğum söylenemezdi. "Ne demek konuşmuyor? Elektrik ver! Tırnaklarını sök. Derisini soy ama konuştur o hainleri! O sevkiyatı yapan şerefsizi bulmadan dönmeyin." Birkaç saniye karşı tarafı dinledi. "Bizimkiler ailelerini ziyaret eder. Videoları size yollayacaklar. O zaman konuşurlar belki." Ben dehşete kapılırken o susmuş ve karşı tarafı dinlemişti. "İskenderun'daki kazaya sebep olanlar soysuz heriflerin tekiymiş. Özenle seçilmişler, belli. Tehdit edemedik, konuşturamadık. Polise teslim ettim ben de. Gidip hapiste çürüsünler." Gözlerim irileştiğinde bunu fark etmiş gibi bana dönmüş, ardından arabayı kenara çekmişti. Bana hiçbir şey söylemeden aramayı bitirmiş ve yeni bir arama yapmıştı. "Aras, birkaç adamla sana yollayacağım adresleri ziyaret et. Zarar vermeyin ama rehin aldığınızı belirten videolar çekin. C takımına ilet videoları. Eyvallah."

İstemizce sırtımı kapıya verip tamamen ona döndüğümde uydu telefonunu kapatıp tekrar cebine koydu ve başını kaldırarak gözlerini gözlerime kenetledi. "İşte, gerçek Zamir." Sesindeki acıyı soludum. "Beni tanımak nasıl bir his?"

Güzel bir his olduğunu söyleyemedim.

Onu tanıdığım hiçbir an güzel değildi. Çünkü o bizim gibi etten ve kemikten ibaret değildi. Zamir Hancıoğlu, acıların vücut bulmuş hâliydi. Ruhu ızdırapların ateşinde kavrulmuştu, külleri kederin derin kuyularına atılmıştı, çocukluğu hüzünlerin derin sularında boğulmuştu.

O, acı dolu bir adamdı.

Onu tanımak, üzüntülerini sırtlanmak gibiydi. Benim yaşadıklarım kar topuydu ama onunkiler bir çığdı. Ve bu çığın beni yerle bir edeceğinden adım gibi emindim. Fakat ona hissettiğim her şey kalbimi hedef alan bir silah olmasına rağmen vazgeçmeme izin vermiyordu. Göğüs kafesime binlerce kurşun da sıkılsa tek bir an için ondan ellerimi çekemiyordum.

Onu sevmek yıkılacağından emin olduğun bir köprüye adım atmak gibiydi ve eğer sonunda onun gölgesini dahi görürsem bunu yapacağımdan emindim. Aynısı onun için de geçerliydi. Beni sevdiğini biliyordum. Beni yakmasına, yıkmasına rağmen beni sevdiğini hep bilmiştim.

Tekrar arabayı çalıştırdığında konuyu dağıtmak adına, "Araban çok güzel," dedim kısık sesle. "Yağ gibi kayıyor yolda. Ben de mi alsam?"

"Bunu istediğin zaman kullanırsın," dedi bana ayak uydurarak. "Bir müddet yalnız yolculuğa çıkma, lütfen. Başına bir şey gelecek korkusuyla seni beklemek çok zor."

Bu gereksiz konuyu uzatmadan, "Seni tanımak beni rahatlatıyor," dedim ansızın. "Hiçbir şey saklamıyorsun artık. Kim olduğunu merak etmiyorum, sana rahatça güvenebiliyorum. Belirsizlik beni tüketiyordu ama gerçekleri bilmek daha iyi."

Burnundan sesli nefes vererek güldü. "Ben, beni tanımanın nasıl bir his olduğunu sordum. Sen üzerinden kalkan yüklerin rahatlığından bahsediyorsun."

"Ben daha ölüm fermanını imzaladığımız Yelda'yı atlatamadım, Zamir," diye çıkıştım. "Ömer, mahkemeden sonra ölecek zaten. Ben daha dedemin, Turan'ın bu kadar soğukkanlı olmalarına alışamadım. Sana nasıl alışayım? Nasıl hemen kabulleneyim? Gözümün önünde adam vurduğunda korkmuştum ama sonra onların ölmediğini söylediğinde sevindim. Çünkü sen, her zaman günün sonunda bana şefkat gösteren o adamdın! Hâlâ öylesin. Diğer hâlini kabullenmek zor." Direksiyonu tutan parmak boğumlarının beyazladığını loş ışıkta görebiliyordum. Çenesinin kemikleri belirgin bir şekilde ela harelerime değdiğinde istemsizce elimi uzattım ve bileğine dokundum. "Kızdın mı bana?"

Gözleri birkaç saniyeliğine bana dokundu. "Hayır. Sana kızmaya zerre kadar hakkım yok. Sadece..."

"Sadece?"

İç çekti. "Günün birinde ya istemezsen beni? Bu, buz dağının görünen kısmı, Mihrinaz. Aylarca işimi bile senden gizlemem bu yüzdendi. Beni istemeyeceğini, kabullenmeyeceğini düşündüm. Haklı çıkmaktan korkuyorum sanırım."

Onu haksız çıkardığım takdirde mutlu olur muyduk?

Bileğini sıktım. "Zamir Hancıoğlu hiçbir şeyden korkmaz."

"Doğru, Zamir Hancıoğlu hiçbir şeyden korkmaz. Ama her şeyini kaybetmekten deli gibi korkuyor işte."

Zamir Hancıoğlu'nun her şeyi olan Mihrinaz.

Bir adam, bir kadına sevgi sözcükleri fısıldamasa da olurdu.

Bir adam, bir kadına onu sevdiğini, ona âşık olduğunu söylemese de olurdu.

Fakat bir adam, bir kadına kendisini değerli hissettirmeliydi. Zamir'in yaptığı gibi. Kelimelerle kukla gibi oynuyor ve her sözcüğünün içime işlemesini sağlıyordu. Benim birilerini yaralamak için seçtiğim kelimelerin aksine o, yaraları kapatmak için tatlı dilini kullanıyordu.

Belki de ben yaraydım ama o, buna rağmen bana yar olmaya çalışıyordu. Ben karanlıktım, o vicdanını meşale yapıp yolumu aydınlatmak için çabalıyordu. Ben, kimsenin geçmek istemeyeceği dikenli yoldum ama o, eğilip elini kanata kanata yolumu temizleyen adamdı.

"Sen benim her şeyim değilsin," dedim çatallaşan sesim eşliğinde. Bunu söylediğim an gözlerinde simsiyah bir gölge peydahlanmıştı ama umursamadan devam ettim: "Çünkü ben çok şey kaybettim bu zamana kadar. Sen benim elimde, avucumda kalan son şeysin. Ve bu yüzden ben de seni kaybetmekten deli gibi korkuyorum."

Mihrinaz Akşahin'in elinde, avucunda kalan son şey Zamir.

Biz buyduk.

İtiraflarımız, dün yıktığımız köprüleri yeniden inşa etmeye çabaladığı sırada üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Dün ona içimdeki öfkeyi kusmuştum ama şimdi benim için ne ifade ettiğini dile getirmiştim. Bu, çok daha iyi hissettiriyordu.

"Seninle lise ya da üniversite zamanı tanışsaydım keşke." Yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu.

İşaret parmağımı çeneme getirerek, "Ne olurdu o zaman?" diye sordum.

"Bazı şeyler daha basit olurdu."

"Beni lise zamanı tavlayabileceğini sana düşündüren nedir?"

"O zamanlar çok karizmatiktim. Basketbol ve futbol oynuyordum. Popüler bir çocuktum, kızların ilgi odağıydım."

Sırıttım. "Şimdi de çok karizmatiksin."

"Gördün mü? Tavlamışım demek ki seni..." Gülerek omzuna vurdum. Bu muzip tavırlarına en başından beri aşina sayılırdım.

Dakikalar sonra arabayı marinanın girişine, Cihan'ın arabasının tam yanına park ettiğinde kemerimi çözdüm ve onunla aynı anda arabadan indik. Arabanın arkasından dolanıp, "Açılacaksınız sanırım?" diye sordu.

"Evet."

"Rahat olmanı istiyorum. İstemezsen gelmem seninle. Bir korumayla ortama girmek seni gerebilir."

Kaşlarımı çatıp, "Sen koruma değilsin," dedim sinirle.

"Neyim?" diye sordu ama bunu keyifsizce dile getirmişti. Gözlerini aşağıya indirerek ellerini cebine tıktı.

Ona doğru uzanıp elini cebinden çıkardım ve sıcak elini sıkıca tuttum. "Sen benim..." Duraksadım. O benim neyimdi? Arkadaşım değildi. Flörtüm değildi. Sevgilim değildi. Nişanlım değildi. Kocam da değildi. Ama o neden benimdi ve bu kadar bendi? "Sen benimsin."

"Bu bir sıfat mı?"

Elini sıkıca tutup ona doğru bir adım attım ve aramızdaki o mesafeyi kapattım. "Benimsin ve bu gece benim yanımda ol. Normal bir..." Yine duraksadım. Normal bir ne olarak?

"Çift olarak?" diye tamamladı cümlemi. Bunu söylerken kaşları havalanmıştı.

Kafamı hızla salladım. "Çift olarak."

Eli bir anda belime gittiğinde beni kendisine doğru çekmişti. Nefesi kulaklarıma çarptığında, "Çift olarak tekneye binersek ne kuzenin ne de o yavşak arkadaşına tahammül etmem. Bunu kabul ediyor musun?" diye sordu. "İstediğin kişiyle istediğin gibi eğlen. Dilediğin gibi davran ama sana Turan'ın zehirli dili ve Cihan'ın âşık gözleri değerse onları mahvederim." Omuzlarına tutundum ayakta kalmak adına. Dudakları ve nefesi kulaklarımdan uzaklaştığında yüzlerimizi aynı hizaya getirmişti.

Gözlerindeki ifadenin adı sevinç miydi?

Bir çift olmak onu sevindirmiş miydi?

Sırf o mutluluğu bozmamak adına, "Kabul," dedim.

Elimi sıkıca kavrayıp iskelenin üzerinde ilerlemeye başladığında beni omzunun arkasına almıştı. Bu his eşsizdi. Elimi sıkıca kavraması, benden birkaç adım önde yürümesi, içimde betimlenmesi mümkün olmayan duyguları doğuruyordu.

"Bu tekne," dediğimde hiçbir şey söylemeden durmuştu. Tekneye binmeden önce ayakkabılarımızı temizlemiştik. Önce Zamir, ardından yardımıyla ben bindiğimde kulaklarıma dolan yüksek sesli şarkıya karşılık yüzümü buruşturdum. "Başımız ağrıyacak gibi."

"Kaçmayı mı teklif ediyorsun?"

Boşta olan elimle omzuna vurdum. "Serseri!"

Güverteye çıktığımızda okuduğum bölümün neredeyse tüm mezunlarını görmüştüm. Zamir ve beni fark eden birkaç kişi önümüze geldiğinde sorgulayan bakışlarını hissedebiliyordum ama ellerimizin kenetli olması sanırım net bir cevaptı.

Fatih yanıma geldiğinde Zamir'in elini bırakmadan ona sarıldım. Ardından geri çekilerek, "Zamir," diye onları tanıştırdım. "Fatih, benim çok yakın bir arkadaşım."

Fatih, elini Zamir'e uzatarak yüzündeki samimi gülümseme ile birlikte, "Ben seni tanıyorum zaten," diye mırıldandı. "Çok duyduk ismini. Memnun oldum."

Zamir, onun elini sıkarak tebessüm etti. "Ben de memnun oldum."

Fatih'in gözleri beni bulduğunda, "Bence Zamir'i Hazal'dan kaçır. Turan ve Cihan'dan sonra erkek avına çıkmış durumda," dediğinde kahkaha attım.

"O biraz sıkar."

Zamir'in güldüğünü duydum. Fatih yanımızdan ayrıldığında, "Hazal, ara sıra takıldığın arkadaşın mı?" diye sormuştu.

Öfkeyle ona döndüm. "Merak mı ettin?"

"Ne merak edeceğim?" Ona ikna olmadığımı belirten gözlerle baktığım esnada beni kendine doğru çekti. "Ben sadece seni merak ederim." Ardından dudaklarını burnumun ucuna bastırdı ve tam oraya küçük bir öpücük bıraktı. Afalladığımda ise omuz silkmişti. "Çiftler böyle tatlı şeyler yapar."

Dudak bükerek, "Sen nereden biliyorsun?" diye sordum içimdeki kıskançlığa engel olamadan. "Kimlerle çift oldun bu zamana kadar?" Aklıma istemsizce Baran'ın dedikleri ve Zamir'in Ankara'da yaptığını iddia ettiği çapkınlıkları gelmişti.

Alt dudağını ısırarak güldü. "Kıskançlıktan geberip gideceksin birazdan. Sakin ol, Bonus Kafa. Bugün seninim."

"Sadece bugün yani?" Ne saçmalıyordum ben Allah aşkına? Biri ağzıma bant yapıştırabilir mi?

"Mihrinaz," dedi serseri gülümsemesini yüzünden bir saniye bile silmeden. "Tehlikeli sulardasın." Bu susmama yetmişti. O, son zamanlarda tüm hareketlerini bana göre ayarlıyordu. Başladığımız noktadan çoktan çıkmıştık ama şu an hiçbir evreye ait değil gibiydik. Kelimenin tam anlamıyla anı yaşıyorduk. Sürekli kavga ediyorduk. Ona olan öfkemi kusuyordum ama o en sonunda gelip yine bana sarılıyordu. Ne olursa olsun en sonunda parmakları hasretini çektiği asi, kıvırcık saçlarıma kavuşuyordu. Aramızdaki belirsiz ve isimsiz şeyleri hiçbir evreye ve ilişkiye sığdıramıyorduk.

Güvertede bir kanepeye geçtiğimiz sırada görüş açıma Hazal girmişti. O beni görmeden hemen önce başımı Zamir'in boynuna gömdüm. Bu yaptığım ani harekete karşılık tüm bedeninin kasıldığını hissettiğimde bacağındaki elini kavradım ve sıkıca tuttum.

Hazal beni gördü, gözlerini kısarak gerçekten ben olup olmadığımı kontrol etti. Ardından seri adımlarla yanımıza geldiğinde başımı ağır ağır Zamir'in boynundan çektim.

Tam yanıma oturdu. "Naz! Ne haber?"

Gözleri benim değil, Zamir'in üzerindeydi. Dikkatini çekmek adına boğazımı temizledim. "İyilik, senden?"

Avını yakalamak üzere olan avcı edasıyla, "Harikayım," dedi. "Bizi tanıştırmayacak mısın?"

Zamir'le kenetli olan ellerimizi havalandırdım ve kendimden bağımsız bir şekilde elini sıktım. Bunu yaparken kendi parmaklarımı acıtmıştım. "Zamir," dedim ve ardından başımı omzuna yasladım. "Sevgilim." Bunu seslendirmek bile kalbimin göğüs kafesimi dağıtmasına neden olmuştu.

Hazal'ın gözleri ikimiz arasında gidip geldiği sırada, "Ben de Hazal," diyerek ona elini uzatmıştı. Zamir'in hareketlendiğini ve diğer elini Hazal'a uzattığını fark ettiğimde karnımın içerisinde bir volkan patlıyormuş gibi hissediyordum. Sorun bir kadınla selamlaşması değildi elbette. Sorun bu kadının, yıllardır çapkınlıklarına bizzat şahit olduğum Hazal olmasıydı. Yakışıklı ve zengin erkeklere olan düşkünlüğünü bu teknede bilmeyen tek bir kişi bile yoktu. Zamir yakışıklıydı. Ama zengin sayılır mıydı, bilmiyordum. Sanırım ona bir ara maaşını sormalıydım.

Elleri ayrıldığında tuttuğumu fark etmediğim nefesimi sessizce bıraktım. Hazal bana dönerek, "O kadar erkekten sonra biriyle olman tuhaf," dedi imalı ses tonuyla.

"O kadar erkek derken?"

"Hani üniversite zamanı senden hoşlananlar."

Zamir'in öne doğru hareket ettiğini hissettim. Ardından, "Sevgilimin geçmişi beni bile ilgilendirmezken size ne oluyor? Burada kaoslarınız işlemez. Başka araziye alalım sizi, lütfen," demişti sert sesiyle.

Hazal'ın bozulmasını, ayağa kalkmasını, çekip gitmesini anbean izledim ve bundan zevk aldım. Onun gidişinden sonra bedenimi tamamen Zamir'e çevirdim. "Hayran mı olayım sana? Bu mu maksadın?"

Burnuma fiske attı. "Hayran sayfası da aç bari."

"Sana açıklama yapıyormuş gibi görünmek istemem ama hayatımda hiç biri olmadı. Cihan, benden hoşlanan herkesi buna pişman etti."

"Bana açıklama yapmak zorunda değilsin. Sonuçta geçmiş senin geçmişin. Kiminle ne yaşadığın sadece seni ilgilendirir."

Omzuna çimdik attım. "Çok meraksızsın. İnsan merak eder, kıskanır."

"Geri zekâlı ya," diye homurdandı. "Neden üniversitede senden hoşlanan sümsükleri kıskanayım? Koskoca Zamir Hancıoğlu'yum ben!"

"Diyorsun?" dedim şüpheyle. "Cihan'ı neden kıskandın o zaman?"

Düşünmeden, "Sana âşık olduğu için," diye yanıtladı sorumu. "O farklı bir durum."

Henüz bir şey söyleyemeden teknenin hareket ettiğini hissettim. Herkes gelmiş miydi yani? Turan ve Cihan hâlâ gözüme değmediği için etrafı kolaçan ettim. Turan beni gördüğü anda soluğu yanımda almalıydı oysaki.

O an gelen tanıdık ses, "Parti başlasın, gençler!" diye bağırdı. Hemen ardından yüksek sesle oryantal çalmaya başladı ve teknenin içerisine iki kadın, iki erkek dâhil oldu. Hayır, hayır... Düzeltmem gerekirse güverteye yarı çıplak iki kadın ve iki erkek dansçı girmişti.

Gözlerim kocaman açıldığı sırada onların peşinden çıkan Turan'a ölümcül bakışlar atmaya başlamıştım. Kadınların arasında saçma sapan dans ediyor, kahkaha atıyordu. "Bu saçmalık da ne?"

Zamir'le konuşuyordum ama dikkati bende değildi. Ateş saçan ela harelerimi ona dokundurduğum sırada omzuna çimdik atmıştım. "Nereye bakıyorsun sen?" Ama dans eden kadınlara değil, doğrudan kuzenime baktığını fark ettiğimde içime saplanan korkuyla titredim. Turan'a neden bu kadar dikkatli bir şekilde bakıyordu? Tek sebebi Turan'la aramda olan kavga mıydı? Yoksa bunun Kemal Demirhan'la bir ilgisi var mıydı?

O an aklıma gelen ihtimalle karnımda tuhaf bir acı hissettim. Eğittiği adamlar, şu anda sınır dışında silah kaçakçılarının peşindeydi. Bu olayın ucu Kemal Demirhan'a değiyor muydu?

Umurumda olan tek şey kuzenimdi. Kemal Demirhan'ı veya kaybedeceği serveti kesinlikle umursamıyordum.

Dedem, Zamir'i hayatımızın ortasına yerleştirerek hepimizi bir ateşin içine attığının bilincinde miydi acaba?

Kısık sesle, "Neden Turan'a bakıyorsun?" diye sordum.

Başını ağır ağır bana çevirdi. "Bilmem. Neden bakıyorum sence?"

Biliyordu... Ya da bu, sadece ağzımı arama taktiğiydi.

"Bana söyledikleri için hâlâ ona kızgınsın," diyerek oyunun içerisinde kendi oyunumu kurmaya çalıştım. "O öfkeliyken ağzını açar, gözünü yumar. Haddini aştığının farkında ve defalarca özür diledi."

Tepkisizliğinden taviz vermeden, "Senin için çok önemli, değil mi?" diye sordu. "Hatta dedenden sonra en önemli kişi o."

"Evet."

Sertçe yutkundu. "Senin sıralamanda ben kaçıncıyım?"

Cevabımın onu inciteceğini bilsem de, "Üçüncü," diye yanıtladım sorusunu.

Ona, onun sıralamasında kaçıncı olduğumu sormadım. Çünkü vereceği cevapla beni alaşağı edeceğini, utandıracağını biliyordum. Bir müddet sustuk. Etrafımızda coşan kalabalığa rağmen sustuk ve dakikalarca birbirimize baktık.

Gözlerinin karası geceye meydan okuyordu. Fakat gökyüzünün aksine onun gözlerinde tek bir yıldız dahi yoktu. Sadece... Yansımam vardı. Gözlerinin tam ortasında kendimi, aynaya bakıyormuş gibi görebiliyordum ama bu sefer görüntüm beni incitmişti.

Ona gerçekleri haykıramadığım her an dilimin koparılmasını istemiştim.

Bana aylarca susan ama sustuğuna pişman olup şimdi her şeyi bana anlatmaya karar veren adama ihanet ediyordum.

Tüm benliğim, sevdiğim ilk iki adam için ihanetin uçurumundan atlıyordu ve bu, ruhumu katlediyordu.

Aniden ayağa kalktığımda, "Dedeme haber vermedim," dedim bahane bulamadığım için. "Konuşmasak da bir haber vereyim." Ondan yanıt beklemeden güverteden ve kalabalıktan uzaklaşmış, teknenin merdivenlerini inip içeriye girmiştim. Kapıyı arkamdan kapattığımda etrafı kolaçan edip seri bir şekilde dedemi aramıştım.

Telefon ilk çalışta açıldı, "Dede," dedim kısık tonla. "Bitir artık şu işi. Dayanamıyorum."

"Mihrinaz?" dedi endişeyle. "Ne oldu? İyi misin?"

Paramparça sesle, "Değilim!" diye sitem ettim. "İyi olamıyorum. Ne yapacaksan yap artık. Bitir Kemal amcanın işini. Turan'ı güvende tut."

"Turan, ne yaparsam yapayım sorgulanacak."

"Ama onun hiçbir alakası yok ki. Yok, değil mi? Bilmiyordu dedesinin yaptıklarını."

"Bilmiyordu," dedi anında. "Ama İstihbarat bunu umursar mı?"

"Ben konuşurum," diye atıldım. Zamir'le konuşursam bana inanırdı, değil mi? Gözümün içine baka baka çocukluğumun tanımı olan kuzenime zarar gelmesine müsaade etmezdi.

"Saçmalama, Mihrinaz," dedi telefondaki sinirli ses. "Bu, kişisel bir mesele değil. Zamir kendi başına karar veremez. Verirse bu, büyük bir suça girer ve en başta o yargılanır. Bunu istiyor musun gerçekten?"

Kaşlarım havalandı. "Sen... Beni kontrol edebilmek için mi Zamir'i dibimize kadar getirdin? Ben konuşursam onu yakacağını mı iddia ediyorsun?" Bu düşünce zihnime yavaşça sindiğinde sesim gibi ellerim de titremeye başlamıştı.

"Sen ve Turan için herkesi yakarım. O adamın ajanlık kariyeri umurumda değil. Hatta onun arkadaşlarını da atarım ateşe. Size kıvılcım değse herkesi cehenneme gönderirim. Anladın mı? Susacaksın. Susmazsan siz hariç herkes yanar. O zaman bunun vicdan azabına dayanabilir misin? Unutma, ben Azim Akşahin'im. Kemal'i Kıbrıs'ta etkisiz hâle getirdiğimden emin olmadan kimsenin hareket etmesine izin vermem."

Telefon elimden düştü. Ben de düştüm. Dizlerim parkeye sertçe temas ettiğinde tüm bedenimden bir titreme dalgası geçmeye başlamıştı.

Ben nasıl bir oyunun içerisindeydim?

Bedenimin her yanı uyuşmuştu bu duyduklarımdan sonra.

Beynime paslanmış çiviler çakılıyormuş gibiydi sanki. Zihnimde yankılanan cümleler, içimde büyük kaosa neden oluyordu. Deprem... Bedenimdeki titreme bir depremi andırıyordu.

Ona sırf ileride yargılanmaması için yalan söylemeye devam mı edecektim? Bir yolum vardı ama pusulamın camı çoktan çatlamıştı ve o camı, parmaklarımı kanata kanata sökmezsem yolumu kaybedecektim. Çelişkinin uçurumundan atlayan zihnimde iki soru vardı: Yolumu kaybetmek mi? Onu kaybetmek mi?

Dedemin ilerlediği yolda ardında bıraktığı ayak izleri ruhumun tam üzerindeydi. Ruhumu taşlı yolunun altına halı gibi sermiş ve beni ezerek yürümeye devam ediyordu.

Beni korurken bile öldürüyordu. Peki, neden ölümümden bu kadar korkuyordu?

"Sessizlik seni öldürdü. Beni ise katil yaptı. Bundan sonra herkese karşı lâl, sana geveze bir adam olmaya karar verdim."

"Mihrinaz, beni hiç affetmedi. Hem de hiçbir şey için. Affetmesin zaten."

Kulaklarımdaki ve içimdeki pası silen o sesi duyuyormuş gibi olduğumda gözlerim doldu. "Hayır, hayır..." Kulaklarımı kapattım ellerimle. "Vazgeçmez o benden." Ama biliyordum ki söz konusu, uğruna babasını feda ettiği vatan olduğunda benim gözümün yaşına bakmazdı.

Gözyaşlarım yüzüme doğru yol çizmeye başladığında bedenim ona eşlik ederek titriyordu. Bedenim sarsılmaya başladığında nasıl toparlanacağımı düşünüyordum ama buna hiç gücüm yoktu. Kemal Demirhan, ta Kıbrıs'tan tüm gücümü emmişti sanki.

Kaç dakika olduğunu bilmediğim zaman dilimi içerisinde, "Mihrinaz?" diyen sesi duydum ama başımı çeviremedim.

Aşina olduğum kollar tarafından sarıldığımda yüksek sesle hıçkırdım. "Turan, ben dayanamıyorum."

"Ne oldu?"

Burnumu çekerek, "Yap artık seçimini!" diye isyan ettim. "Yalvarırım, yap seçimini. Bu şekilde yaşamaktan bıktım. Hangi dedeni seçeceksin? Söyle."

"Hiçbirini," diyerek beni göğsüne yasladı ve yatışmam için omuzlarımı sıvazladı. "Seçemem."

"Senin yüzünden acı çekiyorum," dedim ve bunu söylerken ağzımdan bir hıçkırık kaçmıştı. "Sana zarar gelmesin diye ben ölüyorum. Biriniz acısın artık bana. Biriniz görsün ne hâlde olduğumu. Bu kadar mı körsünüz?"

Saçlarıma dokunarak, "Sakin ol," dedi iyileştirici sesle. "Acı çeken sadece sen değilsin."

"Deden yakalanmalı," dedim onu umursamadan. "O zaman rahat bir nefes alacağız."

Fısıltıyla, "Yerimde olsan ne yapardın?" diye sordu. "Dedeni gözden çıkarır mıydın?"

"Bilmiyorum!" diye bağırdım. "Kahretsin, bilmiyorum!"

"Biraz sakinleşmen gerekiyor. Sana bir içki ayarlayacağım," dedi ve beni bırakıp ayağa kalktı. Kısa bir süre sonra elinde kristal kadehle geri döndüğünde beni ayağa kaldırmış ve kanepeye oturmamı sağlamıştı. "Gevşe biraz."

Elindeki kadehi alıp kafama diktim ve ağır içkinin boğazımdan aşağı doğru inip boğazımı yakmasına izin verdim. "Senin deden az kalsın bizi öldürüyordu." Yanındaki şişeyi aldım ve kadehimi tekrar doldurdum. "Ama sen hâlâ seçimini yapmadın. Beni hiç mi sevmedin, Turan? Ben senin yüzünden yalanlara batmış durumdayken sen hiç mi beni düşünmüyorsun?" İkinci kadehin dibini gördüğümde saniyeler içerisinde kendime üçüncüyü de doldurmuştum.

Bileğimi kavrayarak, "Çok hızlı gidiyorsun," dediğinde elini ittirdim ve üçüncü kadehi içtim.

"Ben ölsem umurunda bile olmaz," dedim tükürürcesine. "Kimin için çabalıyorum ki? Her şeyi gidip Zamir'e anlatmam gerekiyordu."

Sırtını kanepeye yaslayarak bacaklarını iki yana açtı. "Bunu yapmayacak kadar bana değer veriyorsun."

Histerik bir şekilde güldüm. Alkol çoktan kanıma karışmış, mantığımı çürütmüştü. "Dedem beni Zamir'le tehdit etti. Onun kariyerini bitirirmiş." Kahkaha atarak kendime yeni bir kadeh doldurdum ama bu sefer ağır ağır içtim. "Ondan nefret etmemi mi istiyor?"

Başını şiddetle iki yana salladı. "Sen ona asla nefret besleyemezsin." Bu cümleyi kendinden emin bir şekilde kurmuştu ve sanırım haklıydı. Ne yaparsa yapsın dedemden nefret etmem olası bir durum gibi görünmüyordu.

Adını bilmediğim ve okumaya üşendiğim viskiden bir yudum aldığım sırada sürgülü kapının sesiyle başımı sol tarafa çevirdim ve yan yana görmeyi beklemediğim iki kişiyi gördüm. Zamir ve Cihan. Onları görür görmez kıkırdadığımda bana doğru geldiklerini geç fark etmiştim.

Zamir endişeyle tam dizlerimin önünde çöktüğünde, "İyi misin?" diye sormuştu seri şekilde. Elimdeki kadehe baktıktan sonra gözleri gözlerime tırmandı. "Bir şey canını mı sıktı?"

Turan, "Ben teklif ettim," dedi dümdüz sesle. "Gevşemesini istedim."

Zamir ona doğru dönmeye tenezzül bile etmedi. Elini, kadehi kavrayan parmaklarımın üzerine getirdiğinde gözlerimiz hâlâ kenetliydi. "Alabilir miyim?"

Küçücük bir kız çocuğu gibi başımı salladım. "Al." Kadehi alıp tezgâha bıraktıktan sonra tekrar karşıma geçmişti. "Beni götür buradan."

"Yavaş!" dedi Turan ayaklanarak. "O kim oluyor?"

Zamir sadece gözlerime baktı. Cevabı bugün için ikimiz de biliyorduk ama bunu dillendirmesine izin verip vermediğimi ölçmek istiyordu. Ona gülümsedim. Aynı anda, "Sevgilisiyim," dedi kendinden emin bir sesle. "Var mı bir itirazın?"

Cihan içki şişesini devirdi. Turan, tezgâhtaki kadehi yere fırlattı ve öfkeyle bağırmaya başladı ama onu duyacak durumda değildim. Zamir bana doğru uzandı ve elimden tutarak kendisine yaslanmamı sağladı. Beraber dışarı çıktığımızda başım dönmeye başlamıştı. Başımı omzuna yasladığımda elini belime attı ve beni kendisine çekti. Onun parfümünün kokusu burnuma dolduğunda kıkırdadım. "Çok güzel kokuyorsun."

"Senin gibi." Biz bu anı yaşamış mıydık? Sanırım bu cevabı daha önce bana vermişti.

Tekrar kıkırdayıp, "Sevgili miyiz şimdi biz?" diye sordum. Bunu söylerken nefesim ona çarpmış, dudaklarım istemsizce boynuna değmişti. Kendimi tutamayarak şah damarının belirdiği yerden öptüm.

Sert nefesinin sesini işittim. "Gece on ikiye kadar sevgiliyiz. O zamana kadar uslu durmazsan ben de durmam. Ayrıca boynumdan uzak dur."

Sonrası çok bulanıktı. Fatih'in yanımıza geldiğini, Zamir'in bana zorla yelek giydirdiğini ve şişme bir bota bindiğimi hatırlıyordum. Marinaya vardığımız sırada kendimde yürüme gücünü bulamamıştım. Dizlerimin bağı çözüldüğünde düşecek gibi olmuştum ama beni kucağına alarak düşmekten kurtarmıştı. Arabada arka koltuğa uzandığımı ve konuştuğumu anımsıyordum.

"On ikiden sonra Külkedisi'ne mi dönüşeceğim? Sonra prensim yüzümü hatırlamadığı için ayakkabıyla peşime mi düşecek? O masalın sonunda ne oluyordu? Dedem uyuyakalmıştı ve sonunu anlatamamıştı."

"Prens, prensesini bulmuştu."

"Prens, prensesini bulmuştu," diye tekrar ettim defalarca. "Mutlu oldular mı peki?"

"Oldular."

Derin bir iç çektim. "Ben de mutlu olmak istiyorum."

"Olacaksın."

"Prensim olur musun, Zamir? Ama senin beyaz atın yok ki. M235i'n var. O da siyah."

Güldüğünü duydum. "Biz de kendi masalımızı yazarız. M235i'li prens olarak tarihe geçerim. Ne dersin?"

Onu alkışlayarak, "Harika fikir!" diye bağırdım heyecanla.

Eve vardığımızda beni arka bahçeden içeri sokmuş ve sessizce odama taşımıştı. Odama girdiğimizde beni yatağa yatırmış, üzerimi çıkarmaya başlamıştı. Önce paltomu çıkardı, ardından ayakkabılarımı ve kemerimi bedenimden ayırıp yere bıraktığında pürdikkat onu izliyordum. Üzerimdeki kazağa doğru uzandığında sesimi çıkarmadım. Kazağı bedenimden sıyırıp başımdan çıkardığında bir küfür mırıldandığını duydum ve güldüm.

"Atlet giymemiş miydin?"

Sesli şekilde gülmeye başladım. "Bu defa beklentini karşıladım mı?"

Zamir yarı çıplak bedenime değil, direkt gözlerimin içine bakıyordu. Ayağa kalkarak dolabımdaki pijama çekmecesini açtığında eline aldığı takımın üzerini bana giydirdi. Gözleri üzerimdeki dar pantolona iliştiğinde, "Bunu nasıl çıkaracağız?" diye sormuştu ama bu soru bana değildi, kendine soruyordu.

"Ellerini kullansan?"

"Sabah kendine geldiğinde sapık damgasını alnımın ortasına yapıştırasın diye mi?"

"Baran bana bugün dedi ki," diyerek pantolonumun düğmesini çözdüm. "Ankara'da çok kişiyle takılmışsın." Pantolonumun fermuarını açtığımda Zamir'in gözleri irileşmiş ve arkasını dönmüştü. Bu hâline gülerek kalçamı kaldırdım ve pantolonu sıyırmaya başladım. Fakat dizlerime kadar bunu yapabilmiştim. "Dizlerimde takıldı. İndirsene." Zamir tekrar bana döndüğünde gözlerini kapatmıştı. Elleri dizlerime ulaştığında saniyeler içerisinde pantolonumu kendisine doğru çekmiş ve üzerimden çıkarmıştı. Gözlerini açmadan bana pijamanın şortunu uzattığında bol olan şortu hemen üzerime geçirmiştim. "Giyindim. Şimdi gözlerini aç ve bana hesap ver."

Zamir gözlerini açarak bana baktı, ardından sakince üzerimi örttü. "Abartmış."

"Abartmış mı? Sadece bu kadar mı?"

"Evet," diye fısıldadı. "Kalayım mı yanında?" Sesinin tınısı mümkünmüş gibi beni daha çok sarhoş etti. Bu sefer sadece başım değil, o da dönmeye başlamıştı.

Gülümsedim ve ona yer açtım. "Hayır diyebilirmişim gibi sordun."

"Beni yerde uyuttuğun zamanları unutmadım."

"Ama şimdi," diyerek başımı boynuna gömmüş, tek bacağımı bacaklarının üzerine atmış ve kolumla ona sıkıca sarılmıştım. "Bu şekilde uyumak istiyorum."

Zamir kollarını bana dolayıp, "Kimseyle böyle sarılıp uyumadım," dedi kulağıma doğru. "Birileri oldu ama sadece birisi hiç olmadı. Sana kadar..."

"Saat on ikiyi geçti mi?"

"Geçmedi."

"O zaman bir kere sevgilim desene bana," diye mırıldandım ona daha fazla sokulurken. Elimde olsa onu göğüs kafesimin içerisinde yaşatmak isterdim. Sanki her an kaybolabilirmiş gibi bir korku vardı içimde. Oysa bir adım uzak durmasına dahi tahammülüm yoktu.

Zamir'in kollarındaki damarların varlığını hissettim. "Sevgilim..." Gözlerimi sıkıca yumdum ve bu kelimenin kalbimi beslemesine izin verdim. Elimde, avucumda kalan son şeyin dudaklarından dökülen ve daha önce duymadığım kelimenin verdiği duyguya teslim olan bedenim, girdiği mezardan çıktı ve yeniden doğdu.

İç çekip, "Sevgilin olacak kadın çok şanslı," dedim istemsizce. "Dünyanın en güzel sevgilim diyen adamı sensin." Keşke o kadın da ben olsaydım.

"On ikiyi geçti." Uykuya dalmadan önce duyduğum sesin gerçek ya da hayal olduğunu ayıramadım. "Uyu, sevgilim."

Continue Reading

You'll Also Like

77.8K 4.7K 32
Bir suçlu ile mektup arkadaşlığı...
98.3K 6.9K 50
🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kırılmazdı... O, geçmişini tozlu raflara k...
12.8K 1K 41
Sabır kabınıza damlatılan bütün o sadakatsizlik, nefret ve sevgisizlik damlaları tıpkı kadim bir din gibi yüreğinizi sarmadan dökün gitsin. Avuç içle...
3.5K 522 18
"Bir denizcinin evine dönmesi, kırlangıçların umurunda olmaz." Çimen'den tanıdığımız İrem Ardıç'ın hikayesidir. Bu hikayeyi okumuş olmak için Çimen'i...