FİZÂNİ

By safiye-20

11.3K 864 202

Akan kanı hissedebiliyordum. O akan kanın bütün bedenime bir hastalık gibi yayıldığını. O kadar zorla gülüms... More

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
MAHKUM
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
İHANETİN ATEŞİ
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
UÇURUM
MAHRU
KARGAŞA
Duyuru
KIRGIN
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH
İÇİMDEKİ CENNET

YARA

232 22 3
By safiye-20

Zihnimim yorgunluğu bütün bedenimi etkiliyordu. Daha sabah yürümüş olduğum yolda güneş batmaya yüz tutmuşken yürümek beni ürkütse de emin olduğu kadar dalgın adımlarım dan taviz vermedim.

Gökyüzü sabah ki gibi kararsız değildi, sanki bütün maviliğini kurak bir çölün ıssızlığını andıran bu beldeye armağan etmişti.

Sonunda istediğime kavuşmuş olmanın verdiği mutluluk sebepsizce huzursuz olmama neden olmuştu.
Bütün bunları başından beri isterken huzursuz hissetmem normal miydi?
Bu geceyi geçirebilmek için Ahsa'ya geçici bir bahane sunmalıydım. Fakat ne sunacağıma dair hiç bir fikrim yoktu.

Aşina olmadığım sesler duymamla durakladığımda seslerin hangi taraftan geldiğini anlamama gerek kalmadan oldukça ileride beliren yabancı askerlerle kanımın çekildiğini hissettim.
Sanırım uzun süre gelmedikleri için varlıklarını unutmuştum. Gerçi unutmak pek mümkün değildi onlar yüzünden ülkeme geri dönemiyordum.

Beni fark ettiklerinde konuşmalarına yarıda kesip gerçekten var olup olmadığımı ölçüyor gibiydiler. Diğerine göre iri yarı olanı gözlerini kıstığında zorla yutkundum. Bu bakışı çok iyi biliyordum.

"Tanrım bu ne güzel bir hediye. Yüce İsa ona yaptığımız hizmetlerin karşılığında bizi ödüllendirdi Joseph."

Işık hızıyla kampa sürüklendiğimi hissederken çevrede ki ağaçlara olan aşinalığım bunu yalanlıyordu. Harekete geçmeliydim. Fakat sanki bütün gücüm yok olmuştu. Zeyd'e seslensem beni kaçıncı seslenişim de duyardı.
Bana doğru yaklaşan iri yarı asker yok olan gücüme güç katarken korkuyla arkamı dönüp hızla eve doğru koşmaya başladım. Koşmaya başlamamla askerlerin de postallarının sesi daha şiddetli çıkmaya başlamıştı. Bu insanlıktan yoksun varlıkların bir kadın gördüklerinde akılları tek bir şeye mi çalışıyordu. Aldığım nefesler sıklaşırken orta boylu yosun tutmuş olan taşı gördüğümde eve yaklaştığımı anlamıştım.

"Zeyd!"

Sesim koca tepede yankılandı eğer beni duymazsa özür dilemeyi bile çok gördüğü bir Nur olmayacaktı. Çaresiz haykırışım etrafta ki kuşları korkutmuş olacak ki kuş sesleri haykırışımın üzerine örtmek istercesine etrafı kaplamıştı.
Postalların sesi çok yakınımdaydı.

"Zeyd!"

Son bir gayretle ismini haykırdım.

Başörtümü kavrayan parmaklar dan güçlükle kendimi kurtarmayı başardığımda bir kaç tutam saçımın başörtümle beraber bana veda etmesiyle ufak bir çığlık dudaklarımdan firar etmişti.
Yıllardır nadide bir eser gibi bölgelerden bile sakındığım saçlarım omuzlarımdan aşağı döküldü.

Artık aldığım her nefes boğazımı yakıyordu. Ben bitmiştim fakat yolum hâlâ bitmemişti. Dizlerimin üzerine çöktüğümde ilk kez teslim olan bedenime isyan ettim. Şimdi teslim olmanın sırası değildi. Bir müslüman ancak Rabbine teslim olurdu.

Yerden destek alıp kalkmayı başarsam da tekrar yere kapaklanmıştım.
"Allah'ım senden başka sığınabileceğim kimsem yok."
Bir haykırışla içimden geçirdiğim sözler dudaklarımdan fısıltıyla çıkmıştı.

İki el silah sesi tepenin akşam vaktinde kayboldu. Çaresizliğimi duymuştu ve beni kurtarmaya gelmişti. Yaratıcımızın vesileleri hiç bir zaman bitmezdi.
Belki de gökyüzü usul usul kaybolan mavililiğini umut olsun diye bu beldeye sunmuştu. Acı bir inleme sesi sıkılan yeni bir kurşunla son bulmuştu. Titreyen bacaklarımda hala güç bulamazken yanaklarımdan süzülen gözyaşları beni teselli etmek ister gibiydi.
Arkamda hissettiğim telaşlı adım sesleri hemen önümde durduğunda  titrek bir nefes aldım.
Ilık esen rüzgar eşliğinde buğulu gözlerim onu buldu.
Endişeliydi.
Karanlık bakışları pişmandı.
Yanağımdan süzülen gözyaşını elimin tersiyle sildiğimde cansız kollarımı dizleri üzerine çökmüş olan bedenin sahibine sardım.
Bir katil insanı nasıl güvende hissettirebilirdi. Peki kokusu nasıl huzur verirdi. Bunları hissetmeme sebep olan çaresizlik duygusu muydu?

Saniyeler sonra kolları bedenimi sardığında derin bir nefes almıştı.

"Özür dilerim Nur, özür dilerim."

Neden bir anda bütün yaşadıklarım silinmiş gibiydi. Kalbimde ki korkunun yerini neden bambaşka bir çırpınış almıştı. Saçlarımı gizlemek istercesine başımı göğsüne daha çok siper ettim.

Sığındığım bedenin sahibi fısıltıyla konuşmuştu.
"Tahmin etmeliydim." dediğinde daha sıkı sarıldı. Aynı içtenlikle karşılık verdiğimde küçük bir hıçkırık dudaklarımdan firar etti. Hemen ardından parmakları omzumu teskin edercesine okşadığın da bu adamın varlığına ilk şükredişimdi.

"Artık ben seni bırakana kadar yanımdasın."

Sevinmeli miydim? Yoksa yine hüzne mi boğulmalı mıydım?

Belki bir kaç dakika belki de saliseler geçmişti. Saçlarımda hissettiğim hafif  ağırlıkla başımı göğsünden kaldırdığımda zifiri gözlerinde ki şefkat de kayboldum. Üstün körü saçlarıma örttüğü başörtümün kenarını kavrayan parmakları yanağımı okşayan saç tutamlarımı buldu. Keskin bir nefes aldı. Saç tutamlarımı kulağımın arkasına iliştirdiğinde utançla kızaran yanaklarımı gizleyemedim. Yüzüne hakim olan koruyucu ifadeye sesinin yumuşaklığı eklendi.

"Lütfen korkma." dediğinde parmakları yanaklarıma usulca dokunup bedenin de ki yerini aldığında gözlerimi kaçırdım. Yaşadıklarımın etkisinden çıkmam kolay olmayacaktı. Ve o an ki hissettiğim korkuyu hatırlamak bile nefesimi kesiyordu. Ürkek bakışlarım tekrar onu buldu.

"Bu gözlerin bir daha bu şekilde bakmasına izin vermeyeceğim."

Ona inanmak istercesine gözlerimi kapayıp açtığımda hızla atan kalbimin bu defa korkuyla karışık atmadığına emindim. Şefkatli ve koruyucu bakışların sahibinin bir katil olduğuna inanmam güçtü. Daha önce bir katile bu denli yakın olmadığım için nerede nasıl davrandığını bilemezdim. Ama böyle bakan bir adam nasıl katil olabilirdi ki?

Usulca ayağa kalktığımda bacaklarım adım atmayı unutmuş gibiydiler. Dizlerimin bağı çözüldü deyimi az kalırdı. Dizlerimin bağı paramparça olmuştu. Tek isteğim bir an önce güvende hissetmemi sağlayan o eve gidip yorgun bedenimi dinlendirmekti.

Zorla attığım birkaç adımla yanıbaşımda ki adamın çok nadir duyduğum naif ve tok sesi kulaklarımı doldurdu.

"Yürüyebilecek misin?"

"Evet." dediğimde sanki sesim bana ait değildi. Başörtümü sıkıca kenetlediğimde hâlâ dağınık olduğu için bazı  kısımları görünüyordu. Örtmeye çalışsam da uzun olmaları aleyhimeydi.

Titreyen bacaklarımla bir adım attığında emin misin dercesine bana bakıyordu.

"Yürüyebilirim."
Sesimin tınısı ve kısıklığı fazlasıyla iticiydi. Elimden geldiğince bir daha konuşmamam en iyisiydi.

"Tepeyi bu hâlde çıkabileceğine kendin bile inanmazken beni hiç inandıramazsın."

Bir şey söylememe fırsat vermeden bedenimi güvenilir kollarının arasına aldığında karşı koymaya fırsatım bile olmamıştı. Güçsüz kollarım refleksle omzuna tutunduğunda başım boyun girintisini sahiplenmişti. Kızaran yanaklarıma rağmen içten içe ona teşekkür ettim.

"Sanki."dedi her an hazırolda bekleyen iç sesim"Sanki hep onun kollarına ait gibisin."

İç sesimi susturacak gücüm yoktu. Ama başından beri bende ki sebepsizce hüküm süren varlığını görmezden gelemezdim.

....


Fısıltıyla amin diyerek dualarıma son noktayı koyarken usulca doğrulup seccademi katladım.

Ruhumun ferahladığını gönülümün huzura erdiği beş vaktin verdiği sükuneti her an üzerimde taşıyabilseydim dertlenmezdim. kendimi de mahzun hissetmezdim.
Büyük bir gerçek vardı ki insan dertlenmese insan olmazdı.

Bedenimin yorgunluğu geçmiş olsa bile ikinci kez aynı duruma maruz kalmak benliğim de derin yaralar açmıştı.

Bahçeye çıktığımda atına ilgiyle kendi dilinde birşeyler söylüyordu. Güzel bir şey söylemiş olacak ki at başını sallayıp ona karşılık verircesine kişnemişti. Atın evlendiğimiz gün ki siyah at olduğunun farkına varmam biraz zaman almıştı. Başını bana çevirdiğinde çehresine yayılan tebessüme karşılık verdim. Gölgelerden bile sakındığım saçlarımı görmesi hâlâ utanmama sebep oluyordu.
At asil bir hareketle bana doğru adım attığında onun tebessümü daha da çoğaldı.

"Artık seni tanıyor üstelik seni sevdi de."

Atın yelesini okşayıp bana dönerken devam etti.
"Sevgisine karşılık vermek ister misin?"

Zeyd'in bu hallerine alışık değildim. Bu denli naif olmasına. Belki hep böyle biriydi fakat ben onu olduğu gibi tanıyamamıştım. Kendini olduğu gibi tanımama izin vermemişti.

"Dokunman yeterli."

Yukarı elinden bırakmadan hafifçe geri çekilip atın yanında bana da yer açmıştı. Heyecanla karışık bir duyguyla parmaklarımı konur karası yeleleri sevgiyle okşadı. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

"Onun da bir ismi var mı?"

"Luhayf."

"Ne hoş bir ismi var."

"Oğlum da ismi gibidir."

Atlarına karşı bu denli sahiplenici olmasına karşılık gülümsedim. Başımı yan çevirdiğimde
gözlerim ezberlemekten çekindiğim çehresini buldu. Az önce ki tebessümünün izlerini hâlâ taşıyordu.

"Onları kendinden bir parçaymış gibi seviyorsun."

Atına baktığında gözlerinden gelip geçen duyguları yakalayamadım.

"Benimseyip kendine ait kıldığın her şey senden bir parçadır."

Başımı sözlerini takdir edercesine hareket ettirdim. Her ne kadar onu onaylasam da düşünmeden edemedim. Atın yularını çözüp atı serbest bıraktı. Yüzünde ki yumuşak ve her an tebessüm edecekmiş gibi duran ifadesinin gitmesini hiç istemedim.

"Hadi oğlum Hamra'yı bul."

Luhayf aldığı emirle beraber çoktan ağaçlık alana doğru ilerlemeye başlamıştı.
Atın gidişini izlerken varlığı beni germişti. Bu sebepsiz gerilmeye bir anlam veremedim. Oysa ki biz her zaman yan yana sessiz, sakin ve iki yabancıydık. Kulübenin bulunduğu tarafı bulan bakışlarım bana o günü hatırlatırken istemsizce gözlerimi kapayıp açtım. Ölümün izlerini unutmak istiyordum. En son yaşadıklarımdan sonra bir katille aynı evi paylaştığımı unutmuş olabilir miydim? Yoksa bunu unutmama sebep olan başka bir güç mü vardı.

"Rüzgarı bile güzel olan manzaraya karşı oturmak ister misin?"

Sakinleştirici ve ikna edici sözlerine karşılık "İsterim."deyebildim.

Günler önce "Rüzgarı bile güzel."dediğimi  unutmayıp dile getirmesi normal miydi? Belki de kullanmış olduğum tabir hoşuna gitmişti.
Bana karşı neden bu kadar nazik davranmaya başlamıştı. Suçsuz olduğumu ortaya çıkalı çok olmuştu. Yani daha erkende bu denli nazik ve kibar olabilirdi. Yoksa son yaşadıklarımdan sonra beni rahatlatıp güvende olduğumu hissettirmek için mi böyle davranıyordu.
Acıdığı için. Ondan başka güvenebileceğim, sığınabileceğim birinin olmadığının o da farkındaydı. Fakat Ahsa da vardı.

Aramızda ki sessizlik bizden bir parça olduğu için hiç yadırgamıyordum. Bu sessizlik ona sormak istediğim soruları gün yüzüne çıkarıp beni rahat bırakmıyordu. Hangi sorumdan başlamalıydım. Başka bir şeyler düşünmek için kendimi zorlayıp gözlerimi kapayıp açtım. Güneş sonbahara rağmen bütün ihtişamıyla günlerce yağan yağmuru unutturmuştu.
Kuş cıvıltılarına esir olan bu sessizliği birimiz bozmalıydık. Aksi takdirde düşüncelerim kendi içinde yeni bir savaş ilan edecekti. O an aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"O gün eve geldiğimde seni bulamayınca odana ve salonun sonunda ki odaya girmek zorunda kalmıştım."

Gözleri usulca beni buldu.
Resimlere hayran kaldığımı ifade etme hissiyatı ağır basarken içimi kaplayan tuhaf bir heyecanla tekrar konuştum.

"Çizdiğin resimler çok güzel, sanırım yeni bir resim daha çizmeye başlamışsın."

"Uzun süredir çizmiyorum."

Gözlerinde ki kuşkulu ifadeye anlam vermezken konuştu.

"Hangisinden bahsediyorsun?"

"Üzeri örtülmüş olandan, zaten telaştan çok fazla inceleyemedim resimlerini."

Artık bana göstermeyi mübah gördüğü tebessümünü yeniden sunup elini cebine koyduğunda tebessümü keyifli bir gülüşe dönüştü.

"Daha uygun bir vakitte incelersin."

Bu onun tarafından bana atılan ilk iyimser adımdı. Gülümseyerek yerdeki çam kozalağın da olan bakışlarım yeniden onu buldu. Yüzümdeki gülümseyiş ona teşekkür mahiyetindeydi.

"O gün neden telaşlıydın?"

Sesi merak uyandırsa da sorunun cevabını biliyor gibiydi. Sorunun cevabı neydi? Onu çok merak etmiş ve başına bir şey gelmiş olabileceğinden mi endişelenmiştim. Onun için korkmuş muydum? Bedenimi saran sıcaklık yanaklarımı ele geçirmeden konuştum.

"Evde olacağını söyleyip olmadığını görünce merak etmiştim. Bana da resim çizer misin?"

Yüzünde ki gülümseme daha da çoğaldı.

"Gözetimim altında olan biri ilk defa kendisi için resim çizmemi istedi. Gerçi gözetimim altında olan insanlar resim çizdiğimi bilmezler."

Bu durumda kendimi özel mi hissetmeliydim.
Yoksa daha da mı çaresiz.
Fakat buradan giderken ondan bir parçayı yanımda götürecek olmam gerçeği bambaşka hissetmeme sebep olmuştu. Parmaklarımı birbirlerine kenetledim. Onu tanımak isteyen tarafım hakkında öğrendiğim en ufak bilgileri bile temiz bir sayfaya kaydediyordu. Ama neredeyse bir hafta önce o temiz sayfaya kan bulaşmıştı. Bir adım uzağım da vakarlı bir duruş sergileyerek oturan adama kaçamak bir bakış attım. En başından beri ondan etkilenmemim bir sebebi olmalıydı. Olmasa dahi bir açıklaması mutlaka olmak zorundaydı.
 
"Söyle Nur Barlas."

Yakalanmışlığın verdiği bocalamayla bakışlarım tüm manzarayı talan ettiğide sonunda onun üzerinde durabilmişti.

"Söylemek istediğime emin değilim."

"Emin olamamanın sebebi?"

Rahatsızca yerimden kıpırdadığım da umutsuz bir nefes aldım.

"Açıklayıcı bir cevap alamayacağım için."

"Açıklayıcı olmam soracağın soruya göre değişir."

Boşuna umutsuz bir nefes almamıştım.

"Hiç sormayayım daha iyi, sorduğum soruyla  kalmıyor sır gibi cevaplarınla sorularıma bir yenisi daha ekleniyor."

Sesim sitemli çıkmasa bile aslında sitemliydim. Ona karşı maruzatım olsa hepsini kendi içimde yaşıyordum. Adam cevapsız sorular abidesiydi.
Sanırım bu sadece bana hastı.

"İnsan açıklayıcı olacağım derken bilinmemesi gerekenleri söylemek yerine yalanlara başvurur. Ben yalandan nefret ederim."

Ilık esen rüzgar siyah saçlarını okşayıp geçerken ben yüzümü okşamakla yetinmişti.

"Yalan söylemek istemediğin için sadece bilmem gerekenleri söyleyip konuyu kapatıyorsun ya da hiç cevap vermiyorsun. Doğru anladım değil mi?"

"Evet."

Çok uzun olmayan kirpiklerimin özendiği uzun ve kılıç gibi keskin kirpiklerini kapayıp açtı.

"Sadece bir yalan tüm gerçekleri yerle bir eder."

Sanki büyük bir yalana maruz kalmış gibi konuşmuştu. Nasıl bir yalana maruz kalmış olabilirdi ki? Kim ona yalan söyleyip kandırmış ve öfkesini göze almış olabilirdi? Yeri gelince ürkütücü bir adam olabiliyordu.

"Seni dinliyorum?"

Sormak istediğim ve sormak istediğimden emin olmadığım o kadar çok soru vardı ki hangisinden başlayacağımı bilemiyordum.

"Gerçekten de Esedullah'ın askeri misin?"

"Evet."

"Yani sende bir direnişcisin."

"Direnişi destekleyenler de Esedullah'ın askeridir."

Heyecanla ona bakıp konuştum.

"O halde bende direnişciyim. Esedullah'ı başından beri destekliyorum."

Sesim fazlasıyla yuksek çıkmış ve heyecanım sesime de yansımıştı. Dean, Esedullah dan ilk bahsettiği andan beri o adamın cesaretine, şecaatine, metanetine hayran kalmıştım.

Anında gözleri kısıldı.

"Başından beri?"

Yönelttiği soruyla beraber bakışlarında ki soru işareti hoşuma gitmişti. Sonuçta Zeyd Ansarhan'ın bakışlarında soru işareti görmek her zaman nasip olmazdı.

"Dean o adamdan bahsetmişti. Cesaretine hayran kalmıştım."

Başını aşağı yukarı hareket ettirdiğinde gözleri kuru çimlerin üzerinde oyalandı.

"Dean. Onun soyadı neydi?"

Birkez daha onun ismini anmak kalbimin minnetle dolup taşmasına sebep olmuştu. Hayatımız en güzel kelimesini söyler gibi ona ait olan her şeyi telaffuz ettim.

"General Dean Brave."

Hiç bir açıklık vermeyen gözleri beni buldu. Yine aynı heyecan ve merakla yeni bir soru sordum.

"Esedullah'ın yüzünü hiç gördün mü?"

"Başka sormak istediğin soru var mı?"

Sorduğum soruyla yüzünde oluşan tebessüme zıt bir cevap vermesini hiç beklemiyordum.
Sakin bir sesle konuştum.

"Daha demin bir soru sormuştum."

Derin bir nefes aldığında aslında bu derin nefesi benim almam gerekiyordu. Ona ne kadar sabrettiğimin farkında değildi.

"Şuan eşine başka bir adamın nasıl biri olduğunu soruyorsun bu sorudan ziyade beni sınamak olur."

Ciddi misin dercesine ona baktığımda kolunda ki saate bakıyordu. Bakışlarımı görmemişti. Gerçi görse ne diyecektim veyahutta daha başka ne söyleyebilirdi ki. Düşüncelerimin karışmasına izin veremezdim. Büyük ihtimalle sorumu cevaplamamak için böyle bir şey söylemişti.

"Peki, Arya ve Amman kim."

Saatinde ki bakışları anında beni buldu. Gözlerini çözemediğim bir ifade kaplamıştı.
Yavaşça ayağa kalktı.

"Bu sorunu daha sonra cevaplamam daha iyi. Şimdi gitmeliyim."

Evli bir kadının iç güdüsüyle"Nereye gidiyorsun? Saat çok geç oldu."dedim.

Evli bir kadının iç güdüsü nasıl olurdu ki?

"Gece geç gelebilirim, rahat ol, telaşlanacak bir şey yok."

Sakinleştirici çıkan sesiyle rahatladığımda telaşlanmaktan ziyade merak ettiğimi ifade edecekken o çoktan arkasını dönüp kulübenin olduğu tarafa doğru ilerledi.

Burada ki varlığımı hala yadırgayan tarafım onun gidişiyle tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Sert bir nefes aldığımda geniş yol boyunca bahçeye doğru gelen iki tane asil atı gördüğümde durgun yüzüme tebessüm yerleşmişti.

                                             .....

              DANIEL ROOSEVELT KARARGÂHI
                                          18:50

Güneşin kızıllığının bile kıskanacağı derece de olan kızıl saçlarının üzerinde ki şapkayı masanın üzerine koyduğunda derin bir nefes aldı.

"İki gün önce Kuzeye gönderdiğimiz gözcü birliğinden ikisi öldürülmüş."

Saçlarına nazaran daha açık olan kaşları anında çatıldı.

"Bu nasıl mümkün olabilir?"

"Direniş örgütünün varlığına dair büyük bir kanıt. Büyük ihtimalle kuzeyin kontrolünü geri almak istiyorlar. Yavaş ve temkinli hareket ediyorlar."

"Hücum etmeye güçleri yok elbette öyle hareket edecekler."

Başını olumsuzca hareket ettirdiğinde gözleri kıstı.

"Belkide yavaş ve temkinli olmaları stratejileridir."

Konu kapanırken içeri girdiğinden beri düşünceli hale bürünmüş olan arkadaşının bu hallerine pek alışık değildi. Dikkati dağınık ve bulunduğu ortamdan kendini soyutlaştırdığı çok belli oluyordu.

"Düşüncelisin, bir sorun mu var?"

Sıkıntılı bir gülüş dudaklarını istila ederken gözleri arkadaşını buldu.

"İstifa etmeyi düşünüyorum."

Böyle bir itiraf beklemezken irice açılan gözlerini kırpıştırdı.

"Bu rütbeye ulaşana kadar neleri feda ettin! Şimdi mi vazgeçeceksin."

"Bunu uzun zamandır düşünüyorum."

Ciddi bir ifadeyle dile getirilen sözlere inanmak da zorlanıyor gibiydi.

"Bu saçma düşünceyi aklından çıkar."

Derin bir nefes alıp konuştu.

"Saçma bile olsa düşüncelerimi meşgul ediyor."

"Kim soktu bu saçma düşünceleri aklına?"

Düşüncelerini kendine sakladı. Gözleri kaçırmadı. Yüzünde kendini ele veren en ufak bir ifade bile belirmedi. Kimin soktuğunun ne önemi vardı ki!

"Hiç kimse Casimiro."

Casimiro fazla üstelemeden konuyu değiştirme karar vermişti. Eğer arkadaşı bir şey düşünüyorsa bir bildiği vardı.

"Kuzey de bir dostum var direnişçiler hakkında bize bilgi verebilir. Gerçi kendisinin haberi olmadan Akadistan topraklarında kuş bile uçmaz."

"Kim bu dostun tanıyor muyum?"

"Tanımıyorsun fakat aynı davaya hizmet ediyoruz. En kısa zamanda tanışacağınıza eminim."

Başını aşağı yukarı hareket ettirdiğinde gülümsedi.

"Elbette."

Kapı hızla çalındığında gel der demez aceleyle içeri giren askere dönmüştü.

"Generalim, Eret bölgesinde ki  Hope kampına saldırı düzenlenmiş ve esirleri de almışlar."

Generalin mavi gözlerini öfke kaplarken çoktan ayağa kalkmıştı.

"Derhal kraliçe birliğine harekete geçmelerini bildir!"

"Emredersiniz." diyen asker geldiği hızla kapıyı kapatıp çıktığında Casimiro anlamayan gözlerle konuştu.

"Nasıl? Kim yapmış olabilir ki? Direnişçiler mi?"

Daha demin küçümsediği direnişçiler Hope kampına gerçekten de saldırı mı düzenlemişlerdi. Buraya ilk geldiği zamanki düşünceleri artık eskisi gibi kalmayacağına neredeyse emindi.

General masanın üzerinde duran telefonunu cebine atıp tıslayan bir sesle konuşmuştu.

"Evet! Lanet olası Esedullah ve adamları! Saatlerini bizi nasıl mahvedeceğini düşünmekle geçiriyor."

"Dostum sakin ol."

Arkadaşı ateş püskürürken onun da arkadaşından pek aşağı kalır yanı yoktu.

"Sakin olamam Casimiro! O adamı Eret'e gömeceğim!"

                                          .....


Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 128K 75
Az önce Eylül'ün tuttuğu boşta kalan elini yeşil kalın askeri kemerinin üzerine koyup lafa girdi. " Gel ben sana espriyi göstereyim."dedi. Elini ke...
412K 30.2K 67
-Düzenlenmiştir- 05*********/ Faruk hadi aç kapıyı 05*********/ Ellerim dolu hadi Ders videosunu durdurup gelen mesajlara baktım. Faruk mu? Bilinmeye...
3.6M 202K 36
Kız kardeşinin hatası yüzüden ceza alan ve ailesinden veto yiyen Rojbin, parasız pulsuz bilmediği bir şehre sürgün edilir. Tabi bu sürgüne ek deli do...
175K 12.3K 44
Hayatım tam olarak Azerbaycan'lı annemin tatil için geldiği Türkiye de bin de bir olan ihtimal ile babama aşık olup evlenmesi ile başlamıştı. Sonra b...