Gece Tozu

By sayehan

202 17 4

Aynadaki bir çift çakmak göz bakışlarını kısarak kıza baktı, başını hafifçe salladı. Direksiyondaki parmaklar... More

-1- Ölümün Kokusu
-3- Operasyon/ Ankara Eylemi
-4- Baskın

-2- Mesnetsiz Hayaller

46 4 0
By sayehan

-2-

Siyah sana bile masum kalır adam.

Gözlerini açtığında boynundaki keskin acının damağına vuran kekremsi tadını hissetti. Kupkuru dudaklarını ıslatarak gözlerini kırpıştırdı, başının darbelerle dolu ağrısı aklına dolanan düşünceleri her fırsatta karşısına çıkarıyordu.

"Martılar en pis kuşlarmış biliyor musun?"

"Duymuştum."

Kız elindeki simidi vapurun köpüklü suyuna attı, "Neden peki? O kanatlar umudun uçan özgürlüğü değil mi? Neden pis?"

"Neden böyle şeyler soruyorsun Afra? Neden normal değilsin? Okuduğun kitaplar aklını karıştırıyor."

"Yeraltı edebiyatı mı? Bırak, o benim kalsın."

"Her ne haltsa işte, çok kaptırma kendini. Sonra saçma saçma konuşup başımı ağrıtıyorsun." Kız gülmek istedi ama elinde kalan son simit parçası parmaklarında eziliyordu, son martı aç kalmıştı. Cırtlak sesiyle kanat çırpıyor, beyaz tüylerine bulaşan kirlerini gösteriyordu.

"Kayahan." Adam elindeki kitabı bırakıp bezgince baktı, "Susmayı dene Afra, biraz o çenene kilit vur." "Ama önemli."

Kitabı kapattı, "Yine ne var?"

"O simidi yiyecek misin?" Adamın gözleri yanında peçeteye sarılmış simide ilişti, "Açsan, büfeden bir şeyler alayım." Sonradan kanat çırpan kuşu fark edince kaşlarını çattı, "Hepsini başımıza topladın. Çocuk gibi davranmayı bırak artık." Ayağa kalkarak kızın üzerindeki simit kırıntılarını silkeledi, hala söyleniyordu.

"Hem üstünü batırıyorsun, hem de denizi. Bırak aç kalsın kuş, sanane." Elinde kalan peçeteyi alıp kenardaki çöp kutusuna attı. Davranışları garip bir şekilde kızı mest ediyordu. Bütün simidi kızın eline tutuşturdu, "Onların karnı doysun. Al." Afra gülümsüyordu ama bu tebessüm yalnızca adama aitti. Kalbi soğuktu, yeryüzü kadar soğukluğun katmanlarca altında bir cehennem vardı ve kız oraya kabul görmüştü.

Afra gözlerini iyice açtı, yanı başında uyuyan adamın kirpiklerine baktı içini çekerek. Böyle olması gerekiyordu ve oldu dedi, elini yavaşça ona doğru uzattı. Hecelerine paylaştırdığı bu gözler şimdi kim bilir hangi kızın hayalini taşıyordu? Ürkek elini burnunun altına indirdi. Eline değen sıcak havayla gözlerini kapatıp gülümsedi. Yıllardır yaşayıp yaşamadığından bihaber olduğu adamın nefesini ölçüp tatmin oluyordu. Uzun ve güzel o ritmi dinledi, kalbi de adamın soluklarıyla aynı ritmi paylaştı. İlk defa yaşıyor mu diye sorgulamadı, yanındaydı. Ne olursa olsun, nefret etmeyi beceremediği adam yanında ve uyuyordu.

Çantasına elini attığında ön gözünde olması gereken telefonu bulamadı, belki bulsa annesini arardı fakat telefon yoktu. Telaşla koltuğun altına bakmaya çalıştı, arka koltuklara baktı, yoktu. Bulmak zorundaydı, Furkan'dan haber gelmiş olabilirdi. Titreyen eli adamın koyu kotuna yaklaştı, cebine koymuş olabilirdi. Utançla elini cebin üzerinde gezdirdi, uyansa kim bilir ne düşünecekti? Diğer cebe uzandı, Furkan'a ulaşmak zorundaydı. Çatışmada yaralanan 34 asker arasında o da vardı ve toplam 7 kişi şehit edilmişti.

Her gün şehirlere dağıtılan cenazelerden İstanbul da hep nasibini alıyordu.

Elinin dokunduğu yerde, hafif bir yükselti hissedince duraksadı. Bulmuştu, heyecanla pozisyonunu düzenleyerek adama doğru döndü, daha fazla yaklaşıp elini kapı tarafındaki cebe sokmaya çalıştı fakat durdu, çünkü tam yüzüne yakın yerde bir çift siyah göz güne uyanmış, kızın bileğini sertçe kavramıştı.

"Orada dur, fazla ileri gittin." Uykudan uyanılmışa benzemeyen boğuk ses, kızın kulağının dibinde vınladı, elini çekmeye çalışmasına rağmen adam izin vermiyordu. "Uykumdan uyandıracak kadar nedir önemli olan?"

"Telefonumu arıyordum." Dedi Afra sinirle.

"Yanlış yerde arıyordun." Dedi Kayahan imayla. Anahtarı çevirip motoru çalıştırdı, "Çok yanlış yerde."

"Ne yapabilirdim söyler misin?" Araba hareketlenince arkasına yaslandı, "Beni kaçıran adamı uyandırıp mı isteseydim?"

Adam bir elini direksiyondan ayırmayıp diğer eliyle torpido gözündeki telefonu kıza attı, "Al, çok istiyorsan ara babanı. Duysun biricik kızının sesini."

Afra fırsat bilerek uzunca baktı, o tasvir edilmeye en müsait insandı. Düzgün burnu, altındaki vadiyle birleşen normal kalınlıktaki dudaklarıyla uyumluydu. Yüzünü usta bir ressam resmetmişti, sakallarının altında gerilen çenesini fark etti, ona izin verirken bile sinirliydi.

Afra heyecanlı olması gerekirken tam aksine durgun bir şekilde tuşlara baktı, aramak istemiyor muydu? Ne söyleyebilirdi? Çevresini tarif etse bile Kayahan'ın yerinde durmayacağı kesindi. İlk tuşa bastı, çok kolaydı aslında, sadece baba nasılsın diyecekti. İkinci tuşa bastı, biliyor musun kaçırıldım. Üçüncü tuş, biliyorum hiç sıkıntı yapmıyorsun, yolunu kaybeden bir kedi gibi geri döneceğimi düşünüyorsun. Dördüncü tuş, merak etme baba seni ele vermedim.

Sinirle yazdığı bütün rakamları silip telefonu Kayahan'a uzattı, "Aramayacağım, sana yazmasın."

Adam duraksayarak ona döndü, "Sana tanıdığım son şansı çöpe atacak kadar cesur musun?" "Evet."

"Saçmalama. Nasıl olsa hattı kıracağım. Bizi bulamazlar. Akşam plakayı da değiştirdim." Kayahan'ın parlayan gözlerine baktı kız, güneş yüzünün yarısını aydınlatıyor, kızda hayranlık hissi uyandırıyordu. Önüne dönerek onun zeki tavırlarını düşünmek yerine elinde kalan telefonun arama bölümünden çıkıp fotoğraflara girdi, nasıl olsa o kendi isteğiyle vermişti. Fotoğrafları görünce kaşlarını çattı, dosyalarda ceset resimleri, öldürülmüş çocuk fotoğrafları ve idam videoları vardı, nefesini vererek başını kaldırdı. "Sen bu fotoğraflarla ne yapıyorsun Kayahan?"

"Sana ne dedim sen ne yapıyorsun? Ver şunu." Kızın elinden kaptığı telefonun ekranına bakıp kapattı, konuşmaya niyeti yoktu ama kendini açıklama yapmak zorunda hissediyordu. "Kendimi alıştırıyorum."

"Neye alıştırıyorsun?" Meraklı ve biraz da korkmuş yüze baktı, "Benim Türk olmadığımı biliyorsun." "Biliyorum."

"Doğu ile bağlantılı olduğumu düşünüyorlar, bunu reddetmeme rağmen devlet hala peşime adam takıyor. Onları atlatabilmem için bu görüntüler bana lazım. Kinimi taze tutuyor."

"Görüntülerde Kürtler mi öldürülüyor?"

Direksiyonu sağa kırdı, "Hayır."

Geniş sokaktan çıkıp Beşiktaş yakınlarına gelmişlerdi. Afra babasından dinlediği politik görüşle Kayahan'ınkini karşılaştırdı, hangisi daha az kanlıydı?

"Sen tüm bu olayların neresindesin?"

"Düşüncelerin kısıtlandığı bir dünyada doğruyu haykırabilmek adına canından geçen bir grup delirmiş insanız. Hepsi bu."

"Hepsi bu değil Kayahan." Kız tırnaklarını birbirine sürttü, onu haklı bulmuyordu. "Çok kan hesabından bahsediyorsun. Dünya sizin gördüğünüz kadar değil ve siz sadece doğrulardan bahsetmiyorsunuz."

Kayahan kendini tutuyordu. Tutmasa belki her an gözlerinin önüne gelen o idam sahneleriyle kızın boğazına yapışabilir ve o ince nefes ellerinin altında son bulabilirdi. Bu yüzden hızı artırıp parmaklarını kızın boğazı yerine direksiyona kenetledi.

"Nedir doğru olan Afra? Nedir herkesin bulmak için çabaladığı, çabalarken insan feda ettiği o gerçek? Kim buldu, kim kaybetti?"

Araba durduğunda Kayahan'ın sertleşen hatlarına baktı kız, neden onunla politika konuşmak zorundaydı? Neden uzlaşmak dururken hep çatışıyorlardı? Onunla uzlaşmak mı? Bir an düşündüğü şeyin saçmalığına gülmek istedi ama arabanın içinde buz gibi bir hava esiyordu. Bir devrimcinin görüşleriyle nasıl ortak payda bulabilirdi ki? Beklentiyle bakan yüzün altında harekete geçmek isteyen o ruhu görmüştü çoktan. Kendisini davasına adayan adamın benliğini kaybetmiş tarafı asil asil parlıyordu gözlerinde.

"İnsanların kavgası Habil ve Kabil'e dayanır." Nefesi pürüzlü çıkınca adamın delici bakışlarının altında sesini düzeltti, "Ne zaman kıskançlık türediyse, insan ırkı kollara ayrıldıysa başladı her şey. Aranan o gerçek aslında kimsenin kaybetmediği vicdanıydı, şimdi insanlar katil, vicdanlar mezarda. Herkes kendi isteğiyle kendi gözüne perde çeker, bilirsin. Bulmak isteyen buldu gerçeği ve zekice çağına baş kaldırdı. Bu isyan ya da ihtilal değildi, isyan Bolşeviklerin devleti yakması, ihtilal Fransız halkının boğazına dizilen sınıf farklılığıysa başkaldırı tamamen bir özgürlük savaşıydı, cihattı belki de. Ama öldürmek için savaşılan değil, öğretmek için savaşılması gerekilendi. Bu kadar Kayahan, günümüzde kimsenin ulaşamadığı, eteklerinde süründüğü zirve bu kadar."

Adam kızın tane tane söylediği cümleleri dinlerken onun neden sustuğunu anlamadı, her kelimesi içindeki siniri uyuşturuyordu, ruhunu kemiren düşünceler yığınından kurtulmasına yardımcı oluyordu. Kız sustuğunda onun nasıl tedirgin olduğunu gördü. Bu konulardan korktuğunu, kendinden ise daha çok korktuğunun farkındaydı. Onu ayakta tutan kız mıydı öfkesi mi? Kestiremedi. "Pansiyona gideceğiz." Dedi konuyu değiştirip şaşırmasını beklemeden. "Kimliklerimiz hazır. Sakın gittiğimiz yerde bir rezillik yapmaya kalkışma. Kendi sonunu hazırlarsın."

"Senin amacın ne? Ben sana ne yaptım Kayahan? Benimle derdin ne?" Araba tenha yollardan geçerken sert virajlar alıyordu. Hız Kayahan'ın düşünceleri kadar korkutucu olmaya başlamıştı.

"Ne mi yaptın? Hiçbir şey Afra! Hiçbir şey yapmadın." Bir anda bağırmasıyla kız kendini geri çekti ama bu hesap sormasına engel değildi.

"O zaman sorun ne? Beni bırak artık. Akşamdan beri oynadığımız bu oyundan bıktım."

"Oyun mu?" Nefretle güldü adam, "Sen bunu oyun mu zannettin? Askeri boşuna mı vurdum ben? Bak kızım, ben hayale dalıp görevimi unutmam. Önce pansiyona gideceğiz. Sonra da Ankara'ya."

Afra'nın nefesi kesilirken işin gerçekliğini daha derinden kavramaya başladı, "Saçmalıyorsun, sadece saçmalıyorsun. Durdur arabayı. Beni bir yere götüremezsin. Durdur!" Ona bağırıyordu ama olmayacaktı biliyordu, kabullenmek de istemiyordu, kurtulana kadar çabalamalıydı. Bu adamdan nefret etmek için her şeyini verebilirdi şuanda. İçindeki ikilem iki saniye durmasına neden oldu. Bir yanı gitmek mi istiyordu yoksa o mu yanlış anlamıştı? İçini yokladı, düşünce ve his yığınları arasında o yoğun korkuyu buldu. Bilinmedik bir şehre, tehlikeli bir adamla nasıl gidebilirdi?

Kayahan sessizce yola bakıyor, aklındaki planlarını tartıyordu. Afra'nın susmasını yine deliliğine bağladı. Kabulleneceğini biliyordu ama bu kadar erken olacağını tahmin etmemişti. Belki de onun yeri kendi yanı olduğu için hemen vazgeçmişti karşı koymaktan. Belki de bu kız hala kendisine karşı bir şeyler hissediyordu, gülümsemek istedi ama yapmadı. "Attım" demişti kız, "Seni hafızamdan çıkarıp attım". Eğer kaçmak istiyorsa mutlaka şuan aklından bir plan yapıyor olmalıydı. Bu kez gülümsedi adam, çünkü kurtulmak onun için sadece bir hayaldi.

Afra sürüklendiği kâbusun içine baktı, akşam arabada bayıldıktan sonra Kayahan plakayı değiştirmiş ve telefonunu çantasından almıştı. Sabah uyandığında gitmesi gerekiyordu, kendi aptallığına kızdı. Belki gitseydi, şimdi şu tenha yolda bu adamla beraber olmazdı. Üstelik Furkan... Ondan hala haber alamamıştı. İçini kemiren duyguların ağırlığına karşın gözleri doldu, pes edemezdi. Pes etmemesi için bir sürü nedeni vardı. Furkan'ın yaralı hali gözlerinin önüne geliyordu, korku bir kâbus gibi içine sızdı. Ne yapacağına hemen karar vermeliydi.

Arabayı incelerken onunla konuşup zaman kazanmayı diledi.

"Bana zarar vermek ne işe yaracak söylesene? Sadece kendini yatıştıracaksın. Somut hiçbir şey kazanmayacaksın. Yapma, bırak beni. Bizi nasıl olsa bulacaklar."

Kayahan susuyordu, konuşmak istemiyordu. Kendi kendine konuşup sonunda susacağını biliyordu. Onu zaten en iyi o tanıyordu ve en iyi o öldürebilirdi.

"5 yıl sonra çıkıp sen ne hakla... Tam bir psikopatsın! Başkasının ölümünden beni neden sorumlu tutuyorsun? Benim ne suçum var?!"

Adamın ifadesiz yüzü kızı çıldırtıyordu.

"Sen de onlar gibi öleceksin. Biliyorsun değil mi?" Afra ağzından taşan cümlenin daha yeni farkına varırken anında pişman oldu. Önüne bakarken adamın delici bakışlarını yüzünde hissetti, hissettikleri ile düşündükleri zıttı.

"Ben öyle..."

"Sus!" Sıktığı dişlerinin arasından öfke parça parça dağıldı.

"Gerçekten Kayahan, öyle demek..." Kız daha cümlesini tamamlamadan araba aniden fren yaptı, Afra öne doğru fırlamamak için ellerini kullandı fakat alnının sertçe torpido gözünün üstüne çarpmasını engelleyememişti. Hızla arkaya doğru geri geldiğinde olayı kavrayamadı, alnını ovuşturup Kayahan'ın yola bakan yüzüne baktı, "Delirdin mi sen?"

Direksiyonu öyle sert kavramıştı ki yerinden koparacak gibi duruyordu, "Beni kışkırtma Afra. Seni hemen şurada öldürmem için elime fırsat verme. Sana olan ilk uyarım. İkincisi olmayacak."

Araba tekrar çalıştığında kız düştüğü durum karşısında küçücük kaldığını hissetti, yaptığı fazlasıyla ağır gelmişti. Öldürmekten bahsediyordu. Onun katilliğinin farkındaydı. Babası ve asker için endişelenmişti ama kendisini olaya hiç katmamıştı. O an anladı, şakası yoktu. Öldürebilirdi, bu hayattan kızın ruhunu kolayca silebilirdi. Nefes alamadığını hissetti. Nasıl bu kadar kolay olabiliyordu? O nefret etmişken kız neden başaramıyordu? Ardı ardına dökülen damlaları adama fark ettirmeden sildi, nefes alsa batıyordu.

"Beni öldürmek istediğini keşke daha önce söyleseydin. Hayatın için endişe etmezdim." Dudağının kenarında fısıltı gibi çıkan sesi adam duydu, tokat yemişe döndü ama renk vermedi. Kendisini önemsediğini biliyordu ama eskisi gibi masum olması... Onu öldürdüğünde pişman olacağından korktu Kayahan. Ona acımaktan korktu, olabildiğinden daha çok nefret etmesi gerekiyordu.

"Önce kendi hayatın için endişe etsen iyi olur." Şehrin dışına çıktıklarında Afra başını salladı ama cevap vermedi. Zayıf görünmek istemiyordu ama güçlü görünecek kadar iyi değildi. Sabahtan beri yolda 2 saatleri geçmişti ve boş midesi başlayan migreni yüzünden kıvranıyordu.

Başını cama çevirip kollarını kendine doladı, derin bir nefes alıp verdi. Bu adam yerine Furkan'ı düşünmeliydi. Kayahan telefonu verdiğinde Furkan'dan bahsedemeyeceği için hiç kimseyi arayamamıştı. Kayahan, Furkan'ı öğrenmemeliydi. Bu tehlikeyi göze alamazdı, o ne kadar Doğu'yla bir bağlantısı olmadığını söylese de bütün eylemcilerin kapısı tek bir yere çıkıyordu. Güvenmeyecekti Afra, bu katile güvenmeyecekti bir daha. İçinde yavaşça ölmeye başlayan sevginin çığlığını duydu. Gözü tek tük görünen binalardayken içini susturdu, o yapabiliyorsa kendisi de yapabilirdi. O da nefret edebilirdi, bunun için ağlamasına ya da nefesinin kesilmesine gerek yoktu. Kendini toparladı, yıllarını rehin alan adama nasıl davranmasını gerektiğini bilmiyordu ama en az onun kadar öfkeli olmayı deneyecekti.

Arabanın hızı düşerken geldikleri yere baktı kız, dinlenme tesisi değildi, benzin istasyonunda durmuşlardı. Adam, el frenini çekip kıza döndü, "Bir şey istiyor musun?" Dişlerini birbirine bastırdı Afra, sanki istediklerini yapıyordu. İçi boş nazikliğine göz devirdi.

"Arabadan ayrılma, hemen geliyorum."

Adam arabadan inip istasyonun marketine doğru yürüyünce nefesini bırakarak arkasına yaslandı kız. Keşke şuradan geçerken eczaneye de uğrasalardı. Gözlerini kapatıp iki eliyle şakaklarına bastırdı, ilaca ihtiyacı vardı. Migreni iyice azmıştı, sabah hiçbir şey yemediği için midesinin bu denli kötü olduğunu anladı. Uzun yolculuklarda asla ilacını almadan bir yere çıkmazdı, eğer şans eseri unutsaydı bile hem kendine hem de çevresindekilere eziyet ederdi. Başının duvarlarını döven ağrıyla dişlerini birbirine bastırdı, midesi kasıldıkça o dalga başına vuruyordu, bir anda ağzına gelen yakıcı sıvıyla arabanın kapısını hızla açtı. Çıkaracağı sırada şiddetli bir şekilde yanan boğazı yüzünden sıvı tekrar midesine indi. İşte bunu beklemiyordu. Hızlı hızlı nefes alarak korkmamaya çalıştı, arabadan çıktı. Kapıya yaslanarak öksürdü, boğazı tahriş olmuştu. Hızla köşede görünen lavaboya doğru koştu, kapıyı açıp ilk musluğun altına dayadı ellerini. Boğazına suyu götürüp rahatlattı, gargara yapıp tekrar tükürdü. Çıkarmak istemiyordu, küçüklüğünden beri kusmaktan nefret ederdi. Çıkarırken nefessiz kaldığı için kusmak yerine saatlerce mide bulantısını çekmeye razıydı.

Arkasındaki lavabonun birinden çıkan kadınla göz göze geldi, nefes seslerinden ürkmüş olmalıydı ki Afra'ya garip bakıyordu. Kız şalını ıslatmadan yüzüne su vurdu, ilerideki peçeteye uzandığında aklına gelen fikirlerle zihninin durulduğunu hissetti. Yüzünü kurulayıp kağıt havluyu çöpe attı. Kadın elini yıkamaya başlamıştı.

"Bakar mısınız?" Düzgün çıkmasını beklediği ses kadının dikkatini çekti, "Buyrun." Dedi şaşkınca. Ellerini yıkamayı bitirmiş, o da elini kuruluyordu.

"Telefonunuzu kullanabilir miyim? İnanın çok kısa sürecek. Çok acil olmasa istemezdim, gerçekten." Kadın başını salladı, "Tabi bir dakika cebimde olacaktı." Cebinden çıkardığı telefonu kıza uzattı, Afra kalbinin gürültüsüyle teşekkür edip açması umuduyla Furkan'ın numarasını tuşladı, ilk kez çalıyordu telefon. Heyecanla açılmasını bekledi, uzunca üç çalıştan sonra kırgınlıkla telefona baktı. Yine mi açmayacaktı?

Telefonu kapatacağı sırada hattan gelen sesi duydu, "Alo?"

Sıklaşan nefesiyle telefonu kulağına iyice yaklaştırdı, "Furkan!" diyerek bağırdı, gözleri aniden dolarken onun "Afra!" diyen sesini duyup gülümsedi. "Abi iyi misin?" sesi titriyordu, gözleri yanıyordu.

"İyiyim. Sen neden ağlıyorsun?" Afra yutkundu, aylardan sonra ilk defa hat düşmüştü.

"Beni boşver Furkan, sen doğruyu söyle lütfen, iyi misin?"

"İyiyim, sizi özledim sadece. Babam yaralandığımı söylemiş sana. Merak etme iyiyim ben."

"Yalan söylüyorsun iyi değilsin abi, yalan söylüyorsun. Seni tanıyorum!"

"Afra"

"Ayağın değil mi? Ameliyat olduğun ayağın..." Afra annesinden öğrenmişti, önceden protez takılan küçük yerde hasar meydana gelmişti, boğazına yükselen acıyı yuttu.

"Sadece ufak bir şey, büyütme." Hattaki ses susunca kadınla göz göze geldi, çabuk olması gerekiyordu. Sesini düzeltti, "Furkan seni çok özledim. Ve inan bana çok üzgünüm, inan."

"Ben de prenses, ben-"

Bir anda kulağından çekilen telefon ile şaşkınlıkla etrafına bakındı. Kayahan yüzünün gerilen tüm hatlarıyla ona bakıyordu, telefonu kapatıp kadına uzattı. Kadın ikisini izlerken Kayahan kızın bileğini kavrayıp çekiştirmeye başladı. Afra korkuyla olayı idrak etmeye çalışıyordu, az önce Furkan'la konuşurken kızlar lavabosuna giren bu adam elinden telefonu kapıp almış ve şimdi onu arabaya doğru sürüklüyordu.

"Kolumu bırak! Hey! Yarım eder misiniz?" Kayahan onu arabanın içine atıp kendi koltuğuna oturdu, oturur oturmaz sertçe kızın çenesini kavradı, "Kiminle konuşuyordun lan?!"

Acıyan çenesiyle konuşamadı Afra, neden hep daha fazla korkmak zorundaydı?

"Bana cevap ver. Kim o şerefsiz?!" Afra sustu. Konuşacak bir şey yoktu. Kayahan sinirden demire dönüşen parmaklarını kızın çenesinden çekti. Afra'nın yüzünde parmak izleri kalmıştı.

"Furkan demek... 'Seni çok özledim Furkan.'" Yüzü öfkeli haliyle yanıp tutuşuyordu, "Yine hangi piçi pervane ettin kendine?" Adam aklını zorladı, kızı yakalamadan önce araştırmıştı. Sevgilisinin olmadığını biliyordu yoksa herkesten gizlediği biri mi vardı? Ellerini ardı ardına direksiyona vurdu. Öfkesini çıkaramıyordu. Afra yerine sinerek gözlerini kapattı, abisini ele vermeyecekti.

"Konuştuğum kişi, babamın yardımcısıydı. Tanışığız." Pürüzlü ses kızdan çıkınca ona döndü Kayahan, kız devam etti. "Adı Furkan, birlikteliğimizden babamın haberi yok." Kayahan'ın gece gözleri daha da koyulaşıyordu, yüzünde ise çok bir değişim yoktu.

"Geçen yaz tanıştık, arada sırada görüşüyoruz. Onu aradım çünkü beni merak etmemesini, babamın beni araştırma için Ankara'ya gönderdiğini söyledim." Afra yalan söylüyordu ve bunu ilk defa soğukkanlılıkla yapıyordu. Kayahan'ın mimiklerini izledi, inanmış mıydı?

"Ankara'ya gelmeyi ve sana yapacaklarımı kabul mü ediyorsun?" Adamın ifadesiz bakışlarının altında onayladı, "Evet."

"Ön yenilgi," ifadesizce anahtarı deliğine sokup çalıştırdı adam, öfkesini yok etmeyi denedi, içinde adını koyamadığı bir kargaşa vardı. Her şeyi didik didik etmişken tek detayı nasıl gözden kaçırmıştı? Peki bu kız neden kabullenmişti gitmeyi? Ayağı gaza bastığında gösterge hızla yükseldi. Afra bu eylemsizlik kuralına alışmıştı artık, yerine sindi. En azından planı iyi işlemeliydi.

İstasyondan uzaklaştıklarında adam kıza poşeti uzattı, "Al, ye şunları. Açlıktan öleceksin." Kız gözlerini yiyeceklere çevirdi, belki biraz yese iyi olacaktı ama onun uzattığını yemektense migrenini çekmeyi tercih etti. Adam almadığını görünce arabanın göğsüne bıraktı hazır gıdayı, "İyi sen bilirsin. Yolumuz uzun, dinlenme tesisine gitmekten vazgeçtim. Hemen Ankara'ya geçiyoruz."

Afra kaşlarını çattı ama ona bakmıyordu, en fazla kaç saat sürebilirdi ki yolculuk?

"Kimliklerimizi şehir dışında kullanacağız." Başının üzerindeki gölgeliği açıp içinden kızın yeni kimliğini çıkardı, "Nil Dumran, ismin bu. Ankara'ya geçerken polislere bunu uzat. Bakıp geri verirler, çakacakları bir şey yok ve sakın az önceki gibi bir saçmalık yapma. Askere acımayan ben, polise hiç acımam."

Afra kimliği alarak üzerine yapıştırılmış fotoğrafına baktı, yeni fotoğraflarından biri olmalıydı. Doğum tarihine ilişti gözü, kendisininkiyle aynıydı. Sahte kimlik üzerinde de gerçekte de 23 yaşındaydı. Gözü Kayahan'a çevrildi, kendisinden sadece üç yaş büyük olmasına rağmen aralarında çağlar varmış gibi hissediyordu. Adam bakışlarını yakaladığında hızla önüne döndü Afra. İçinde hiçbir şey hissetmiyordu kız. Midesini rahatsız eden kavrulma ve dayanılmaz baş ağrısı dışında hiçbir şey hissetmiyordu, bunun dışında dişlerini birbirine bastırmaktan çenesi ağrımıştı.

Aradan geçen bir saat boyunca ikisi de konuşmamıştı, şehrin çıkışına doğru vardıklarında polislerin çevirmesi görünmüştü, Afra oturuşunu dikleştirerek Kayahan'ın profiline baktı. El, kol hareketleriyle durmasını işaret eden polisi izliyordu. Hızı azaltıp polislerin dediği yerde arabayı durdurdu. Camı indirip orta yaşlı polisi karşıladı.

"Kimlerinizi alabilir miyim?" Kayahan, cüzdanın içine koyduğu kimliği ve Afra'nın çantasından çıkardığı sahte kimliği uzatıp gülümsedi. Afra Kayahan'ın en az kimlikler kadar sahte gülüşüne baktı. İnsanları ne kadar güzel kandırıyordu. Memur biraz geri gidip arabayı inceledi, "Taksiyle mi şehre geçiyorsunuz?"

"Araba bana ait, kız kardeşimle Ankara Üniversitesi'ndeki bir konferansa gidiyoruz." Memur başını sallayıp ruhsatı ve ehliyeti de istedi. Kayahan sakin tavırlarıyla ikisini de uzatıp uyarı dolu bakışlarını Afra'ya çevirdi. Sadece kızın anlayabileceği bir dil gizliydi bakışlarında.

"Tabi geçebilirsiniz Asaf Bey ama sanki hanımefendinin bir sorunu var. Siz iyi misiniz Nil Hanım?" Memurun mesleğinden ötürü gelen sorgulayıcı bakışları Afra'nın üzerinde toplandı, Kayahan da delici bir şekilde gözlerini ona dikmişti. "Ben iyiyim, migrenim tuttu biraz. İlaç almayı unutmuşum." Yalancı bir gülümsemeyle polise baktı, memur kızın soluk yüzünü inceledi, "Bizim ekip arkadaşlarından birinin de migreni vardı, sizin için ilaç almamı ister misiniz?"

Çölde su bulmuş kadar sevindi, "Çok büyük bir iyilik yapmış olursunuz."

"Bir dakika bekleyin, alıp geliyorum." Memur giderken Kayahan kızın biraz da olsa rahatlayan yüzüne baktı, gözleri gerçekten solmuş, yüzünün rengi atmıştı. "Numara yapmayı bırak, senin yüzünden zaman kaybediyoruz."

Afra polisi izlemeyi bıraktı, "Kaç saattir ne çekiyorum senin haberin var mı?" Kızın sert tavrıyla adam kaşlarını çattı ve önüne döndü. Polis gelmişti.

"Buyrun Nil Hanım, hemen için. 10 dakikaya etkisini gösterirmiş." Afra ilacı alıp teşekkür ettikten polisten aldıkları kimlikleri kaldırıp arabayı çalıştırdı Kayahan. Memur hiçbir şeyin farkında olmayarak güler yüzle onları izliyordu, "İyi yolculuklar."

Kayahan polislerin arasından kolayca geçti. Aranan bir devrimcinin polis dolu mekândan sıyrılmasının bu kadar kolay olacağını düşünmemişti Afra. En azından bir kimlik tespiti ya da araç araması olmalı diye düşündü. Sonra kabullendi, bu devletin bazı polisleri gerçekten tedbirsizdi.

"Neden bana söylemedin migrenin olduğunu?" Kayahan direksiyonu çevirirken kıza baktı, "Sana ilaç alırdım."

İlacın etkisiyle biraz rahatlayıp arkasına yaslandı, "Neden sana bunu söyleyeyim? Sen benim hakkımda neyi bilmek zorundasın? Öldüreceği bir insanın çektiği acı umrunda olur mu bir katil için?"

Adam kızın sözlerinden sonra konuşmadı. Belki babasının yaptığı birçok şey vardı fakat onun hiçbir suçu yoktu. Üstelik babasını korumak için şuan kendi ölümünü kabulleniyor olabilirdi. "Haklısın, öldüreceğim bir kişinin gereksiz detayları umrumda olmaz." Ardından bir saat süren bir sessizlik oldu. İkisi de suskundu. Ankara'ya gitmeleri için uzun yollardan geçiyorlar ve bu Afra'nın sızısı azalan başını döndürüyordu. Gözleri yavaşça kapanırken neyin ne olduğunu sorgulamadı ve arabanın hafif sallantısına bıraktı kendisini.

Karanlık iki gözünü kaplarken bilincinin ortaya çıkardığı tiyatroyu izlemeye başladı.

"Baba, yapma ne olur? Benim ne suçum var? Lütfen!"

"Sus Afra!" Adamın sesi sert ve toktu, kızı biraz kenara iteledi, "Benim istediğim şeyleri yapmak zorundasın."

"18 yaşındayım. Küçük bir çocuk değilim. Görmüyor musun bunu? Kendi seçimlerimi kendim yapabilirim."

"Beni ne kadar küçük duruma düşürdüğünün farkında mısın? Sırf sen türbanlısın diye komutanlıktan Müsteşarlığa geçtim ben. Şimdi aynı şeyi göze alamam." Kız babasının yılların sertleştirdiği ifadesine baktı, bir yandan haklıydı. Annesi bile kapalı değilken Afra'nın kapalı olması Rasim Altun'un camiasında çok ses getiriyordu.

"Onlara beni göstermezsin baba. Ama ne olur benden açılmamı isteme! Gerekirse Furkan da sana yardımcı olur. İşini ona devretmedin mi zaten? Daha ne istiyorsun?"

Adam kalemi sertçe masanın üzerine bırakıp çalışma masasına oturdu, "O zaman seçim yapmak sana düşüyor." Afra ardından gelecek korkunç düşünceleri bekledi, "Ya türbanın ya da Kayahan Çağlar denen it. Seçim senin."

Afra dehşete kapılarak ileriye doğru iki adım attı, "Baba sen ne diyorsun?"

Kısık gözleri kızın korkusunu tattı, kendi kızını korkutmaktan zevk alıyordu, "Doktorlarla konuştum, birkaç tedavi ve seansla geçmişinin bir kısmı unutmak mümkün. Terapi gibi düşün. Ama bunu hastaneler yapmıyor, özel klinikleri araştırdım. Her şey mümkün. O şerefsizi unutabilmen için her şey mümkün."

Afra yanan gözlerini kırpıştırdı, "Baba sen nasıl?"

"Onun öldüğünü zaten biliyorsun. Boşuna 2 aydır yastasın. Sana öldü diyorum. Ölmese bile öldürülmüştür. İkinize tuzak kurulmuştu Afra. Hedef oydu ama sen de etkilendin."

"Baba yeter sus!"

"Gebersin o terörist."

Afra elini onu durdurmak için kaldırdı, "Sus artık!" Başı dönerken önündeki koltuğa tutundu, öldüğünü kabullenemiyordu. "O ölmedi. Ölseydi bilirdim. Anlardım." Rasim Altun hızla kalktı masadan, şimşek gibi kızın yanında belirdi, "Ne anlamasından bahsediyorsun sen? Ölmediyse nerede o zaman? Cesedini gördüm diyorum.Yanmıştı. Arabadan seni çıkardıktan sonra arabanın benzin deposu patlamış. O araçtan nasıl sağ çıkmasını bekliyorsun? Şu haline bak, yüzündeki dikişler bile taze daha. Hala ne diye o teröristi savunuyorsun? Hiç mi vatanına saygın yok?"

Bedenine ağır gelen duyguların altında ezildi. Babası Kayahan hakkında sürekli terörist diyor, Türk olmayışını buna bağlıyordu. Oysa o ne teröristti ne de ölmüştü. Kabul etmiyordu. İçindeki çığlık çığlığa ağlayan şizofreni susturmak kolay olmadı. Unutmak istemedi kız, yaşadıkları bir avuç anıyı unutmak istemedi. Ama başka çaresi var mıydı? 2 ayda 10 kilo vermişti. Her gün o da ölüme gidiyordu. Rasim Altun'un bütün zorlamalarıyla kabul etti. Ama adamın ölümünü değil, onun gidişini kabul etmişti.

5 yılın sadece bir yılında onu aklından silebilmiş, kalbinin üzerine toprak atmıştı. Ve işte hiçbir şey olmamış gibi 4 yıl yaşamış, İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünü daha bu sene bitirecekti. Hayatı sahildeyken bindiği o taksiye kadar normalken Kayahan Çağlar'ın tekrar hayatına girmesiyle alt üst olmuştu.

Şimdi gözlerinin arkasında olan hayalde yeni senaryolar dönüyor, anılar diriliyordu.

Karanlığına güvenip kendini dinginliğe bıraktı. Böylelikle ruhuna yeni bir pranga vurulmuş, bileklerini kesmişti demirler.


saye.

Continue Reading

You'll Also Like

371K 24K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1.1M 44.5K 25
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
1.7M 68.8K 55
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
6.1M 198K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...